Ancak itiraf etmeliyim ki, beyefendi ile karşılaştığımızda
üzerindeki -eğitimle alınamayacak- “karşıdakini ciddiyete ve hürmete” davet
eden halden etkilendim.
“Zor iş” denilen, dışardan gelen kablonun odadaki bir
kofraya ilave edilmesinden ibaretti. ‘Beş dakikaya dışarda oluruz’, diye
geçirdim içimden. İş bitip kofranın kapağını kapatınca evin reisi;
-
Kabloları
sağ taraftan vermişsiniz, sizden rica etsem sola alabilir misiniz?” dedi.
-
Tabi
efendim, deyip kapağı açtım ve bağlantıları söküp sol taraftan kofraya
girecek şekilde yeniden düzenleyip kapağı kapattım. Beyefendi;
-
Olmadı
sanırım. Size zahmet veriyorum ancak bir de üstten deneyebilir miyiz, mümkünse”
dedi.
Sonrasında kablolar, birkaç kez daha yön değiştirdi. Kapağın
şişkinliği, yamuk olması, kabloların rahat geçmesine müsaade etmemesi vs.
hatırlatılarak birkaç sefer daha iş söktürülüp yeniden yaptırıldı. Bir ara
beyefendinin odadan çıkması ile fırsat bulan, “belki bir yardımım olur“ diye
yanımda gelen oğlum,
-
“Baba bir
an önce buradan kaçalım. Bu adam bizimle ya dalga geçiyor ya da başka bir
sıkıntısı var” dedi. Ben de;
-
Bu iş, hiç
normal değil. Sabaha kadar sürse bile, işin sonunu görmek istiyorum” dedim.
Yaklaşık 2 saatin sonunda;
-
Teşekkür
ederim gayet güzel oldu. Sizden rica etsem Selamlık bölümündeki işe de bakar
mısınız? denildi.
Odadan çıkıp dergâhın önündeki boşlukta yarenlik edenlere;
- - “Selamlık
neresi?” deyince, garip bir tepki karşılaşıyorum.
- - “Hayırdır
sultanım, niye sordun?”
- - Orada da iş
varmış.
- - Yanlış
anlamışsındır sultanım. Oraya kimseyi sokmaz Beyefendi.
- - Yanlış
anlamadıysam selamlık dedi, diye ısrar ettim.
- - Yanlış
anlama vardır, sultanım. Kimse girmez oraya. Biz bile kırk destur ile gireriz ancak.
- - Kendisine
sorun o zaman.
Karşıdaki kim olursa olsun, “sultanım” diye hitap eden
beyefendi içeriye yönelirken Selim abi açıklama yapma ihtiyacı duydu:
- - Siz
içerdeyken biz de onu konuşuyorduk: Sanırım sizi sınamış. Bir sürü elektrikçi
gelmiş, gitmiş şimdiye kadar. Gelirmiş, beyefendi işine, ustalığına bakar,
sabrına bakar, ciddiyetine bakar, harçlığını verir geri yollarmış. Asıl iş selamlıktaymış.
Ama Beyefendi oraya çok ihtimam ediyor; özensiz, sabırsız, kaba biri girsin istemiyormuş.
Kapının önünde bekleyenlerden biri olan Hacı Abi ise olayı çok
farklı değerlendirir:
Bu gelen nam-ı diğer “Komünist
Hüseyin” lakaplı biri idi. Bizim Selim’in çocukluktan arkadaşı. 12 Eylül
döneminde örgüt davasından içerde yatmış, yakın zamanda örgütle arası bozulmuş,
lideri eleştirdiği için, örgüt tarafından cezalandırılmaya karar verilmiş ve demir
çubuklarla kolları ve ayakları kırılarak Bursa çöplüğüne atılmış biriydi. 8-9
ay alçılar içinde yattıktan sonra adeta mucizevi bir şekilde hayata geri dönmüş
ancak ömrünü adadığı davanın, yıkılan hayallerinin bedelini alkol bağımlılığı
ile ödemekteydi.
Ben ise ömrünün tamamını Müslüman bir çevrede geçirmiş bir üniversite
öğretim görevlisi idim ve görevimden geri kalan neredeyse tüm vaktimi, iki
seneden beri Beyefendi ile geçirmeye çalışıyorum. Benim için Komünist Hüseyin’in
gelişine kadar sorun yoktu. Ondan sonra dengem bozuldu.
Zira Allah’a inanıp inanmadığı bile belli olmayan, ismi “komüniste”
çıkmış, alkol sorunu olan birinin yolu kaza ile dergâha düşüyor ve bizim
beyefendi onun ardında bir hürmetle, bir saygı ile dolanıyor ki; hayret
ediyorum. Bizim iki yıllık dergâh maceramız sırasında girmemiz nasip olmayan
selamlığa bile bu komünist, daha ilk günden girebildi.
Yıllardır içinde bulunduğum dindar camianın hastalıklarını
gayet iyi biliyordum: Diğer hiziplere karşı merhamet cimrisi alan, “o kâfir, bu müşrik, şu
münafık” diye saydıran hoca efendilerin, ilahiyatçıların neredeyse üryan hanım
efendilerin karşısında; içine ne atsan kaybolan “hoşgörü kuyusuna” dönüşüp mum
gibi eridiklerine kaç defa şahit olmuştum. Kandil gecelerinde zikir çekenlere
demediklerini bırakmayanların modern putlar karşısında nasıl da saygı duruşuna
geçtikleri ve övgüler düzebildikleri de hafızamda taptaze duruyordu. Bizim
kesim “Gavura karşı hoşgörü, Müslümana karşı merhametsizlik” hastalığından fena
halde muzdaripti. Görünen oydu ki, Beyefendi de Müslüman cenahın bu kompleksinden
nasiplenmiş, diye su-i zanda bulundum.
Küstüm ve uzaklaştım. Kırılmıştım. Altı ay ne aradım, ne
sordum. Sonra kendi kendimle yaptığım hesaplaşmayı kaybedip “Hiç değilse gidip,
neden uzaklaştığımı söyleyeyim” diyerek tekrar kapısına dayandım:
- - Efendim
Komünist Hüseyin Bey’e pek iltifat ettiniz.
- - Sizin de malumunuzdur: İşini iyi yapanlar,
iyi Müslümanlardır.
- - Efendim bu
arkadaş ismi komüniste çıkmış alkol bağımlısı biri, pek Müslümanlıkla işi yok
gibi?
- - Bundan bizim haberimiz yok. Haberimizin
olmasına da gerek yok. Öyle bile olsa biz onda iyi bir ustalık ve sabır gördük.
Sadi Şirazi’nin bir beytini işitmiştim;
Ey Akıl sahibi! Gül dikenle bulunur
Senin dikenle işin ne? Gülü demet eyle
Eğer huyun kusurları görmekten ibaretse
Tavus kuşunda ayaktan başka bir şey göremezsin.
- - Efendim
“İyi Müslümanlar işlerini iyi yapanlardır “ diyorsunuz ama bu şahsın Allah’a
inanıp inanmadığı bile belli değil. Hem Hristiyanlar, Yahudiler, ateistler var
işlerini iyi yapan, onlara ne diyorsunuz?
- - İnsanın “asıl işi”, Allah’a “iyi kul”
olmaktır. İYİ kulluğun bir cüz’ü de eline gelen işin hakkını vermektir. Eğer insan
yaptığı işe özenmeyen, işini doğru düzgün yapmayan, laletayn biriyse muhtemelen
onun dindarlığı da bir işe yaramaz. Müslümanlık onun üzerinde iğreti durur,
yakışmaz. Çalışmayan, emeğini ortaya dökmeyen “dua “etmeye dahi hak etmiyordur.
Anlamamak için ısrar ediyorum:
- - Efendim ona gösterdiğiniz iltifatı pek çok
kişiden esirgiyorsunuz gibi geldiydi bana.
- - El emeği
ile geçinmek peygamber mesleğidir. Başkasının, onların geçimlerini temin
etmesine müsaade etmezler. Peygamber sanatına talip olanlara elbette özel bir
hürmet gerekir. Mesela birisi memur olduğunda Hak etmese de maaşını alabilir.
Toplumun son zamanlarda iyice artan memurluğa olan teveccühünün altında da, Hak
etmese de sürekli bir gelir imkânı sunmasıdır sebep. Hâlbuki elinin emeği ile
geçinenler eğer çalışmazlarsa kimse onlara bir şey vermez. Yani elinin emeği
ile geçinenlerin yediklerinin helal olma ihtimali daha yüksektir.
Deyip ardından bir dua ilave edip
konuyu kapatıyor:
-
"Ya Rabbi! Bizleri çalışıp emeği
ile geçinenlerden kıl, cümle Müslümanları emek vermeden geçinme sefaletinden
halas eyle."
Beyefendi kafamdan aşağıya kazanla kaynar su dökmüştü. Ben
ki üniversitede hocayım diye kurumlanırken Beyefendi; “Senin yediğin içtiğini
helal ettirip ettirmediğin belli değil. Bu komünist diye aşağıladığın şahıs
Peygamber mesleği yapıyor. Elbette o senden daha fazla hürmete layıktır” demiş
oldu.
Kıymet
hiyerarşimiz bozulunca helale değil ÇOK’a değer verir olduk.
Kıymet
hiyerarşimiz bozulunca “Eminliğe değil prof’luğa değer verir olduk.
Kıymet
hiyerarşimiz bozulunca takvaya değil, cüretkarlığa, açıkgözlülüğe değer verir
olduk.
Sonra aramızda ustalar, üstadlar ve alimler görünmez oldu. Onlar bizi, kıymeti
olmayan bir sürü cimri zengine, merhametsiz bürokrata, amelsiz prof'a terk edip
gittiler.
Zeyl: Komünist Hüseyin ve Hacı abi bugün gayet iyi dostlar.
Derleyen: Ahmet H. Çakıcı
0 yorum:
Yorum Gönder