Tebrizli ustaların elinden çıkmış 10 metreyi aşan yüksekliği ile dünyadaki en görkemli, belki de en muhteşem mihrabın önündeyiz. Başı, celî sülüs kelime-i tevhit ile taçlandırılmış devasa mihrabı çerçeveleyen köşe pahı; turkuaz, fıstık yeşili, sarı, altın simli yaprak süslemeli çiniler ile adeta yukardan aşağıya doğru sessiz bir şelale gibi akıyor. Çerçevenin içindeki helezon sarmaşık süslemenin arasına Fetih Suresi işlenmiş. Ardından gelen Mukarnas (geometrik şekilli) katmanlar, hatayi, rumi süslemeler, şakayıklar, çınar yaprakları mihrabın kavsarasının (imamın önünde durduğu boşluğun) tavanındaki süslemeler ile müthiş bir ahenk içinde.
Bakmakta olduğumuz güzelliği yeterince göremediğimizin üzüntüsü ile geri
dönüyoruz. Artık ustalarını kaybetmiş, yapım teknikleri sırlara karışmış yeşil
çiniler ve yeşil çinilerin üstünde, zeminine sarmaşık yaprakları gizlenmiş lacivert
üzerine beyaz tonla yazılmış Hazreti Peygamberin hadislerinin arasından geçip, namazgâh
bölümünden, 1 metre daha alçak kısma, yani mahfillerin önüne iniyoruz.
Hacı İvaz Paşanın mimarlığını yaptığı Bursa Yeşil Camiinin[1] bu bölümünde bizi, aslı
çalındığı için 80’li yıllarda göz hekimi bir beyefendi tarafından aslının
kopyası olarak yapılan yekpare mermerden oyulmuş, daha önce abdest alma mahalli
olarak da kullanılmış muhteşem bir fıskiye karşılıyor. Fıskiyedeki ince işçilik,
ustasının mahareti ve sabrı, su içenlerde zorunlu bir saygı hissi uyandırıyor.
Yapının genel görünüşü ve dış mimarisi bir cami izlenimi
verse de, ihtiyaç durumlarında devlet erkânının da hizmet ettiği, içinde
mescitte bulunan bir hükumet konağı olarak inşa edilmiş. Diğer bir deyişle, imaret
olarak yapılmış.
Caminin nadir görülebilecek güzellikteki oyma kapısını geçip,
daha da muhteşem ve zarif olan, mermer oymacılığının zirvelerinden, dış kapının
altında ayakkabılarımızı giymeye çalışıyoruz.
Az ilerde, bir taraftan kapının olağanüstü güzellikteki mukarnaslı yaşmağını inceleyen
bir taraftan da fotoğraflayan bir turist grubu var. İçlerinden 70’li yaşlarını
aştığını tahmin ettiğim biri, gruptan ayrılarak yanımdaki beyefendinin yanına kadar
gelip aşina olmadığımız, oldukça şiveli ve kırık bir Türkçe ile “Orhan Camiine
nasıl gidebiliriz?” diye soruyor.
Arkadaşım, yaşlı turiste;
- “Türkçeyi çok güzel konuşuyorsunuz. Nereden öğrendiniz?” diye sorunca, Yaşlı beyefendi adeta yıllardır bu soruyu bekliyormuş gibi,
- “Biz buralıyız efendiceğim, Beykozluyuz. 14 yaşımda iken zorla gönderdiniz bizi Yunan’a.”
-
Şimdi
nerede yaşıyorsunuz?
-
Selanik’te
efendiceğim,
-
Memnun
değil misin Yunanistan’dan?
-
Gâvurla
yaşamak zor beyaa. Alışamadım bir türlü.
Sonra Yunanistan’a gidiş maceralarını, orada nasıl
yerleştiklerini, çektikleri sıkıntıları -Türkçe konuşmaya hasret kalmış biri
edasıyla- ardı ardına anlatmaya başlıyor. Birden duruyor ve hesap sorar gibi:
-
“Ne
diye gönderdiniz bizi gâvurların yanına yav? Anamızı ağlattılar efendiceğim” diyor.
Şaşırdım. Boynunda Hristiyan Haçı taşıyan bir RUM,
Yunanlılara gâvur, diye hitap ediyor, bizi kendinden sayarken Yunanlıları
düşman görüyordu. Bununla da yetinmiyor kendi dindaşlarının yanına gönderildi
diye bizden hesap soruyordu. Ancak bizim arkadaşın cevabı ondan aşağı kalır
gibi değildi:
-
“Oradan gelen
Müslümanların arasına karışmış gâvurlarda bizim anamızı” deyiveriyor.
Bu noktada sabredemedim. Ne de olsa Trabzonlu biri olarak hem
Rum olma iddialarına muhataptım, hem de sabır eşiğim oldukça düşüktü:
-
“Türkiye’deki
gâvurlar Yunanistan’daki gâvurların yanına gönderildi. Yunanistan’daki
Müslümanlar da Türkiye’ye getirildi. Yunanlılar, nasıl gâvur oluyor da siz, bizden
oluyorsunuz?” dedim.
-
“Bak Efendiceğim, bunu
ve bunun gibi bir sürü eseri biz yaptık. Bunlarda çalışan ustalar kalfalar hep RUM
idi. Biz bunları yapabildik çünkü biz Müslüman gözü, nasıl görürdü bilirdik. (Eliyle
sağlı sollu binaları işaret ederek) İşte bu binaları da siz yaptınız. Bu
binalar Müslüman gözü ile yapılmış binalar mı? Siz “Müslümanız” diyorsunuz ama
Müslüman Gözü nasıl bakar, Müslüman Eli nasıl işler bilmiyorsunuz” dedi.[2]
Dondum kaldım. Yaşlı Rum’a ne diyebilirdim ki? Haklıydı. Bu binalar,
bu caddeler, bu şehirler şu Yeşil Cami’yi inşa eden Müslümanların Gözü ile
kurulmuş olabilir miydi?
Bu olay kısa süre önceki bir başka olayı hatırlattı:
Birkaç sene önce bir depodan, yok edildikleri için elimizde
çok nadir kalan, bir tekke tavan göbeği çıkmıştı. Yıllarca rutubetli ortamda
kalmanın neticesi olarak ciddi oranda hasar görmüştü. Yetenekli bir usta
arayışına girişildi. Göbek, birinin tavsiyesi ile usta bir marangoza emanet
edildi.
Gelen iş harikaydı. Usta gerçekten ustalığını konuşturmuştu. Ancak eser, artık
o eser değildi. Usta günün zevklerini, beğenilerini eserin içine katmış ve
eserin orijinalliğini, kimliğini ve kişiliğini yok etmişti. Onun verdiği hasar
2 senelik bir uğraşı ile ancak giderilebildi.
Olaylara, eylemlere, maddeye MÜSLÜMAN gözü ile nasıl bakılacağını bilmeyen Müslümanlarız.
Aklımız Müslüman Aklı gibi çalışmıyor. Gözümüz Müslüman gözü
gibi görmüyor. Elimiz Müslüman eli gibi işlemiyor.
Para var, imkân var, beceri var, iyi niyet var; lakin olmayan Müslüman Aklımızla,
olmayan Müslüman Gözümüzle, olmayan Müslüman Zevkimizle elimizden çıkan
eserlere bakıyor ve hayretle soruyoruz: Biz gerçekten Yeşil Camiini yapan insanların
torunları mıyız?
Derleyen: Ahmet H. Çakıcı
(Anılarını bizimle paylaşan
Hacı Abiye ve diğer Ariflere teşekkür ederiz.)
[1] Araştırmacı Gezgin Charles Texier, Yeşil Caminin, Bursa’nın
belki de Osmanlı saltanatının en mükemmel eseri olduğunu ifade eder.
[2] Konunun akışını bozacağı için olayın devamını dipnota
almayı tercih ettik.
İlerden
gelen ince bir ses ile şaşkınlığımdan sıyrılıyorum. Ayağını yeterince
kaldıramadığı için yüksek kaldırımı aşamamış oldukça yaşlı bir teyze yardım
istiyor. Teyzeye yakın olan arkadaşım ve Stefano teyzeyi kollarından ve
omuzlarından havalandırıp kaldırıma çıkarıyorlar. Teyze Stefano’nun eline
hafifçe vurup “Müslümanlar olmasa, yaşlılık hiç çekilir şey değil. Allah sizden
razı olsun” deyip yoluna gidiyor.
Üst üste gelen bu iki olay bizi şaşkınlık içinde bıraktı. Ancak Stefano,
teyzenin Müslüman olarak onu tercih etmesinden fazlası ile müteessir olup
ağlamaya başlayınca arkadaki grup hızla gelip yaşlı Rum’u aramızdan adeta
sökerek alıp uzaklaşıyorlar.
0 yorum:
Yorum Gönder