Şehrin havasını görevli bir hizmetliymiş gibi temizleyen, kimi
zaman günlerce esen ve hızı 130 km/s’e kadar ulaşabilen, Bursa’nın meşhur lodosudur.
Uludağ’ın güneydoğu istikametindeki tepelerden aşağıya doğru esen sıcak ve nem
yüklü lodos, bazen öylesine şiddetlenir ki, binaların çatılarını bile yerinden söküp
atabilir. Bu nedenle özellikle şehrin yüksek mahallelerindeki evlerin
çatılarına irili ufaklı taşlar konularak rüzgârın çatıyı ya da kiremitleri söküp
götürmesine engel olunmaya çalışılır. Sokakta yürümenin bile çok zorlaştığı
lodoslu günlerde özellikle güneye bakan camların patlama ihtimaline karşı
insanlar iç odalara çekilirler. Lodos sonrası balkonlardan ya da çatılardan
dökülenler ile hasar almış araba görüntüleri adeta vaka-i adiyedendir.
Kırılan
cam
Böyle bir lodosun ardından, 260 yıllık tarihi binanın, -artık
rüzgâr neyi getirip çarptıysa- camı kırılıyor. Binanın hizmetlisi, kırılan camın
parçalarını teker teker toplamaya başlıyor. Çevresindekiler de ona uyunca gözle
görülebilen neredeyse tüm cam kırıntıları bir torbada bir araya geliyor. Sonra,
eski usul, tavada eriterek bu parçaları yeniden cam yapabilecek bir yer
araştırılıyor. Bir usta bulunuyor ve kırık cam parçaları bu ustaya emanet
ediliyor. Usta, kırıntıları eritip tavaya yatırıyor. Ama bu usulle erimiş maiyi
mükemmel bir denge ve oran ile tavaya yaymak mümkün olmadığı için ortaya çıkan
cam; dalgalı, ardındaki görüntüyü bozan bir cam oluyor.
Ancak kimse bu duruma aldırmıyor. Cam tarihi binaya getirilerek adeta sessiz
bir törenle yerine monte ediliyor.
Süreci takip edenlerden birinin aklı, yapılan işe pek yatmıyor
olsa gerek ki, Beyefendiye:
- Efendim, o camları arayıp bulmak ve
yeniden cam haline getirmek için neden bu kadar uğraştık? Yenisini taksaydık
olmaz mıydı? Diyor.
- O cam 40-50 senedir bize hizmet ediyor.
Bu hizmeti görmezden gelip artık işimize yaramıyor diye çöpe mi atsaydık?
- Ama Efendim, ona verdiğimiz para ile
neredeyse bir araba cam alırdık? Yazık değil mi onca paraya?
- Para,
gücünü Allah’ın Aziz isminin tecellisinden alır. Vazifesi, insanın şerefini
korumaktır. İnsanın şerefi ise elinin altındakilerle beraberdir. Eğer para, sizin ya da elinizin
altındakilerin izzetini, şerefini, haysiyetini korumuyor ve sadece kenarda birikip
duruyorsa veya zevk için ortaya çıkıyorsa, artık o İlah olmuştur. O, sizin
değil; siz, onun hizmetine girmişsinizdir.
- Efendim, insanın parasının olması,
paranın hizmetine girdiği anlamına mı geliyor?
- Para, gücünü Allah’ın Aziz isminin
tecellisinden alır demiştik: Aziz’in manası “Çok izzetli, hep galip olan ve
asla yenilmeyen” demekmiş, öyle işittik. Yani çok güçlü bir sıfat. Eğer muhatabında
onu kontrol ve terbiye etmeyi becerebilecek bir irade, bir ahlak var ise, ne alâ.
Ancak böyle bir iradeye sahip değilse; ata binmeyi bilmeyen birinin cahilliği
ile vahşi bir ata binmesi ile atın, onu yerden yere vurması gibi, muhatabını
yerden yere vurur. Ne ahlak, ne erdem, ne insaniyet bırakır. Eğer ona hâkim
olacak irade yok ise başınıza bela alırsınız. Kanaatimizce iradesinden şüphede olan,
belaya talip olmamalı.
Bulunduğumuz yer, Uludağ’ın eteklerinde yüksekçe bir yer: Bir
taraftan hikâyeyi dinliyor, bir taraftan da kuvvetli esen rüzgârın, dallarda
kalan son kuru yaprakları, yerlerinden koparıp, çaresizce kâh gökyüzüne doğru,
kâh cadde boyunca savuruşunu seyrediyoruz.
Rüzgârın meydan okumasına yenilip ayaklarımızın altına
serilen yapraklar, az önce Beyefendinin bahsettiği yerden yere vurulmuş insanlara
çağrışım yapıyor.
Gözlerim ister istemez geniş ovaya, rüzgârın bir köşeye yığdığı hazan
yaprakları gibi üst üste yığılmış beton yığınına doğru kayıyor. Bu bereketli
ovayı mahveden bu yapılar, paranın dağıttığı insanlığımıza, ahlakımıza,
erdemlerimize şahitlik etmiyorlar mı? Diye arkadaşıma fısıldıyorum.
“Eğer onu terbiye ve kontrol edebilecek iradeniz yok ise, para,
insanı yerden yere vurur” diye tekrarlıyorum.
Ve Şair Leyla Hanım’dan bir dize geliyor dilimin ucuna.
“Pür-âteşim
açtırma benim ağzımı zinhâr
Zalim beni söyletme derûnumda neler var”
Derleyen: Ahmet Hakan Çakıcı
1443 / RECEP
0 yorum:
Yorum Gönder