Selam 9 - İlahlaşma Güdüsü – 1

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 21 Mar 2014 0 yorum
Selam 8- İçi Bos Bir Slogan Kurana.html

İlahlaşma Güdüsü – 9   ( 1 )

Bir önceki yazıda Cumhuriyet sonrası İslam medeniyeti ile olan bağın hasar gördüğünü bu hasarı tamir etmek için geliştirilen cemaat yapıları ve Kur’an halkaları modellerinin, derde çare olamadıklarından bahsetmiştik. Kaldığımız yerden devam edelim.

Bakara Suresinin 256. Ayetinde “Dinde ikrah ettirme yoktur. Şüphesiz ki Rüşd, Gayy’dan ayrılmıştır.”  Denilirken, Rüşd ile (bilerek, isteyerek, seçerek, sorumluluğunun farkına vararak) gelenler, Gayy ile (zor ile, dayak ile, kalabalığa karışıp sürü ile, bilinçsizce) gelenlerden farklıdır. Denilir.


Mevlana Mesnevi’de bu ayeti yorumlarken insanların çoğunun aklını kullanma becerisini gösteremediğinden, önlerindekinin peşine takıldığından, gaza gelerek hareket ettiğinden bahsederek toplumun çoğunluğunun çocuk hükmünde olduğunun ve rüşde eremediğinden bahseder. Buna nispetle olsa gerek tasavvufilerin “çocuk” dediklerinde kast ettikleri sabiler değildir. Çocuk, rüşde ermemiş taklit ve kalabalıkla iş gören toplumun kendisidir.

Mevlana, çocuğa silah verilmez. Çünkü silah tehlikelidir. Ve çocuk, silahı kime doğrultacağını bilmez. Dostunu düşmanını ayırd edemez.
Çocuğa para/mal/servet/hazine de emanet edilmez. Çünkü, inci ile bilyeyi birbirinden ayırt edemeyeceğinden, kıymetlinin, kıymetini takdir edemez. Ona hatırlatıp öğretsen de fayda etmez. Çünkü kıymetliyi nerede, nasıl sarf edeceğini bilemez. Ancak israf eder, hayra dönüştüremez.
Çocuğa ilimde verilmez. Çünkü ilim, silahtan tehlikeli, maldan kıymetlidir.
Eğer çocuğa ilim verirseniz ilk babasını kafir eder, eğer ona güç/iktidar verirseniz ilk babasını dar ağacına yollar. Der.

Bu bakış görebildiğim kadarı ile medrese ve tekkelerin terbiye usulünün de merkezini işgal etmiştir. Medrese veya tekkeye gelen talep edene/talebeye öncelikle ilmi taşıyabilecek bir ahlakı, bir edebi var mı diye bakılır. Yok ise, öncelikle edep ve irfan ile terbiye edilmeye çalışılır. Eğer bunda muvaffak olunabilirse, ilim verilmesi düşünülür.  

İlmin; edebin, ahlaki ve irfani terbiyenin üzerine bina edilmesi gerekir. Allah’ın boyası ile boyanmayana “Allah’ın ilmi” de verilmemelidir. Edep, Allah’ın boyasıdır.

Mevcut eğitim modellerinin çocuklara nasıl edep, yani irfan ve hikmet üzerine terbiye verileceği konusunda bir fikri yok. Ne yazık ki buna ihtiyaç da hissetmiyor. İlim verilen, ilmen yetkin kılınan kişinin, kendiliğinden edeb sahibi olduğu varsayılıyor. Halbuki modern Dünya, modern zamanların yetiştirdiği ilim sahipleri, “edeb” kelimesini tanımadığı gibi edepli davranış modellerini ruhi rahatsızlık olarak bile görebiliyor.

(Ara Not :Ne yazık ki Türkiyeli Müslümanlar, Osmanlıdan Cumhuriyete geçerken kaybettiklerinin ne olduğunu fark edemediler. Cumhuriyet dönemi, tüm biçareliğine, tüm çökmüşlüğüne, tüm perişanlığına rağmen Osmanlının en son anlarında bile medreselerinden/rüşdiyelerinden mezun ettiği alim, şair, edebiyatçı, düşünce ve hareket adamları ile karşılaştırabilecek düzeyde insanları 80 senede yetiştirmeyi başaramadı. Mehmet Akif, Ahmet Cevdet Paşa, Ferit Kam, Neyzen Tevfik, Said Nursi, Süleyman Hilmi, Hilmi Ziya Ülgen, İskilipli Atıf, Yahya Kemal, Ziya Paşa, Namık Kemal, Mithat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa gibi niceleri Osmanlı’nın son dönem yetiştirdiği şahsiyetlerdir. Hatta Necip Fazıl, Nazım Hikmet gibi Cumhuriyet döneminin şairi, mütefekkiri kabul edilenler bile, Osmanlı’nın bakiyesi şahıslardır. Fikri serencamlarını beğenip beğenmeme meselesine girmeden Cumhuriyet dönemi sonrası üniversitelerinin bu kalibrede insan yetiştirme başarısını gösterememiş olmaları üzerinde yeniden düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.)

Son dönem Kadiri üstadlarından Şemseddin Yeşil Efendi, 1962 yılında vermiş olduğu bir nasihatte Ahzap Suresi 72.[i] Ayeti tefsir ederken emanetin herkese verilmediğini/verilemeyeceğini ifade ederek, meseleyi “..O kadar ucuz şey değil ki o. Öyle mi evet. İnsan aczini itiraf etmeli. Biz de güzel çöreklenmiş bir ejderha var “nefsi emmare” derler. Yedi tane başı var; hırs, tamah, kibir, ucub, buğz, adavet ve riya. Öldürebilirsen öldür. Ne atom para eder ne zehirli gaz hiçbir şey. Zor iş..” şeklinde uzun uzun anlatır.

Emanetin, emanet edilebilmesi için kişinin nefsi emare ile (insanın çamurdan gelen yönü ile, hayvani iç güdüleri ile) baş edebilmesi gerektiğini bununda 7 sıfatın terbiye edilmesi ile olabileceğini anlatır.

(Ara not: Nefs-i Emmare kelimesini anlamakta zorlanıyoruz. Bunu kendimce tanımlarken “kişinin ilahlaşma temayülü” olarak tanımlıyorum. Her insanın hamurunda olup güç, kudret, ilim sahibi olduğunda ortaya çıkan arızi, terbiye edilmemiş, hayvani yönü. Az bir güç, az bir iktidar, az bir zenginlik, müdürlük, şeflik, liderlik, patronluk elde ettiğinde hemen kendini belli eden ilahlaşma/tanrılaşma eğilimi.)

Nefs-i emaresi, terbiye edilmemiş şahsa iktidar, güç, mal vermek onu Şeytan’ın karşısına silahsız çıkarmak, Şeytanın elinde mahvolmasını, şeytanlaşmasını seyretmek demektir. Bu halin 7 şubesi vardır. 7 kontrol altına alınması terbiye edilmesi gereken başı.   

İlahi emanetin verilebilmesi için kişinin terbiye etmesi gereken 7 sıfat.

Dikkat edilirse Cumhuriyet dönemi modellerinin hareket etmediği bir noktadan bakıyor eğitime. Öncelikle talebeyi “EĞ”meye çalışmıyor, boyun EĞdirmiyor, EĞitmiyor[ii]  biçim vermiyor, “terbiye” etmeye çalışıyor.



Ahmet H. Çakıcı


















[i] Ahzap 72; “Evet, biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, onlar onu yüklenmeğe yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi, o cidden çok zalim, çok câhil bulunuyor.”
[ii] (Öküzler Kitabı - Nejat Turhan)

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder