Habil ile Kabil – Karı Kız Meselesi;

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 19 Şub 2011 0 yorum

Habil İle Kabil kıssasına girmeden önce Maide suresinin kıssaya kadar olan bölümü hakkında genel bir hatırlatma yapmak istiyorum. Mümkünse Maide Suresi 31. ayete kadar okunabilinirse faydalı olacaktır.

- Maide suresi Medine surelerinin belirgin karakterine sahip. Sure başlangıçtan itibaren kesin net emirlerin verildiği, tanımlamaların yapıldığı bir sure. İlk ayetler; Ey iman edenler;……, Ey  iman edenler; ….. , Ey iman edenler;…., şeklindeki hitaplarla başlıyor ve  üst üste emirlerin ve nehiylerin sıralandığı kelimelerle devam ediyor.

- 1 ve 7. Ayette geçen ;  “Ey iman edenler sözlerinize sahip çıkın.” Ve “Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani "işittik ve itaat ettik" demiştiniz. O’na verdiğiniz  sözü hatırlayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” Kelimelerinin surenin ana temasını teşkil ettiğini düşünüyorum.


- Surenin giriş bölümünde, emirlerin arasına dağıtılan uyarıların hafızada tutulması, surenin devamında bahsi geçecek olan meselelerin anlaşılmasında faydalı olacaktır kanaatindeyim;
-      Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin. (Maide 1)
-      İyilik ve takva üzere yardımlaşın. (Maide 2)
-      Allah'a karşı gelmekten sakının. (Maide 2)
-      Artık onlardan korkmayın, benden korkun. (Maide 3)
-      Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim. (Maide )
-      Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hesabı çabuk görendir. (Maide 4)
-      Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse bütün işlediği boşa gider.
-      Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz. (Maide 6)
-      Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve "işittik, itaat ettik" dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. (Maide 7)
-      Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir. (Maide 7)
-      Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. (Maide 8)
-      Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. (Maide 8)
-      Adil olun. Bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. (Maide 8)
-      Allah'a karşı gelmekten sakının. (Maide 8)


Üç Kıssa da ihanet;

- Giriş ayetlerinin peşi sıra 3 kıssa anlatılıyor:
1. de Müslümanlara yapılmak istenen bir saldırı, Allah’ın onları kurtarması ve Allah’a tevekkül edip ona ihanet etmemeleri isteği,  
2. de Israiloğullarının verdikleri söz. Onlara verilen nimetlere karşılık, ihanetleri ve ihanetlerine karşılık kalplerinin katılaştırılması,
3. de Hıristiyanlardan söz alınması ve onların sözlerine göstermiş oldukları sadakatsizlik neticesi kıyamete kadar sürecek bir musibete uğratılmaları.

Anekdotlarda geçmiş ümmetlerin Allah’a verdikleri söze ihanet etmelerinin bedeli hatırlatılarak, ey Muhammed ümmeti sıra sizde. Sözlerinizle deneneceksiniz. Yaratan Rabbinize, geçmiş ümmetlerin içine düştükleri hatalara düşüp ihanet etmeyin. Der gibidir.

            Bu kıssalardan sonra 17. ayette Hıristiyanlar’ın “Allah, Meryem oğlu Mesihtir.” Demeleri lanetlenirken 18. ayette Yahudi ve Hıristiyanların "Biz Allah'ın oğulları ve sevgili kullarıyız" demeleri eleştirilir.


Kıssa öncesi Kıssa;            

Surenin 20. ayetinden itibaren Israiloğullarının, Musa (as) ile cedelleşmeleri konu edilir. Mesele Israiloğullarına Filistin seferinin yazılması ve onların buna karşı gösterdikleri tavırdır. Musa onlara “Allah’ın size emrettiği gibi kutsal topraklara gidin. Sözünüze sahip çıkın.” Emrini iletir. Israiloğulları ise insanlardan Allah’tan korkarmış gibi korkarak şu cevabı verirler, “Orda güçlü bir kavim var. Eğer sen, Rabbinle oraya gider ve o güçlü kavmi oradan çıkarırsanız, biz sizin peşinizden oraya geliriz.” Şeklinde olur. Musa (as) da "Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, bu yoldan çıkmışların arasını ayır" der. Bunun üzerine Israiloğulları şaşkınlık içinde 40 yıl çöle sürülürler. Kıssanın üzerinde biraz düşünelim ;
Musa’nın kavmi kendilerine gelen savaş emrini dinlemedi.
Emri uygulamak istememelerinin sebebi nedir?
Bu soruya verilebilecek en mantıklı cevabın canlarını kurtarma güdüsüne teslim olmaları olduğunu düşünmemek elde değil. Yani savaşa gidip ölme ya da yaralanma ihtimalinden korkarak Rablerinin buyruğuna karşı gelmişlerdir.
Sürecin gidişatına bakıldığında emellerine/hedeflerine ulaştıklarını söylemek mümkün değil mi?
Çöle sürüldüler. Ancak savaşa girip ölmekten ya da yaralanmaktan kurtuldular.
İnsanlardan korkmayı Allahtan korkmaya tercih ettiler.
Canlarını, çıkarlarını, mülklerini korumayı Rabbin hatırını korumaya tercih ettiler.
Başardılar.
Hedeflerine ulaştılar.
Canlarını, mülklerini korudular.
Kazandılar mı?   
Evet.
Kabilin kazandığı gibi kazandılar.
Azrail’in elinden kurtulabileni olmamış olmasına rağmen kısa bir süre de olsa, ölümü alt etmiş, riskten uzaklaşmış, korkudan emin olmuş, mülklerini (canlarını) korumuş olarak gördüler kendilerini.
Ve Habil ile Kabil’in Kıssası;
Musa (as) ile kavmi hakkında anlatılan kıssadan sonra “Onlara Adem’in iki oğlunun kıssasının hikayesini anlat” denilerek kıssaya girilir. Toplam 5 ayet vardır. (Muhammed Esed’den)

5 / MAİDE - 27  : Ve onlara Adem'in iki oğlunun haberini (kıssasını, aralarında geçen olayı) hakkıyla oku, Allah'a yaklaştıracak kurban sunmuşlardı, (Kurban) ikisinin birinden kabul edilir ve diğerinden ise kabul edilmez. (Kurbanı kabul edilmeyen) “Seni mutlaka öldüreceğim” dedi. O da, “Allah sadece takvâ sahiplerinden kabul eder.” dedi.
5 / MAİDE - 28  : Gerçekten, eğer sen, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Muhakkak ki ben, âlemlerin Rabb'i olan Allah'tan korkarım.

5 / MAİDE - 29  : Gerçekten ben, benim günahım ile kendi günahını yüklenmeni, böylece ateş halkından olmanı dilerim.Ve zâlimlerin cezası, iş”te budur.
5 / MAİDE - 30 : Bunun üzerine nefsi, onu, kardeşini öldürmeye kandırdı (kolay ve zevkli gösterdi). Böylece onu öldürdü, sonra hüsrana uğrayanlardan oldu.
5 / MAİDE - 31 : Sonra, Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana, bu karga gibi olup böylece kardeşimin cesedini gömmekten aciz mi oldum?" dedi Sonra da pişman olanlardan oldu.


            Kazanırken kaybeden, kaybederken kazanan;

Habilden de Kabilden de Allah için vermeleri istenir. Habil verir ve verdiği Rabbi tarafından kabul edilir.  Kabil vermez, ya da verdiği vermek değildir. Kabul edilmez.
Veremeyen veya verdiği bir anlam ifade etmeyen, vermediği/veremediği halde seçkin, yüce, üstün olmayı talep ediyor. Önünde engel gördüğünü aradan kaldırmaya karar veriyor.
         Kabil eline odunu alıp Habil’in kafasına indirmeye karar verdiğinde ya da bıçağı alıp Habil’in önüne dikildiğinde veya okunu gerip Habil’e yönelttiğinde Habil’in tavrı “Yemin ederim ki; Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim.” Şeklinde olur.
Bunun sebebi kardeşini çok sevmesidir demek, sanırım ahmakça olur. Çünkü bir sonraki ayette "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır." Diyerek aralarındaki onulmaz nefreti/öfkeyi/mücadeleyi ortaya koyar.
         Kabilden korktu o yüzden elini kaldıramadı, demek de anlamlı değildir. Can korkusundaki birinin imkanı varsa yırtıcı ve saldırgan olması beklenir.
O halde Habil’in söylediği kelimeyi ciddiye almak gerekir. “Ben Alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
Ben Rabbime karşı gelmektense ölümü tercih edebilirim.     
Sonuçta olan olur.
Kabil elindeki odunu indirir. Bıçağı saplar. Gerdiği yayın kirişini serbest bırakır.
         Kabil, Habil’i öldürür.
O’nu yere serer.

Daha önce Israil oğullarına sorduğumuz soruyu, daha net soralım?

Kim kazandı ?
Öldüren kim?
Ölen kim?
Odunu rakibinin kafasına vurmayı başaran kim?
Odunu kafasına yiyen kim?
Bıçağı, rakibinin bağırsaklarına doğru defalarca sokup çıkaran kim?
Kanlar içinde yerde yatan kim?
Kaybeden kim? 
Kazanan kim?

Kıssanın hedefinin bu soruları sordurmak olduğunu düşünüyorum. Bu sorularda kavgayı, mücadeleyi, parayı, malı ve hatta canı kaybedenin/kaybetmeyi göze alanın kazandığı vurgulanmaya çalışılıyor gibidir.
Kaybetmeyi göze alamayanların kazanamayacakları söyleniyor da olabilir. Ya da sürekli dünya/lık kazanma üzerine kurulu bir fikrayatın sonunun kayıp olduğu söylenmeye çalışılıyor da olabilir.
Ya da kazanmak ve kaybetmek kelimeleri yeniden tanımlanıyordur. Kazanmak/ahlak/erdem, kaybetmeyi gerektirir. (Ahlak Ayaklanması, Haluk Burhan – Pınar yayınları)
Savaşmayarak/savaşamayarak canlarını kurtardıklarını düşünenler, vermeyerek/veremeyerek mallarını kurtardıklarını düşünenler, riske girmeyerek rahata erdim zan edenlere;
Siz kaybettiniz,
Kazanan, kaybettiğini düşündükleriniz oldu. Deniyor olabilir.
Rabbim; hatırını kırmamak, sana karşı gelmiş olmamak, emrini ihmal etmiş olmamak için ölmeyi tercih edebilirim.
Kaybetmeyi göze alabilirim.
Rabbim
Senin için,
Adın için
Vazgeçebilirim.
Tatlı canımdan bile.
Diyenler kazanmışlardır.

Asıl anlatılanın ve anlatılmak istenenin bu olduğunu düşünüyorum.
Sözlerinizle sınanacaksınız. Sadakatiniz test edilecek. İman edenler, etmeyenlerden, sözlerine sadık olanlar, olmayanlardan, Rabbin hatırını gözetenler gözetmeyenlerden ayrılacak.
Yeni devletlerini kurmuş güç ve iktidara sahip olmuş Müslümanlara, işittik ve itaat ettik diyenleredir kelime.
Sözlerinize; tüm dünyalıklar pahasına sahip çıkmadığınız, onları kaybetmeyi göze almadığınız sürece kazanamazsınız deniliyor gibidir.
Kaybetmeyi/ vazgeçmeyi/çile çekmeyi/sıkıntıya düşmeyi/vermeyi göze alamayan sözünde duramaz, kazanamaz. Deniliyor da olabilir.


Biz Varya Biz, Muhammed ümmetiyiz. Naaabaarr !...

Israiloğulları ile Musa(as)’ın kıssasının öncesinde (18. ayette) Hıristiyan ve Yahudilerin “Biz Allah’ın seçkin/seçilmiş/güzel kullarıyız.” İddiaları da Habil/Kabil kıssasında cevaplanıyor gibidir.
Adem (as) ‘ın iki oğludur söz konusu olan.
İkisinden de sözlerine sadakat göstermeleri beklenilmiştir.
İkisinden de Allah için vermeleri beklenilmiştir.
Biri verebilmiş biri verememiştir.
Biri hayatı pahasına sözünde durmuş, biri duramamıştır.
Biri lanetlenmiştir.
Bir mübarek kılınmıştır.
Biri ameli ile Rabbim ben sana karşı gelmekten utanırım/korkarım derken diğeri kendi yapmadıkları ile kendinde üstünlük vehmetmiştir.
Kelime odur ki hayırlı amelleriniz var ise Adem’in oğlu olmaya ihtiyaç yoktur. Ameliniz salih değilse Adem’in oğlu olmanızın da faydası yoktur.
Hıristiyan ve Yahudilerin kendilerini özel/ yüce/seçkin/Hak/Resulün peşinde/Allah’ın Oğlu/halifesi/ Hak olanın takipçisi vs görerek sorumluluklarını ihmal edip yükümlülüklerini yerine getirmemeleridir sorun.
Ve hatta bunu verememelerine bahane görmeleridir eleştirilen.
İhanetlerinin ismi; Allah’ın ismine değil kendi çıkarlarına, isimlerine, liderlerine, hiziplerine sadık olmalarıdır.
Kendi kendilerini pek kıymetli, çok kıymetli, en kıymetli görüp, ilan etmişler kibre kapılabilmişlerdir. Halbuki kendilerine özel, seçkin, yüce isimler bulmaları değil, sözlerine sadakat göstermeleriydi beklenen.
Hıristiyan ve Yahudilerin kendilerini özel/ yüce/seçkin/Hak/Resulün peşinde/Allah’ın Oğlu/halifesi/ Hak olanın takipçisi vs görerek sorumluluklarını ihmal edip yükümlülüklerini yerine getirmedikleri durumda bile nasılda kendilerini pek kıymetli, çok kıymetli, en kıymetli görüp kibre kapılabildikleri hayret-i şayan değildir. Bizim halimizdir. Benim halimdir.
Aktimize sadakatimiz sınanırken, “biz Muhammed ümmetiyiz” diye başlayan naatlarımızdır söz konusu olan.


Biz Var Ya Biz. Ne Yüceyiz. Ah Bir Bilseniz.

Kabil, Hıristiyan ve Yahudiler gibi vermiyor, veremiyor cimrilik ediyor. Ancak vermeden, sorumluluğunu taşımadan, yorulmadan, üzülmeden, kibrinden soyunmadan savaşmadan en iyi olmak, taltif edilmek, cennette girmek, beğenilmek istiyor.
Rab kabul etmeyince babasının karşısındaki Iblis gibi yahu ben vermedim, veremedim, hata ettim, kibirlendim, kendime güvendim, azgınlık ettim, Rabbime karşı geldim.
işte şimdi tövbeye geldim.
Af dilemeye geldim.
Huzurunda secdeye kapanmaya geldim.
Demiyor, diyemiyor.
Şeytan “Rabbim beni azdırmana karşılık…” diyerek suçlu olanın kendisi olmadığını söyleyip tercih edilene(Adem’e) öfkesini yönlendiriyordu. Birkaç yıl sonra bu sefer tercih edilenin (Adem’in) çocuklarından biri (Kabil) aynı öfke ile aynı düşünce biçimi ile başka bir tercih edilene (Habil’e) öfkesini yönlendiriyor.
İnsan bu, ne çabuk unutuyor.
Babasından gördüğünden bile ibret almıyor.    

Çok Zekiyiz, Zillettir Kaderimiz

Israiloğullarının canlarını kurtarma sevdasına sözlerine ihanet etmeleri,  zillet içinde çöle sürülmelerine sebep oluyor. Kabil de Habil’i öldürdükten sonra aynı zillet haline düşüp günahını sırtlanır.

Halbuki öldürmeden önce kendisini güçlü, zeki, akıllı, mantıklı ve haklı görür.

Hakkının verilmemesi, değerinin bilinmemesi, kıymetinin fark edilmemesi, kendinde olanın görülmemesidir Kabil’i öfkelendiren.

Halbuki günahından bile kurtulmayı başaramayacak kadar ahmaktır.

Öldürdükten sonra günahı ile ne yapacağını bilmediğini fark etmesi sağlanır.
Karga; leş yemesi ve sesinin kötülüğü nedeniyle bildiğim hemen her kültürde aşağılanan, muhatabını aşağılayan bir semboldür. “Leş kargası”, “uğursuz karga” veya “karga sesli” deyimleri bu aşağılamanın bizim kültürümüzdeki izleridir.
Kabil’e kendi dilinden şu kuş beyinli leş kargası kadar beynim, aklım, düşünme yeteneğim, ahlakım, edebim yokmuş dedirtilir.
Halbuki akıl edemeyen, kafası basmayan, ahmak olan benmişim.
Kaybeden benmişim.
Kazanan Kabilmiş.
Dedirtilir.    

Habil ve Kabil kıssasının içinden karı kız meselesi çıkarıp, bunu anlatmak vahiyle dalga geçmek değil de nedir ?
                                                                                  Ahmet H. Çakıcı



Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder