Hz Musa ve Araf Suresi

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 15 Tem 2009 0 yorum


Araf Suresinden Hz Musa (sav) kıssasını okurken almış olduğumuz notlar olur da birilerinin işine yarar ümidiyle ;




1) Ahde Vefa
102.
Ve Biz onların çoğunda ahdlerine vefa görmedik. (Rablerine karşı bağlılık bulmadık ) Tersine, onların çoğunu onmaz günahkarlar olarak gördük.
Tur Dağından  Bir Görüntü.
- Bu cümle Musa kıssasının öncesinde anlatılan kıssaların son cümlesidir. Ahidlerine vefa göstermeyen /mirasa sahip çıkmayan/ihanet eden mürit/kul/Müslüman vurgusu tüm kıssaya yayılır. Diğer kıssalarda olduğundan farklı olarak Musa (as) kıssasında merkeze alınan topluluk peygambere tabi olmuş ve hatta o peygamberle beraber yaşamış bizzat Musa(as)’ın ümmeti olmuş olan Musa dönemi topluluktur. Bu haliyle bir önceki kıssanın son cümlesi Musa (as) kıssasının ilk cümlesi gibidir.
2) Güçlü isen, ispat et!
105.
bana düşen, Allah hakkında gerçekten başka bir şey söylememektir. İşte size Rabbinizden apaçık burhanlarla çıkıp geldim: Öyleyse bırak artık, İsrailoğulları benimle gelsinler!"

106.
[Firavun]: "Bir işaret, bir alamet getirdiysen, göster bakalım; tabii, doğru sözlü biriysen!" dedi.
- Ayetler, daha önce anlatılan diğer 5 kıssa ile uyum içindedir. Tüm kıssaların başındaki vurgu bu kıssanın da başında da yapılır. Musa (As) tüm diğer peygamberler gibi  Fıravun’a kendisinin Hak olana/Hakka çağırdığını söyler. Ancak Firavun da diğer tüm kavimlerin öncüleri gibi cevap verir. Firavun Hak olanla ilgilenmediğini gücün, kudretin (mucizenin) kimin yanında olduğu ile ilgilendiğini, eğer mucizeyi (gücünü, kudretini) gösterebilirse/ispat edebilirse kendisini dinleyeceğini söyler. Bu cevabın üzerindeki vurgu, surenin en sonunda verilecek mesaja atıftır sanırım. İnsanların büyük çoğunluğu gücün/güçlünün yanındadırlar. Güce güçlüye teslim olmayı tercih ederler.
3 ) Ahmak dostlar; adamı, cehennemlik eder.
109.
Firavun'un uyrukları arasında ileri gelenler "Doğrusu, çok şey bilen usta bir sihirbazmış bu" dediler,

110.
"sizi yerinizden etmek isteyen biri!" (86) [Firavun:] "Peki, ne öneriyorsunuz?" diye sordu.

111.
Şöyle cevap verdiler: "Onu ve kardeşini (87) bir süre alıkoy ve şehirlere davetçiler gönder,
- Araf suresinin genel karakteri ilk 3 ayette verilmiştir. “Allah’tan size indirilmiş Kitaba uyun ondan başka evliyaların/velilerin/dostların peşine düşmeyin.” (..tettebi’u mindunihi evliyaee..” Bu kelimler tüm kıssanın içine serpiştirilerek defalarca muhataplarına hatırlatılır. Musa kıssasının Sad suresinde olduğu gibi geniş bir giriş yapmadan direk Firavun’un önündeki tartışma ve bu tartışmaya taraf olan Firavun’un dostlarına atıfla başlıyor olması surenin genel karakterinin icabı olsa gerektir. Firavun Allah Resulünün sözlerine kulak vermek yerine veya anlatılanların HAK’ka uygun olup olmadığını değerlendirmek yerine kendine danışman edindiği dostlarına  (evliya) kulak vermesinin altı çiziliyor.
            - Önceki ayetlerde insanların güce tabi olduklarını söylemiştik. Bu ayette de Firavun ve dostlarının vakıayı Hak meselesi olarak değerlendirmedikleri ve güç/iktidar çerçevesinden baktıklarına işaret ediliyor. “Bu adamların derdi seni yerinden edip koltuğuna kurulmak” dedikleri kendi hayat felsefelerinden başka bir şey değildir. Yıllar sonra Musa’nın (as) kavmine iktidar verildiğinde onlarında geçirdikleri değişim ile olaylara aynı pencereden bakmaya başladıklarını görürüz.
            -Gücün çevreye topladığı dostlardan hayır gelmez. Ve onların öğütleri kişinin helaka gidişini çabuklaştırmaktan başka bir işe yaramaz.
4)  Çıkar Birliği.. 
113.
Ve sihirbazlar Firavun'a gelip: "Eğer üstün gelen biz olursak" dediler "o zaman büyük bir ödül hak etmiş oluruz".
- Güç ve nemalandırma kuvveti çevre toplar. Ancak bu, çıkar üzerine bir birlikteliktir. Hak’kın (Hak olanın) çevresinde toplanmayanların kurdukları bağların tümü çıkar merkezli bağlardır. Surenin bundan sonraki ayeti, ortak çıkarın zedelendiği anda birlik/dostluk/yoldaşlık kalmadığına dairdir. Sonraki ayetlerde bu bağların örümceğin ipliği gibi zayıf ve dayanaksız olduğuna işaret ediyor olabilir.
5) Bilenle Bilmeyen Bir Olur mu?
125.
[Berikiler:] "(Bundan ne çıkar), biz de Rabbimize döneriz!" dediler,

126.
"Çünkü, yalnızca, bize ulaşır ulaşmaz Rabbimizin ayetlerine inandık diye bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz, dar zamanda bize sabır ihsan et ve yürekten sana bağlanan kimseler olarak canımızı al!"
-        Musa ile büyücülerin kapışmalarının ardından secde ettiği bildirilenler yalnızca büyücülerdir. Günün bir bayram günü olması, halkın bunu seyretmek için toplanmış olmasına rağmen imanından bahsedilenlerin sadece büyücüler olması dikkate değer. Firavun ve yandaşların içinde sadece büyücülerin iman etmiş olmaları onların konu hakkında ilme sahip olmalarından olabilir. Ayet “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” derken ya da “Allah’tan hakkı ile sadece onun alim kulları korkar” derken buna işaret ediyor olabilir.
Hz Musa ve kavminin göçü.
-        Büyücülerin iman edişlerinin ya da teslimiyetlerinin altının çiziliyor olması Israiloğullarının birkaç ayet sonra Musa’nın yakasına yapışmalarına nazire gibidir.
-        Büyücüler Musa’ya (as) değil direk Rabbe dertlerini döküyorlar.
-        “Rabbim bizi bu dertten kurtar!” demiyorlar. Bunları mahvet, üzerleri cehennem zebanileri yolla, kahrolsun firavun demiyorlar. Ayaklarımızı sabit kıl, üzerimize sabır yağdır diyorlar.
-        Neye, neden girdiklerini bilen ve bedelini ödemeye hazır mümin portresinden övgü ile bahsediliyor.
-        Hak’ın yanında durabilmek için yıllarca eğitim alıp binlerce ibadet etmek şart değildir. Ard niyetsiz/ masum (temiz, iyi niyetli) bir kalp ile halis/Salih bir niyetle Hak’ka yönelmenin HAK olanı bulmaya yeterli olduğu vurgulanıyor olabilir.
6) Pazarlık Karakterimdir.
128.
[ve] Musa kendi halkına: "Yardım için Allah'a sığının ve [dar günde] sabırlı olun" dedi, "Bilin ki, bütün bir yeryüzü Allah'a aittir: onu, kullarından kimi dilerse ona miras bırakır; ve gelecek Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip olanlarındır!"

129.
[Fakat İsrailoğulları:] "Biz, sen gelmeden önce de çok eziyet çektik, geldikten sonra da!" (93) dediler. [Musa cevaben]: "Belki de, Rabbiniz düşmanınızı yok edip yeryüzüne sizi varis kılacak: Ve sonra sizin nasıl (ve neler) yaptığınıza bakacak!" (94
-Yukarıdaki ayetlerin hemen ardından gelen bu ayetler; imanlarını çıkar/pazarlık konusu yapanlar ile sağlam bir kalp ile iman eden iki grubu karşılaştırmak için sıralanmış gibidirler. 
- Büyücülerin, Hak’ka teslim oldukları kendi ağızlarından ifade edilirken, Israiloğullarının ise bir grup/cemaat/ aşiret olmalarından başka bir niteliklerine vurgu yapılmıyor.
-  Büyücüler imanlarının bedelini ödemekten çekinmemişler, iman etmelerini Musa’nın başına kakmamışlar, iman ettiklerinden ötürü rahata ve zenginliğe ermeleri gerektiğini düşünmemişlerdir. Israiloğulları ise Firavun’un ordusunu gördüklerinde Musa’nın başına toplanmışlardır ve neden ona uydukları, dua ettikleri, yola cıktıkları halde hala rahata eremediklerini sorgulamışlardır.
-  Firavun Büyücüleri tehdit ettiğinde onlar Musa’nın da Rabbi olan Allah’a el açıp dua ederlerken, Israiloğulları ise Allah’a el açmak yerine Musa’ya gidip mızıldamayı tercih etmişlerdir.
-  Büyücüler Allah’a bizi sıkıntıdan kurtar diye dua etmiyor. “Üzerimize sabır yağdır ki Hak olandan vaz geçmeyelim” diyorlarken, Israiloğullarına senden öncede sıkıntıda idik, senden sonrada sıkıntıdayız. (hala güçlü değiliz, hala evimiz, atımız, paramız yok, hala canımızın korkusundayız) demeleri tekrarlanarak Musa’nın çevresinde olmalarının Hak derdi olmadığının, bir kar zarar hesabı ile oralarda olduklarının altı çizilir.
-  Büyücülerin geçmişleri olduğuna dair bir bilgi yoktur. Namaz, oruç, zekat, ders, ilim vs gibi süreçlerden bahsedilmezken Isariloğulları yıllarca iki peygamberle beraber olmuş (Musa ve Harun (as)) onların tedrisinden geçmiş, doğru ve yanlışı onlardan öğrenmiş, 10’dan fazla farklı mucizeye şahitlik etmişlerdir.
-  Zorluk anları; kişinin, gerçekte neye kul olduğunu gösteren turnusol kağıdı işlevi görürler.
-  Musa ardından Firavun’un ordusunun geldiğini gördüğü, önünün denizle kesildiğini fark ettiği halde Allah’ın müdahil olduğunu, kimsenin hiçbir şeye terk edilmediği bildiğinden olsa gerek Israiloğullarına saçma gelebilecek bir uyarıda bulunuyor “Bilin ki yeryüzü Allah’ındır. Umulur ki Allah düşmanını helak ederde sizi onların yerine varis kılar.” Bugün fakir olana zenginlik, mülksüz olana mülk, güçsüz olana güç verilir de gerçekte kalplerinde olanın ne olduğuna bakılır. (Bu ayetlerin hemen Medine öncesi inmiş olmasına bir daha dikkat çekmek gerek.)
-  Musa’nın bu hatırlatması surenin bekli de indiriliş gayesini ortaya koyan ayettir. Ey iman eden topluluk Allah sizi düşmanlarınızın yerine koyup/varis kılıp halinize bakar.   
7)  Melekler Gibi Olacaksınız!
131.
Fakat onlar, kendilerine ne zaman bir iyilik erişse "Bu (zaten) bizim hakkımızdı!" derler, ne zaman da başları dara düşse bunu Musa ve o'nun yandaşlarının uğursuzluğuna verirlerdi. Yoo! Şüphesiz, onların uğur[suzluk]ları Allah tarafından öngörülmüştür; ne var ki, çoğu (bunu) bilmez. 
-  Hak’ın yolcuları; Hak olanın peşinde olmayanları,  kendilerine Allah’tan bir nimet ulaştığında Rablerini unutarak merkeze kendilerini (arzu/heva/ego/ben) oturtmalarından yada bir sıkıntı kendilerine dokunduğunda kendilerini sorunun merkezinden uzaklaştırıp sorunu, çevredekiler yada bizzat Rabbin kendisi olarak tanımlamalarından tanırsın.
- Hak peşinde olmayanlar kibir sahibidirler. Kendilerini eleştirme yetenekleri körelmiştir. Kendileri gibi olmayanları aşağılar, hakir görürler. Başkalarını eleştirmeleri kendilerini yüceltme çabasından başka bir şey değildir.
- Şeytan’ın Adem sunduğu iki zokadan biri olan “Melekler gibi (hatasız/kusursuz/eleştirilemeyen) olacaksınız” oltasını yutmuş kibir ile kıvranmaktadırlar.  
8) Sözlerinden bilirsin.
135.
Ama ne zaman ki sözlerini gereğince yerine getirmeleri için kendilerine süre verip de bu musibeti üzerlerinden kaldırsak, (hemen) sözlerinden geri dönerlerdi.
 - Birde onları, verdikleri sözlerine olan samimiyetsizliklerinden/ciddiyetsizliklerinden tanırsın.
- Gözyaşları HAK’kın farkına vardıklarından, Hakkın safına geçtiklerinden, gerçekten pişman olduklarından akmıyordur. Benim gibi yüce birisi bu hale nasıl düştü diye ağlıyorlardır.
- Problemi basit taktik, zamanlama, yer, konum hatası olarak gördüklerinden Allah onlara yeniden fırsat verdiğinde mutlaka bu sefer doğru ata oynayacaklarından emin olarak yeni bir bilet almaya koşarlar.
9) Ey Musa, Gel Bu Seferde Biz Ölelim (Hoca Nasrettin)
138.
VE İSRAİLOĞULLARI'NI denizden geçirdik; derken, birtakım putlara tapınıp duran bir toplulukla karşılaştılar.  [İsrailoğulları]: "Ey Musa," dediler, "Bize de onların tanrıları gibi bir tanrı yapıver!" (Musa): "gerçekten de siz [eğri doğru nedir] bilmeyen bir toplumsunuz!" dedi,

139.
"Bunlara gelince; şüphe yok ki yaşama tarzları onları kaçınılmaz bir biçimde yok oluşa götürecek; çünkü yaptıkları her şey boş ve değersiz!"
- Musa (as) ve Israiloğulları; denize girdiklerinde, Firavun’dan korku ile kaçışmakta olan kaçak köleler topluluğu iken, denizden çıktıklarında, düşmanları yok edilmiş bölgenin tek teşkilatlı, organize olmuş topluluğu durumundadırlar. Dünün köleleri bu günün kral namzetleridir.
- Musa’dan bize de bunlarınki gibi ilahlar yap derken bu tür bir düzeni bizde kuralım ancak bu sefer iktidarda/güç/kudret mevkiinde biz olalım demekte gibidirler.
- Musa’nın sert itirazı “.. Siz ahmaklar topluluğusunuz. Görmediniz mi o düzeni kuran Firavun’un ve dostlarının başlarına geleni. Aynı şeyi mi istiyorsunuz?” Demesi de bundandır  sanırım. Yani Musa’dan istenilen 3-5 putun inşası değil o putların simgelediği değerler üzerine inşa edilmiş sistemdir. Ancak bu sefer; başında biz oturalım, demektedirler. Bunun böyle düşünülmesinin sonradan anlatılan altından yapılmış boğa ve Filistine giriş hadiseleri ile de uyumlu olduğunu kanaatindeyim.
- Bu surenin indirilişinin Medine’nin hemen öncesine denk geliyor olmasının devlete/organize güce/ iktidara/güce/paraya sahip olmaya çok yaklaşan Allah Resulü ve çevresindekilere daha önce eleştirdiğiniz/kınadığınız/küfrettiğiniz/çilesini çektiğiniz şeytani/tağuti/istikbari zulüm yapılarını yıktıktan sonra kendi menfaatiniz/hevanız/arzunuz doğrultusunda yeniden onları inşa etmeyin demektir diye düşünüyorum.
- Öncenin mustazafları sonranın müstekbirlerini inşa edecek düzeni istemektedirler. Musa’da onlara öncenin mazlumları iken sonranın zalimleri mi olacaksınız demektedir. Gücü/iktidarı geçmiş zalimlerin yaptıklarını yeniden inşa etmek için kullanmayın. Onların ilahlarına (düzenlerine) can vermeyin. Der gibidir ayet.
10)   Mehcur (Terkedilmiş) Vahiy .
144.
[Allah]: "Ey Musa" dedi, "[sana] ayetler vahyederek ve [seninle] konuşarak sana insanların arasında üstün bir yer ayırdım; sana bahşettiklerime sıkı sıkı sarıl öyleyse; ve şükreden kimselerden ol!"

145.
Ve levhalara o'nun için her konuda öğüt ve her şey hakkında yeterli açıklamalar yazdık. Ve [o'na:] "Onlara kuvvetle sarıl ve halkına emret ellerinden gelen en güzel bir biçimde onlar da sıkıca sarılsınlar!" [dedik].Size günaha batmış kimselerin gittiği yolu (da) göstereceğim.
- Surenin başından beri hemen her kıssanın ardından yapılan vurgu burada da tekrarlanıyor. Allahtan size gelene kuvvetle sarıl ve halkına/ümmetine ondan emret. Onlarda vahye  sıkıca sarılsınlar. Ardından gelen “Sana sapıkların yolunu da göstereceğim” ifadesi o vahye sırtını dönenlerin yoluna işaret eder.
- Bu ayetteki vurgunun üstteki ayette Musa’nın yanında savaşıp, kazandıklarında Firavun’un sistemini tesis etmeye meyilli olanlara söylenmiş gibidir. Ey Müslümanlar kendinizi bu halden kurtarmak için  kitap (temel değerler) indirdik , O’na sıkıca sarılın.
- Her kıssanın sonunda onlar keşke Allah’ın ayetlerine sarılsalardı şeklindeki sitem bu sorunun tüm insanlık boyunca var olan bir sorun olduğunu işaret ediyor olabilir. Resullerden sonra o resullere iman ettiğini söyleyip onların yolunu sürdürdüklerini (a’li) iddia edenler nasıl oluyorsa O Resullere gelen vahyi ihmal edebilmeyi/göz ardı etmeyi/kutsayıp anlaşılmaz kılmayı/hurafelere-hikayelere boğup sesini kısmayı/ önemsenmez kılmayı onca tekrarlanan uyarıya rağmen becerebilmişlerdir.

11)  Alçakların (kibir) evine yüceler(Allah'ın sıfatları) misafir olmaz.
146.
Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım:….
-      Tüm uzun surelerinin konusu olan kibir, kendisini sahiplenenleri Aziz Allah'ın rahmetinden (sıfatlarından, hallerinden, vahyinden, kelamından)  uzak tutar.
-      Kibir, Allah’ın ayetlerine, merhametine, hikmetine, ferasetine ve hidayetine karşı kalbe perde olur. Büyüklenme ve kibir,  ev sahibi olduğunda, kendisinden olmayanı (İlahi olanı) evden kovalar.
12)  Dünyanın Süsünden (Altın/Gümüş) birazda Musa’dan(as) Öküz;
148.
VE MUSA'NIN halkı, o'nun yokluğunda, süs eşyalarından (yaptıkları), içinden boğuk bir ses çıkaran bir buzağı heykeline tapmaya başladılar. Bunun kendileriyle ne konuşabileceğini ne de onlara hiçbir biçimde yol gösteremeyeceğini görmüyorlar mıydı sanki? [Öyleyken yine de] ona tapmaya devam ettiler, çünkü zalim kimselerdi onlar:
-  Israiloğulları Mısırdan çıkarken kölelik ettikleri efendilerinin ve yanında çalıştıkları iş sahiplerinin yükte hafif pahada ağır mülklerinden yanlarına alıyorlar. Ve buzağıyı yaparken, yürüttükleri bu altın/gümüş süs eşyalarını eritip kullanıyorlar. Daha sonra Musa (as)‘ın öfkesine karşılık “Onlar haram mallardı. Biz onlardan bu yolla kurtulduk.” diye savunma yapıyorlar.
-  Kuran’daki altın/gümüş süs eşyalarından yapılmış put ibaresinin, boğanın fiziksel özelliklerinden çok sembolik bir dille altın ve gümüşten gücünü alan, dünyanın süsü üzerine kurulmuş bir düzenin işaret edildiğini düşünüyorum. Yani tüm putperest ya da tağuti yapıların dayanağı altın ve gümüş (dünyanın süsleri) sevgisidir. Ancak haktan elde edilmiş para ve gümüş böylesi dünyanın süsü yapıları kurmaya yetmeyeceğinden mecburen bu sermaye başkalarından çalınmak/gasp edilmek zorunda kalınır. Haktan sapan dinlerin altın ve gümüş çerçevesinde şekillendiğini söylemek yanlış olmasa gerektir. Güç elde etmek için altına, altın elde etmek içinde desise ve hileye ihtiyaç duyulur.
-  Onlar altın ve gümüşün/ dünyanın süsünden gelen sesi, Hakkın sesine tercih etmişlerdir.
-  Israiloğulları denizden geçtiklerinde Musa (as) ya yapmış oldukları ve karşılığında “siz ahmaklar topluluğusunuz” cevabını aldıkları teklifi onun yokluğunda hayata geçirerek altına ve gümüşe dayalı, dünyanın süsü üzerine kurulmuş ilahlık düzenini inşa ediyorlar
-  Musa (As) Tur’a gittiğinde toplumu yalnız bırakmıyor. Başlarında yine bir başka peygamber Harun’u (as)I bırakıyor. Musa (as) yıllarca değil 40 günlüğüne gidiyor. Buna rağmen sapma çok çabuk gerçekleşiyor.
-  Sad Suresinde Samiri kendini “biraz senin anlattıklarından aldım biraz da ona kendimden bir şeyler kattım. Bu insanların daha çok hoşuna gitti.” diyerek savunuyor.
-  Anladığım şu ki; Musa’nın yanlarından ayrılması ile Israiloğulları sinelerinde olanı ortaya koyuyorlar. Bu da Musa’nın öğretilerinden faydalanarak altın/gümüşten beslenen dünyanın süsleri üzerine inşa edilmiş putperestliğin yeniden inşasıdır.
-  Boğa kültü eski Hindistan’dan Mısır’a kadar tüm coğrafyaya yayılmış bir figürdür. (Türklerde, ukuz zamanla iğdiş edilmiş boğa anlamını kazanan öküz kelimesinin aslıdır. Ukuz zamanla Oğuz olarak telaffuz edilmiş  ve Osmanlıyı kurdukları rivayet edilen Türk boyunun simgesi olmuştur.) 
-   
   
13) Şeriat, Imanı Olana Gerek !
150.
Ve Musa, halkına döndüğünde, öfke ve üzüntü içinde onlara, "Benim yokluğumda ne kötü bir yol tutmuşsunuz böyle!" dedi, "Rabbinizin buyruğunu bir kenara attınız, öyle mi?" (116) Ve [Kanun] levhalarını yere attı, kardeşinin başından yakalayıp kendine doğru çekti. Harun: "Ey anamın oğlu" diye sızlandı, "halk beni güçsüz gördü (117) ve neredeyse öldüreceklerdi beni: bunun için benim acımla düşmanlarımı sevindirme ve beni zalimler topluluğuyla bir tutma!"
-   Musa (as) durumu öğrendiğinde ilk olarak Allah’tan (cc) almış olduğu vahyi elinden bırakmış ve sorunun üzerine yürümüştür. Harun’un tavrında olduğu gibi fitne çıkmasın diye sorunu görmemezlikten gelerek vahyi muhataplarına duyurmayı tercih etmemiştir.
-   Eğer insanlar imani problemlere sahiplerse, eğer Allah’ın ismini, altın ve gümüş sesine değişmişlerse onlar şeriat hükümlerinden sorulmazlar. Şeri hükümler Müslümanların tabi olacakları ve onların sorumlu tutulacakları hükümlerdir. Altına iman edenlerin namazlarını, oruçlarını, faiz alıp almadıklarını sormanın alemi yoktur. Bunları yerine getiriyor olsalar da onların ibadetleri ya da vermelerin onlara bir faydası yoktur.
-   Toplumlarda ilk sakalına yapışılacak olanlar, ilk hesap vermesi gerekenler, ilk sorumlu tutulacak olanlar onların alimleridir. Ilk hesap vermesi gerekenler iddia sahipleridir.
14)  Kurtuluş ! Bu Dünyada da.
157.
onlar ki, ellerindeki Tevrat'ta ve [daha sonra da] İncil'de tanımlanmış bulacakları Elçi'nin, okuması yazması olmayan Haberci'nin izinden gidecekler; [ve o Elçi ki] onlara yapılması doğru olanı buyurup yapılması yanlış olanı yasaklayacak; yine onlara temiz ve hoş şeyleri helal, kötü ve çirkin şeyleri haram kılacak; onların sırtlarına vurulmuş yükü indirip boyunlarına geçirilmiş zincirleri çözecek. Ve sonuç olarak, o'na inanan, o'nu yüce tutup destekleyen ve yücelerden bahşedilen ışığın ardına o'nunla birlikte düşenler; işte böyleleri, nihaî kurtuluşa, esenliğe erişen kimseler olacak".
-   Ayetlere konu olan Musa (as)’ı bize tanıtırken Allah (cc) Sad Suresinde “Ey Musa elindeki nedir ?” diye sorar. Musa’da (as) cevaben “Elimdeki asamdır. Ben onunla keçilerime yaprak silkelerim.” Diyerek cevap verir.  Dağdaki çoban; Nil’in Rabbi olduğunu iddia eden, kazıklar, ordular, çadırlar sahibi döneminin süper gücünün liderine HAKK'ı söylemekle görevlendirilmiştir. Ve Hakka tabi olmayan o zalimi orduları ile birlikte Allah helak edip dağdaki çobanı onun yerine varis kılar. Bu ayette de işaret edildiği gibi ondan 3500-4000 yıl sonra gelen Muhammed (as) da ümmi (okuma yazması olmayan) biridir. Sanırım bu iki tanımlama ile insanların kendilerini başkalarına karşı üstün/yüce/farklı gördükleri tüm tanımlamalar reddediliyor.
-  İslam milletinin en güzeli en şereflisi, en akıllısı, en merhametlisi, en çok tövbe edeni, en çok korkanı, en çok sevileni, en çok taklid edilmeye çalışanının, kendisinde Allah’ın övdüğü güzel örnekler bulunanın okuma yazması bile yoktur.  
-   Resuller insanlara güzeli/iyiyi/hayırlı olanı emrederler. Çirkin/pis/necis ve kötü olanı yasaklarlar. Bunu keyiflerinden, hevalarından veya sadece muhataplarına sıkıntı vermek için yapmazlar. Bu emir ve yasakların hedefi insanların sırtlarına vurulmuş yükleri kaldırmak, onların boyunlarına vurulmuş zincirleri çözmektir.
-   Resullerin ağzındaki, aynı zamanda bir özgürlük türküsüdür. Hem kişinin heva kaynaklı zincirlerinden (biriktirme derdi sizi öylesine sıkıntıya soktu ki, bu sıkıntıdan ölene dek kurtulamadınız. Tekasür-1), hem güç/iktidar/servet sahiplerinin sırtlarına vurmak istedikleri yüklerden, onları kurtarmayı hedeflerler.
-   O elçinin; kötü ve necis saydıklarından kaçınan iyi/güzel /hayırlı dediklerinin peşine düşen ve Allah’tan kendilerine indirilen kitaba uyanlar kurtuluşa erenlerdir. El Kitap, (Kuran) tüm rivayet boyunca üst üste vurgulanıyor.
-   Kurtuluş sadece ahirete yönelik bir tabir olmayıp yeryüzünde de talep edilmesi, uğrunda mücadele edilmesi gereken bir değerdir. Bu nedenle olsa gerek, peygamberlerin sorumlulukları arasında insanların boyunlarına vurulan zincirlerin çözülmesi, sırtlarına vurulan yüklerin alınması da sayılıyor.
15) Mutlak iyi, mutlak kötü.
159.
MUSA'NIN (görevlendirildiği) halk içinde [ötekilere] doğru yolu gösteren ve onun ışığı altında adaletle davranan insanlar vardı.
-         Hiçbir kavim tamamen kötülerden oluşmaz. Aynı zamanda, hiçbir kavim tamamen iyilerden oluşmaz. Tüm toplulukların içinde iyiler ve kötüler vardır. Toplumun genelinin yöneldiği yön toplumun Hak karşısındaki yerini/karakterini/duruşunu belirler.
-         Mutlak iyi olan insan da yoktur. Mutlak kötü olan insanda yoktur. İnsanlarda topluluklar gibi mutlak Hak ve Mutlak zulüm arasındaki bir yolculuk üzerindedir.
16) Karakolda Hamd eder, Mahkemede Buğday/Para.
161.
Hani, size şöyle dendiği zaman[ı hatırlayın]: "Bu ülkede yerleşin ve oranın ürünlerinden dilediğiniz gibi yararlanın; ve (bunu yaparken) "Bizden günahlarımızın yükünü kaldır!" diye niyaz edin. Ve alçak gönüllülükle (şehrin) kapı(sın)dan girin; [ki, böylece] sizin günahlarınızı bağışlayalım [ve] iyilik yapanları kat kat ödüllendirelim!"

162.
Ama (ne yazık ki), onlardan kötülüğe eğilimli olanlar kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler: ve bu yüzden Biz de, yaptıkları bütün kötülüklerin karşılığı olarak onların üzerine gökten bir bela, bir afet gönderdik.
-  Medine’ye hicretin hemen öncesinde indiği rivayet ediliyor bu ayetlerin.  Mekke’nin fethinin hemen öncesinde indiği rivayet edilen Nasr suresi ile aynı içeriğe sahip. Israiloğullarına yapılan uyarı, belki binlerce yıl sonra Allah Resulü Muhammed (as) ‘a da yapılıyor.
-   Israiloğulları Musa (as) gelip kendilerine soğan sarımsak ekebilecek toprakları (Filistin)yazmasını istiyorlar. Ancak Allah onlara o toprakları yazdığında insanlardan Allah’tan korkar gibi korkmaya başlıyorlar. Çöle sürülüyorlar. Ruhlarına kölelik sinmemiş, gözlerine korku girmemiş yeni bir nesil yetiştirdiklerinde Filistin’e gidiyorlar. Ancak giderlerken uyarılıyorlar. Allah’ın size emanet ettiği kelimeye sahip çıkın. Bu kelime, Kuran’ın her tarafında altı çizilen Hamd kelimesidir.
   Isariloğullarına şehri fetih ettiğinizde, yöneticiler olduğunuzda, güç ve kudret sahibi olduğunuzda, mal mülk sahibi olduğunuzda, zenginleştiğinizde, sıfatlar kazandığınızda  Allah’ın size emanet ettiği kelimeyi unutmayın deniyor. Bu kelime Allah’ın yüceliğini bilme ve O’nun karşısında acizliğin ve kulluğun itirafıdır (hamd).
Ancak hamd kelimesini korumaya kişinin kendi gücünün yetmeyeceğini düşünüyorum. Kişi tövbe edip hatalı ve kusurlu olduğunu bilip Rabbin karşısında boyun büküp, el açıp, dilenip, acizliğini itiraf ederse Allah (cc) onun kalbini korumaya alır. (Nasr Suresi) Böylesine Allah ihsan eder. Bu ihsandır ki kişinin ayaklarını sabit kılar. Ona emanete sahip çıkabilecek bir kudret verir.
Mekke’nin fethinden hemen önce indiği rivayet edilen Nasr suresinde sana Allah tarafından bir fetih (muzafferiyet, başarı, güç, iktidar, para, ilim, mal ,mülk vs)  verildiğinde insanların fecr fecr, akın akın, kafile kafile çevrende toplandıklarını görürsün. Onların çevrende toplanması seni yüceltmeleri senin kalbine verdikleri kibir fitnesi mümin kalbine öldürücü nitelikteki bir altın vuruştur. Ey Muhammed bu halde Rabbinin adını tespih et, Rabbine hamd et ve Rabbinin önünde tövbeye/secdeye kapan ki, kalbini bu öldürücü kibir zehrinden koruyalım. Deniliyor olabilir.
-  Allah Resulü Muhammed (as) Mekke’ye girerken devesinin üzerinde eğilmiş, başı devesinin sırtına değecek halde Rabbim sen beni kibirden koru diye dua etmektedir.  Ancak Isariloğulları kendilerine emanet edilen Hamd kelimesini ve  bu kelimeyi kalpte korumanın anahtarı olan tövbe eylemini(kişinin haddini bilmesi) eda etmek yerine kendilerine emanet edilen kelimeyi  buğday (para, altın, mal, mülk, güç, şehvet.. ) ile değiştirdiler. Artık dillerinde Allah’ı (cc) öven/tepih eden/hamd eden kelimeler yoktur. Borsa/döviz/para/altın/güç vs dillerinde yücelttikleri kelimelerdir.
-   Insanlara “HAMD” kelimesi emanet edilmiştir.
- Hamd, mülkünAllah'ın olduğunu unutmamaktır. Rabbim mal, para, iktidar, çocuk, sağlık ve sahip olduğum herşey senindir. Bunu unutmadım ve unutmayacağım. Mülkü kendi üzerime geçirmeyeceğim. Senden kaçırmayacağım. Bilincidir.
-  Ancak insanların çoğu gücün yanındadırlar. Güç ellerine geçtiğinde Hamd etmeyi unutup kendilerine gücün sahibinin ve verenin kim olduğunu unuturlar.
-  Insanların çoğu güç (buğday,para, makam,mal,mülk vs) . sahiplerinin yanında yer alırlar ve sinelerinin özünde bunları kendileri de bir gün elde etmeyi arzu ederler. Bu hal onların ahlakları, erdemleri, imanları üzerine yıkıcı bir etkide bulunur.
-  Kalbe gelen böyle bir kibir saldırısına kişi, acziyetini ve kibirin kalbinde yaptığı hasarı Allah’a itiraf ederek, Allah'ın yardımını talep ederek karşı durabilir.
-  Israiloğulları Musa’nın ümmeti oldular, iman ettier, Musa (as) ‘ya biat ettiler. Buna rağmen,  daha önce denizi geçip puta tapan bir toplulukla karşılaştıklarında, sonra Musa (as), Tur dağına çıktığında inşa ettikleri Boğa ile  kurmayı denedikleri sistemi Musa (as) vefat ettikten sonra Filistin’e varis olduklarında kurmayı tekrar denemektedirler.
17)  Hakkı Söylemek Riskli İştir.
164.
Ve ne zaman onların içinden bazıları, (130) [Sebt günü bozguncularını durdurmaya çalışan kimselere]: "Allah'ın zaten ortadan kaldırmak yahut [en azından] zorlu bir azapla cezalandırmak üzere olduğu bir topluluğa ne diye öğüt veriyorsunuz?" diye sorduklarında, bu erdemli kişiler (131) şöyle cevap verdiler: "Rabbinizin katında sorumlu olmayalım diye; ve [bir de, bu bozguncular] belki böylece Allah'a karşı sorumluluk bilincine erişirler diye!"
- Allah’ın (cc) kendilerine emanet ettiği(Hamd) kelimeyi “Para/Güc” kelimesi ile değiştirenlere karşı; ,içlerinden en güzelleri, “Hiçbir faydası olmazsa bile Rabbim sorduğunda, bir mazeretimiz olsun.” ya da “belki aralarında hala akledebilecek durumda olan birileri bulunurda öğüt alırlar” diyerek uyarıcı olmayı tercih etmişlerdir. Bu her toplumda risklidir. Ve herkesin harcı değildir. Haddi aşanların öfkesini çekebilirsiniz. Sizinle olan ilişkilerini kesebilirler. Ticaretinize zarar verebilirler. Onlarda sizi eleştirip, sizde hata kusur bularak ya da iftiralar atarak sizi toplumun önünde rezil etmeye kalkabilirler. Bu yüzden hakkı söylemek kadar kolay değildir ve toplumun çok azı bu işi üstlenebilir.
 - Emanete ihanet edenleri uyararak risk alamayanların, yoldan çıkanları uyarmaya cesaret edemeyenlerin, HAKK'ı söyleyenleri uyardıklarını görürsün. “Ne diye bu cehennem ehli ile uğraşıp duruyorsunuz?” derlerken bu tipleri ile kötü olma riskini göze almaya ne gerek var. Sus otur ağrısız başım demeyi, tercih ve tavsiye ederler. Toplumlarda bunlar her zaman çokluklardır. Hakkı görürler ama dillendirme cesaretleri yoktur. Mazeretleri çoktur. İstikametleri kaymıştır. Yoldan çıkanların değil, HAKK'ın adını yüceltenlerin heyecanlarını kırmayı hedeflemişlerdir.
- Allah için risk alabilenler güzel insanlardır. Gerisi laf ebesidir.
18) Aşağılık Maymunlar Olun ;
166.
ve sonra da, kendilerine yasak edilen şeyleri yapmakta küstahça direttikleri zaman onlara: "Aşağılık maymunlar gibi olun!" (133) dedik.

167.
Ve Rabbin, tâ Kıyamet Günü'ne kadar, onların üzerine mutlaka kendilerini çetin bir azaba koşacak kimseler salacağını da bildirmişti: doğrusu, senin Rabbin ceza vermekte çabuktur, ama O aynı zamanda çok esirgeyen, gerçek bağışlayıcıdır.
- Burada ilahi kanunlardan (sünnetullah) biri daha verildiğini düşünüyorum. Bir topluluk emanetlerine sahip çıkamadığı, babalarından kalan değerlere varis olamadığı zaman, çıkarlarına odaklanmış bir nesil onların üzerine varis olur. Çıkarlarını/hevalarını ilah edinenleri toplumun genel karakterini belirlerler. Bu ise kişiliksiz/kimliksiz/erdemsiz/edepsiz bir topluluk anlamına gelir. Hakka çağırmanın riskini göze alanların, taraf olma cesaretini gösteremeyen kişiliksizler tarafından engellendiği/aşağılandığı topluluklar, dışardan gelen kimlik, kişilik ve öz güven sahibi  medeniyet üretebilmiş toplulukları taklit ederek/maymunlaşarak yüceleceklerini sanırlar. (maymunlaşma) Onlar bir değer sahibi olmadıklarından üstün toplulukların elbise, takı, tören, dil, alışkanlıkların  vs taklit ederek yücelebileceklerini bunlarda yüce güçler olduğunu düşünürler. (Mustafa Ekmekçi, Türk toplumu geridir çünkü domuz eti yemez. Halbuki domuz eti zihni çalıştırır.)
- Kendi değerlerini üretemeyen topluluklar, kendi değerlerini üretmiş başka topluluklarca işgal edilip/zulmedilip/aşağılanırlar. Medeniyetini üretememiş toplulukların maymunlaşmaları/taklide yönelip düşmanlarına benzemeleri sadece zilletlerini hızlandırır ya da artırır. Bu halleri onları, taklit ettikleri/medyunu/maymunu oldukları toplumlar nezdinde itibarlı kılmaz.
- Bir toplumun en kıymetli hazinesi aralarında Hakkı çağıran kötülükten men eden bir topluluk bulundurmalarıdır.  
19) Mutlak iyi yada kötü yoktur.
168.
Ve onları [ayrı] topluluklar halinde yeryüzüne dağıttık; onlardan bazıları dürüst ve erdemli kimselerdi; bazılarıysa böyle değildi: bu sonrakileri hem bağış ve bolluk ile hem de darlık ve sıkıntı ile sınadık, ki belki doğru yola dönerler. (134)
- 159. ayette veya 15. maddede konuştuğumuz mutlak iyi yada mutlak kötü bahsi burada topluluk üzerinden yeniden vurgulanıyor. Sünnetullah’ın hükmü toplumlar üzerinde işlediği mekanizma/kader/mizan ölçüler ile bireyler üzerinde de işler. Kader toplumlara ya da bireylere tecelli ederken değişiklik arz etmez. Aynı kanunlar ay hükümler aynı mekanizmalar devrededir. Diye düşünüyorum .
20) İhaneti Şeref Sayanlar, Hain Varisler.
169.
Ve ardından -ilahî kitabın mirasçısı [oldukları halde]- bu değersiz dünyanın geçici tatlarına sarılan [yeni] kuşaklar aldı onların yerini; ve "Nasıl olsa sonunda affedileceğiz" diyerek karşılarına çıkan bu kabil geçici şeylere sarılan [günahkar] kimseler olup çıktılar. (Oysa), onlardan Allah'a yalnızca doğru ve gerçek olanı isnat edeceklerine dair ilahî kitap üzerine söz alınmamış mıydı? Onda (yazılı) olanı tekrar tekrar okumamışlar mıydı? Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyan herkes için [iki hayattan] en iyisi, en üstünü ahiret hayatı olduğuna göre artık aklınızı kullanmayacak mısınız?
170.
Ve kitaba o sımsıkı sarılanlarla namazı dosdoğru ve devamlı yerine getirenler[i elbette ödüllendireceğiz]; dürüst ve erdemli olmayı benimseyen ve bunu öğütleyen kimselerin hakkını elbette ziyan etmeyeceğiz!
-  Ayet kitabın mirasçısı oldukları halde, kitabı kucaklarında buldukları halde, anne babasından güzel öğüt aldıkları halde, doğmakla nüfus cüzdanına İslam ibaresi yazıldığı halde azanlardan bahsediyor. Kıssanın diğer kıssalardan ayırt edici niteliği olan peygamberine biat edip, tabi olup da azmış kavim vurgusu yeniden yapılıyor.
-          Resullerine tabi olup mirasa sahip çıkmak yerine mirasın hovardalığına düşüp mirasa sahip çıkmayanlar bu hallerine kendilerinin Allah’ın seçkin kulları olmalarını sebep gösterdiler. Varis olmak sorumluluk getirirken sorumluluklarını yerine getirmeden, sorumluluklarının olmasını şereflilerden olmaya sebep saydılar.  
-         Onlardan mirasa sahip çıkmaları beklenilmişti. Ancak onlar mirasa sahip çıkmak yerine, miras sahibi olmalarını; üstünlük vesilesi sayıp hevalarının çağrısına uymaya, keyflerinin peşine düşmeye sebep/bahane gösterdiler. Mirasa ihanet ettiler.
-         Allah kendileri özel, seçkin, yakın, layık görme iddialarına karşılık onlara sizler yalancısınız diyor. Hem sahip çıkmaları gereken mirası hayatları ile yalanlamaları, hem buna bahane olarak Allah’ın ismini (Allah’ın seçkin kullarıyız) kullanmaları sebebiyle Allah (cc) tarafından yalanlanıyorlar/lanetleniyorlar.
-         Bu topluluğa; ben müslümanlardanım diyerek bir kitabın öğretisine yemin ettikleri, bu dinin prensiplerine bağlı kalacaklarına söz verdikleri, resullere (Onların gittiği yola) sadık kalıp, onlara itaat edeceklerine yemin etmiş oldukları hatırlatılıyor. “Elhamdülillah müslümanım” demenin bir sorumluluk, bir söz verme, bir yemin, bir ahit olduğu hatırlatılıyor olabilir.
-         Bundan sonra gelen kelime, bana en dikkat çekici gelen kelimedir. “Halbuki onlar kitabı defalarca okumamışlar mıydı ?”  
-         Kitabı okumanın, bilmenin amelleri düzeltmeye yetmeyeceğinin üzerinde durulur. İlim, salih niyetle buluşmadığında ya da Alak suresindeki dokundurmada olduğu gibi ”Oku, Yaradan Rabbinin adı ile.” İlim (okumanın sonucu) Allah’ın ismi ile terbiye edilmeyince, ondan zulüm çıkar. Bu toplulukta Allah’ın kitabını çok okuyarak amellerini güzelleştirmek yerine, edindikleri ilimden hevalarının peşine düşmenin/zalimliklerinin bahanelerini ürettiler.
-         Onlar defalarca kitabı okumuş, konudan haberdar kişilerdir. Kitapta üzerime alındığım altından nasıl kalkacağımı düşündüğüm ayetlerden biridir bu. Çok kitap okuyan meseleyi gayet iyi bilen ancak hevalarından vaz geçemediği için “Allah’ın kendilerini af ettiği, üstün kıldığı” yalanına sığınıp bunu yol edindikten sonra kalpleri karartılıp artık umursamaz kılınanları anlatır ayet.
-         Kulluğunda samimi olanlar kendilerine verilen emanete (hamd kelimesi) mirasa (Kuran,kelam,edep vs ) sahip çıkarken, ahiretin dünyanın keyflerinden daha hayırlı olduğunu bilirler.
-         Yine mi akletmeyeceksiniz ? Bu sorunun ben Müslümanlardanım, ben Resule tabiyim, ben O’na beyat ettim, ben Hak yolunun yolcusuyum, ben hakkın sevdiği kullardanım, ben Musa’nın (Muhammed’in (As) ümmetindenim diyenlere soruluyor olmasıdır üzerinde düşünülmesi gereken.
-         “Yine mi” denilmesi, bu ihaneti yaşayanın sadece Musa (as) olmadığını söylerken, bu ihanetin Muhammed (as) ‘in ümmetinin de başına geleceğini haber vermekte gibidir.
-         Surenin ilk ayetinden beri her kıssanın her öğütün ardından gelen “kitaba sımsıkı sarılanlar ve salatlarında devamlı olanların emeklerini zayi edecek de değiliz.” Mealindeki ayet bu kıssanın sonunda da yer alıyor.
-         Kitaba sımsıkı sarılıp salatlarında (namaz dua zikir, Allah’ın isminin yüceltilmesi) devamlı olma ön şartları,  erdemli olma ve bunu başkalarına da tavsiye etme ardıl şartları ile tamamlanıyor. Kitabi bilgi ve Allah’ın adının yüceltilme çabası güzel ahlak/Salih amel/erdemle buluşmayıp başkaları içinde tavsiye edilebilecek bir nitelik kazanamıyorsa değerlerini yitirip boşluğa düşerler.
21) Kitap, Takvayı Öğretir.
171.
Ve Sina Dağı'nı, adeta bir gölge gibi İsrailoğulları'nın tepesinde salladığımız ve onların da dağın üzerlerine yıkılacağını düşündükleri zaman [onlara dememiş miydik:] "Size bahşettiğimiz kitaba sıkıca sarılın ve onun içindekileri aklınızda iyi tutun, ki Allah'a karşı sorumluluk bilincine erişesiniz"?
-  Bir önceki ayetin sonundaki ayetin vurgusu tekrarlanarak “biz size indirdiğimiz kitaba sımsıkı sarılın ondan öğüt alın dememiş miydik?”  Diyerek kıssanın sonuna gelinir. Daha önceki kıssalardaki mesaj burada da tekrarlanır.
-  Aynı sure içinde bile Kuran’a sıkı sıkı sarılın uyarısının yapılma sıklığı daha sonra ümmetin o kitaba yapacakları konusundaki Ilahi bilgiden başka bir şey midir ?
-  Burada da tekrarlanan “onlara kitaba sımsıkı sarılın” hitabının tüm kıssaların sonunda tekrarlanıyor olması bu öğütün tüm resullerin takipçilerine verildiğini ancak insanların büyük çoğunluğunun bu öğüdü tutmadıklarının tespiti yapılıyor olabilir.
-         Kitaba sımsıkı sarılmanın nihai hedef olmadığı, kitabın yol göstermesi ile Rabbe karşı takva (sorumluluk sahibi) mümin olmanın hedeflendiği vurgulanıyor.  Bu hedefe gitmeyen kitabi bilgilerin kişiyi “kitap yüklü eşek” ve “Belam bin Bağura” konumuna sürükleyeceği yine Musa (as) kıssaları çerçevesinde ancak farklı sürelerde vurgulanıyor olması Musa (as)’ın ümmetinin kendisine tabi olması ile ilişkili bir hatırlatma olarak değerlendiriyorum.


Doğrusunu Allah bilir. Bizim ufkumuz buna yetti.

                                 Ahmet H. Çakıcı   15 /07/2014  ALANYA  

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder