Pozitivizim Bunun Neresinde ?

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 20 Oca 2015 0 yorum

Pozitivizm Bunun Neresinde? 

Bir arkadaşımın daveti ile mü’min yüzlü, mü’min yürekli bir grubun Kur’an derslerine katıldım. Sağ olsunlar, iltifat edip bu davetsiz misafiri geri çevirmediler.

Bu güzel arkadaşlar, Taha suresinin üzerine araştırıp, düşünüp, konuşuyorlardı.

Edward F Benson'un "Hilal ve Demir Haç" kitabının kapağından alınmıştır.
Taha Suresinin Hz Ömer’in etkilenip Müslüman olmasına vesile olan sure olduğu rivayet edilir. Konusu; benim ufkum dahilinde, girişinde de ifade edildiği gibi “her şeyin Allah’ın müdahale alanında ve gözetiminde olduğu[i]”nun bilinçlere yerleştirilmesidir. İkinci başlık ise resullerine tabi olup Aziz Allah’ın takdirini kazanan bir topluluğun nasıl bir süreçle lanetli bir topluluğa dönüşebildiğinin örneklerle anlatılmasıdır.[ii]

Surede dağ başlarında keçilerine yaprak silkeleyen bir çoban[iii](Hz Musa (sav)) ile kazıklar sahibi bir kral ve yandaşlarının çatışması örneğinden hareket edilir. “Hak ve adaletin” samimi takipçileri ile “Şeytan üçgeni”nin [ (Firavun, Haman ve Karun) veya (iktidar, servet ve bilgi) ya da (kibir, tamah ve adavet/ucub) ] mücadelesi iyi ve kötü örneklikler üzerinden dinleyiciye aktarılır. İktidarın, servetin ve bilginin sultanlarının beraberce oluşturduğu devasa gücün, Hakk’ı arkasına almış bir çoban karşısında yerle bir oluşu detaylandırılır. (Şeytan üçgenine Belam'ı da (gücün hizmetindeki din adamı) ilave ederek Şeytan dörtlüsü de diyebilirdik.)

Sen bunlardan gücün mü, paranın mı, bilginin mi kralı mı olmaya yoksa çoban bile olsa bir mümin olmaya mı adaysın? İmkan versek senden bir mümin mi, kibirli bir firavun mu, pinti bir zengin mi yoksa ilmini zulmün hizmetine vermiş haris bir aydın mı ortaya çıkar?  Gibi soruların alt mesaj olarak zihinlere gönderildiğini düşünüyorum.

Ancak derste okunulan ayetlerin kişi/toplum üzerinde yapacağı sağaltıcı/şifahi etki üzerine düşünmek yerine konu üzerinde teknik tanımlar yapan, bilgi ve belge biriktiren bir bakışın hakim olduğunu düşündüm. Susup ev sahibine tabi olmam gerekirken haddimi zorlayıp konuştum. İlk olarak içe dönük bir okuma yapmanın daha faydalı olduğunu dışa dönük okumanın İslam terbiyesi okuma biçiminin bir öğesi olmadığını anlatmaya çalıştım.

(Kişi kınananın, öğüt verilenin kendisi olduğunu düşünürse vahyin ona şifa veren etkisine maruz kalabiliyor. Ama kişi, eleştirilip öğüt verilenin 3. kişi olduğunu düşünürse (bilinçaltı) eleştirilen çevre ve toplum olurken, eleştiren de Allah’mış gibi görünse de onun adına söz alan olur. Metni okuyan/duyuran kişi Allah adına konuşan/duyuran kişidir. Halbuki, bu derse katılan kitleyi etkileyen düşünce biçimi bu tür okumaların şirk unsuru taşıdığını düşünen bir alt yapıya sahipti. Ki ders esnasında arkadaşlardan biri, bir tasavvufi üstadı “bu bana yazdırıldı” ifadesi ile eleştiriyordu. 

3. Kişilere dönük okuma biçiminin, aynen eleştirilen meselede olduğu gibi bizi Tanrı adına muhataba bir şeyler söyleyen konuma koyduğunu fark edebilecek bir bilince eremediğimizi düşündüm.
“Bana yazdırıldı” ifadesi ile “Allah böyle söylüyor” ifadesi fail ve mef’ul olarak ( edip işleyen ve maruz kalan) cephesinden bakınca aynı kelimenin farklı ifadeleri olduğu düşünülebilir. İkisinde de “Allah adına” birileri, başka birilerine “kelamı” iletmektedirler. İkisinde de hatalı, kusurlu olma, yanlış anlama ihtimali göz ardı edilip mutlak doğrunun seslendirildiği zannına kapılınır. (Şerh düşmek gerekir ki, benim anladığım kadarı ile eskiler bu ve benzeri kelimeleri bugün anlaşılan formatta kullanmamaktadırlar.) 

“Allah’u ekber” ifadesi bu düşünce biçimine itirazdır. Bu kelime ile insanoğluna “Allah tek başınadır, had bildirme sadece O’nun makamıdır. Gerisi diğer tarafta, karşıda, öğüt alma mevkiindedir.” Denilir. Bir tarafta Allah, diğer tarafta ise geri kalan herkes vardır. Bu okuma biçimi farkında olmadan kişiyi Allah’ın yanına sızdıran, oradan karşıdakine hitap ettiren, konuşturan bir ruh haliymiş gibi geliyor bana.)

Bu dersteki okuma biçimi pozitivist[iv] ve hatta seküler[v] değil mi gibi kelimeler ettim. Kelimelerin,  Allah’la olan bağını (gaybi ve erdemi) kurmadan/kuramadan sadece tecrübe/bilgi edinmek, edinilen bilginin hayata nasıl intikal ettiğinin üzerine düşünmeden veya uygulama alanı bulmaya ihtiyaç hissetmeden (sekülerizm) yapılacak okumaların Batı tarzı bir okuma olduğunu anlatmaya çalıştım.

(Bu okuma biçimi ile Hz Ömer’in Müslüman olması veya “hal”inde herhangi bir düzeltme yapması ya da herhangi bir sahabenin Allah Resulünü 10 dk . dinlemesi mümkün müydü?  30-40 yıllık serüvenimiz bu okuma biçiminin uzun vadede aydınlar yetiştire bilirken, müminler/alimler yetiştiremediğini göstermiş olmalıydı bize. Batılı aydın komünal hayatı yaşamadan komünist olabilir. Ama “alim” söylediklerinden sorumlu olmadan “alim” olamaz. Yani kendisine fayda vermemiş ilim, başkalarında itibar bulamaz. Alev Alatlı’nın “Aydınlanma Mı Merhamet mi?” şeklinde formüle ettiği dertten bahsediyorum. )

Arkadaşlar itiraz ettiler. Bunun böyle olmadığını söylediler. Hafif yollu gerildik, tartıştık ve kimse son cümlesini söyleyemedi. Lakin bir arkadaşın, benim anlayabildiğim kadarı ile “biz her ayetten bir ahlak, bir erdem anlayışı çıkarmak zorunda değiliz.” demesi benim için, iddia ettiğim bakışın itirafından başka bir şey değildi. Yeterince gerilmiş ortama “bu Kitap oyun ve eğlence için mi indirildi ?[vi]” diye bir soru daha getirip ortamı daha sıkıntılı bir hale getirmemeyi tercih ettim.  Herkes fikrini söylemişti ihtiyacı olan öğüt alırdı. Kendi hissemize dönmek daha hayırlı olur demeyi tercih ettim.

(Alain Badiou “Tanrı, insanın kendisini terbiye etme sürecine verdiği isimdir.” Der. Badiou bu görüşü ile üst bir kudrete varamamış gibi dursa da Allah’ın insanı terbiye eden, onu insanlaştıran “hâdi- hidayet veren” sıfatını fark etmiş gibi görünüyor. Müslüman toplulukların “Hadi Kur’an’a, hadi Kur’an’a”  derken onun şahıslarına edep veren, terbiye eden yönüne dikkat etmek yerine, ona, toplumu aşağılayarak, kendilerini özel hissedebilecekleri kelimeleri veren bir ansiklopedi muamelesi çekmeleri dilime acı bir tad bırakıyor.  )

Belki de arkadaşlar haklıdırlar, ben yanıldım deyip kendime çekilmişken eskilerin deyişiyle ilahi neşveden bir espiri vaki oldu. En azından ben “Ya Rabbi; bizler, bu kadar dalga geçilmeyi hak eden bir topluluk olmasaydık, elbette bizle böylesine dalga geçmezdin.” dedim.

Arkadaşların, ay içinde okuyup üzerinde düşünecekleri kitabın seçim sırası gelmişti. Ve bir arkadaş,  kişisel gelişim seti adı altında pazarlanan modern zaman hurafelerinden, Batı medeniyetinin ilahi kelimelerini/ vahiylerini insanlara pompalayan eserlerinden birini önerdi. Hani şu, “Dost Kazanma Sanatı” adı altında riyayı, “Sen Her Şeye Layıksın” adı altında kibiri, “Sınırlarını Aş” adı altında adaveti ve diğer tüm Şeytani hasletleri bir erdem gibi pazarlayan eserlerden biriydi önerilen. Marie Haddou’nun “Hayır demeyi bilmek.” İsimli eseri. Kimse itiraz etmedi. Ve o kitap değerlendirilmeye layık görüldü.

Kur’an tüm metin boyunca vermeyi öğütlerken biz Kur’an dersinde “Hayır” demeyi öğrenecektik. Nasıl espri ama?

Ayette “sakın kapına gelip isteyeni azarlama.” Denilirken şerh düşülmüyordu. Kastedilen sadece para değildi. Tüm istemelerden, tüm ricalardan, tüm yalvarıp yakarmalardan bahsediliyordu.

Bu ayete kendisini muhatap gören Allah Resulü ayeti, “O’nun yanına bir şey istemek için gidip de, yüzü gülmeden dışarı çıkanı görmedim” dedirtebilecek şekilde anlayıp, hayata geçiriyordu.
Ne vahiyden ne de Resulün sünnetinden “hayır” demeyi tavsiye eden bir tek kelimeye rastlamamışken cimriliğin, hasisliğin (bayağı, küçük menfaatçilik), tamahın (yığma duygusunun), hasedin (kıskançlık) Şeytan’ın sıfatları olduğu defalarca altı çizilirken Batı Medeniyetinin miheng kelimelerinden birinin Kur’an dersinde tavsiye edilecek olması nasıl bir şeydi.

Nasıl Kur’an okuyorduk ki, getire getire bizi Şeytan’ın kelimelerinden sakınmayı unutturacak yere getirebiliyordu. Bu nasıl bir okuma idi ki, Peygamberin hareket tarzı ile (hal’i) ile Şeytan’ın hareket tarzını birbirinden ayırd edebilecek bir bilinci vermekten acizdi.

(Batı Medeniyeti,[vii] hayır demeyi iyi bilir.  Batı Medeniyeti’nin 12 tane zengini Dünyanın geri kalanındaki 3 milyar insanının toplam servetlerinden fazlasına sahip. Elbette bu “evet” diyerek olabilecek bir şey değil.  Batı Medeniyeti’nin modern rahipleri (psikayatristler) bize neyin helal neyin haram olduğunu öğretir oldular. Kendi helallerini bize tavsiye edip, öğütlüyorlar. Bu zokayı toplumun, sıradan insanların, okumamışların, ne kitabı ne de Resulü bilmeyenlerin yemesi normal de “Kur’an talebeleriyiz.” iddiasındaki bizlerin yemesi normal mi?

Anlatmakta zorlanıyorum. Ama ısrarla tekrar ediyorum. Bizler 12-16 sene boyunca pozitivizmin değerleri ile eğiliyoruz/eğitiliyoruz. Bu eğitim sürecinin mantığımızı, ruhumuzu, benliğimizi ve bilincimizi şekillendirdiğini fark edebilirsek tedbir de alabiliriz. Ancak bunu fark edemediğimiz için bizden çıkan sonuçların, davranış biçimlerinin, anlamalarında bu kalıplar içinde ve bu kalıpların getirdiği sonuçlar nezdinde olduğunu  da göremiyoruz. Kur'an'ı bile bu düşünce biçimi ile okuyoruz. Fark etsek çözüm arayışına da girebiliriz. Fark edersek pozisyonumuzu, zaviyemizi (açımızı) değiştirip farklı şeyler görme ihtimalimiz de olur.)

Birde;

Birde “ Yahu ne çok “evet” demişiz, ne çok malımızdan, vaktimizden, uykumuzdan vermişiz ki,  “evet” demekten ve vermekten bıktık.

Ne zaman hangi yokuşlarda yorulduk.

Ne çok evet dedik ki hayır demeyi öğrenmemiz gerekecek hale geldik. Ne verdikte verdiklerimizi ve kendimizi önemser olduk.” Gibi kelimeler geçti aklımdan.

Hani “verdiklerimizi çok bulmayacaktık.” Hani verdiklerimizin Allah katında gerçekte bir kıymeti yoktu. Hani Allah’ın (toplumun, gariplerin, yetimlerin) almaya ihtiyacı yoktu. Bizim vermeye ihtiyacımız vardı.

Marie ablamı anlıyorum. O’nun Allah’ı yok elbette “hayır” demeyi öğrenmeli.

Ya bizim?

Hala pozitivizim bunun neresinde diye arayıp duruyor muyuz?

                                                                                                                      Ahmet H. Çakıcı




[i]     Taha 5; O varlıklara boyun eğdirip, kainatta mutlak hükümranlık kurmuştur.
                6; Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Bu ikisinin arasında olan ve toprağın altında bulunan her şeyde onun O’nundur. (M Öztürk)
[ii]     Taha 9; Musa’nın hikayesi sana ulaştı mı?
[iii]     Taha 18” “sopam dedi, ona dayanırım, davarlarıma yaprak silkelerim, başka işlerde yaparım onunla.” (A. Gölpınarlı)
[iv]  Pozitivizm; Yapısal antrolopolojist Edmund Leach 1966 Henry Myers derslerinde pozitivizmi şu şekilde tanımlamıştır. Pozitivizm ciddi bilimsel sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai sebepleri aramayan ama direkt gözleme açık olan gerçekler arasındaki ilişkilerle sınırlı olmasını söyleyen görüştür. (Wikipedi)

[v] TDK, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiştir. Sekülerizm, din merkezli veyahut dinî öğeleri sosyal, hukukî ve siyasî anlamda tayin edici kılan bir yaklaşımın tersine, bunları sosyal, hukukî ve siyasî kümeden ayıran bir yaklaşımı tanımlar. (Wikipedi)

[vi] Taha 3: Onu korkacaklara öğüt olması için indirdik (Gölpınarlı)
[vii] Batı ifadesi Doğunun karşılığı olarak kullanılmamakta bir düşünce sistematiğinin, bir hayata bakışın ismi olarak tanımlanmaktadır.  




Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder