Pozitivizm Bunun Neresinde?
Bir arkadaşımın daveti ile mü’min yüzlü, mü’min yürekli bir
grubun Kur’an derslerine katıldım. Sağ olsunlar, iltifat edip bu davetsiz
misafiri geri çevirmediler.
Bu güzel arkadaşlar, Taha suresinin üzerine araştırıp,
düşünüp, konuşuyorlardı.
Edward F Benson'un "Hilal ve Demir Haç" kitabının kapağından alınmıştır. |
Surede dağ başlarında keçilerine yaprak silkeleyen bir çoban[iii](Hz
Musa (sav)) ile kazıklar sahibi bir kral ve yandaşlarının çatışması örneğinden
hareket edilir. “Hak ve adaletin” samimi takipçileri ile “Şeytan üçgeni”nin [ (Firavun,
Haman ve Karun) veya (iktidar, servet ve bilgi) ya da (kibir, tamah ve adavet/ucub)
] mücadelesi iyi ve kötü örneklikler üzerinden dinleyiciye aktarılır.
İktidarın, servetin ve bilginin sultanlarının beraberce oluşturduğu devasa
gücün, Hakk’ı arkasına almış bir çoban karşısında yerle bir oluşu
detaylandırılır. (Şeytan üçgenine Belam'ı da (gücün hizmetindeki din adamı) ilave ederek Şeytan dörtlüsü de diyebilirdik.)
Sen bunlardan gücün mü, paranın mı, bilginin mi kralı mı
olmaya yoksa çoban bile olsa bir mümin olmaya mı adaysın? İmkan versek senden
bir mümin mi, kibirli bir firavun mu, pinti bir zengin mi yoksa ilmini zulmün
hizmetine vermiş haris bir aydın mı ortaya çıkar? Gibi soruların alt mesaj olarak zihinlere
gönderildiğini düşünüyorum.
Ancak derste okunulan ayetlerin kişi/toplum üzerinde
yapacağı sağaltıcı/şifahi etki üzerine düşünmek yerine konu üzerinde teknik
tanımlar yapan, bilgi ve belge biriktiren bir bakışın hakim olduğunu düşündüm. Susup
ev sahibine tabi olmam gerekirken haddimi zorlayıp konuştum. İlk olarak içe
dönük bir okuma yapmanın daha faydalı olduğunu dışa dönük okumanın İslam
terbiyesi okuma biçiminin bir öğesi olmadığını anlatmaya çalıştım.
(Kişi kınananın, öğüt verilenin kendisi olduğunu düşünürse
vahyin ona şifa veren etkisine maruz kalabiliyor. Ama kişi, eleştirilip öğüt
verilenin 3. kişi olduğunu düşünürse (bilinçaltı) eleştirilen çevre ve toplum
olurken, eleştiren de Allah’mış gibi görünse de onun adına söz alan olur. Metni
okuyan/duyuran kişi Allah adına konuşan/duyuran kişidir. Halbuki, bu derse
katılan kitleyi etkileyen düşünce biçimi bu tür okumaların şirk unsuru taşıdığını
düşünen bir alt yapıya sahipti. Ki ders esnasında arkadaşlardan biri, bir
tasavvufi üstadı “bu bana yazdırıldı” ifadesi ile eleştiriyordu.
3. Kişilere
dönük okuma biçiminin, aynen eleştirilen meselede olduğu gibi bizi Tanrı adına
muhataba bir şeyler söyleyen konuma koyduğunu fark edebilecek bir bilince
eremediğimizi düşündüm.
“Bana yazdırıldı” ifadesi ile “Allah böyle söylüyor” ifadesi
fail ve mef’ul olarak ( edip işleyen ve maruz kalan) cephesinden bakınca aynı
kelimenin farklı ifadeleri olduğu düşünülebilir. İkisinde de “Allah adına”
birileri, başka birilerine “kelamı” iletmektedirler. İkisinde de hatalı,
kusurlu olma, yanlış anlama ihtimali göz ardı edilip mutlak doğrunun
seslendirildiği zannına kapılınır. (Şerh düşmek gerekir ki, benim anladığım
kadarı ile eskiler bu ve benzeri kelimeleri bugün anlaşılan formatta
kullanmamaktadırlar.)
“Allah’u ekber” ifadesi bu düşünce biçimine itirazdır. Bu
kelime ile insanoğluna “Allah tek başınadır, had bildirme sadece O’nun
makamıdır. Gerisi diğer tarafta, karşıda, öğüt alma mevkiindedir.” Denilir. Bir
tarafta Allah, diğer tarafta ise geri kalan herkes vardır. Bu okuma biçimi
farkında olmadan kişiyi Allah’ın yanına sızdıran, oradan karşıdakine hitap
ettiren, konuşturan bir ruh haliymiş gibi geliyor bana.)
Bu dersteki okuma biçimi pozitivist[iv] ve hatta seküler[v] değil mi gibi kelimeler ettim. Kelimelerin, Allah’la olan bağını (gaybi ve erdemi)
kurmadan/kuramadan sadece tecrübe/bilgi edinmek, edinilen bilginin hayata nasıl
intikal ettiğinin üzerine düşünmeden veya uygulama alanı bulmaya ihtiyaç
hissetmeden (sekülerizm) yapılacak okumaların Batı tarzı bir okuma olduğunu
anlatmaya çalıştım.
(Bu okuma biçimi ile Hz Ömer’in Müslüman olması veya “hal”inde
herhangi bir düzeltme yapması ya da herhangi bir sahabenin Allah Resulünü 10 dk
. dinlemesi mümkün müydü? 30-40 yıllık
serüvenimiz bu okuma biçiminin uzun vadede aydınlar yetiştire bilirken,
müminler/alimler yetiştiremediğini göstermiş olmalıydı bize. Batılı aydın
komünal hayatı yaşamadan komünist olabilir. Ama “alim” söylediklerinden sorumlu
olmadan “alim” olamaz. Yani kendisine fayda vermemiş ilim, başkalarında itibar
bulamaz. Alev Alatlı’nın “Aydınlanma Mı Merhamet mi?” şeklinde formüle ettiği
dertten bahsediyorum. )
Arkadaşlar itiraz ettiler. Bunun böyle olmadığını
söylediler. Hafif yollu gerildik, tartıştık ve kimse son cümlesini söyleyemedi.
Lakin bir arkadaşın, benim anlayabildiğim kadarı ile “biz her ayetten bir
ahlak, bir erdem anlayışı çıkarmak zorunda değiliz.” demesi benim için, iddia
ettiğim bakışın itirafından başka bir şey değildi. Yeterince gerilmiş ortama
“bu Kitap oyun ve eğlence için mi indirildi ?[vi]”
diye bir soru daha getirip ortamı daha sıkıntılı bir hale getirmemeyi tercih ettim. Herkes fikrini söylemişti ihtiyacı
olan öğüt alırdı. Kendi hissemize dönmek daha hayırlı olur demeyi tercih ettim.
(Alain Badiou “Tanrı, insanın kendisini terbiye etme
sürecine verdiği isimdir.” Der. Badiou bu görüşü ile üst bir kudrete varamamış
gibi dursa da Allah’ın insanı terbiye eden, onu insanlaştıran “hâdi- hidayet veren” sıfatını fark etmiş gibi görünüyor.
Müslüman toplulukların “Hadi Kur’an’a, hadi Kur’an’a” derken onun şahıslarına edep veren, terbiye
eden yönüne dikkat etmek yerine, ona, toplumu aşağılayarak, kendilerini özel
hissedebilecekleri kelimeleri veren bir ansiklopedi muamelesi çekmeleri dilime
acı bir tad bırakıyor. )
Belki de arkadaşlar haklıdırlar, ben yanıldım deyip kendime
çekilmişken eskilerin deyişiyle ilahi neşveden bir espiri vaki oldu. En azından
ben “Ya Rabbi; bizler, bu kadar dalga geçilmeyi hak eden bir topluluk
olmasaydık, elbette bizle böylesine dalga geçmezdin.” dedim.
Arkadaşların, ay içinde okuyup üzerinde düşünecekleri kitabın
seçim sırası gelmişti. Ve bir arkadaş,
kişisel gelişim seti adı altında pazarlanan modern zaman hurafelerinden,
Batı medeniyetinin ilahi kelimelerini/ vahiylerini insanlara pompalayan eserlerinden
birini önerdi. Hani şu, “Dost Kazanma Sanatı” adı altında riyayı, “Sen Her Şeye
Layıksın” adı altında kibiri, “Sınırlarını Aş” adı altında adaveti ve diğer tüm
Şeytani hasletleri bir erdem gibi pazarlayan eserlerden biriydi önerilen. Marie
Haddou’nun “Hayır demeyi bilmek.” İsimli eseri. Kimse itiraz etmedi. Ve o kitap
değerlendirilmeye layık görüldü.
Kur’an tüm metin boyunca vermeyi öğütlerken biz Kur’an
dersinde “Hayır” demeyi öğrenecektik. Nasıl espri ama?
Ayette “sakın kapına gelip isteyeni azarlama.” Denilirken
şerh düşülmüyordu. Kastedilen sadece para değildi. Tüm istemelerden, tüm
ricalardan, tüm yalvarıp yakarmalardan bahsediliyordu.
Bu ayete kendisini muhatap gören Allah Resulü ayeti, “O’nun
yanına bir şey istemek için gidip de, yüzü gülmeden dışarı çıkanı görmedim”
dedirtebilecek şekilde anlayıp, hayata geçiriyordu.
Ne vahiyden ne de Resulün sünnetinden “hayır” demeyi tavsiye
eden bir tek kelimeye rastlamamışken cimriliğin, hasisliğin (bayağı, küçük
menfaatçilik), tamahın (yığma duygusunun), hasedin (kıskançlık) Şeytan’ın
sıfatları olduğu defalarca altı çizilirken Batı Medeniyetinin miheng kelimelerinden
birinin Kur’an dersinde tavsiye edilecek olması nasıl bir şeydi.
Nasıl Kur’an okuyorduk ki, getire getire bizi Şeytan’ın
kelimelerinden sakınmayı unutturacak yere getirebiliyordu. Bu nasıl bir okuma
idi ki, Peygamberin hareket tarzı ile (hal’i) ile Şeytan’ın hareket tarzını
birbirinden ayırd edebilecek bir bilinci vermekten acizdi.
(Batı Medeniyeti,[vii]
hayır demeyi iyi bilir. Batı
Medeniyeti’nin 12 tane zengini Dünyanın geri kalanındaki 3 milyar insanının
toplam servetlerinden fazlasına sahip. Elbette bu “evet” diyerek olabilecek bir
şey değil. Batı Medeniyeti’nin modern
rahipleri (psikayatristler) bize neyin helal neyin haram olduğunu öğretir oldular.
Kendi helallerini bize tavsiye edip, öğütlüyorlar. Bu zokayı toplumun, sıradan
insanların, okumamışların, ne kitabı ne de Resulü bilmeyenlerin yemesi normal
de “Kur’an talebeleriyiz.” iddiasındaki bizlerin yemesi normal mi?
Anlatmakta zorlanıyorum. Ama ısrarla tekrar ediyorum. Bizler 12-16 sene boyunca pozitivizmin
değerleri ile eğiliyoruz/eğitiliyoruz. Bu eğitim sürecinin mantığımızı, ruhumuzu,
benliğimizi ve bilincimizi şekillendirdiğini fark edebilirsek tedbir de
alabiliriz. Ancak bunu fark edemediğimiz için bizden çıkan sonuçların, davranış
biçimlerinin, anlamalarında bu kalıplar içinde ve bu kalıpların getirdiği
sonuçlar nezdinde olduğunu da göremiyoruz. Kur'an'ı bile bu düşünce biçimi ile okuyoruz. Fark etsek çözüm arayışına da girebiliriz. Fark edersek
pozisyonumuzu, zaviyemizi (açımızı) değiştirip farklı şeyler görme
ihtimalimiz de olur.)
Birde;
Birde “ Yahu ne çok “evet” demişiz, ne çok malımızdan,
vaktimizden, uykumuzdan vermişiz ki,
“evet” demekten ve vermekten bıktık.
Ne zaman hangi yokuşlarda yorulduk.
Ne çok evet dedik ki hayır demeyi öğrenmemiz gerekecek hale
geldik. Ne verdikte verdiklerimizi ve kendimizi önemser olduk.” Gibi kelimeler
geçti aklımdan.
Hani “verdiklerimizi çok bulmayacaktık.” Hani
verdiklerimizin Allah katında gerçekte bir kıymeti yoktu. Hani Allah’ın
(toplumun, gariplerin, yetimlerin) almaya ihtiyacı yoktu. Bizim vermeye
ihtiyacımız vardı.
Marie ablamı anlıyorum. O’nun Allah’ı yok elbette “hayır”
demeyi öğrenmeli.
Ya bizim?
Hala pozitivizim bunun neresinde diye arayıp duruyor muyuz?
Ahmet H. Çakıcı
[i] Taha 5; O varlıklara boyun eğdirip,
kainatta mutlak hükümranlık kurmuştur.
6;
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Bu ikisinin arasında olan ve toprağın
altında bulunan her şeyde onun O’nundur. (M Öztürk)
[ii] Taha 9; Musa’nın hikayesi sana ulaştı mı?
[iii] Taha 18” “sopam dedi, ona dayanırım, davarlarıma
yaprak silkelerim, başka işlerde yaparım onunla.” (A. Gölpınarlı)
[iv] Pozitivizm; Yapısal antrolopolojist Edmund Leach 1966 Henry Myers
derslerinde pozitivizmi şu şekilde tanımlamıştır. Pozitivizm ciddi bilimsel
sorgunun, bir dış kaynaktan gelen nihai sebepleri aramayan ama direkt gözleme
açık olan gerçekler arasındaki ilişkilerle sınırlı olmasını söyleyen görüştür.
(Wikipedi)
[v] TDK, sekülerizm kavramına
karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiştir. Sekülerizm, din merkezli
veyahut dinî öğeleri sosyal, hukukî ve siyasî anlamda tayin edici kılan bir
yaklaşımın tersine, bunları sosyal, hukukî ve siyasî kümeden ayıran bir
yaklaşımı tanımlar. (Wikipedi)
[vi] Taha 3:
Onu korkacaklara öğüt olması için indirdik (Gölpınarlı)
[vii] Batı
ifadesi Doğunun karşılığı olarak kullanılmamakta bir düşünce sistematiğinin,
bir hayata bakışın ismi olarak tanımlanmaktadır.
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Pozitivizim Bunun Neresinde ?
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
Firavun,
Haman,
Hayır demeyi bilmek,
Hz Musa,
Hz Ömer,
Karun,
Marie Haddou,
pozivitizm,
sekülerizm,
Şeytan Üçgeni,
Taha
0 yorum:
Yorum Gönder