Küçük hacimli olmasına rağmen oldukça dolu bir
kitap-söyleşi. Daha çok David Lyon’un soruları Zygmunt Bauman’ın cevapları ile
ilerleyen söyleşi zihin açıcı, gıdıklayıcı, rahatsız edici sorular-cevaplarla
ilerliyor. İmkan bulup okuyanların kapısından boş dönmeyecekleri bir eser diye
düşünüyor ve tavsiye ediyorum.
Kitap 7 makaleden oluşuyor. Hemen her bölümden birkaç kelime
alıntılayarak kabaca fikri verebileceğimi umud ediyorum.
İlk makale “İnsansız
hava araçları ve Medya”;
“.. adına savaş yürütülen ulus için hayat tamamen görünmez
olacak (hiçbir savaşanın hayatı İHA lar sayesinde risk altında olmayacak) ve
neredeyse hiç sivil zayiat verilmemesi ve politik bedeller ödenememesinden
ötürü savaşmanın daha kolay, hatta çok daha cazip olacağı bir sıçrayış
yapacaklar.”
(Sosyal medya, face vs üzerine)
(Sosyal medya, face vs üzerine)
“Önceleri görünmez olanın – mahremiyet- şimdilerde kamusal
sahnede (esasen Tv ekranlarında ama aynı zamanda yazılı sahnede) ifşa edilmesi
gerektiği hatırlanırsa, kendi görünmezliğini(mahremiyetini) önemseyenlerin
yadsınmaya, dışlanmaya veya bir suç işlediğinden kuşkulanılmaya mahkum olduğu
anlaşılabilir. Fiziksel, sosyal ve ruhsal çıplaklık, günün gerekliliklerindendir.”
Equene Enriquez
“…üstelik pazara koymaya, tanımını yapmaya ve satmaya teşvik
edildikleri şey bizzat kendileridir.
Bu insanlar Hem mallarının
tanıtımcısı hem de tanıttıkları malın ta kendisi. Aynı zamanda hem tüccar ve
pazarlama elemanı, hem mal ve hem de gezici satış elemanı konumundalar.”
“…hem ilişki içinde olmamızı sağlaması, hem de ilişkiden
bizi koruması için teknolojiden medet umuyoruz. (Sherry Turkle) Bundan şunu
anlıyoruz. Teknoojiden daha çok ve birbirimizden daha az şey bekliyoruz.”
“Facebook’ta Kazandığımız şey “cemaat” değil “ağ”dır….Cemaate
ait olmak hiç kuşkusuz daha fazla kısıtlama ve yükümlülük içerse de bir ağa
dahil olmaktan çok daha emniyetli ve güvenlidir. Cemaat sizi yakından takip
eder ve manevraya çok az yer bırakır. Öte yandan, ağ onun normlarına uyup
uymadığınızı umursamaz…”
İkinci makale
“Panoptik-Sonrası Olarak Akışkan Gözetim” kitaba isim veren makale bu makale.
Panaptikon ceza evleri için geliştirilen, gardiyanların tüm
mahkumları gözetleyebildiği ancak mahkumların gardiyanları göremediği,
izlenilip izlenilmediğinden emin olamadığı bir sistemin adı.
Daha önceki çağlarda yöneticiler, kahyalar vasıtası ile
sürekli gözetledikleri köleleri çalıştırırlardı. Bu sistemin handikapı
köle/işçilerin sürekli baskı ve gözetim altında tutularak onların diğer
seçeneklerinin yok edilmesinin büyük çaba ve meşguliyet gerektirmesiydi.
Üstelik her an köle/işçilerin isyan edebilme ihtimali maliyeti çok yüksek ara
eleman( asker, koruma, kahya, uşak vs ) ihtiyacı gerektiriyordu.
Köle işçi yapısının yerine oturtulan Panaptikon tarzı
yapıların mantığı gözetim alanına alınanların faydalı bir biçimde kullanılması
değildir. Amaç kontrol edilen kitlenin sürekli gözetim hissi ile
güçsüzleştirilmesidir. Gözetim altındakiler kırbaç veya öldürme ile değil
ödüllendirme ile sadık kılınır.
Burada kilit nokta arzu uyandırılmasıdır. Toplum sürekli
arzu üzerinden kışkırtılıp hırslandırılır. Hırsların yerine gelmesi için sadık
ve uyumlu olmanızdan başka bir şey beklenilmez. Eğer Sadık ve uyumlu olmazsanız
oyun dışında kalıp “mahrumlar, fakirler, tutunamayanlar, evsizler” arasına
atılabileceğiniz tehdit unsuru olarak hatırlatılır. Ve hatta bu “kaybetmişler”
sürekli toplumun içinde görünür kılınarak diğerleri korkulur. Bu yöneticilerin maliyetlerini düşürür.
İşçilerin/kölelerin kaçma ihtimalleri yoktur. İşten/hizmetten ayrıldıktan sonra
yöneticilere sorumluluk yüklemez. İsyan edip kan dökme ihtimalleri yoktur.
Ancak bu hali ile hala yöneticilerin işçileri ve ara
elemanları kontrol ve yönetimleri ciddi bir emek ve maliyet getirmektedir.
Panaptikon sonrası dönem olarak adlandırabileceğimiz (Ban –optikon)
akışkan denetim’de ise performans testleri, takım çalışmaları vs yöntemleri ile
yönetici elitin sorumlulukları ve işleri de işçi/köle sınıfın üzerine yüklenmiş
oldu. Performans testleri ve verilen hedefleri gerçekleştirme adı altında
işçilerin verimlilik artışı ve üretkenliği yöneticilerin sorumluluğundan
alındı. Bir pazarlama elemanı artık ürünü verdiği yerin borcunu ödememesinden
sorumlu kılındı. Böylece kölelerin sorumlu olmadıkları alanlarda işçilerin
omuzlarına (taşeron) yüklenildi.
Bu bölümden bazı alıntılar yapmak istiyorum;
“Yirmi-otuz yıl önce, bizim beşeri bilimlerdeki hiçbir
konuyu çözemediğimiz –yalnızca bunlardan sıkıldığımız- konusunda büyük psikolog
Gordon Allport tarafından ikaz edildiğim için…”
“ Her şey zorlamadan cezp etme ve ayartmaya dönüşüyor;
ayrıca, her konuda amaçlanan ve hoşnut olunan sonuçları elde etmek için gerekli
olan başlıca rol patronlardan emrindekilere, danışmanlardan danışanlara,
araştıranlardan araştırılanlara, yani kısacası yönetenlerden yönetilenlere
devrediliyor.”
“…amaç altta yatan kişiliğin bütününü ve çalışanların tüm
vakitlerini şirketin amaçları için kullanmaktır. Herkesin bildiği gibi
maliyetli, hantal, kısıtlayıcı ve gereksiz yere zahmetli panaptikal önlemlerden
çok daha elverişli ve çok daha karlı bir çözüm olarak görülmesi boşuna
değildir. Haftada yedi gün 24 saat performans gözetimiyle beraber kölelik
çalışanlar için tam tamına bir kendi-yap işine dönüşüyor. Panaptikonların
inşası, işletilmesi ve hizmet vermesi patronlar için büyük bir yükümlülük
olmaktan çıkarak, bütün iş sözleşmelerinde küçük harflerle yazılı birer
malvarlığına dönüştü.
Özet olarak, akışkan denetim modern dünyanın çalışanlarına
kişisel panaptikonlarını salyangozlar gibi sırtlarında taşımaya razı etmiş
yapıdır.
Tüketici pazarlarının cazibesiyle büyülenmiş ve patronların
sunulan işlerle beraber ortadan kaybolma özgürlüğü ile korkutulmuş astlar,
Bentham/Foucalt çerçevesindeki gözetleme kulelerini gereksiz kılacak şekilde
kendi kendilerinin bekçileri olmak üzere eğitilmişlerdir.”
“Gözetim teknolojisi günümüzde iki karşıt stratejik amaca
hizmet etmekte, iki cephede gelişmektedir: bir cephede hapsetmek (ya da çitin
içine almak), diğerinde ise dışarıda bırakmak (ya da çitin dışında
bırakmak”). Günümüzde her gün daha çok
insan hayatı boyunca başka hiçbir yeri görmeden kamplarda doğmakta ve
ölmektedir. ……kısaca söylemek gerekirse bir mülteci kampının sakinlerinden
olmak, insanlığın geri kalanının paylaştığı dünyadan dışlanmak demektir.
…evsizler ve mülteciler sürgün koridorlarında sabitlenmektir…. Hepsi
lüzumsuzdur. Hepsi de toplumun ıskartaları veya artıklarıdır. Kısacası onlar “”atık”tırlar. “Atık”
tanımı gereği “fayda”nın karşıtıdır. …”atık” tek yaptığı şey mekanı
kirletmektir. Ban-optikonun amacı atığın değerli ürünlerden ayrılması ve
çöplüğe gönderilmek üzere işaretlenmesini garantiye almaktır.”
“Bu kişilerin duvarları kend kendilerine örmeleri ve
duvarların içerisinde kendi iradeleriyle kalmaları bekleniyor. Cezanın yerine
ödülün (veya ödül vaadinin) bir zamanlar polisiye tedbirlerle yerine getirilen
fonksiyonların yerine cazibe ve baştan çıkarmanın, masraflı ve muhalefete sebep olan polisliğin yerine
arzuların tırmalanması ve bilinmesinin geçirilmesi ile gözetle kuleleri de
özelleştirilmiş oldu.
3. Makale “Mesafe,
Uzaklaşma ve Otomasyon;
“Modern akıl, insanların eğilim ve tercihlerindeki
çeşitliliği ve farklılığı geçici ve sinir bozucu şeyler olarak gördü….. “
Bu tür bir düzen, netice de insanlık durumunun eksiksiz ve
aksaksız bir kontrolünün önünü tıkayan “gereksiz” –başka bir deyişle işe
yaramaz ve arzu edilmez-, mutsuzluğa, kafa karışıklığına ve rahatsızlığa yol
açan her şeyin yok olması demekti. Yani kısacası, hoş görülebilir olanı zorunlu
hale getirmek ve geri kalan her şeyi ortadan kaldırmak anlamına geliyordu……
Yine aynı sebeplerle modern çağ aynı zamanda bir yıkım çağı anlamına geliyordu.
Mükemmeliyete ulaşma çabası aynı zamanda mükemmel bir tabloda yeri olmayan
sayısız varlığın toptan yok edilmesi anlamına geliyordu. Yıkım tam da yaratımın
özüydü. Kusurların yok edilmesi, mükemmeliyete giden yolda zorunlu olduğu kadar
gerekli ve yeterli bir koşuldu.
“.. artık muazzam uzaklıklardan (hem zamansal hem mekansal) o kadar büyük ki
yüzyıllardır olduğu gibi hala “görüş alanında” ve “erişebilir durumda”
olanlarla sınırlı olan etik tahayyülümüz
tarafından kapsanamıyor.”
“…hiç kimsenin sorumluluğu olarak adlandırıldı…
“Günter Anders “bir düğmeye bastığınızda öfkeden dişleriniz
gıcırdamaz.. bir düğme yalnızca bir düğmedir.” Bir düğmeye basmak dondurma
yapan mekanizmayı çalıştırsa da elektrik şebekesi içindeki akımı başlatsa da Mahşerin
atlılarını salıveriyor olsa da fark etmez. “Kıyameti başlatacak hareket diğer
hareketlerden farklı olmayacak ve tıpkı diğer bütün hareketler gibi , rutin
olarak yönlendirilen ve rutin olarak sıkılan bir operatör tarafından
yapılacaktır.”
“Ayrıca zaten bildiğimiz gibi, sorumluluğu havada bırakmak
“kayıtsızlaştırma”nın en yaygın ve etkili hilelerinden biridir.”
“Yakınlık samimiyet ve ahlakın diyarıdır. Uzaklıksa
yabancılaşma ve yasaların.”
4. Makale
Güven(siz)lik ve Gözetim;
“..Korkuları tek tek zapt etmeye çalışan moderniteden
oldukça farklı olarak , akışkan modernite korkulara karşı mücadele etmenin ömür
boyu süren bir iş olduğunu fark etti. (Bunun üzerinden bizi sürekli korkutmaya,
güvenlik vaadiyle kendisine bağımlı kılmaya ve sürekli müşteri kılmaya başladı.
Bunun insaniliği nasıl zedeleyeceğini umursamadan. -A. Hakan Çakıcı notu)
“Risk kategorileri oluşturulmaya başlandı…. Risk
kategorilerinin bizi “kazara” kapsayacağı ya da daha doğrusu bizi katılımdan i,
girişten ve haklardan ne zaman kısıtlayacağını bilmemize imkan yok.”
“Monahan örneklerinin bir çoğunu aldığı ABD’de “insanları
birbirlerine bağlayanın “Ötekine duyulan korku” olduğunu söylüyor……..birincisi
erzak depolayarak, alarm taktırarak ve sigorta yaptırarak yükü omuzlamak;
ikincisi de işkence ve ev içi casuslukta dahil olmak üzere en uç önlemleri
onaylamak.”
“…güvenlik düşmanlarından biri olarak işaretlenmemek için
yapmamız gereken tek şey güvenlik düşmanlarını ihbar etmek, işaretlemek…”
“Bir yanda güvensizlikten bütün eski nesillerin
korunduğundan daha iyi korunuyoruz; ama diğer yanda elektronik öncesi hiçbir
kuşak güvensizlik duygusunu günlük bu tür bir parçası olarak yaşamamıştır.”
“İnsanlar, hiçbir zaman yatışmayan aşkınlık heveslerinin
onları keşfetmeye yönlendirmesi ile zirveden aşağı bakarak bakir alanlar bulmak
için tepeleri peş peşe tırmanıyorlar. Her tepenin ardında sona ulaşmayı umut
ediyorlar. Ama buldukları şey başlangıç heyecanı oluyor. İki bin yıl önce
olduğu gibi, bu gün de “görülen umut, umut değil. O halde umut edenin gördüğü
nedir?” (Aziz Pavlus’tan Romalılara Mektup 8:24)”
“..insanca ve doğuştan gelen aşkınlık dürtüsünün merkezinde
duran şey rahatlığa ve kolaylığa yönelimdir.” (Kur’an’dan bir ayet mi
alıntılıyor ne? Ahmet H. Çakıcı)”
“…beklenmedik durumlarla ilgili kaygıların sona ermesi
hayaline en çok yaklaşılan yer mezarlıktır. “Düzen”le ilgili sezginin tam
anlamıyla ve en kapsamlı cisimleştiği yer burasıdır.”
“Her gerçekliği düzensiz ve ıslah gerektiriyormuş gibi
yaşamamıza neden olan, düzene karşı dindirilemeyen susuzluğumuzdur. “
“Yenilikler ile huzur ve refahın sürmesini sağlama fikri,
uzun süre kabul gören “huzur istiyorsan, adalet ara” anlayışını tam anlamıyla
ters yüz etmiştir. Tevrat’ta adil olmak ve komşunu sevmek huzura (yani tamlığa
, dürüstlüğe ve Tanrı, evren ve insanlar arasındaki doğru ilişkilere giden
şalom’a (selama, İslam’a A.H.Ç notu) giden yoldur.
5. Makale “Tüketimcilik,
Yeni Medya ve Toplumsal Sınıflandırma”;
“Danah Boynd’un belirttiği gibi, röntgenci ile aylak, sosyal
medya aracılığı ile bir araya gelir.” (Teşhirci de ilave edilebilir. AHÇ Notu)
“..kişiselleştirme filtrelerinin, kendi düşüncelerimizle
beynimizi yıkayan, alışıldık şeylere karşı arzumuzu tetikleyen ve bilinmeyenin
karanlık ülkesinde gizlenen tehlikelere karşı duyarsızlaştıran bir tür görünmez
otopropaganda olduğudur.”
“Gelişmiş bir mantıksal analizin mümkün kıldığı istatikçi
ayrımcılık, ezen, soyutlayan, dışlayan ve temel olarak en tepedekilerle
neredeyse geri kalan herkes arasındaki uçurumu büyüten dezavantajların
birikmesine katkıda bulunur. Gözlemciler bu sistemlerin hedeflenen çevrimiçi
pazarlamayı desteklemek için kullanımına odaklanma eğiliminde olsalar da
bunların etki alanı çok daha geniştir.”
“Önceki pazarlama stratejisinin en pahalı kısmı, yani arzu
uyandırma işi böylelikle pazarlama bütçesinden çıkarılarak müstakbel tüketicilerin
sırtına yüklenecektir. Gözetim örneğinde olduğu gibi, malların pazarlanması da
gittikçe daha çok kendin-yap işi haline dönüşüyor ve bunun sonucu olarak
kölelik gittikçe daha gönüllü hale geliyor.”
“Aslında BİLE BİLE VE UTANMAZCA JISITLAYICI DAVRANAN PANAPTİKON
TARZI GİRİŞİM, DAYANIŞMA bayrağı altında, yardımsever ikramcı, sosyal ve
arkadaş canlısı sinoptikon kılığında gizleniyor.
Tüm bu
hedef tespitleri, elbette tamamen olgunlaşmış ve zenginleşmiş tüketiciler için
gerekli. Bunu kusurlu ve miskin müşterilere yani –banoptikonun seçmek, yerini
belirlemek ve temizlemek için tasarladığı- olağan şüphelilere uyarlanması
düpedüz kaynak israfı olacaktır.”
“…kitlelerin muazzam işbirliğine gelince, bunu en azından
işin başında “görülme sevdası”na bağlayacağım.”
“…internet öncesinde olduğu gibi hatta belki de daha da
yoğun olan dürtü, renkli ve ve cazibeli görüntüler pazarının ortasında terk ve
ihmal edilmişlik, görünmez olmaya zorlanmışlık duygusudur. Le Monde’un dediği
gibi “donuk bir hiddet ile dargın bir çaresizlik arasında gidip gelen duygular”
ortaya çıkıyor.”
6. Makale “Gözetime
Etik Bir Bakış”;
“Panaptikonun alet çantasında ödül değil yalnızca ceza
vardı. Panaptikon tipi gözetim, b,r arzı kabul ettirmenin yolunun seçim şansını
ortadan kaldırmak olduğunu varsayar. Piyasanın düzenlediği gözetimde ise
arzların talep yoluyla
netleştirilmesinin en sağlam yolunun seçimlerin manipülasyonu olduğu
varsayılır. (Zorlama değil, ayartma) Manipüle edilenin gönüllü hatta hevesli
işbirliği, tüketici piyasalarının sinoptikonları tarafından harekete geçirilen
en önemli kaynaktır.”
“Başka bir insana, piyasa mallarının rengine, büyüklüğüne
veya arzulanan bir niteliğe göre seçilmesi gibi davranılması,
kayıtsızlaştırmanın en yıkıcı doruk noktasıdır.”
“..yazılımlar ve istatistiki teknikler aracılığı ile
sınıfsızlaştırma yapan cisimsizleştirilmiş bilgidir.” (İstatistikler ya da
yazılımlar vasıtası ile tespit edilmiş kurbanlar ister amaç buluşma ister
öldürme olsun bizi kurbana karşı sorumsuz bir noktaya götürüyor. AHÇ notu)
Bu gözetleme Mezmurlar’da 139:10 da bahsedilen “Orada bile
senin elin yol gösterir bana, sağ elin tutar beni.” Tarzındaki bir ebeveynin
veya bir dostun sevgi dolu himaye ve merhamet gözlemesi değildir.
“Aydınlanmanın ikiz ilkelerinin o kadar bilinmeyen ancak
onlar kadar önemli yönü, ayak takımının “sıradan halk”ın ahlaki açıdan cahil ve
yetersiz oldukları varsayımıdır. Rousseau’nun belirttiği gibi (biraz da dobra
biçimde) halk özgür olmaya zorlanmalıdır…. Ahlaki bir savaşın belirsiz ahlaki
dürtülere göre değil, insanların itaatine veya itaatine dayandırılması
gerekir……………kendilerini samimiyetle ahlakın failleri, destekleyicileri ve
yürütücü kuvvetleri olarak görebiliyorlardı.Diğer bütün girişim ve adımlarla
birlikte, ahlakı temellendirme meselesi de idarecilerin görevi ve
ayrıcalığıydı.”
“… Yöneticilerin delice ve diktatörce etik tutkularını artık geride bıraktık.
Bunları “iki numaralı yönetimsel devrim” sonucunda terk ettik; zira yöneticiler
kontrol ve hakimiyet için çok daha iyi bir çözüm (daha ucuz, daha külfetsiz,
daha kıvrak ve kar potansiyeli yüksek) buldular: İdari görevleri işleyişin en
alt ucundakilere vererek, bu işleri yönetilenlerin eline bırakmak, alacak
verecek, yükümlülükler-mallar, masraflar-kazançlar konusunu onlara devretmek.
7. Makale “Faillik ve Umut”
“Umutlarımıza gelince; umut, insanlığımızı kaybetmeden
kaybedemeyeceğimiz bir insan özelliğidir.” (Şeytan ismi umudu kalmamış anlamına
gelmiyor muydu? AHÇ notu.)
“Ahlaklı olmak hakkında çok şey söylenebilir belki ama kolay
ve rahat bir hayat için uygun bir çözüm olduğu söylenemez.”
“Genellikle ahlak (neredeyse tüm modern etik
felsefecilerinin öğretilerinin aksine) bağlayıcı ve hemen hemen evrensel olarak
kabul edilen ve normlara uymakta değil, direnene yüksek bedellere mal olan
sağlam direnişte yatar. “
“Kötü cevapları reddedelim derken, iyi soruları unuttuk. İyi
soruları yeniden masaya yatırmak istiyorum.”
“..Biz
ölürüz. Öldükten sonra yaşamayız. Ama yaşıyorsak bile benim bu konuda bir
bilgim yok veya bunu kanıtlayabilecek hiçbir kanıtım ya da argümanım yok; ama
sorumlu olduğumuz şeylerden ötürü diğer insanlarda yaşamaya devam ederiz…”
“Yeni Ahit’in bize şimdiyi sanki gelecekteki şalom(selam),
barış ve huzur sanki çoktan gelmiş gibi yaşamamızı öğütlediği. Şu an yaşadığımız hayat ibadete, ötekinin
karşısında kendimizi bulmaya, kılıçları saban dönüştürmeye,
ötekileştirilenlerin –kategorik şüphelilerin- sesinin duyulması için
sonuçlardan korkmadan mücadele etmeye adanmış bir hayat.”
“Şimdiyi sanki gelecekteki şalom(selam/İslam) çoktan gelmiş
gibi yaşamak mesajını azizler aldı, sindirdi ve hayatlarına yansıttı. Onları
azizler diye adlandırmamızın sebebi de bu. Ancak ne yazık ki hepimiz aziz
değiliz ve olamayız. Yine de azizler olmasaydı biz de insan olmazdık…. Onlar
bize yol gösterirler. (Onlar yolun
kendisidirler.) Yolun yürünebileceğini bize kanıtlarlar….”
Akışkan Gözetim – Zygmunt Bauman & David Lyon kitabından
özetleyen Ahmet H. Çakıcı
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Akışkan Gözetim- Özet Zygmunt Baumann
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
Akışkan Gözetim,
David Lyon,
Kitaplarım,
Zygmunt BAumann
0 yorum:
Yorum Gönder