Bir önceki yazıyı “Sünnet, hadis ve menkıbelerin
doldurduğu alanlar da “Sen boşalt. Onlar doldursun.” metodu ile tahrip edildi.”
diyerek sonlandırmıştık. Oradan devam
edelim.
Modern zamanların Müslümanları, müsteşriklerden
öğrendikleri usul (Batı zihni) ile İslam Medeniyetinin mirasına bakarak geçmiş
dönem Müslümanlarının tecrübe, belge ve bilgilerinden faydalanma şartını
(sahih) o bilginin ispat edilebilirliği veya güvenirliği ile ölçmeyi denediler.
Bakışlarını şüpheye çevirdiler.
Söz,
sahibine ulaşabilirse, senedini getirebilirse “sahih”tir, dediler. ("Sahih"in anlamı için bir sonraki yazıya bakınız.)
Odağını değiştirince bir sürü problem dikiliverdi modern
zaman Müslüman’ının karşısına.
Her şeyden önce sıradan Müslümanların işi değil bu. Ciddi
okuma ve emek gerektiriyor. Hedefinde profesyoneller var. Toplum yok.
Aynı rivayetin bir kaynakta sahih görülürken, diğer
kaynakta çürük görülmesi, ravilerin güvenirliği, ravi zincirlerindeki kopukluk,
hizbi görüşlerin rivayetleri etkilemesi, mürsel, muttasıl, şaz, meşhur,
mütevatir, ahad, kutsi, muallak, hasen gibi tartışmalar sıradan bir Müslüman’ın
altından kalkabileceği tartışmalar değil.
Rivayeti dinleyenden bile şüphe duyarken aradaki ravileri
araştırmaya girişmek manasız bir iş. Üstelik böyle bir zahmetin getireceği
faydanın ne olacağı da belli değil.
Aynı olayın farklı rivayetlerinden hangisinin “sahih”
olacağı veya farklı düşünce ekollerinden hangi ekolün yorumunun makbul olacağı
da belli değil.
100 metre ötede, 1 saat önce vuku bulan olayın şahitleri bile
anlaşamıyorken, 1400 sene önce, binlerce kilometre ötede, bambaşka bir
gelenekte yaşanıp, onlarca kulağın araya girmesiyle anlatılanlara güvenmek
Modern
Dünya Pozitivist İnsanı’nın işi değil.
Geçmişten gelen belgeler güvenilmez olduğunda o belgelere
dayanarak edilmiş içtihad, o belgelerle düşünmüş ulema, o belgelere dayanarak
yazılmış kitaplarda güvenilirliğini yitiriyor.
Medeniyetlerine Batı penceresinden bakmaya yönlendirilen Müslümanlar,
aldıkları pozitivist eğitimin kibri ile ilk
kez bu sorunların farkına kendilerinin vardığının vehmine kapıldılar. Ve İslam
Medeniyetinin tüm mirasından kuşkulandılar.
Farkındaysanız, bu yöntemle hadislerin, imamların,
ulemanın, sanatın, edebiyatın, geleneğin değeri
sıfırlanıp, kaynak/referans vasfını yitiriyor.
Bu yöntemle menkıbeler de çöplük hükmündedirler. Çünkü
onların neredeyse tamamı akla/mantığa (en azından Batı Medeniyeti Mantığına/Pozitivizme)
aykırıdırlar ve hiç birinin senet zinciri yoktur.
“Bize
Kur’an yeter.” ile Medeniyetin unsurları reddediliyor.
Şüphe/ispat odaklı bakışın modernist Müslüman düşünceyi
getirebildiği yer “Bize Kur’an yeter!” Güvenilebilecek
hiçbir şey kalmadı. Mantığı oldu. Bu kelimeyi samimiyetle dile getirenlerin
aslında neyi, ne maksatla reddettiklerini görebildiklerini sanmıyorum.
“Bize Kur’an yeter!” Camileri yıkalım. Bize Kur’an yeter!
Çocuk yapmayalım. Bize Kur’an yeter! Pilav yemeyelim. Diyen biri saçmalıyordur.
Çünkü bunlar Kur’an’ın alternatifi değildir.
Belki Kur’an’ın alternatifi İncil, Tevrat ya da Upinişadlar
olabilir. Kurucu, temel, asıl, inşa ve ihya edici iddiaları vardır. Ama Kabe değildir. Cemaat
değildir. Tarikat değildir. Hoca, Şeyh, ulema değildir. Buhari, Müslim veya
Mesnevi de değildir. Bunların toplumda oynadıkları işlev, yüklendikleri görevler
farklıdır.
Dikkat edilirse, “Kur’an bize yeter!” denildiğinde
Kur’an’ın yerine teklif edilmiş bir şeye itiraz edilmiyor, o temelin üzerine inşa edilmiş olanların reddedilmesi isteniyor. Temeli Kur’an olan bu medeniyetin 1400 yıllık süreçte inşa ettiklerinin
reddi isteniyor.
Aldatmaca bu noktadadır. Medeniyetin unsurları Kur’an’ı
devre dışı bırakıyormuş veya Kur’an’ın inşa edeceği topluma engel oluyormuş,
eğer bunlar yok edilirse herkes müminleşecekmiş ilizyonu ile Medeniyetin
çocuklarını medeniyete saldırtılıyor. Bu illüzyon ile bakılınca dost düşman
birbirine karışıyor. İslam Dünyasının iki yüzyıldır maruz kaldığı şiddetin
müsebbibleri ile şiddete maruz kalanlar birbirinden ayrılamıyor.
Ümmetin neyi koruması, neden korunması gerektiği, neye ihtiyacı olduğu, tehlikeli olanın ne olduğu, dost, düşman sisler arasında karışıp, bulanıyor.
Hadislerin, ulemanın, sanatın, kitapların, menkıbelerin ve
hatta hurafelerin toplum nezdinde görmüş olduğu işlevi Kur’an görmez, göremez. Böyle bir iddiası da sorumluluğu da yoktur.
Peygamberin işlevini Kur’an görecek olsaydı, insanların içine gökten direk indirilirdi.
Zamanın işlevini Kur’an görebilseydi, tek seferde insanlara sunulurdu.
Birlikteliğin işini Kur’an görebilseydi, insanlar tevhide çağırılmazdı.
Medeniyetin işlevini Kur’an görebilseydi, Peygamber Hira Mağarasından çıkmaz,
Medine’ye gitmezdi. Beyt’in işlevini Kur’an üzerine alabilseydi Kabe inşa
edilmez, Hac emredilmezdi.
Medeniyetin unsurlarını terk etmemizi isteyenler, bunların yerine önerdikleri hiçbir şey olmadığının farkında değiller. Çünkü boşlukları onlar
doldurmayacak. Boşluğun doldurulması gerektiğinin bile farkında değiller. Sadece boşaltıyorlar. Arkadan gelenler de
boşluğu dolduruyorlar.
Sorunu daha iyi görebilmek için bize bu teklifi
getirenlerin boşalttığımız alanları ne ile doldurduklarını düşünün.
Bize Kur’an yeter! Deyip Ulemayı
itibarsızlaştırdıklarında insanlar Kur’an alimi mi oldular? Yoksa Ulemanın
yerine TV uzmanlarını mı dinliyorlar?
Bize Kur’an yeter! Tekkelere, medreselere, tarikatlara
ihtiyaç yok deyip boşaltanlar, boşalan kitleleri camilerde mi yoksa stadyum,
halı saha, kahvehane, AVM’lerde mi ağırlıyorlar?
Bize Kur’an yeter! Diyerek sünneti (İslam Medeniyeti
davranış modelini) terke çağıranlar, bize yeni bir Medeniyet mi sunuyorlar? Yoksa
boşluğu Batı Medeniyetini taklitleri mi dolduruyor? (Kıyafetlerinize,
evlerinize, şehirlerinize, çocuklarınıza bir bakın. Oralarda hangi medeniyeti
görüyorsunuz?)
Gençlerin elinden Mesnevi’yi Yunus’u aldığımızda;
ellerine, Kur’an’ı mı yoksa Oscar Wilde’ı, Elif Şafak’ı mı alıyorlar?
Boş iş bunlar diyerek tespihattan, Kur’an süzmekten
vazgeçirdiğimiz insanlar ellerine Kur’an meallerini mi alıyor? Cep
telefonlarını, Facebook’ları mı?
Nafileler, nafiledir. Boşuna yorulmayın
diyerek nafilelerden vazgeçirilenler, nerelerde yoruluyorlar?
Kandil, mevlid, zikir gecelerini boşalttığımızda insanlar
çok daha bilinçli bir hale mi geliyorlar? Yoksa Televizyon başlarında mı
sabahlıyorlar? TV ekranlarından topluma aileyi, ahlakı, insanı, dini, zamanı yeniden
tanımlayıp tüm coğrafyayı Batı Medeniyeti üzerinden dönüştürdüklerini görüp
yine de insanları bu gecelerden TV başlarına göndermek Kur’an’a mı hizmet oluyor?
Boşluk, boş kalmıyor. Red edilen tüm unsurların yeri (peygamber
dahil) bir başka medeniyetin ürünleri tarafından dolduruluyor.
Bizler, Batılı Modernistlerin bize verdiği alan boşaltma
görevini yerine getiriyoruz. Arkamızı dönüp boşalttığımız alanları nelerin
doldurduğunu görebilecek fırsat ve basiretimiz yok.
(Nasipse devam ederiz.)
Önceki Yazı ; Batı zihni ile İslam’a bakmak 2 – Saldır ve Boşalt. Sonraki Yazı ; Batı zihni ile İslam’a bakmak. 4 – Sahihte nedir?
Ahmet
H. Çakıcı
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
0 yorum:
Yorum Gönder