(1. yazıdan devam)Bağlar 2 – Performans bağları.
Batı
Medeniyeti bağlar kıran değil, bağlar vuran bir medeniyet. Özgürleştiren
değil, işgal eden. Binlerce bağımlılık yöntemi ile insanı kullaştıran, modern
zamanların modern köleliklerini üreten bir medeniyet.
Reklam,
TV ve dizilerdeki rol modellerden toplumun zihnine bir “hayat modeli”
giydiriliyor. Toplumun idolü haline getirilen “özgür” kız,
“bağımsız” oğlan ya da “akıllı”, “hür” vatandaş olmak “bağsız”, “bağımsız”
olmakla değil, onların istediği markalara, bağımlılıklara bağlanmakla mümkün.
Marka,
moda, para, eşya, televizyon, cep telefonu, digitürk, internet,
bilgisayar, facebook, oyun, futbol, kredi, kredi kartı, iş, kira, araba, yat,
av, ilaç, alkol, uyuşturucu, ….. gibi binleri bulan, olmazsa olmaza dönüşmüş
bağımlılıklarla modern insanın etrafını sarılıp boynuna görünmez zincirler
atılıyor. Öyle ki yemek yemek, şifa vermesi gereken ilaç bile bir bağımlılığa
dönüşüyor.
Her
bağımlılık paradan, ömürden, aileden, sağlıktan fedakarlıkta bulunmayı
gerektiriyor. Bağımlılıkların artması kölelik veriminin artması anlamına
geliyor. Bu yüzden modern insanın parası hiç yetmiyor. Zamanı olmuyor.
Bağımlılıkların
sahipleri sadece alıyorlar. Vermiyorlar. Çünkü “hayır” kurumu değiller. Onlarda
“hayır” yok.
Sürekli
istiyorlar. Emeğimizi, paramızı, vaktimizi, çocuklarımızı, eşlerimizi neyimiz
varsa hepsini. Her bağımlılıkla modern insanın boynu biraz daha sıkılıyor.
Bağımlılıklarını sürdürebilmek için ahmakça, delice bir tempoda koşuşturmaya
razı oluyor.
Modern
insan, bir köle ya da mürit değil. O bir performans insanı.
Modern
insan, üstadına “itaat” eden değil, patronuna “performans” verendir.
Bu
bağımlılıklara direnenler medyanın gücü ile aşağılanarak, dağıtılıp tarihe
gömülmeye çalışılıyor.
Cami,
tarikat, cemaat, şeyh, hoca, usta veya benzeri “geleneksel bağlara” yapılan
saldırının ardında da toplumu özgürleştirme çabası yok. Amaç
modern/seküler bağlara yer açmak. Batıcı pozitivistlerce aşağılanarak
maneviyat meclisleri ile bağlarını kesmeye ikna edilemeyen toplum, Modernist
İslamcı Dil üzerinden hurafe ve bidat tanımları ile ikna edilmeye çalışılıyor.
Sanki
bu meclisleri terk edenler, “ Bir alim, bir sahabe olacakmış” gibi bir
yanılsama var ediliyor. Halbuki tarikat, cami, cemaat, zikir meclisleri ile
bağlarını kesenleri televizyon, kahvehane, stadyum, AVMler, dostunu getir
kazıklayalım geceleri(amway/gano ), dedikodu meclisleri, “Bir İstanbul
Masalı” havasında fitne ve şehvet gösterilerinden başka bir şey beklemiyor.
Geleneksel
aileye yapılan saldırı da aynı oyunun bir başka formu. Modern kadının, kendi
kendine “ayak”ta durabilmesi “hür” ve bağımsız bir “kişilik sahibi” olması,
“olmazsa olmaz” bir zaruret. Halbuki “Kocana bağımlı olma!” sloganı “Kendine
patron bul. Ona bağımlı ol.” Demenin başka bir yolu. Eşini memnun etmeye
çalışan kadın, “köle ruhlu”, patronu memnun etmeye çalışan “hür,
çağdaş, modern” kadın oluyor. Kocasına “efendim” demeyi zillet gören
hanımların, patronlarına “Süleyymaaann” diye hitap edememeleri onur kırıcı
olmuyor.
Üstad,
müridinin/talebesinin zaman içinde kemale ulaşıp, tamamen
teslim olmasını bekler. Buna karşılık mürid manevi iklimden (psikolojik
rehabiliteden) ve cemaat dayanışmasından faydalanır. Üstad,
müritlerinden sorumludur. Onlara düzenli vakit ayırır. Cemaat, üstadı ziyaret
edip, muhabbetine katılır. Cemaate aylarca uğramazsanız kimse size kızmaz. Bir
gün yine giderseniz, kapı açıktır. Modernler eğer bu yapıların içinde olursanız
iradenizi elinizden alınır. Koyunlaşırsınız. Şirke girer, hurafe ve bidat ehli
olursunuz. (?) Diyor.
Fabrikanın
veya markanın “aile”sine katılırsanız mürid olmazsınız. İşçi olursunuz.
Patronun sabrı yoktur. İşçiden hemen ve tam teslimiyet bekler.
Sıkıntı çıkardığınız anda kapıda kalırsınız. İstenilen anda orda olmanız
gerekir. Dakikalar hesap edilir. Bir kaç gün uğramazasanız, bir daha
giremezsiniz. Patrona karşı çıkmak mümkün müdür? İşletmeler patronlarına ayar
veren işçilerle dolu.(!) Çoğu kez patronu ziyaret etmek mümkün değildir.
Varlığınızdan haberi yoktur. Yine de ona sadık olup, şükran duygusu beslemeniz
gerekir. Bu sizi koyunlaştırmaz. Kafanızı kimseye emanet etmiş, şirke, hurafe
ve bidate de bulaşmış olmazsınız.
Patron
işçisine “para” verir. Para kapitalist sistemlerin kutsalıdır. Eğer
para alıyorsanız aklınızı, vaktinizi, emeğinizi, ruhunuzu ve hatta bedeninizi
teslim etmenizde sakınca yoktur. Alınan para ile birçok abonelik ve alışkanlık
edinilebilir. Her abonelikle, işçiliğin ve bağımlılığın süresi uzar. Taaaa
kabre girene[i] kadar
sürecek bir döngü başlar.
Aziz
Allah’ı hatırlatan kurumların vaadi maneviyattır. Maneviyatı güçlü toplumlardan
marka, alkol, uyuşturucu, moda, kozmetik, stadyum, lüks, gösteriş, digitürk,
antidepresan gibi bir sürü bağımlılığa dirençli insanlar çıkar. Hepsi mükemmel
örnek değillerdir. Ancak kapitalist ekonominin pek haz ettiği tipler de
değillerdir.
Hala
eski Türk filimlerinde olduğu gibi “Ben şerefimi paraya satmadım. Çocuklarıma
haram lokma yedirmedim..” repliklerine önem veren bir topluluğun dağıtılması
hurafe bidat meselesinden önce kapitalist ekonominin gereğidir.
Bu
bağımlılıkların maneviyat nehirlerini kurutması, bu nehirlerin suladığı kalbi
ve ruhu da kurutur. Kalbin ve ruhun kuruması insanı/toplumu çok daha büyük bir
çıkmazlara sokar.
Ancak
kuruyan kalpleri teskin edebilmek, huzursuz ruhları sükuna erdirebilmek Batı
Medeniyetinin ilgi alanında değildir. Her şeyden önce kurumuş kalplere gereken şifa "para" ekilen tarlaların meyvesi değildir.
(Nasipse
devam ederiz.)
Ahmet H. Çakıcı
14/Zilkade/1436
- 28/Agustos/2015
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Bağlar 2 – Performans bağları.
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
bağımlılık,
bağlar,
digitürk,
marka,
moda,
performans
0 yorum:
Yorum Gönder