Dil-Ruba'ya şükranlarımla
Hasan Aycın üstatdan. |
Aziz Allah (cc) Kur'an’da, insanın yaratılış merhaleleri[i]ni tanımlarken önce çamurdan
"kalıbı"[ii]
döktük, sonra çamura nefsini giydirdik,[iii] ardından ona, ruhumuzdan
üfledik diyor[iv].
Kabaca anlatılan, yeryüzünün en şereflisinin (eşref-i mahlukat) ve aynı anda
en alçağının[v]
(belhum adal) yaratılış sürecidir. İyiliğiyle melekleri önünde secde ettiren[vi], kötülüğüyle Şeytanın dahi
kendisinden Allah'a sığındığı[vii] bir varlıktır yaratılan. Sanırım verilen semboller üzerinden anlamı zorladığımızda, yaratılanın en az 4 boyutlu bir
varlık olduğunu iddia etmek mümkün oluyor.
1. Boyut; Cıvık “çamur”.
Dıştaki elbise. Kalıp, beden, vücud.
2. Boyut; “Nefs”.
Arzunun, hevanın, şehvetin merkezi. Aslı kötü değil. Ahmak ve şıp sevdi. Terbiye ve kontrol
edilmesi gerekir. Dünya’nın lezzeti, eğlenceliği.
3. Boyut; “İlahi Ruh”.
Aziz Allah'ın, insana kendinden üflediği ruhu; insandaki emaneti. Erdemin
ve insaniyetin rehberi. Vicdan. Bu boyut, insanı hayvandan ayırır. İlahi ruh yoksa
insaniyette yoktur.[viii]
4. Boyut; “Ben”. Yani irade, akıl ve kalp. Nefsin veya İlahi Ruh’un hidayetinde cesedi oradan oraya taşıyandır. BU dört boyuttan sadece “BEN” Ahirete intikal eder. (Şahsi ruh.)
Bunların hepsi farklı boyutlardır. Kilo alan biri yememeye karar verir.
Bir tarafı “Yeme!” der. Diğer tarafı “Ye” der. Karar veren başkadır. “Ye” diyen başka, “yeme”
diyen de, “yiyen” de başkadır.
Bir örnekle biraz daha açmaya çalışalım. Belki murad ettiğimiz yere
gidebiliriz.
Öğrenci çalışırsa iyi mesleki eğitim alabileceği bir öğretim kurumuna
girebileceğini bilir. Ona bunu, "İlahi ruh"tan ilhamını alan ve hayrı tespit edip, hayrın peşine
gidebilme yeteneği olan akıl söyler. Ancak “Nefs” o kadar uzağı
göremez. Üstelik sabrı da yoktur. O yüzden “Şu oyunu bitir de; sonra bakarsın!" der.
“Ben” hangisine tabi olursa “Vücud” o tarafa gider.
Eğer, “Sana ders çalışma da yasak! Üniversite de yasak!” derseniz onu
engelleyip “irade”den mahrum bırakmış
olduğunuzu “Ben”lik hemen fark eder.
Büyük ihtimalle de isyan etmek ister.
Ancak aynı “BEN”lik, akıl
ısrarla ders çalışmasını söylerken, “nefs”in onu boş ve yararsız olana zorlamasını “iradeye” saldırı olarak görmez. Halbuki Nefsin
“BEN”liğe vurduğu tasma hiçte
küçük bir baskı aracı değildir. Oyundan, tv ye, at yarışından, face’e
sürüklenirken “akıl”ın tavsiyesi sadece “kalp” sızlatır.
Paranın, şöhretin, şehvetin, makamın, gösterişin, uyuşturucunun, alkolün,
bilgisayar oyununun esirliği mahpusluğun esirliğinden daha kolay esirlikler
değillerdir. Nefsin, “Ben”e vurduğu tasma, gardiyanın zincirlerinden daha
kuvvetlidir.
Büyük şeyhlerin lakabının Ahrar/Hürler olması bundandır. Onlar “ben”liklerini
nefsin tasmasından kurtarmış oldukları için “Hür”dürler. Bu nedenle eskiler
HAK’ka kul olmadıkça ya da nefse kul oldukça hür olunamaz derler. Esir alınan
“Ben”dir. Yol HÜRlerin yoludur.
Sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, şehvet, para, mal vs bağımlısının sorunu, doğrunun ne olduğunu bilmemesi değildir. "Ben"liğin, aklın peşine gidebilecek, arzularına/nefsine
direnebilecek gücünün olmamasıdır. Yani sorun 1. boyutta/vücutta değil, 2.
Boyut veya 3. Boyuttadır. O yüzden modern tıbbın yani pozitivizmin sadece 1. boyutu (vücudu) hesap ederek hazırladığı ilaçlar insana şifa vermez. Veremez.
Ya nefs fazla beslenmiş, güçlendirilmiştir ya da ilahi Ruh
çok güçsüz bırakılmıştır.
Secdeden verelim örneğimizi.
Nefs, secde de değildir. Teslimiyeti zevk ve eğlenceyedir. (2. boyut).
"İlahi ruh" secdeden
kalkmaz. O teslimiyetin kendisidir. (3. boyut).
"Ceset", “BEN”e bakar. Ben nereye derse oraya gider. (1. Boyut).
“BEN”lik (4. boyut) bu arada nerededir?
O nefs ile ilahi ruhun mücadelesinin ortasındadır. Hangisinin klavuzluğu
ağır basarsa onun peşindedir. Ne nefsin ne de İlahi Ruh’un öldürülmesi mümkün
olmadığından, mücadele son ana kadar sürecektir. (Akıbetin-son anın hayrolsun.)
Gelenek der ki; kişi 1 sefer La ilahe illallah derse ya da 1 tek sefer
secde ederse ona ateş dokunmaz. Allah bilir ya, belki de doğruyu söylerler.
Söylerler de; acaba bu kelimeyi hangi boyuttan söylerler.
(Karışmamıştır umarım. Örneğe devam edelim de anlaşılsın.)
Mesela secdeye gidiyorum. Alnım secdede dizlerim, ellerim ve ayaklarım
secdede (Yani çamurdan kalıp secdeye yatırılmış.) Ama Nefsim (2.boyutum)
az önce karşılaştığım bir hanım efendinin gözlerinde takılı kalmış. Onun hayali
ile meşgul. Peşine “Ben”i de sürüklemiş.
Alın secdede; ama nefs dimdik ayakta; çevreyi kolluyor. “Nasıl da huşu
ile namaz kıldığımı fark ettiler mi? Uzuuuunn secdelerimi gören var mı? Şu namaz kılmayanlara da bak hele! Boş boş dolaşan binamazlarla bir miyim ben?" diye etrafı tarıyor. (Kibir, riya, ucub, adavet.....)
Alın secdede, çamur secdede lakin nefs dimdik ayakta.
“Ben”liğin burnu havada. Secdedeki vücudu seyrediyor.
Geleneğin konuştuğu insanın çamur boyutu değil, “Ben” boyutudur. Çamurun konaşacak neyi var? O 'nun söyledikleri gırtlağından aşağı inmez. Dilinin söyledikleri kendi kulağına ulaşmaz.
Mesele "BEN"liği secde ettirebilmektir.
“BEN”lik secde ederse, secdeden kalkmaz. Binlerce vakit namaz, binlerce secde, ruhu secde ettirebilmek içindir.
Mesele "BEN"liği secde ettirebilmektir.
“BEN”lik secde ederse, secdeden kalkmaz. Binlerce vakit namaz, binlerce secde, ruhu secde ettirebilmek içindir.
Mesela ayette der ki; "Sana dost olarak Allah yeter.[ix]" Dil bin sefer söyler, bir sefer “Ben”lik (şahsi ruh) söylemez. Dile milyon defa
söyletmek ruha 1 sefer söyletebilmek içindir.
Dil "Allah için verin. Karşılığını kat be kat fazlası ile Allah'tan alın." der. O der de. Kalp ikna olmamıştır[x]. İtimad etmez dilin
söylediklerine. "Ben" vermez. Veremez.
Henüz secde etmemiştir de ondan.[xii]
Yusuf Suresindeki ayetin üzerinde yeniden düşünmenin vaktidir. “Çoğunluğu Allah’a iman etmişlerdir. Ancak
müşrik olarak yaşarlar." (Yusuf 106)
Aziz Allah'ın rızasına değil, nefsin esaretindeki "BEN"liklerine çalışırlar. Allah dediklerin de dahi kastedilen, farkında olunmasa da çoğunlukla "BEN"dir.
Dil, "Allah Allah .... zikri çekerken..."; kalp nefsin ardına takılmış “Ben böyleyim, Ben şöyleyim, Ben var ya, Ben, Ben, Ben, Ben …” zikri çeker?
Alından, dizlerden bahsetmiyorum. Ruh secde etti mi? Diyorum.
Dilden bahsetmiyorum. Kalp ikna oldu mu? Diyorum.
Ya kalp ikna olmadıysa, Aziz Allah oraya misafir olur mu?
(Gücüm yeterse, nasipte olursa konu üzerine bir yazı daha.)
Ahmet
H. ÇAkıcı
[i] Nûh 14- “Yaradan insanı çeşitli merhalelerle
yaratmıştır.”
[ii] Rahman
14- “Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.”
[iii] Zümer
6- “O, sizi bir nefisten yarattı.”
[iv] Secde 9- “Sonra onu (Âdem'i) düzeltip
tamamladı, içine ruhundan üfürdü, sizin İçin kulaklar, gözler, gönüller yarattı."
[v] Araf 179 – “Hayvan
sürüsü gibidir bunlar. Hayır hayır, onlardan da aşağı, bunlar körü körüne
dünyaya dalıp gitmiş kimselerdir.”
[vi] Sad 72"Onu tesviye edip, düzeltip de
ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın."
[vii] Enfal
48 – “Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi de: Bugün
insanlardan size galip gelecek kimse yoktur, şüphesiz ben de sizin
yardımcınızım, dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce ardına döndü ve: Ben
sizden uzağım, ben sizin göremediklerinizi (melekleri) görüyorum, ben Allah'tan
korkuyorum; Allah'ın azabı şiddetlidir, dedi.”
[ix] Nisa
45- “Dost olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter.”
[xi] Hucurat
13- “Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok
korkanınızdır.”
[xii]
Safiüddin Erhan Bey’den alıntı.
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
1 yorum:
Ahmet Hakan Bey!Insan eşrefimahlukattır söylemi Kuran'a ait değil zaten. Sizin de oyle bir iddianız yok. Belhum adall da en alçak demek değil, en şaşkın demektir ikisinin arasında ciddi bir bakış açısı farkı vardir.
Yorum Gönder