Muharrem/1438
"...özgür
düşüncenin iki düşmanı Avrupa'nın bilgeliği ve Amerika'nın faydacılığıdır. Yeni
devletler bu ikisinin izni olmadan hiç bir fikri kabul etmek
istemiyorlar..."
(Simon Bolivar'dan alıntı. Eduardo Galeano, Aynalar s:206)
(Simon Bolivar'dan alıntı. Eduardo Galeano, Aynalar s:206)
Sömürgeciliğin sonuçlarından biri de tüm Dünya fikriyatının Batı düşüncesi tarafından tahakküm altına alınması oldu. Ortaya konulan
fikir; ya Batı Medeniyetinin kabul
edebileceği bir fikir olmalı ya da; “Bu fikirden, ne menfaatimiz var?” sorusuna
cevap verebilmeli. Bu iki süzgeçten geçemeyen tüm düşünce ve davranış
modelleri Batı düşüncesinin baskısı altında değişime, dönüşüme zorlanıyor. Dönüşüme yanaşmayan fikirler, davranışlar,
ritüeller değersiz, lüzumsuz hatta yok edilmesi gereken fikirler olarak görülüyor.
Bu tahakkümden ne yazık ki İslam Medeniyeti'de kendisini kurtaramadı. Son yüzyılda fikrini Batı düşüncesi ile uyumlu bir noktaya çekebilmek için bağrından bir çok mütefekkir
(?) çıkardı. Bu mütefekkirler 1400 yıldır Müslümanların göremedikleri pek
çok şeyi gördü (?), anlaşılamayan pek çok ayeti anladı (?) İslam Medeniyetinin Batı düşüncesi
ile uyuşmayan her ne hali varsa, Batı Medeniyetine uygun hale getirebilmek
için var güçleri ile çalıştılar.
Bu ağır tahrifat sürecinden İslam Aile modelinin de
etkilenmemesi mümkün değildi. İslam Medeniyetinin aile, erkek, kadın, çocuk,
ihtiyar tanımları son yüzyılın entellektüelleri, mütefekkirleri(?) tarafından tahrip edilip yerleri
boşaltılırken, onların yerine Amerikan Protestan hayat tarzının aile modeli
sessizce medya üzerinden yerleştiriliyor.
Kadının, hayatın merkezinde ama evinin dışında olduğu,
babanın kredi kartı ödeme makinesine dönüştürülüp evden, aileden ve
kavvamlıktan uzaklaştırıldığı; ihtiyarların, çocukların ve özürlülerin kreşlere, huzur
evlerine, bakım merkezlerine terk edilmeye ikna edildikleri bu "Kadın Egemen-Kadın Merkezli" model tüm Dünya’ya
bazen açık bazen subliminal/bilinçaltı mesajlarla yedirilmekte.
Komplo teorisyenleri; İngiltere, Almanya, Brezilya, Norveç, Güney Kore, Danimarka, Polonya, Bangladeş, Orta Afrika, İskoçya,
Hırvatistan, Liberya, Kosova, Letonya, Litvanya, Jamaika gibi başkanları
kadın olan ülkelerin ardından Amerika, Japonya, Avustralya, Singapur ve Yeni Zelanda’nın da
kadın başkanlara hazırlanıyor oluşunun aynı vakte denk gelmesini, son yıllarda haça gerilmiş İsa ikonlarının
yerlerini, Meryem Ana’nın büyütülüp belirginleştiği, İsa’nın küçülüp Meryem’in kucağına sığındığı
ikonlarla değiştirmesini, filimlerdeki rol model erkeklerin hep rol model kadınlara
tabi olmasını işaret edip “Kadın Merkezli” hayatın toplumlara dayatılması
sürecinin devam edeceğine yoruyorlar.
Bunu kadınların iyiliği için yapmıyorlar. Piyasada işçi fazlalığı ihtiyacını(?) kadın işçilerle kapatıyorlar. İşçi fazlalığı işçi ücretlerini düşük
tutmaya yarıyor. Böylece erkeğin çalışacağı maaşa karı-koca beraber çalışıyor.
Üstelik kadınlara verilen maaş ay sonu gelmeden takı/giysi/ayakkabı olarak
piyasaya geri dönüyor. Kadın evden çıkınca kreş, hazır besin, konfeksiyon, kozmetik, turizm gibi pek çok sektör hareketleniyor. Kadın merkezli aile çok daha cömert (!) bir tüketici. Üstelik aile daha liberal oluyor. Dini
duygular ve diğer baskı unsurları zayıflıyor. Mesela daha fazla aile, faizle banka
kredisi kullanabiliyor. Baba otoritesinde barlar sokağına gidemeyen, serbest cinsel hayata dalamayan çocuklar, anne otoritesini sallamıyor. Yani kapitalist yapı kadından çok yönlü
faydalanıyor. Kendi kocasının, çocuklarının hizmetini yapmak istemeyip evinden,
çocuklarından, komşularından vazgeçmeye ikna edilen kadın; erkeğin yükünü de
sırtlayıp bütün gün bir fabrikada veya ofiste başkalarının erkeklerinin, başkalarının
çocuklarının hizmetlerini görmeyi prestij kabul ediyor.
(Bu yönlendirmenin ardında olduğu iddia edilen Rothschild
ailesinde kızların yönetici pozisyona gelememeleri ve hatta kimle evleneceklerine bile babaları
tarafından karar veriliyor olması nasıl açıklanmalıdır?)
Batı Medeniyetinin geliştirdiği aile modelinin
geldiği yer; özellikle büyük şehirlerde ailenin neredeyse yok olduğu, 40 yaş üzeri kadının
yalnızlığa mahkum edildiği, çocukların bakımının ancak kanun zoru ile aileye
dayatıldığı, 12 yaş ve üzeri çocuklarda serbest ilişkinin normal kabul edildiği,
bu nedenle okullarda kız çocuklarına prezervatif dağıtıldığı, uyuşturucunun
serbest dolaşımının tartışıldığı, özürlülerin ve yaşlıların toplumdan dışlanıp “ıskarta
bekleme kamplarına”[i]
hapsedildiği, alkolizmin tüm toplum tabakalarında büyük bir tahribat yaptığı,
her 3 kişiden birinin antidepresan kullandığı bir toplum oldu.
Aynı yolu takip ederek başka bir yere çıkacağını ümit etmek
ancak ahmakların işidir. Bu yolu takip ederek bizimde ulaşacağımız yer orası.
Batı medeniyetinin zokalanmış kelimelerini tekrar etmektense daha
“huzurlu” bir modeli ortaya çıkarmış olan İslam Medeniyetinin mensuplarını
mesela Geylani’yi “ailede huzurun teminini” anlatırken
dinlemeyi tercih ediyorum.
Geylani 2 ayetten hareket ediyor. Bunlar Bakara Suresi 228. ve 187. Ayetler.
Anlayabildiğim ölçüde Geylani’den faydalanıp kendi
fikirlerimi de içine katarak Bakara 228. ayetten başlamak istiyorum.
"...Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece öndedirler. Allah azizdir, hakimdir."
"...Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece öndedirler. Allah azizdir, hakimdir."
(Batı modeli için felaket bir ayet. Aman
Allah’ım hemen, acilen, mutlaka düzeltilip Amerikan Protestan mantığa uygun tevili yapılmalı.)
Geylani bu ayetin ailede huzuru temin edebileceğini
söylüyor.
Çiftlerin birbirleri üzerine hakları vardır. Ancak
hanımefendiler erkeklerin 1 adım önde olduğunu unutmasınlar. Buna dikkat
etsinler. Erkeğin önüne geçmesinler. Erkeğin “er”liğini kırmasınlar. Diyor.
Eğer hanımefendiler erkeğin önüne geçer ve erkekliğini
kırarlarsa; erkek, “er”liğine sahip çıkabilmek adına kadınla mücadeleye girer.
Karşılıklı bir “terbiye etme” süreci başlar. Kadının psikolojik üstünlüğüne karşılık, erkeğin kas üstünlüğü vardır. Psikolojik harbin sonunda erkek, ya "ER"liğinden vazgeçer ya kadını darb eder ya da kaçar.
Eğer "kimin dediği olucek" kavgalarının sonunda yenilen erkek olursa; kadın için asıl felaket gelir.
Eğer "kimin dediği olucek" kavgalarının sonunda yenilen erkek olursa; kadın için asıl felaket gelir.
Hem erkeğin dışarı ile vermesi gereken kavga, kadının
omuzlarına kalır, (Buda onu yorgun, depresif, saldırgan, sert, erkeksi yapar. Yani kadınlığını kaybeder.) hem de erkeğinin “er”liğinden mahrum kalır. Kendi
eli ile ezdiği, aşağıladığı, “er”liğini kırıp erkekliğinden ettiği erkeği artık beğenEmez. Ama belki de ona bir ömür boyu mahkum ve mecbur olacaktır. Yani kırılan “ER”liğe erkek kadar
kadında muhtaçtır.
Kadının sığınamayacağı, sakinleşemeyeceği, sükun
bulamayacağı bir erkekte huzur bulması mutlu olması mümkün müdür? Ya kadınının nezdinde “er”liği,
gururu, kalbi, otoritesi kırılmış bir erkeğin huzur vermesi mümkün müdür?
Bu ayet kadına, erkeğinin “er”liğini kırıp kendi limanını yok etme der gibidir.
Bu ayet kadına, erkeğinin “er”liğini kırıp kendi limanını yok etme der gibidir.
Kadının erkeğin erkekliğine saygı gösterip, kendini
frenleyerek erkeğin önüne geçmemeye çalışması kadın için kayıp değildir. Çünkü
erkek psikolojik olarak kadından daha güçsüz olduğu için kararlarında kadınla
çatışmamayı gözetir. Bu çatışma çıktığında psikolojik harbi göğüsleyemeyerek
ortamdan kaçan genelde erkektir. Şiddet erkeğin kadın karşısında
yenilmişliğinin dışa vurumudur. (Kahvehaneler, okey salonları kadınlarından
kaçan erkeklerin sığınma evleri olarak hala iş görür.)
Erkek eve huzur getiremez. Buna gücü yoktur. Dilerse eve
huzuru getirebilecek olan kadındır. Bin senelik “Yuvayı dişi kuş yapar.”
kelamında kastedilen yuva duvarlar, kiremitler değildir. Sorunlu bir ailenin arasına
girdiğimde hanım efendiye "Neden böyle davranıyorsun?" demiştim; “Ben biliyorum.
Böyle davranmazsam her şey güllük gülistanlık olur. Ama o zaman, o kazanır. Onun
kazanmasını istemiyorum.” Demişti. Anlatmak istediğim şeyi hanımefendi anlattı.
Erkeğin böyle bir mücadele gücü yok. Görebildiğim kadarı ile kadın dilediği
yerde mücadeleyi başlatıyor, dilediği anda da kesebiliyor.
Erkeğin “Er”liği, rahmi
(koruma ve muhafaza) sahibi kadını dengeler. Eğer kadın erkekle eş/eşit olursa rahimde
(koruma güdüsünde) erkeğin “ER” liğini boğar. Erkek kendi çocukları önünde bile
saygı görmeyen bir pozisyona düşer. Halbuki kadının koruma gayreti ile başlarını
döndürdüğü, TANRI makamına oturttuğu çocuğa karşı gücü ve dengeleyici unsuru, babadır.
Çocuğa karşı güçsüz olan anne, babayı kırdığında çocuğu yoldan çıkarır.
Hatırlatmakta fayda var sanırım. Gelenekte çocuğun baliğ
olması Tanrı ile Baba’yı birbirinden ayırabilmesi ile tespit edilir. Çocukta
Tanrı kavramı baba ile örtüşür. Bu süreçte babayı örseleyen çocuktaki Tanrıyı
da örseler.
Nasipse devam ederiz ............
Ahmet H. Çakıcı
Gelecek yazı : Sonraki yazı : Kadın ve Huzur bir arada Mümkün mü-2
[i] Huzur
Evlerinin, Akıl Hastanelerinin, Özürlü Bakım Evlerinin fonksiyonu; üretemeyen
veya tüketemeyenlerin (öldürülerek yok edilmelerinin suç olması nedeniyle)
sistemin onlardan kurtulabileceği ana kadar onları toplumdan tecrit etmek,
toplumun huzurunu kaçırmalarına engel olmaktır.
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
2 yorum:
Ben Türk toplumunda kadınların iş hayatına atılmasının sadece sebebi kapitalizm veya sosyalizm olduğunu düşünmüyorum ..dünyanın globelleşmesi internet gibi haberleşme cihazlarının artmasıyla eskiden kapalı kapılar altında olan aile hayatı şimdi daha bilinir olmuştur..bunun olumsuz yönleri hiç tartışılmaz..ama Kadınların aile içinde gördüğü maddi ve manevi zulümler daha bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır..ezilmiş kadın.asağılanmış hakarete uğramış dövülmüş hatta kezzap ile yüzü yakılmış kadının ne kadar çok olduğunu görüyoruz...keza yetiştiğimiz ailelerin yüzde yetmişi bile ezilen kadınlar ..bu Kadınların güçlü olmak istemesini tetiklemiştir.Sonuç olarak en kesin çözüm Erkek çocuklarımızı.kız çocuklarımızı doğru yetiştirmekten geçiyor..bu güne kadar yapılan Aile eğitimini değiştirmekten başka bir çare yoktur..yoksa kapitalizmin ve sosyalizmin ve başka izimlerin kucağına kendi ellerimizle kadınları atmayacağımız bir Aile eğitimine ihtiyacımız var. Türkiyede istatistik yaparsak yanlız kadınların yüzde onu nun kendi egosundan güçlü olmak istediğini görürüz yüzde elli si ise ezilmişliğin verdiği tepki olarak karşımıza çıkar..geri kalan kısımda bu ezilmişliği kabul eden kaderi olarak kabul eden boyun eğen kadınlardır..bu Kadınların Anneliğin de büyüyen kız çocukları da zaten yetişkin birey olduğunda güçlü olması gerektiğine inanacak bir kesimi oluşturacak..sözün özü yanlış eğitimin bir sonucu olarak güçlü kadın figürü oluşmuştur
Allah razı olsun.
Yorum Gönder