Plassey Savaşı'ından sonra Robert Clive |
Sanayi Devrimi ve Komünizm (İnsan Hakları)
(Bu yazılarda bir çok şey eksik)
Yığılan servetler Avrupa’da;
ahlakla, dinle, kilise ile pek de işi olmayan yeni bir zengin zümre var etti: Kapitalistler.
Kalabalıkları kendi menfaatine tapmaya, kendi akıllarından başkasını dinlememeye ikna edip, toplumu bir araya getiren kutsalları da sarsınca kapitalistlerin
önündeki en büyük engel -Kilise ve cemaatler- etkisiz hale geldi.
1789 yılındaki Fransa Devriminin
monarşik iktidarları zayıflatması, Ulus Devletlerin ve Milliyetçilik
ideolojilerinin tarih sahnesine çıkışları için yol açtı. Yılların monarşilerinin
yerine yeni bir yönetici sınıf dünya siyasetinde rol üstlendi. Ama yeni yönetim
biçimlerinin Tanrı’dan gelen “asaletleri” veya “kutsal”lıkları yoktu. Toplumu bir arada tutabilmek için, onları "kutsal millet" miti ile bir araya getirip “daha iyi bir gelecek” vaad etmekten başka bir yol bulamadılar. Ancak daha iyi bir gelecek için çok paraya ihtiyaçları vardı. Ve para
da kapitalistlerdeydi.
Kapitalistler, iktidarları paraları
ile destekleyip, medya gücü ile de kitleleri iktidarın çevresinde tutuyorlardı.
Bu sürecin sonunda Marx’ın deyişiyle; “devlet, zenginlerin yönetim kurulu”na
dönüştü.
Bir kaç yüzyıl boyunca yapılan bu
büyük yağmanın sonucu zenginleşen eski haydut/korsan yeni kapitalistlerin
Kiliseye ve krallara karşı elde ettikleri zafer, uzak diyarlarda ve çok
maliyetli olan kolonilerini Avrupa’ya taşıma cesaretini kendilerine verdi. Avrupa’da
öyle korkunç bir düzen kurdular ki; engizisyon mahkemelerine rahmet okuttular.
Özellikle, İngiltere’deki 1700
yıllardan itibaren sanayi alt yapısına yönelik keşif ve geliştirmeler, devasa
atölyelerin, fabrikaların, maden işletmelerinin dolayısı ile sanayi
şehirlerinin doğuşuna öncülük etti. (1758-1791) Ancak bu devasa sanayi
şehirlerinin nüfusları sanayi işletmelerini besleyebilecek durumda değildi. Çalıştıracak
insanlara/kölelere ihtiyaçları vardı. Oxford Üniversitesi profesörlerinden Jane
Humphries: “Fabrika sahipleri ucuz, uysal ve çabuk öğrenen işgücüne ihtiyaç
duyuyorlardı. Bunu da şehirlerin yoksul kesimlerinde buldular…” diyerek durumu
ifade eder.
Aydınlanmanın toplumları bir araya
getiren kutsal değerleri tarümar etmesiyle paramparça olup bir araya gelemeyen toplumları,
kapitalistler; “para/maaş” ortak değeri ile kendi çevrelerinde topladılar. Artık dünyada yeni bir toplumsal sınıf daha vardı: “İşçiler”
İngiltere'de kömür ocağına inen işçiler. |
Köylerinde, “kimsenin olmayan bir
toprağa” inşe ettiği evi ve yine “kimsenin olmayan ormandan” temizlediği
araziyi ekip dikerek kendi kendine yeten taşra nüfusunun; ulus Devletin tüm
arazileri parselleyerek el koyması ile kendi yurtlarında, ev yapabilecek,
hayvanlarını bakabilecek arazileri kalmadı. Baba malı arazi, mirasta bölüşülüp
küçülünce sonraki nesillere kırsalda yaşamak imkansız hale geldi. Tüm kırsal
büyük şehirlere göçmeye ve sermayenin eline işçi olmaya mahkum edildi.(Türkiye
gibi modernleşme sürecine geç giren devletlerde bu süreç devam etmekte, hala
köylülerin elinde kalan araziler, devletin gözetiminde bankalara
kredi/ipotek/haciz yoluyla transfer edilmeye devam edilmektedir.)
Mesailer 12-18 saati buluyor
havalandırmasız, sağlıksız, sigortasız, izinsiz koşullarda çalışılıyordu.
Bundan kadınlar ve çocuklarda istisna değildi.
Çocukların mesailerinin 10 saatle sınırlanması
için verilen mücadeleden ancak 80 senede sonuç alınabilmişti.
Kömür madenlerinde ve dokuma
fabrikalarında çalışan çocukların ömür ortalaması 20’li yaşları bulmuyor,
maaşları bir kaç peniyi geçmiyordu.[1] Çocuklara
verilen yemek domuz yağı, yulaf çorbası ve kara ekmekti. Samuel Oldknow adlı İngiliz sanayici çocuklara süt
verdiği için “İyilik Babası” lakabı ile efsaneleşmişti.”[2]
Kız, erkek, küçük, büyük çocukların yatakhanelerinin aynı yerde olması hem
ustabaşıların hem büyük erkek çocukların cinsel istismarını sıradanlaştırmıştı.
Tecavüze uğramadan büyüyen çocuk neredeyse yoktu. Sağlıksız maden ve fabrika
koşullarında çalışanlarda ortaya çıkan “mill fever[3]” ve “tüberküloz”
(verem) hastalığı korkunç bir yaygınlık göstermişti.
1837 Yılında Fransa’nın 10
bölgesinden askere alınan 10.000 gençten 8980’inin sağlıksız ortamlarda,
yetersiz beslenerek, günde 16-17 saat mesailerle çalışmalarının neticesinde
sakat veya askerlik yapamayacak derecede hasta olduklarının tespiti konu
hakkında bir fikir verecek niteliktedir.”[4]
İlginç olan bunun raporlara insani kaygı ile değil, savaştıracak asker
bulunamama endişesi nedeniyle güvenlik problemi olarak girmesidir.
Kendi imalathanesinde 8 yaş altı
40-50 çocuk çalıştıran dönemin liberal köşe yazarlarından birinin, kendisine yapılan eleştirilere gazetedeki
köşesinden verdiği cevap, Kapitalistlerin vakıaya
nasıl baktıklarını açıklayabilecek nitelikte: “Biz evrim teorisine
inanıyoruz. Evrimde aslolan büyük balığın küçük balığı yemesidir. Doğal olan
budur. Bunun tersini düşünmek akla ve bilime sığmaz..... Onların küçük balık
olmalarını tayin eden ben değilim.”[5]
Dönemin İngiltere Başbakanı William
Pitt’in çocuk işçiliği hakkında söyledikleri, devletin de bu halden pek bir
şikayetinin olmadığının ve işbirliğinin itirafı gibidir: “Çocukların...
ihtiyaçlarını sağlamaya yeten bu mesailerinin, memleketin sırtından ne ağır bir
yük kaldırdığını ve milli refah ve zenginliğe ne derecede yardımcı olduğunu
görerek hayrete düşeriz…”[6]
Durum sadece İngiltere ve Fransa’da
böyle değildi: Almanya ‘da, Belçika’da, Hollanda’da, İsveç’te de[7] yaşananlar benzerdi. Mesela Belçika’da Wallonia kömür ocaklarında
10-12 yaş arası çalıştırılan çocuk sayısı 10.000’in üzerindeyken, kaldıkları
barınakların yağmur ve rüzgara karşı korunaksız olduğu 1846 yılında rapor
edilmişti.
İşçilerin hayat şartlarını
iyileştirme konusundaki ilk teklif kendisi de bir dokuma fabrikası sahibi olan
Robert Peel tarafından Avam Kamarasına
getirilmiş ve aynı yıl kabul edilmiş ancak hiç bir pratik etkisi söz konusu
olmamıştı. Asıl yasa, Lord Althorp Yasası olarak da bilinen 1833’te kabul
edilen yasadır. Ancak tüm İngiltere sathında müfettiş olarak görevlendirilen
kişi sayısının sadece 4 olması, konunun iktidarca ne kadar ciddiye alındığına
işaret edebilir.
İlk İtirazlar
Avrupa ‘da vahşi kapitalizmin berbat koşulları altında çalışan; ancak, maaşlarını bile doğru düzgün alamayan
kitlelerle zenginler arasındaki uçurum ilk olarak 1811-1812 yıllarındaki
Luddite isyanlarını doğurmuştur.
1848 yılındaki hareketler ise yeni
zenginleri ürkütecek boyutlara ulaşmayı başarmıştı. Fransa’da başlayan işçi
hareketleri, Avrupa kıtasının neredeyse tamamını etkilemişti. Önce Viyana,
sonra Berlin ayaklanmış, ardından gösteriler İngiltere ve İtalya’ya
yayılmıştı. Ayaklanmalar sırasında İngiliz kralı Louis-Philippe, altı
yaşındaki torunu lehine tahtan çekilip Paris’e kaçtı. Fransa’da da burjuva
ilk kez kendisinden olmayan birinin yönetime gelmesini kabullenmek zorunda
kaldı. Louis Napolyon.
Mark Mazower bu isyanları; "devrimcilerin
hükümdarları devirdikleri; Paris, Prag, Viyana ve Venedik'te özgürlük
çığlıklarının işitildiği olağanüstü bir yıldı, 1848." Diyerek tanımlar.
1848 olaylarının sonunda işçiler, iktidar
ve kapitalistleri ürkütüp bazı kazanımlar elde etmeyi başardılar. Ancak hala
insani hayat şartlarının çok uzağındaydılar.
Kapitalizm ve kapitalizmin siyasal
üst yapısı olan liberalizmin ulus devletle yaptığı işbirliğinin ortaya
çıkardığı felaketi Hegel, Engels, Weber gibiler görmüşse de bunların içinde kitleler
üzerinde en etkili olan düşünür Karl Marx oldu. Marks 1848 olaylarının üzerine
Komünist Manifesto’yu yayınladı.
Kapitalist sistemin bir
patlamaya(devrim) sebep olacağının tespitini ve eleştirisini yaptı. Çözümün
komünizmde olduğunu söyledi. Komünizm, güçsüzleri bir araya getirmek isteyen
yeni bir cemaatçilik teklifiydi. (Komünizm ismini, Hz İsa’nın havarilerini bir
araya topladığı ve herkesin yanında getirdiğini diğeri ile paylaştığı komünyal
ayinden aldı.)
Tüm malların ve üretim araçlarının toplumun ortak mülkü olduğunu
bunlardan eşit şekilde faydalanılması gerektiğini iddia ediyordu. Fakirler bir araya geldiklerinde onlara önderlik (sovyet-şura) edecek
emekçilerin olması gerektiğini, bu konuda din adamlarına/Tanrıya
güvenilemeyeceğini çünkü din adamlarının; fakirleri, sermaye ve krallara
sattıklarını ifade etti. Önderliğe, yol göstericiliğin bilim adamlarınca
yapılması gerektiğini düşünerek Modernizm öncesi Aydınlanma hareketine de göz
kırptı.
Komünist hareket sadece Rusya da etkin
değildi: 1890’da verdiği manifestoyu 1920’de Fransa’da partileşmeye vardıran
Fransız Komünist hareketi yetiştirdiği düşünce adamları ile Rus Komünist
düşüncesinin gerisinde olmadığını göstermiştir.
İngiltere’de 1864’te 1. Enternasyonel kurulurken 1880’lerde sendikalar 1,000,000 üyeye ulaşabildiler. 1913 yılına gelindiğinde rakam 4,100,000’e, 1920‘de 8,500,000’a ulaşmıştı. Bu arada 1888'de Londra'da, son derece düşük ücret alan işçi kızlar, 1889'da da on bin dok(liman) işçisi, sistemi felç edip isteklerini patronlara/kapitalistlere kabul ettirmeyi başardılar. [8]
İngiltere’de 1864’te 1. Enternasyonel kurulurken 1880’lerde sendikalar 1,000,000 üyeye ulaşabildiler. 1913 yılına gelindiğinde rakam 4,100,000’e, 1920‘de 8,500,000’a ulaşmıştı. Bu arada 1888'de Londra'da, son derece düşük ücret alan işçi kızlar, 1889'da da on bin dok(liman) işçisi, sistemi felç edip isteklerini patronlara/kapitalistlere kabul ettirmeyi başardılar. [8]
ABD’de 1875’te maden işçilerinin
grevinden mesul görülen 16 maden işçisi idam edildi. 1877'deki Demiryolu
İşçilerinin Grevi'nde askerlerin açtığı ateşte 26 işçiyi katledildi. 1886’da
Marangozlar Sendikasının düzenlediği Emek Hareketi, greve gitti. Olaylarda 6
işçi öldü. 1894’te Yataklı Vagon İşçileri Sendikasının grevi tüm ülkeyi saran
bir grevdi ve 30 işçi öldü. 1912’de Sosyalist parti üye sayısını 100.000’in
üzerine çıkardı.
Almanya işçi örgütlenmelerinin gücünden rahatsız olunca tüm komünist hareketleri yasaklayıp sıkı takibe aldı. Durum diğer ülkelerde de çok farklı değildi. Komünist hareket, kapitalistleri korkutmayı başarmıştı.
Almanya işçi örgütlenmelerinin gücünden rahatsız olunca tüm komünist hareketleri yasaklayıp sıkı takibe aldı. Durum diğer ülkelerde de çok farklı değildi. Komünist hareket, kapitalistleri korkutmayı başarmıştı.
Kapitalistler bağıra bağıra gelmekte
olan komünizm dalgasını durdurabilmek için yüzyıllardır öldürmek için
uğraştıkları Tanrıyı yardıma çağırdılar: Bütün Dünya’da komünizm karşıtı
dernekler kurup; Komünistlerin Allah’sız olduklarının, Tanrıya inanmadıklarının
propagandasını yaptılar.
Marx, devrimi ve devrimin olacağı yeri öncelikle Fransa olmazsa İngiltere veya Almanya olarak tahmin etmişti. Marx, haklı çıktı; devrim oldu. Ama Moskova’da.
Ekim, 1917 Moskova |
Vahşi kapitalizmi kendi
topraklarının dışına taşıdılar. Kendi
yaşadıkları ülkelerde insan ve işçi hakları standardını yükselterek, isyan ve
devrimin var olabileceği koşulları yok etmeye; kendileri, aileleri, paraları ve
şirketlerinin merkezleri için güvenli ve korunmuş bir bölge inşa etmeye karar
verdiler.
Dikkat edilirse, kapitalistler
insani olanı kabul etmediler, sadece tehlikeyi kendilerinden uzağa gönderdiler.
Nike firmasını çocuk işçiliği konusunda eleştiren bir karikatür |
Unicef’e göre şu an dünyada 170
milyon çocuk işçi bulunurken, bunların %73'ü Fortune 500 listesinde yer alan Dünyaca ünlü şirketlerde çalışmakta.[10]
Kendi ülkelerinde silah satışını
yasaklayan ya da sıkı kontrole alana Batı, iş Suriye, Irak, Nijerya olunca
silahları kamyon kamyon dağıtmaya başlıyor.[11]
Londra’da, izmariti yere
atmayı medeniyetsizlik sayanlar Afrika’da, Asya’da kurdukları fabrikalarda nehirleri, gölleri,
denizleri, toprakları hatta insanları zehirliyor, genetiği
ile oynanmış ürünlerin kendi ülkelerinde satışını kontrol altına alırken, fakir ülkelere mucizevi
ürün diye pazarlıyorlar.
Vietnam, Kamboçya, Guetamala gibi
birçok ülkede küçücük yaştaki çocukların üzerine kurulmuş seks ekonomileri var
ve çocuk seksinin (pedofili) en büyük müşteri grupları Avrupa’dan. Her tatil döneminde bu
ülkelere seyahat ve tatil önerilerinin reklamları tüm medyadan yapılıyor. (Türkiye'de İslamcı Medyada bile bu reklamlar yer almaya başladı.) Ancak
görmezlikten gelinir. Avrupa’lı ülkelerin çocuklarını taciz etmek büyük suçtur
ancak gelişmemiş ülkelerde çocuk seksi suç değildir. Bu görülemez, aynı her Batı’lı
ülkede yığınla kadının fuhuş sektöründe olduğunun ,devletler ve kadın
hareketleri tarafından görülememesi gibi.
Örnek çoğaltılabilir, lakin maksat
anlaşılmıştır.
Sonuçları:
Komünizmin insanlığa en önemli hediyesi, Avrupalı sermayeyi korkutarak onları sosyalistlerle iş birliği yapmaya ve sosyalist devleti geliştirmeye razı etmesiydi. 1700'lerden itibaren Avrupa'ya inşa ettiği kolonilerini, 1950'lerden sonra Avrupa'nın dışına taşıyarak Avrupa'da bir huzur adası var etmeye çalıştı. Avrupa, ilan ettiği İnsan Hakları Beyannamesini ise Avrupa'nın dışında pek umursamadı.
Komünizmin insanlığa en önemli hediyesi, Avrupalı sermayeyi korkutarak onları sosyalistlerle iş birliği yapmaya ve sosyalist devleti geliştirmeye razı etmesiydi. 1700'lerden itibaren Avrupa'ya inşa ettiği kolonilerini, 1950'lerden sonra Avrupa'nın dışına taşıyarak Avrupa'da bir huzur adası var etmeye çalıştı. Avrupa, ilan ettiği İnsan Hakları Beyannamesini ise Avrupa'nın dışında pek umursamadı.
Vahşi kapitalizm, fakir ülkelere
ihraç edildiğinden, sömürgecilerle-sömürenlerin arasındaki mesafe açıldı. Hatta sömüren tamamen ulaşılmaz hatta görünmez oldular. Bunalan kitleler, karşılarında sömürücülerini bulamıyorlar. Sömürgeciler, silah ve para ile destekledikleri yerli kompradorları[12] onların karşılarına çıkarıyorlar. Bir araya gelebilip de birini alaşağı edebilirlerse, sömürgeci yeni bir tanesini
onların yerine tayin ediyor. Bu nesiller boyunca böyle sürüp gidiyor.
Umutsuzluk içinde kalan kitleler; duvarları, dağları, denizleri, gümrükleri aşıp, yüz binlerce kaderdaşlarının yollarda telef olduğunu göre göre Avrupa’nın
güvenli bölgelerine sığınıp vahşi kapitalizmin sonuçlarından kendilerini ve çocuklarını korumaya çalışıyorlar.
Mülteci politikaları, köle ticaretinin ekonomik yolu: Kölenin avlanması, taşınması, yetiştirilmesi, dil öğretilmesi, gardiyanların maaşı ile her anı maliyetli ve çok riskli bir ticarettir köle ticareti. Daha ucuz bir yöntem bulununca, terk edildi.
Ve Alain Touraine’nin tespiti ile
“Patronları, bu işçilere ertesi gün işe gelmeleri için ihtiyaç duydukları
rakamın üstünde para vermeye hiç bir söz ikna edemiyor.” Ne yazık ki; iktidarlar mevcut
kanun ve düzenlemelerle, kendilerini destekleyen sermayenin çıkarlarını ve pozisyonlarını korumayı görev biliyorlar.[13]
İlan edilen İnsan Hakları ise, temelde "Avrupa’lı insanı" İnsan kabul ederken onun dahi ŞEREF ve barınma hakkını henüz tanımaya yanaşmadı. Fakirler ölmeye yönlendirildikleri kendi vatanlarında bile bir barınak sahibi olabilmek için 30-40 sene çalışmak zorundadırlar. Vatan için ölmeleri gerekir. Ama o vatanda paraları yoksa yerleri de yoktur. Bu bölümü bir alıntı ile bitireyim:
10 Kasım 1948’de ilan edilen İnsan
Hakları Beyannamesi Şemseddin Yeşil Efendi’nin eline verilince, üstad
beyannameyi okumuş ve suratı asılmış; “İnsanın şerefini korumayıp, cesedini
koruyan beyanname, köleyi değil köle satıcısını korur.” Demiş.
(Af buyurun.) Umumhanede günde 20-25
erkeğe hizmet vererek geçimini sağlayan bir hanım efendinin hastalıklarını dert
edinirken, ona onurlu bir yaşam yolu açmayan bir beyanname, kadının değil kadın
satıcısının sermayesini menfaatini koruma derdinde bir beyannamedir.
Avrupa’yı radikal kararlar almaya
zorlayan zihnindeki önemli travmalardan bir diğeri de dünya savaşlarıydı.
Nasipse devam ederiz.
Ahmet H. Çakıcı
Rebiülahir 1439/ ALANYA
Sonraki yazı: Dünya Savaşları
[1]
William Balake’in baca temizleyicisi çocuklar için yazdığı şiir.
Küçük siyah bir şey
karlar arasından
“Temizlikçi!” diye haykırdı kederli bir sesle:
“Söyle bana, nerede senin annen baban?”
“Dua etmeye gittiler kiliseye
Çimenlerde beni mutlu gördüler
Gülüp oynuyordum karlar üstünde
Ölüm elbisesini giydirdiler
Bu kederli şarkıyı öğrettiler bir de
Şarkı söyleyip mutlu göründüğüm için
Sandılar ki bir kötülük yok yaptıklarında
Şükretmeye gittiler, Tanrı’ya, rahibe, krala
Acılarımız üstüne cenneti kuranlara.”
*Kehanetin Gölgeleri, William Blake, Türkçesi: Tozan Alkan, Desenler William Blake, Varlık Yayınları, 280 s.
“Temizlikçi!” diye haykırdı kederli bir sesle:
“Söyle bana, nerede senin annen baban?”
“Dua etmeye gittiler kiliseye
Çimenlerde beni mutlu gördüler
Gülüp oynuyordum karlar üstünde
Ölüm elbisesini giydirdiler
Bu kederli şarkıyı öğrettiler bir de
Şarkı söyleyip mutlu göründüğüm için
Sandılar ki bir kötülük yok yaptıklarında
Şükretmeye gittiler, Tanrı’ya, rahibe, krala
Acılarımız üstüne cenneti kuranlara.”
*Kehanetin Gölgeleri, William Blake, Türkçesi: Tozan Alkan, Desenler William Blake, Varlık Yayınları, 280 s.
[5]
Okumalarım sırasında rastladığım bu metne
nerede rastladığımı daha sonra bulamadım.
[6]
http://dunyalilar.org/sanayi-devriminden-gunumuze-cocuk-somurusu.html/
[8]
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/9610
[9]
http://web.bilecik.edu.tr/ahmet-unlu/yazarlardan-alintilar/sade-vatandas-olarak-zuhal-nakay-nike/
http://aa.com.tr/tr/dunya/dunyada-40-milyon-modern-kole-var-/914251
http://aa.com.tr/tr/dunya/dunyada-40-milyon-modern-kole-var-/914251
[10]
https://labs.theguardian.com/unicef-child-labour/
[11]
https://www.evrensel.net/haber/189236/microsoft-un-cocuk-koleleri
[12]
Komprador: Sömürgeci, yerlilerden seçtiği
işbirlikçisi.
[13]
Alain Touraine, Modernliğin eleştirisi, Terry
Eagleton, Tanrı’nın Ölümü
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Avrupa’nın Travmaları 4 - Sanayi Devrimi ve Komünizm
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
çocuk sömürüsü,
fabrika,
insan hakları,
komünizm,
plassey Savaşı,
sanayi devrimi
0 yorum:
Yorum Gönder