Önceki Yazı: Bi Acayip Aileler.
Tüm bu acayip partnerli yeni aile formlarının insan nüfusunu etkileyebilecek yaygınlığa erişebilmesi için öncelikle kadının ve erkeğin birbirlerinden uzaklaşmaları yani ailenin yoldan çekilmesi gerekiyor.
Tüm bu acayip partnerli yeni aile formlarının insan nüfusunu etkileyebilecek yaygınlığa erişebilmesi için öncelikle kadının ve erkeğin birbirlerinden uzaklaşmaları yani ailenin yoldan çekilmesi gerekiyor.
Zehri altın tas içinde sundular
Balı da ona suç ortağı ettiler
Süreç tek boyutlu değil. Bir taraftan çocuksuz, “haz
yönelimli “ farklı aile formları (LGBT birliktelikleri) meşrulaştırılıp
özendirilirken, diğer taraftan da “çocuk yönelimli aile”[1] formu yıpratılmaya, “uzun süreli kadın erkek birlikteliğinin” önü tıkanmaya
çalışılıyor.
Dikkat edilirse bir taraftan 18 yaşına kadar gençlerin evlenmeleri yasaklanıyor, diğer taraftan “0” yaşına kadar “özgür seks” yolu açılan gençler, medya ve çevre üzerinden bitmez bir cinsel tahrike maruz bırakılıyorlar. Bu ilişki biçimlerinin arasındaki farkın nikahsız birlikteliklerde cinsellik ne kadar erken başlarsa başlasın çocuk olmazken, erken nikahlı birlikteliklerin çocuk sayısını artırması olduğunu düşünüyoruz. (Çocukların, cinsel bilgilendirme, güvenli seks ya da tacize karşı bilinçlendirme adı altında sekse karşı ilgilerinin, meraklarının kışkırtılıp uyandırılması, erken olgunlaştırma, nikahsız cinselliğe yönlendirme ve bunların kozmetik sektörü ile ilintisi, bir başka yazının konusu olmaya aday.) Çocukların yetişkinlerle veya kendi aralarındaki nikahsız beraberlikleri hamilelikle neticelenmiş olsa bile “çocuğa” dönüşmüyor. Yani nüfus artışına sebep olmuyor.
Dikkat edilirse bir taraftan 18 yaşına kadar gençlerin evlenmeleri yasaklanıyor, diğer taraftan “0” yaşına kadar “özgür seks” yolu açılan gençler, medya ve çevre üzerinden bitmez bir cinsel tahrike maruz bırakılıyorlar. Bu ilişki biçimlerinin arasındaki farkın nikahsız birlikteliklerde cinsellik ne kadar erken başlarsa başlasın çocuk olmazken, erken nikahlı birlikteliklerin çocuk sayısını artırması olduğunu düşünüyoruz. (Çocukların, cinsel bilgilendirme, güvenli seks ya da tacize karşı bilinçlendirme adı altında sekse karşı ilgilerinin, meraklarının kışkırtılıp uyandırılması, erken olgunlaştırma, nikahsız cinselliğe yönlendirme ve bunların kozmetik sektörü ile ilintisi, bir başka yazının konusu olmaya aday.) Çocukların yetişkinlerle veya kendi aralarındaki nikahsız beraberlikleri hamilelikle neticelenmiş olsa bile “çocuğa” dönüşmüyor. Yani nüfus artışına sebep olmuyor.
Çünkü kadın, erkeğin sorumluluk alıp kadınla uzun süreli bir birliktelik
kurduğuna inandığında çocuk yapmaya razı oluyor. (Ya da çocuğunu kürtaj ile
öldürmeyip dünyaya gelmesine izin veriyor.)Gündelik ilişkilerin neticesinde
çocuk olmuyor. Bu nedenle olsa gerek ki, erkeğin kadınla gündelik ve sorumluluk almayan ilişkilerle beraber olması “kişisel özgürlük” alanı ile korumaya alınırken, kadınla
uzun süreli ilişkiye giren erkekler çeşitli şekillerde cezalandırılıyor.
Bu cezalandırmada da en önemli enstrümanın, dünya çapında bir proje olup 44 ülke tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesinin 4. Maddesiyle[2] kabul edilen “kadının korunması“ söylemi çerçevesinde erkeğe yapılacak ayrımcılığın devlet politikasına dönüştürülmesi olduğu kanaatindeyiz. Erkeğe yapılan ayrımcılık, ilk etapta kadını koruyor gibi görünse de, “erkeğe” her an cezalandırılabilirsin mesajını vererek, “kadınla uzun süreli beraberlikten” kaçınması gerektiği tehdidine dönüşüyor. Yani maddenin asıl işlevinin kadının erkeğe karşı kışkırtılarak yalnızlaştırılması olduğu kanaatindeyiz. (Bu madde, Hırvatistan[3] ve Bulgaristan’da[4] “cinsiyet ideolojisi” üreterek kadını yüceltip erkeği aşağılayan “cinsiyetçi” bir madde olarak eleştirildi. Macaristan ise “İnsanlar ya erkek, ya da dişi olarak doğarlar; toplumsal olarak kurgulanmış cinsiyetten söz etmeyi uygun bulmuyoruz” diyerek “haz” yönelimli kurgulanmış cinsiyet tanımlamasına ve İstanbul Sözleşmesine itiraz eti. Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın “Her ülke, ailesini ve her çocuğun bir anne ile bir babaya sahip olma hakkını savunma hakkına sahiptir” demesi ise meselenin sadece eşitlik meselesi olmadığına işaret etmektedir.)
Bu cezalandırmada da en önemli enstrümanın, dünya çapında bir proje olup 44 ülke tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesinin 4. Maddesiyle[2] kabul edilen “kadının korunması“ söylemi çerçevesinde erkeğe yapılacak ayrımcılığın devlet politikasına dönüştürülmesi olduğu kanaatindeyiz. Erkeğe yapılan ayrımcılık, ilk etapta kadını koruyor gibi görünse de, “erkeğe” her an cezalandırılabilirsin mesajını vererek, “kadınla uzun süreli beraberlikten” kaçınması gerektiği tehdidine dönüşüyor. Yani maddenin asıl işlevinin kadının erkeğe karşı kışkırtılarak yalnızlaştırılması olduğu kanaatindeyiz. (Bu madde, Hırvatistan[3] ve Bulgaristan’da[4] “cinsiyet ideolojisi” üreterek kadını yüceltip erkeği aşağılayan “cinsiyetçi” bir madde olarak eleştirildi. Macaristan ise “İnsanlar ya erkek, ya da dişi olarak doğarlar; toplumsal olarak kurgulanmış cinsiyetten söz etmeyi uygun bulmuyoruz” diyerek “haz” yönelimli kurgulanmış cinsiyet tanımlamasına ve İstanbul Sözleşmesine itiraz eti. Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın “Her ülke, ailesini ve her çocuğun bir anne ile bir babaya sahip olma hakkını savunma hakkına sahiptir” demesi ise meselenin sadece eşitlik meselesi olmadığına işaret etmektedir.)
Erkeğe yapılacak ayrımcılık bir haksızlık olarak
değerlendirilemez ve yapılacak ayrımcılığa itiraz edilemez maddesi, bir başka
madde ile de takviye ediliyor. Erkeğin ne söylediğinin veya iddiasının, hatta
olayın gerçekte ne olduğunun bir önemi yok; ”kadının beyanı esas alınır”[5]
deniliyor. Üstelik kadın, iddiasını ispatla yükümlü de değildir[6] hükmü ile de pozisyon kuvvetlendiriliyor. Yani kadın ne söylerse söylesin, ne iddia ederse etsin inanılacak, diyor.
Ancak erkeğin cezalandırılması için bir suç işlemiş
olması da gerekmiyor; İstanbul Sözleşmesi bu konuda “.... kadınların fiziksel,
cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya
sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet
anlamına gelir.[8]”
diyor. Yani olmamış, yapılmamış, teşebbüs edilmemiş ancak kadının önsezisi ile
yapılacağından şüphelendiği muhtemel ekonomik, cinsel veya fiziksel zarara
yönelik bir hareket ya da “psikolojimi bozuyor” dediği her şey, erkek için cezalandırılma gerekçesidir.
Böyle bir süreç, ahlaki/ruhi herhangi problemi
bulunmayan bir kadın için, şiddetten koruma misyonu görebilir. Ancak kadın,
ahlaken ve ruhen sağlığı yerinde olmayan, hırslı, intikamcı, ahmak, menfaatçi,
düzenbaz veya öfke, kıskançlık, kin gibi nedenlerle kontrolünü kaybetmiş
biri ise ne olacak? Mesela 2016 yılında
Şanlıurfa’da “kocam bana 1 senedir tecavüz ediyor, beni zorla hamile bıraktı”
diyen bir kadının iddiaları savcı tarafından çelişkili ve mesnedsiz bulunup
davanın reddi istenmesine rağmen, “kadının beyanı esastır” denilerek kocaya 18
yıl hapis cezası verildi.[9]
Bu davada kadının ahlaken ve ruhen ne durumda olduğunu veya gerçekte hangi
saikle hareket ettiğini bilmiyoruz ancak kocanın 18 yıl “tecavüzcü koğuşunda
kalmak üzere” ceza aldığını biliyoruz.
Şu an kocasına kızarak intikam duygusu ile 20 senelik
evliliğinin ardından, “bana 20 senedir zorla tecavüz ediyor” diyerek kocasını
cezalandırmak isteyebilecek bir kadının önünde hiç bir engel yok.
Böyle bir uygulamanın erkeklere verilmiş; “kadının,
her an psikolojisinin bozulması, kıskançlık, hırs ya da intikam duygusu ile seni,
senelerce tecavüzcü koğuşuna atılabileceği bir birliktelikten uzak dur”,
mesajı olduğu kanaatindeyiz.
6284 no’lu “kadına karşı şiddetin” önlenmesine yönelik
kanunun, kadının beyanı ile “erkeğin sert bakışını” bile “şiddet” saymasını, bu
mesajı anlamayan erkeklere yönelik bir yaptırım olarak düşünüyoruz. İnsanın
sürekli güler yüzlü olması, mümkün olmadığına göre, erkeğin suratının “asık”
mı, yoksa “sert”mi olduğuna kim karar verecek? Elbette kadının keyfiyeti.
Ev hayvanlarını bile sokağa atarken merhamete gelip[10] hayvanı sokağa atan keyfiyet sahibine ceza veren kanunların ailenin erkeğini,
kadının keyfine göre sokağa atarken hiç bir şeyi umursamamasını başka türlü
izah edemiyoruz. (Çocukların babalarını sokağa atmanın, çocukların üzerindeki
psikolojik etkisi ile ilgili tartışmaları ise sadece hatırlatıp geçiyoruz.)
İstanbul Sözleşmesinin kadını
sahiplenen ve onu "güçlü" kılan adeta, "Senin keyfini kaçırdı. Hadi onu cezalandır.
Arkandayız." der gibi kışkırtan tavrı birliktelik
sonlandıktan sonra birden değişiyor: Kadın polise telefon ettiği
an erkeği evden 6 ay uzaklaştırabiliyor ama kadının pişman olup, şikayeti geri
çekme hakkı da yok. Erkek eve dönemiyor. İstanbul Sözleşmesi
diyor ki; “... şikâyette
bulunulmasına bağlı olmamasını ve mağdur şikayetini veya ifadesini geri alsa
bile kovuşturmanın devam etmesini sağlamak üzere...” [11]
Yani kadın, “erkeği evden atarken” güvenilir ve güçlü biri olup, beyanı esas kabul
edilirken, erkekle beraberliğine geri dönmek istediğinde, "kadın gücünün" arkasındaki kudret ortadan kayboluyor ve kadın ne istediğini bilmeyen, beyanının hiç bir hükmü olmayan, güvensiz, aciz birine dönüşüyor.
Ancak erkeğin cezalandırılabilmesi ve birlikteliğe ara
verilmesi için “kadının şikayet etmesine de gerek yok” diyor İstanbul
Sözleşmesi; “Kadın, erkekten şikayet etmiyorsa, mutlaka erkekten korktuğu için şikayet
etmiyordur” şüphesini bahane ederek: Hizmetlerin sunumu mağdurun fail
hakkında şikayette bulunması veya aleyhinde tanıklık etmesine bağlı
olmayacaktır.[12] hükmünü getiriyor. Yani kadın, “Biraz tartıştık sesimiz yükseldi, hepsi bu.
Şikayetçi değilim. Mahkemeye de çıkmam, aleyhinde şahitlik de etmem, size ne”
dese de adam cezalandırılır, diyor sözleşme. Sözleşmenin “hizmet” dediğinin, erkeğin kadına yaklaştırılmaması olduğunu da
hatırlatalım.
İstanbul Sözleşmesi, “kadın, şiddet ortamına çevre
baskısı sebebi ile dönüyor” bahanesinden hareketle parçalanmakta olan aile
yeniden birleşmesin diye de, tedbir alıyor ve şiddet döngüsünü kırma adına,
çiftlerin arasını yapabilecek uzlaşmacılara da yasak getiriyor. Devlet, “... uzlaştırma da dahil zorunlu
alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli
hukuki veya diğer tedbirleri alır” [13] diyor ve uzlaşmacılık yapan sivil biri ise 15 günden 3 aya kadar, resmi kolluk
kuvveti ise 3 yıla kadar ceza veriyor ve kolluk kuvvetlerine de sorumluluk
yüklüyor.[14] Yani olur da polis memuru, “Ablam yıkma yuvanı” gibi bir cümle ağzından kaçırırsa
cezası 3 yılı buluyor.
Üstelik kadının ya da erkeğin kendi yuvasından
atılabileceği düşüncesi toplum tarafından olumlu olarak algılanamadığından bu
evlilikler devam edemiyor ve boşanma ile neticeleniyor.
Anladığım kadarı ile ruh sağlığı bozuk bir kaç kadını
tatmin etmek için aile kurumunu yıkmaya neden olabilecek uygulamaları
sahiplenemeyiz demeye çalışıyor. Bizim kanaatimizde, aile konusunda bize yol
gösterecek olanlar, hayatları boyunca hiç bir insanla uzun süreli sağlıklı bir
beraberlik kurmayı başaramamış; aile nedir, sorumluluk nedir bilmeyen, hayatı cedelleşmekten
ibaret olarak algılayan insanlar olmamalı ve bu insan tiplerinin kanun yapıcı veya uygulayıcı konumlardan uzak tutulmaları gerektiği yönündedir.
Buna tersten bakmanızı rica ediyorum: Hangi kadın her an
sokağa atılabileceği, bir iftira ile onlarca yıl hapis cezası alabileceği,
ayrılsa da ömrünün sonuna kadar erkeğe hizmet etmeye mahkum edileceği, erkek
hangi ahlaksızlığın içinde olursa olsun öz çocuğuna sahip çıkamayacağı bir
birlikteliğe normal şartlarda razı olur? Bu nedenle uygulamalar yayılıp kanunlar
toplumda anlaşıldıkça erkeklerin aile kurmaktan daha da uzaklaşacaklarını tahmin
etmek zor değil.
Zaten 2009 ve 2014 yıllarında Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı tarafından yayınlanan araştırmada “ailenin” kadın için
“güvensiz” bir ortam olarak kabul edilmesi[27] ve 2014 yılı raporunda evliliğin,
şiddetin sebebi olarak gösterilmesi, nihai hedefin ailelerin parçalanması ve
çiftlerin birbirinden uzaklaştırılması olduğunu düşünmemize sebep oluyor.
Ancak erkekler açısından evlenmemek de sorunu çözmüyor. Çünkü
İstanbul Sözleşmesi beraberliği partnerler üzerinden tanımlayınca[28]
kadınla uzun süreli beraber olan erkeğin cezalandırılması için ortada herhangi
bir akid bulunmasına da gerek kalmadı. (İstanbul Sözleşmesi dayanak alınarak
Ankara’da[29] ,
3 ay beraber yaşayıp ayrılan sevgililer aile sayılıp, erkeğe nafaka cezası
verildi.[30] (Kadın da erkek de öğrenci ve kendi
sorumluluklarını alabilecek birey olmalarına rağmen sadece erkeğe ceza kesilerek
cezalandırılması ile erkeğe yapılan ayrımcılık yine görmezden gelindi.)
Bir de hatırlatmada bulunalım: İlle de çocuk isterim
diyen kadınlar artık erkeğe ihtiyaç duymadan kendi vücutlarında bulunan
babalarından aldıkları kök hücre ile kendi kendilerine hamile kalabilecekler.
Yani hiç bir erkeği yanlarına yaklaştırmalarına gerek yok.[31]
Bu politikaların uygulayıcıları, uyguladıkları
politikalar ile oldukça başarılı(!) sonuçlar almayı başardılar.32] Uygulamaların hayata geçirildiği
ülkelerde boşanma oranları hızla yükselirken evlenme oranları da
düşüyor. Dolayısı ile nüfus artış hızları da azalıyor.
Bu
politikalara geçtiklerinde %5-7 arasında olan babasız/ailesiz dünyaya gelen
çocuk oranı: İzlanda da % 72, İskandinav ülkelerinde %55-60, Fransa’da
%60, İngiltere’de %48, Bulgaristan’da % 58, Portekiz’de %53, Şili‘de
%60’lara ulaştı.
Ailesiz ve babasız çocuk yapmaya karar veren kadınlardan
ikinci çocuğa sahip olan kadın sayısı da çok azalıyor.
Bu noktada bir şey daha hatırlatmak istiyorum. Bütün bu düzenlemeler “çocuğun
terbiyesinin” devletin sorumluluğunda olduğu bir bilinci de dayatıyorlar. Yani çocuğun
terbiyesinde ailenin devre dışı bırakıldığı (özellikle babanın) bir zeminden hareket
ediyorlar. Böylece daha önce bahsettiğimiz egemenlerin kontrolünün dışında kalan
son alan da işgal edilmiş oluyor. Ve egemenlerin öğretileriyle terbiyelenmemiş, ailenin
keyfince yetiştirdiği insan modelinin de sonunu getirmiş oluyorlar. Üstelik İstanbul Sözleşmesinin
daha önce üzerinde durduğumuz bölümlerinde dile getirilen Yeni Kapitalist dönemin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği modeline uymayan dini, ahlaki, edebi bütün
kavramların bitmez bir şekilde döngüye girdiği, nesilden nesillere aktarıldığı, yayıldığı, aile-çocuk döngüsü de kırılarak bu
kavramların gelecek nesillere devrinin de önüne geçilmiş oluyor.
Bütün bunlar kadın-erkek ilişkileri dönüştürülerek ya da yeniden düzenleyerek yapılıyor. Kadın erkek ilişkilerini düzenlemek o toplumu, o toplumun dinini yeniden tanımlamak da demek oluyor.
Bu sürece, aileyi olmazsa olmaz gören, çocuğun terbiyesini devredilemez bir sorumluluk olarak babanın sorumluluğuna veren Müslüman toplumdan tepki gelmemesini sürecin hala Müslüman toplum tarafından anlaşılamadığına işaret olarak görüyoruz.
Bütün bunlar kadın-erkek ilişkileri dönüştürülerek ya da yeniden düzenleyerek yapılıyor. Kadın erkek ilişkilerini düzenlemek o toplumu, o toplumun dinini yeniden tanımlamak da demek oluyor.
Bu sürece, aileyi olmazsa olmaz gören, çocuğun terbiyesini devredilemez bir sorumluluk olarak babanın sorumluluğuna veren Müslüman toplumdan tepki gelmemesini sürecin hala Müslüman toplum tarafından anlaşılamadığına işaret olarak görüyoruz.
Hülasası şu;
Eğer toplumlarda kadın-erkek birlikteliğinin % 10’unu eşcinsel, pedofili, robot,
hayvan gibi ilişkilere yönlendirebilirlerse 1-2 nesilde dünya nüfusunun 800
milyon ila 1 milyar arasında azalacağını, eğer çocuğun terbiyesini aileden alabilirlerse egemenlere itiraz eden düşünce biçimlerinin gelecek nesillere intikalinin de önüne geçebileceklerini ümit ediyorlar. (Mücahit Gültekin,
"10-15 sene içinde Türkiye’de her lise sınıfında 5-6 LGBT’li çocuk
oturacak" iddiasında. Keşke elimizde devletin, bu konularda yaptırmış
olduğu anketlerin sonuçları olsa da durumu daha net görebilsek. Ancak öğretmen
arkadaşlar, şimdiden hemen her okulda 4-5 çocuğa rastlandığını iddia
ediyorlar.)
---Erkeklere Ne olacak?
"İş bulabilenler, daha çok kadınlar olacak"
diyor Prof. Harari; çünkü çalışan kadın kapitalizmin olmazsa olmazlarından. Kadın
sanayiye girdiğinde işçi açığını kapatıp işsiz bir sınıfın oluşturulabilmesini
sağlıyor. İşçi arzının artması maaşları düşürüyor. Düşen maaşlarla sermaye, bir
kişinin ücreti ile iki kişiyi üstelik daha uzun mesailerle çalıştırabiliyor. Kadın
çalışınca ev içi ekonomi diye bir şey kalmıyor; ev bütünüyle dışarıya bağımlı
hale geliyor. Kozmetikten estetiğe, konfeksiyondan
hazır yemeğe, kreşlerden huzur evlerine kadar birçok sektör canlanıyor ve böylece
kadın sermayeden aldığını hemen geri iade etmiş oluyor. Ancak bunlar geçmiş
dönem kapitalizm eleştirileri.
Şimdi ise kadının iş dünyasında olmasını, kadının iş
dünyasında olduğunda erkekle uzun süreli beraberliği götürebilme yeteneğinin
azalması ve çok daha az çocuk yapması nedeni ile istiyorlar. Üstelik “kadının
güçlenince” babasına ve kocasına karşı güçlenmiş oluyor, egemene karşı değil.
Kocasından ya da babasından kopan kadınlar egemen/patron/amir karşısında çok daha
itaatkarlar ve emirleri erkeklere oranla çok daha az sorguluyorlar.
Düşündükleri dünyada kadın; evi, işi, ekonomiyi, -izin
verilirse- çocuğu tek başına (yalnızlık içinde) yüklenecek gibi duruyor.
Yani kadınlara ağır hayat şartlarında, yalnızlık ve depresyon hapları ile
donatılmış bir hayat öngörülüyor.
Ya erkekler?
Ya erkekler?
İşsiz erkekler bütün gün nasıl oyalanacaklar?
Sanırım bütün dünyada uyuşturucunun serbest bırakılması
için başlatılan kamuoyu çalışmaları da bu sebeple.
Dünya kamuoyunu hazırlamak için “uyuşturucunun insan
hakkı olduğuna ve dileyenin kendisini uyuşturabileceğine” dair yayınları
dolandırmaya başladılar bile.[34]
Bu konunun öncüsü Hollanda 1970’lerden beri sürdürdüğü gevşek uyuşturucu karşıtı politikayı tamamen rafa kaldırdı. Ülke genelinde yaklaşık 600 kafede marihuana gibi maddeler satılıyor. Çek Cumhuriyeti’nde ise 1 gr kokain ya da 10 gr. marihuana gibi düşük oranda uyuşturucu madde kullanımı suç olmaktan çıkarıldı. Portekiz bu konuda daha ileri gitti ve 2001’de her türlü kişisel kullanımı serbest bıraktı. Hindistan, Uruguay, Ekvator, Kolombiya, Avustralya gibi ülkelerde de tamamen serbest. İngiltere ve Belçika gibi ülkelerde ise sınırlı alanlarda serbest bırakılarak bu konuda ciddi bir mesafe alındı.
Bu konunun öncüsü Hollanda 1970’lerden beri sürdürdüğü gevşek uyuşturucu karşıtı politikayı tamamen rafa kaldırdı. Ülke genelinde yaklaşık 600 kafede marihuana gibi maddeler satılıyor. Çek Cumhuriyeti’nde ise 1 gr kokain ya da 10 gr. marihuana gibi düşük oranda uyuşturucu madde kullanımı suç olmaktan çıkarıldı. Portekiz bu konuda daha ileri gitti ve 2001’de her türlü kişisel kullanımı serbest bıraktı. Hindistan, Uruguay, Ekvator, Kolombiya, Avustralya gibi ülkelerde de tamamen serbest. İngiltere ve Belçika gibi ülkelerde ise sınırlı alanlarda serbest bırakılarak bu konuda ciddi bir mesafe alındı.
Türkiye'de 8 yılda uyuşturucudan ölüm oranı %1833 |
Diğer taraftan uyuşturucudan yakayı kurtarabilen
erkekler için, içine hapsedilecekleri 3
boyutlu simülasyon dünyaları kurmaktalar.
Küçük bir “tanrı” olarak, seviyesi
yüksek hayallerle büyütülmüş ancak reel hayata giriş arefesinde büyük bir hüsranı
işaret eden, şişirilmiş egoları ile her türlü beklentinin enkazı altındaki
gençliğe, kendilerinden ve sorumluluklarından kaçış alanları/fantezileri var ediyor
oyunlar. Ve o fanteziler, onların ömürlerini yiyor.
Tüm bunlar kulağa uçuk kaçık iddialar
gibi gelebilir. Ancak LGBT ilişkilerin sadece 5 senelik süreçte toplum nezdinde
"ahlaksızlık " olarak görülmekten "cinsel eğilim" olarak
görülmeye başlandığını ve gittikçe normalleştiğini hatırlatarak şu an
garipsediğimiz bu kelimelerin çok uzun olmayan bir süreçte toplumun algılarında
normalleştirileceğini iddia etmek zor değil, diye düşünüyorum.
Ahmet H. Çakıcı
Muharrem 1440 / ALANYA
Kim bunlar? Dertleri ne?
İnşallah devam ederiz.
Kim bunlar? Dertleri ne?
İnşallah devam ederiz.
[1]
Tanımlama Jack Goody’den alınmıştır.
[2]
İstanbul Sözleşmesi 4. Madde : Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı
şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması için gerekli olan özel tedbirler,
hali hazırdaki Sözleşme kapsamında ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir.
[5] Ankara
9. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2001/01496E. ve 2002/00310K. sayılı kararı ve
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2003/4048E. ve 2004/2528K. sayılı onama kararları
[6] 18 OCAk 2013 tarihli 6284 sayılı kanunun
uygulama yönetmeliği madde 30’a 3 :"Koruyucu
tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil
veya belge aranmaz.Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir.
Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek
şekilde geciktirilemez.
[8]
İstanbul Sözleşmesi 3/a : “kadına
yönelik şiddet’’ kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve bir insan hakkı ihlali
olarak anlaşılmaktadır. İster kamu hayatında ister özel hayatta meydana gelsin
baskı veya rastgele özgürlüğünü engelleme de dâhil kadınların fiziksel, cinsel,
psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması
muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet anlamına gelir.
[11]
İstanbul Sözleşmesi, Madde 55.1 :Taraflar, işbu Sözleşmenin 35, 36, 37, 38 ve
39. maddeleri uyarınca belirlenen suçların soruşturulması veya
kovuşturmalarının; suçun o bölgenin tamamında veya bir kısmında işlenmesi
durumunda, suçun mağdur tarafından bildirilmesi veya şikâyette bulunulmasına
bağlı olmamasını ve mağdur şikayetini veya ifadesini geri alsa bile
kovuşturmanın devam etmesini sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer
tedbirleri alır.
[12]
İstanbul Sözleşmesi 18/4: izmetlerin sunumu mağdurun fail hakkında şikayette
bulunması veya aleyhinde tanıklık etmesine bağlı olmayacaktır.
[13]
İstanbul Sözleşmesi Madde 48.1: Taraflar, işbu Sözleşme kapsamındaki şiddet
eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil zorunlu alternatif uyuşmazlık
çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.
[14]
İstanbul Sözleşmesi Madde 50.2: Taraflar, işlevsel tedbirlerin alınması ve
kanıt toplama da dahil olmak üzere, kolluk kuvvetlerinin işbu Sözleşme
kapsamında yer alan her türlü şiddetin önlenmesinde ve mağdurların korunmasında
acil ve yerinde müdahale etmelerini sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer
tedbirleri alır.
[28]İstanbul
Sözleşmesi 36. Madde 3. Taraflar, 1. paragrafta yer alan hükümlerin iç hukuk
tarafından tanındığı şekliyle eski veya şu anki eşe veya partnerlere karşı
işlenen eylemler için geçerli olmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer
tedbirleri alacaklardır.
[30] Mahkemenin
kararına dayanak yaptığı İstanbul Sözleşmesi'nin 3/b bendi şöyle:
“‘Aile içi şiddet’, aile içerisinde veya hanede veya
mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya
partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel psikolojik veya
ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir.”
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Ailesiz Toplum 5- Aileye Ötenazi / İstanbul Sözleşmesi
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
6284,
aile,
İstanbul Sözleşmesi,
kadının beyanı esastır,
uyuşturucu
3 yorum:
Kadının kutsallaştırıldığını düşünmüyorum şiddete uğrayan kişinin korunmasına yönelik bir sözleşmedir. Ayrıca çocuklar istismar sonucu böyle oluyor ve bunu yapan bir erkek hepsi için bunu yazmıyorum rujhsal olarak rahatsız olan doğru davranış eyllemini ayırt edemeyen bireyler için bunlar. Bir kadın uyuşturucu bağımlısı eşi tarafından kandırılarak öldürüldü. Tabiki eşimi seviyorum ama bana işkence yapar ve ölümle tehdit edip baskilarsa mecburen korunma talebinde bulunmalıyım. Çocuk istismarı öncelikle yakın akrabaların tanıdıkların yaptığı bir şey öncelikle bunu erkeklere karşı bir durum değilde ruhsal sağlıkları yerinde olmayan insanlar için gerekli olduğunu düşünün.Lütfen düşünün ki bir kızınız var ve eşi ona hakaret ediyor ağza alinmayacak sözlerle şiddet görüyor ve sizden yardım istedi ne yaparsınız?
İnsanlığın temeline dinamit koyan bu ahlaksız sorumsuz sözleşme derhal iptal edilmeli. Aileyi koruyup güçlendirecek kanunlar çıkarılmalıdır. Bu sözleşmeyi imzalayanlar gaflet içinde değillerse hıyanet içerisindedirler. İnsanlık adına herkes elinden ne geliyorsa bu sözleşmeye karşı hemen yapmalıdır
Olaylara kadın erkek olarak bakmak insanı yanlış yerlere götürür. İnsan hakkı vardır. Şiddetin cinsiyeti olmaz. Kadın erkek birbirinin tamamlayıcısıdır. Kanun önünde eşit olmalı, Çocuklarsa korunmalı. bu kanunlar önce babayı evinden attı. çok yakın gelecekte kadın ve çocuğuda kanun (çocuk hakları bahanesiyle) yoluyla koparılacak. Ailenin temeli 4284 (İstanbul Sözleşmesi)(uygulayan tek ülke TÜRKİYE)sayılı kanun ile yıkılmaya RESMİ olarak başlandı. Her kadın Melek değil, Her erkekte dayakçı değildir. Evinden (genelde iftira ile)uzaklaştırılan erkek bir daha evine çocuklarına dönemiyor. Boşanmak zorunda kalıyor. Örnek BEN. :-(
Yorum Gönder