Önceki Yazı: Ailesiz Toplum 5- Aileye Ötenazi
Prof Harari, “‘21. Yüzyılda ilerlemenin trenine
yetişenler, yaratmanın ve yürütmenin ilahi kudretine ererlerken, geride
kalanlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyalar... Yeni Dünya, "Süper
Seçkinler” ve “Gereksizler” arasında bir dünya olabilir” diyor.
Sanırım söylemeye gerek yok; biz, “gereksizler” kısmındayız. “Süper seçkinler”
de bu işleri yürütenler. (Nietzsche'nin "üst insan"larını
hatırlayın.)
Harari, insanlığın bilgi ile ilişkisinin değişmekte olduğunu ve bu değişimin insanı da değiştireceğini iddia ediyor: "Biz son normal insan nesliyiz" diyor. Yüce(!) insanların beyinlerini big dataya bağlayarak, tüm sistemi kontrol eden bir seviyeye ulaşacaklarını[1], ortaya makinelerle/robotlarla entegre, yarı insan yarı robot formlar çıkacağını[2], genleri ile oynayarak domatesi, mısırı tasarladıkları gibi yeni nesilleri tasarlayacakları[3], insan ömrünün yapay organ, genetik ve hücre yenileme çalışmalarıyla uzatılacağını[4] , tonlarca ağırlığı kaldırabilen mekanik kolların[5] , jet motorlara entegre edilen süper ayakların geleceğini, bilgisayarlardan beyne, beyinden bilgisayarlara bilgi yüklenebileceğini (Blogchain[6] muhtemelen bunun alt yapısı -AHÇ) vs söylüyor. Yani artık “süper insanlar” dediğimiz “Tanrı insanlar” döneminin başlamakta olduğunu iddia ediyor.
Harari, insanlığın bilgi ile ilişkisinin değişmekte olduğunu ve bu değişimin insanı da değiştireceğini iddia ediyor: "Biz son normal insan nesliyiz" diyor. Yüce(!) insanların beyinlerini big dataya bağlayarak, tüm sistemi kontrol eden bir seviyeye ulaşacaklarını[1], ortaya makinelerle/robotlarla entegre, yarı insan yarı robot formlar çıkacağını[2], genleri ile oynayarak domatesi, mısırı tasarladıkları gibi yeni nesilleri tasarlayacakları[3], insan ömrünün yapay organ, genetik ve hücre yenileme çalışmalarıyla uzatılacağını[4] , tonlarca ağırlığı kaldırabilen mekanik kolların[5] , jet motorlara entegre edilen süper ayakların geleceğini, bilgisayarlardan beyne, beyinden bilgisayarlara bilgi yüklenebileceğini (Blogchain[6] muhtemelen bunun alt yapısı -AHÇ) vs söylüyor. Yani artık “süper insanlar” dediğimiz “Tanrı insanlar” döneminin başlamakta olduğunu iddia ediyor.
"Ölümsüzlüğün, sonsuz mutluluğun ve Tanrı
olmanın derdindeler", diyor ve ekliyor Prof. Harari:“Artık
insanları tanrı seviyesine yükseltmek için çalışıp Homo sapiens’i, Homo Deus’a
dönüştürmenin vakti geldi.” [7]
Prof Harari kitabının ismini, Antik Yunan Tanrılarının
Tanrısı, Zeus’tan alıyor. Ancak Zeus’un Z’sini Dataizmin (Yeni Dünya’nın Dini’nin
Dataizim olacağını iddia ediyor. Rosi Braidotti ise yeni dini, Paganizme dönüş,
Yeni Paganizm olarak tanımlıyor) D’si ile değiştiriyor ve Homo Deus yapıyor.
Böylece “Data-Veri/bilgi” ile güçlendirilerek TANRI’laşmış insana atıf yapıyor.
Kitabın içinde sürekli Yunan Tanrılarına yapılan atıflar kurulmakta olan
düzenin Hıristiyanlık öncesi antik Yunan mitolojisine benzemesinden olsa gerek.
Yunan Tanrıları Olimpos’un yücelerinde, bulutların
üzerindeydiler. Aldıkları kararlar, öfkeleri, şımarıklıkları, kaprisleri ile
dağın eteklerindeki sıradan insanların kaderlerini tayin ediyorlardı. Sıradan
insanların onların kararlarını etkileyebilecek güçleri, onların da sıradan
insanları umursamak diye bir dertleri yoktu. İçlerinden biri, Tanrılardan ateşi
çalıp insanlara veren Prometheus gibi sıradan insanların menfaatine bir şey yapacak
olursa, diğer yüce tanrılar tarafından cezalandırılıyordu.
Yeni Tanrılar da en az Olimpos'un tepesinde, bulutların üstündeki tanrılar kadar görünmez ve erişilmez oldular. Ekmek aldığı süpermarketin, iş yaptığı şirketin, deposunu doldurduğu istasyonun, parasını yatırdığı bankanın sahibinin kim olduğunu, nerede yaşadığını, ne ile uğraştığını kimseler bilmiyor. Ama o patronların sıradan insanların hayatları ile ilgili aldıkları kararlar, milyonlarca insanın hayatını altüst edebiliyor veya karartabiliyor. Ancak umursamıyor, ilgilenmiyor, dönüp bakmıyorlar.[8] Yüce patronlar aralarında örgütler kurup, alt sınıfların menfaatine uzun ömürlü cep telefonu, ampul, tv, çorap, bilgisayar vs üreten diğer Yüce Patronları Prometeus’u cezalandırır gibi cezalandırıyorlar.[9] Görünen o ki putperestlik ya da Paganizm kendini yeniden ihya ediyor.
Yeni Tanrılar da en az Olimpos'un tepesinde, bulutların üstündeki tanrılar kadar görünmez ve erişilmez oldular. Ekmek aldığı süpermarketin, iş yaptığı şirketin, deposunu doldurduğu istasyonun, parasını yatırdığı bankanın sahibinin kim olduğunu, nerede yaşadığını, ne ile uğraştığını kimseler bilmiyor. Ama o patronların sıradan insanların hayatları ile ilgili aldıkları kararlar, milyonlarca insanın hayatını altüst edebiliyor veya karartabiliyor. Ancak umursamıyor, ilgilenmiyor, dönüp bakmıyorlar.[8] Yüce patronlar aralarında örgütler kurup, alt sınıfların menfaatine uzun ömürlü cep telefonu, ampul, tv, çorap, bilgisayar vs üreten diğer Yüce Patronları Prometeus’u cezalandırır gibi cezalandırıyorlar.[9] Görünen o ki putperestlik ya da Paganizm kendini yeniden ihya ediyor.
Prof. Harari bu yüce
Tanrı insanların gelecekten beklentilerini anlatırken, ".... 21.
yüzyılda üçüncü sınıf insanları taşıyan vagonları (her ne kadar acımasız olsa
da) tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıf vagonlarla geleceğe doğru
ilerlemek istiyorlar[10]” diyor.
Zenginlerle fakirlerin arasındaki fark, maddi farkın ötesinde bambaşka bir boyuta taşınıyor. Ve bu fark artık tolere edilebilecek ölçülerin ötesine geçiyor.
Zenginlerle fakirlerin arasındaki fark, maddi farkın ötesinde bambaşka bir boyuta taşınıyor. Ve bu fark artık tolere edilebilecek ölçülerin ötesine geçiyor.
Önlerinde hiç mi engel yok?
Müsaadenizle bir görüş belirtmek yerine birkaç yazardan
alıntılayacağım notları buraya taşımak istiyorum:
Alain Touraine, Modernizmin Eleştirisi’nde;
“Tarihin hiç bir döneminde insanlık bu kadar zengin ve bu kadar çok servetin
yığıldığı bir dönem yaşamadı. Tarihin hiç bir döneminde fakirler, bu kadar çok
ve uzun mesailerle bu kadar geç yaşlara kadar çalışmadı. Tarihin hiç bir
döneminde fakirler bu kadar çok yerlerinden yurtlarından göç etmek zorunda
kalıp yollarda ölmedi, katliamlara ve soykırımlara uğramadı. Tarihin hiç bir
döneminde fakirler bu kadar çok takip edilmedi, kontrol edilmedi, zihinsel
yönlendirmelere tabi kılınmadı ve tarihin hiç bir döneminde fakirlerin
sermayeden aldığı pay bu kadar az olmadı. Ancak tarihin hiç bir döneminde
fakirler bu kadar itaatkar da olmadı” diyordu.
Zygmunt Baumann, bunun sebebini tanımlarken; “Fakirlere medyadan düzenli olarak “özgürlük, akılcılık ve bireysellik” diye üç zehir veriliyor. Bu zehirler, onların bir araya gelebilme yetilerini yok ediyor; ortak bir lider, ortak bir akıl etrafında toplanıp fedakarlıkta bulunamıyor ve bu nedenle de onlara dayatılanlara direnemiyorlar” diyordu.
Zygmunt Baumann, bunun sebebini tanımlarken; “Fakirlere medyadan düzenli olarak “özgürlük, akılcılık ve bireysellik” diye üç zehir veriliyor. Bu zehirler, onların bir araya gelebilme yetilerini yok ediyor; ortak bir lider, ortak bir akıl etrafında toplanıp fedakarlıkta bulunamıyor ve bu nedenle de onlara dayatılanlara direnemiyorlar” diyordu.
Fakirlerin bir araya gelebilme yetilerini kaybetmeleri
onları, “tarihin en dırdırcı lakin en itaatkar figürü”ne dönüştürdü, diyen
de Wendy Brown'dı.
Bir araya gelemeyen zerreciklerine kadar parçalamış toplumlar
egemenler karşısında itaatten başka bir yol bulamıyorlar.
Bunu gören Terry Eagleton Tanrı’nın ölümü ve Kültür
eserinde fakirlerin tek bir şansı olabilir diyordu: "Eğer “peygamberimsi”
biri çıkar da kelimeleri yeniden dizip (Yeni kelimeler bilmeye ihtiyacımız yok.
Onların kalabalıkları ikna edecek şekilde yeniden dizilmesine ihtiyacımız var.)
kalabalıkları yeniden kanaat etmeye ikna edebilirse belki bir araya
gelebilmek için bir şansımız daha olabilir" diyordu. Şöyle bir örnekle
anlatabilirim: Yapıştırıcı sürülmüş zeminin tam ortasına bir peynir parçası
bırakıldığında farenin tek bir kurtuluşu vardır; peynir hevesine dur
diyebilmek.
Haz vaadi yapıştırıcı sürülmüş zeminin ortasındaki
peynir. Kalabalıkların haz vaadine verecekleri tepki bundan sonraki
süreci belirleyecek. Eğer kendilerine sunulan sapkın hazlara "hayır"
diyemezlerse "insan onuru ve haysiyetinin", hatta “insanın” tamamen
yok edileceği bir sürece uyanabiliriz: Erkeklerin hazdan, "güçlü"
kadınların yalnızlıktan ölecekleri bir sürece.
Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya isimli ütopik romanında
"Uyuşturucu, ilaçlar, yeni propaganda teknikleri, yeni masallar ve
hatta insan fizyolojisiyle oynayarak insanı, köleliğini sever hale getirmeye
çalışıyorlar. "İnsan onurunu" korumak için ebedi bir teyakkuz
gerekir" diyordu. Üstadın öngörülerinden pek çoğu çıktı.
Ama onların "süper insanlar ve gelişmiş hayvanlar" diye bir dünya
kurup; "insan” kelimesinden (mana olarak insandan) tamamen kurtulmak
isteyebileceklerini daha 1930’larda görebilmesini hayretle karşılıyorum[12].
Tüm bunları Prof Harari’den yapacağımız şu alıntılar ile
birleştirelim : “İnsanlığın geldiği bu noktada “Tanrı olmayı” istemesi değil,
istememesi ahlaksızlıktır.” Ancak Prof Harari bu cümleyi herkes için kurmuyor
çünkü sadece birkaç sayfa sonra fakirler için kurmuş olduğu cümle farklı: “İnsanlar
haz arayışlarını hızlandırmamalı aksine yavaşlatmalıdırlar.[13]”
Fakirlere daha az yemek, daha az sağlık, daha az konfor,
daha az eğlence ve daha az rahata kendinizi alıştırın diyerek, beklentilerini
kısmalarını tavsiye ederken, büyük bir heyecanla zenginler için Tanrı olma vaktinin
geldiğini söylüyor Prof Harari. Ancak fark etmek gerekir ki, fakirlere teklif
edilen bir seçenek değil: Bir dayatma.
Dayatmanın, dayatma olduğunun fark ettirilmemesi
kurulmuş oyunun büyüsü. Kanaatimize göre Henry Ford’un, “Müşterinin, SİYAH bir
araba alması kaydı ile hangi renk araba alacağına müdahale edilemez. Bu onun en
doğal hakkıdır” cümlesi modern dönemin belki de en çarpıcı tanımıdır. Tüm
alternatifleri yok ettikten sonra kalan tek seçeneği, kitlelere dilediğinizi
“özgürce” seçin diye teklif etmek, bunu “özgürlük” olarak yutturmak modern zamanların
en güçlü büyüsüdür diye düşünüyorum.
Ya da toplumların iradelerini kanunlarla devre dışı bırakarak, Tv’lerden ve sosyal medyadan milyonlarca kez tekrarlayıp, -daha anaokulundan başlatılan bir eğitimle- zihinlere kazıyıp, bu “evrensel değerdir” diyerek, İnsan Hakları numarası adı altında toplumları bir ahlaksızlığa maruz bırakmak da aynı büyülü oyunun başka bir sahnesinden ibarettir, kanaatindeyiz.
Toplumlara dayatılmakta olan Yeni Kapitalist Diktaya itiraz edebilecek, direnebilecek hiç kimse yok mu?
Ya da toplumların iradelerini kanunlarla devre dışı bırakarak, Tv’lerden ve sosyal medyadan milyonlarca kez tekrarlayıp, -daha anaokulundan başlatılan bir eğitimle- zihinlere kazıyıp, bu “evrensel değerdir” diyerek, İnsan Hakları numarası adı altında toplumları bir ahlaksızlığa maruz bırakmak da aynı büyülü oyunun başka bir sahnesinden ibarettir, kanaatindeyiz.
Toplumlara dayatılmakta olan Yeni Kapitalist Diktaya itiraz edebilecek, direnebilecek hiç kimse yok mu?
İtiraz veya işbirlikçilik arasında Müslümanlar
Harari “Bilim, uçaktan atılan bir bombanın ne kadar etkili olabileceğini, kaç kişinin öleceğini söyleyebilir ancak oradaki insanları öldürmenin iyi mi kötü mü olduğunu söyleyemez. Çünkü hiç bir veri ya da matematik formülü, insan öldürmenin iyi ya da kötü olduğu hakkında bir fikir vermez. Bunu ancak değerler söyleyebilir. Bu yüzden hala dinlere ihtiyacımız var. Herhangi bir dinin rehberliği olmadan büyük çapta bir sosyal düzeni sürdürmek imkansız gibi görünüyor[14] ,diyor.
Dinler olmadan, bir düzen kuramadıklarını gayet iyi bildikleri için dinlere
muhtaç olduklarını da biliyorlar. Yani dertleri dinler değil. Ancak dinler yürümekte oldukları yolda, önlerine bir engel olarak çıktığı için kaçınılmaz bir şekilde dinlerle hesaplaşmak zorunda kalıyorlar. Bu kaçınılmaz hesaplaşmada Yeni Kapitalist Düzen’in karşısında ciddiye alınabilecek rakiplerinin sayısı çok fazla değil.
Ernest Gellner, “Müslüman Toplum” eserinde kurulmakta olan Yeni Kapitalist Düzen’e itirazın ancak 4 büyük cemaatten gelebileceğini söylüyor:
Abdurraman Arslan Bey’ Ernest Gellner’la aynı fikirde: “İslam’dan
daha eski olan iki din; öncelikle Hıristiyanlık sonra da Musevilik modernite
karşısındaki mücadelelerini kaybettiler. Aslında bünyelerinde taşıdıkları
sebepler nedeniyle bu mücadeleyi kaybetmeleri de gerekiyordu[18]”
diyor.
Hıristiyanlığın, “Avrupa Merkezcilik”le kurmuş olduğu
ilişki, kendi değerlerini yok saymak pahasına sömürgecilik uygulamaları ve Batınının
Batı dışı dünya üzerindeki tahakkümü karşısında aldığı pozisyon, Hıristiyanlığın
kendi değerlerinin/varlığının eriyerek yok olması ile neticelenmek üzere.
Dolayısı ile Hıristiyanlık adına bir tepki beklemek mümkün değil gibi
görünüyor.
İkinci cemaat bir milyara yaklaşan nüfusları ile Hindular:
Ancak Hindularda da Modernizme veya egemen düzene olan itirazlar, salikin
toplumsal statüsünün yükselmesi ile yok oluyor. Alt tabakalarda etkili olan
Hinduizm üst tabakalarda varlığını koruyamıyor.
Üçüncü cemaat Taoizm ve onun bir versiyonu olan Şintoizm:
Çin ve Japonya’da takipçileri 1 milyarın üstünde olmasına rağmen sosyal ve
ekonomik hayatta hemen hemen tüm varlığı yok olmuş durumda. Evlerde bir kaç örf
ve tapınaklarda turistlere yönelik gösterinin bir parçası haline gelmiş olan
rahiplerin seremonilerinden başka bir şey geriye kalmamış gibi görünüyor.
Dördüncüsü ise İslam toplumu: Müntesiplerini bir
ideal etrafında toplayıp harekete geçirebilme kapasitesi ve onların ekonomik ve
sosyal yaşamlarına yön verebilme gücü ile İslam Toplumları, tarihlerinin en
büyük travmasını yaşıyor olsalar bile, canlılar. Üstelik İslam çok güçlü geri
dönüşleri olan bir din. (30-40 yıl gayet süfli yollarda ömür geçirenlerin 40
yıl sonra hacca gidip namaza başlamaları son derece normaldir. Toplumsal bazda
150 yıl komünist ve diktatoryal bir rejim altında Tanrısız bir ideoloji ile
baskılanmalarına rağmen Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan gibi ülkelerde
sadece 20 senelik bir süreç içinde iktidarları endişeye düşürecek bir geri
dönüş yapabildiler.-AHÇ)
“... Geleceğin Modernist yapısı ile uyumlu
olabilecek tek din İslam. Çünkü Modernizmle hesaplaşıp varlığını hala
koruyabilen başka bir topluluk yok. Eğer Modernizm’le uyuşmayan tarafları
çözülebilirse, Yeni Modernist toplumun maneviyat ihtiyacına pekala cevap
verebilir,” diyor Ernest Gellner[19].
Anladığım kadarı ile Ernest Gellner; Batı Medeniyeti 1000 yıldır Hıristiyanlığın dinamik
unsurları üzerinden büyüdü ama bu süreçte Hıristiyanlığı da yürüyen bir kadavraya
dönüştürdü. Artık onunla yürüyebilmenin imkanı yok. Şimdi İslam’ı Modernizm’e
uyarlayıp gelecek bin sene de onunla idare edelim, çünkü sadece onda modernizm
karşısında varlığını koruyabilecek enerji var, diyor.
Bu görüşün müşterileri yok değil: Mesela, ABD Merkezi
Haber Alma Teşkilatı'nın(CIA) Milli Haberleşme Konseyi eski başkan yardımcısı
ve Amerikan RAND Corporation düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı olan
Graham Fuller, 2000’li yıllarda bunu çok daha açık ifade etmişti: “Bugün
İslam dünyasındaki fosilleşmiş, dinazorlaşmış siyasal rejimlere karşı, değişim
talepleri olan ve o değişim dinamizmine sahip olan sadece Müslümanlardır. O
halde gelin bunları törpüleyip adam edelim. Arzuladığımız değişimi de bunların
eliyle gerçekleştirelim.[20]”
Amerikalı sosyal bilimler profesörü Mark Juergensmeyer
da aynı fikirde: “Dini nasyonalistlerle [köktendincilerle] birlikte
yaşamamızı imkansız kılacak şeylerin listesini çıkarırsak, bu liste hayli
kabarık olacaktır; Amerika’yı şeytan olarak görmeleri, Batı Medeniyetine düşman
olmaları, küresel değerlere karşı ilahi olanı dayatmaları....bu halleri
ile birlikte olamayız[21]”
diyordu. (Hatırlatmak gerekir ki; küresel değerler, egemenlerin medya üzerinden
tüm dünyaya yaydıkları ideolojik değerlerdir. Onları küresel yapan, egemenlerin
onları yaygın medya ağı üzerinden sürekli tekrarlamalarıdır.)
Anladığım kadarı ile İslam’ı, sosyal hayata, ekonomiye,
cinselliğe müdahale etmeyen, “Tanrısı göğe çekilip günlük hayattan çıkmış” bir
manevi tatmin ideolojisine, yeni bir yoga biçimine indirgeyelim diyorlar. Bu
konuda işbirliği yapmak için[22] heveslilerin de çıkacağını
tahmin etmek zor değil.[23]
Bununla birlikte, aynı zamanda kurulmakta olan düzene
direnebilecek ve ona itiraz geliştirebilecek tek alternatif de İslam.
Gücü, Modernizmin zehirlerini (akılcılık,
bireysellik ve özgürlük) aşıp kitleleri etrafında toparlamayı başarabiliyor
olmasından kaynaklanıyor. Hala İslami Cemaatler ekonomik veya bürokratik
statüsü yükselen kesimlerden bile salikler toplayıp milyonları peşlerinde
koşturabiliyorlar. Eğer o cemaatlerin
birinden peygamberimsi bir lider çıkıp büyük kitleleri ikna etmeyi
başarabilirse, fakirler için ümit, egemenler için tehdit kapıları
açılabilir. (Dünya çapında (Müslüman, Hindu, Hıristiyan vs) cemaatlere yapılan
itibar suikastlerini de bu gözle de okumak gerektiği
kanaatindeyim.)
Ancak Müslüman Dünya, 1. Dünya Savaşında aldığı ağır
yenilginin travmasını henüz üzerinden atabilmiş değil. Özellikle zihinsel
sindirilmişlik ve sömürgecilik hali tüm coğrafyada hakim. Tüm coğrafya bin
senelik meselelerle manipüle edilip, vaktin ve gerçeğin dışına düşürülüyor. İç
çatışmalar ile enerjileri ve gençlikleri harcanıyor.
Atasoy Müftüoğlu’nun bize göre isabetli tanımı ile:
“Müslümanlar masalsı dünyalarda yaşıyorlar. Henüz bunaltıcı gerçekliklerle
yüzleşebilecek iradeye sahip değiller.” Prof Harari de hemen hemen aynı
fikirde, “20. Yüzyılı ıskalayan Müslümanlar, 21. Yüzyılda sorduğumuz soruların
ne anlama geldiğini bile kavramaktan acizler[24]” diyor.
Sert otoriter rejimlerin baskısı ile sersemletilmiş/ahmaklaştırış
Müslüman Toplumlar, -ölümü görüp sıtmaya razı olmak kabilinden- canlarını
kurtarmanın sevinci ile yeni dönemin otoriterliğini ve şiddetini
tanımlayabilecek durumda değiller. Bu nedenle olsa gerek, kanunlar üzerinden
kendilerine dayatılan seçeneksiz yaptırımların aslında toplumsal şiddet içerdiğini
de fark edemiyorlar. Binlerce yıllık tecrübe ile diktatöryal rejimlere karşı
kendilerini, nesillerini ve ailelerini nasıl koruyabileceklerine dair iyi-kötü
bir fikri ve tecrübesi olan Müslümanlar, demokrasi kılıfı ile “haz” objesi
üzerinden kendilerine uygulanan şiddete karşı nasıl direneceklerini konusunda hiç
bir fikre sahip değiller.[25] Kanunlar
üzerinden seçilmiş iktidarların dinlerini “gelenek” dairesine alıp geçmişe ait
bir seremoniye indirgemesine, ahlaki değerlerini alt üst etmesine, erdemlerini
çürütmesine, ailelerini dağıtmasına, mahrem alanlara tasallut etmesine,
çocuklarının terbiyesine saldırmasına, “özgürlük” adı altında gençlerini LGBT
ilişkilere yönlendirmesine vb karşı direnemiyorlar. Bunu bir devlet şiddeti
olarak algılayamıyorlar, tanımlayamıyorlar.
Yalnız, bu durumu kabul etse de Abdurrahman Arslan Bey
bir itirazda bulunuyor: “Müslümanlar dünyada ne olup bittiğini görebilecek ve
tepki verebilecek canlılık izlerini taşımıyorlar. Lakin Müslümanlar direnmese
de İslam, “insaniyet” merkezli bir uyarıyı, bir nasihatı ve hatırlatmayı
sahiplenmeye devam ederek direnmeye devam ediyor”[26]
diyor.
Yani şu halleri ile Müslümanlar ümit vaat edemezlerse de;
İslam, hala Sermayeye, Modernizme, mevcut ekonomik yapıya, gelir
adaletsizliğine itiraz edip ısrarla, “Fakirlerin, zenginlerin mallarında
hakları vardır, küçük balığın hesabı büyük balıktan sorulur, “İnsan” şerefini
Tanrıdan alarak Hak sahibi olur” demeye devam ediyor. Bu anlamda
değiştirilemezlik iddiası ile Kur’an, potansiyel olarak aşağı tabakalara ümit
verebilme pozisyonunu koruyor diyebileceğimizi düşünüyorum.
Son bir şey daha;
Kırsaldaki toprakların devletin, bankaların ve büyük
şirketlerin elinden kurtarılarak toplumlara geri dağıtımının sağlanması için
acil bir mücadele başlatılması gerektiği fikrindeyiz. Eğer bu başarılamazsa
(Devletler ölürken bu toprakları fakirlere yeniden geri vermeyi
başarabilirlerse insanlığa belki de son büyük hizmetlerini yapmış olurlar.-AHÇ)
devasa şehirlere sıkışmış devasa kitleler için - 5,10 sene içinde sıkıntıları
çok net hissedilmeye başlanacak olan- çok büyük acıların kapılarını çalacağını
görmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Demokrasi, liberalizm, bireysellik, akılcılık, özgürlük
gibi Modernizmin temel sloganlarının da sonuna geldik. Tarihin en özgür çağında
tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar tek düze bir dünya kuruldu. Herkes
aynı şehirlerde, aynı parklarda, aynı evlerde, aynı kıyafetlerle, aynı
eğitimle, aynı sloganlarla yaşamaya çalışıyor. Her şeyi aynileştiren süreç,
devletleri de ortadan kaldırarak ŞİRKETlerin hakim olduğu sorgulanamaz,
eleştirilemez YÜCE insanların (Homo DEUS) yönettiği bir dünya kurmakta.
Ne demişti Harari, “Biz hangi maymuna fikrini sorduk ki, Tanrı İnsanlar (Homo Deus) bize fikirlerimizi sorsun.”
Son söz Tage Lindbom’dan;
"Kimsenin, "ailenin yok edileceği"
öngörüsüne inanası gelmiyor; lakin ne aşk, ne de hayrın olduğu bir yerde bütün
kapıların sadece barbarlığa açılacağını fark etmek gerek."[27]
Ahmet H. Çakıcı
Muharrem 1430 / Alanya
Muharrem 1430 / Alanya
Kaynaklar:
[i] Bazen isim
vererek, bazen isim vermeden faydalandığım kaynaklar:
Wendy Brown, Tarihten Çıkan Siyaset
Zygmunt Baumann, Cemaatler
Zygmunt Baumann, Akışkan Gözetim
Zygmunt Baumann, Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup
Alain Touraine, Modernizmin Eleştirisi
Terry Eagleton, Tanrı’ın Ölümü ve Kültür
Ernest Gellner, Müslüman Toplum
Abduvehhap El Messiri, Hamburger Medeniyeti
Gayatri Chakravorty Spivak, Madun Konuşabilir mi?
Yuval Noah Harari, Homo Deus
Ayrıca kendilerinden çok
faydalandığım Abdurrahman Arslan ve Atasoy Müftüoğlu beyefendilere çok teşekkür
ederim.
[7] Harari
–Homo Deus s:32
[10] .
Noah Harari- Homo Deus s:364)
[11]
Nisa Sursi 53. Ayet: “Allah'ın rahmetinden kovulmuş tiplerin Allah'ın mülkü
üzerinde bir güçleri mi var? Öyle olsa; hiç kimseye hurma çekirdeği kadar bile
bir şey vermezlerdi ki. (Nisa 53)
[12]
Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya
[13]
Noah HArari, Homo Deus s:53
[14]
Homo Deus, Prof, Yuval Noah Harari
[18]
Abdurrahman Arslan, Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm s:41
[19]
Ernest Gellner, Müslüman Toplum
[20]
Abdurrahman Arslan, Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm s:23
[21]
Aynı eser s:20
[22] https://www.dunyabulteni.net/aa-analizleri/bir-siyasi-proje-olarak-alman-islami-h430742.html
https://www.dunyabulteni.net/avrupa/muslumanlar-kongresi-nde-gundem-fransa-islami-projesi-h434315.html
https://www.dunyabulteni.net/avrupa/muslumanlar-kongresi-nde-gundem-fransa-islami-projesi-h434315.html
[24]
Prof. Noah Harar, Homo Deus
[25]
Abdurrahman Arslan, Kıleyi Kaybettiren Dönüşüm
[26]
Abdurrahman Arslan, Dünyaya Müslümanca Bakmak
[27]
Tage Lindbom - Başaklar ve Ayrık Otları
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Ailesiz Toplum 6- Kim Bunlar, Direnebilir Miyiz?
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
3 yorum:
Emeginize saglik.
Oldukca kapsamli ve doyurucu bilgilerle yapilmis bu calismanizdan oturu sizi tebrik ediyorum. Allah bu felakete gidis surecinde sakinanlardan olmayi nasip etsin, nefsimizi ve neslimizi berbat akibetten koruyacak akil, ilim, feraset, basiret, kuvvet, kudret, hikmet ve sag duyu sahiplerinin birbirlerine ulfet versin.
Selam ve saygilarimla.
TEşekkür ederim Peyami Bey.
Maşallah kaleminize sağlik istifade ettik muhtrem hocam...
Yorum Gönder