Ailesiz Toplum 6- Kim Bunlar, Direnebilir Miyiz?

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 10 Kas 2009 3 yorum

Önceki Yazı: Ailesiz Toplum 5- Aileye Ötenazi

Kim Bunlar ?

Prof Harari, “‘21. Yüzyılda ilerlemenin trenine yetişenler, yaratmanın ve yürütmenin ilahi kudretine ererlerken, geride kalanlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyalar... Yeni Dünya, "Süper Seçkinler” ve “Gereksizler” arasında bir dünya olabilirdiyor.
Sanırım söylemeye gerek yok; biz, “gereksizler” kısmındayız. “Süper seçkinler” de bu işleri yürütenler. (Nietzsche'nin "üst insan"larını hatırlayın.)  

Harari, insanlığın bilgi ile ilişkisinin değişmekte olduğunu ve bu değişimin insanı da değiştireceğini iddia ediyor: "Biz son normal insan nesliyiz" diyor. Yüce(!) insanların beyinlerini big dataya bağlayarak, tüm sistemi kontrol eden bir seviyeye ulaşacaklarını[1], ortaya makinelerle/robotlarla entegre, yarı insan yarı robot formlar çıkacağını[2], genleri ile oynayarak domatesi, mısırı tasarladıkları gibi yeni nesilleri tasarlayacakları[3], insan ömrünün yapay organ, genetik ve hücre yenileme çalışmalarıyla uzatılacağını[4] , tonlarca ağırlığı kaldırabilen mekanik kolların[5] , jet motorlara entegre edilen süper ayakların geleceğini, bilgisayarlardan beyne, beyinden bilgisayarlara bilgi yüklenebileceğini (Blogchain[6]  muhtemelen bunun alt yapısı -AHÇ) vs söylüyor. Yani artık “süper insanlar” dediğimiz “Tanrı insanlar” döneminin başlamakta olduğunu iddia ediyor.

"Ölümsüzlüğün, sonsuz mutluluğun ve Tanrı olmanın derdindeler", diyor ve ekliyor Prof. Harari:“Artık insanları tanrı seviyesine yükseltmek için çalışıp Homo sapiens’i, Homo Deus’a dönüştürmenin vakti geldi.” [7]     

Prof Harari kitabının ismini, Antik Yunan Tanrılarının Tanrısı, Zeus’tan alıyor. Ancak Zeus’un Z’sini Dataizmin (Yeni Dünya’nın Dini’nin Dataizim olacağını iddia ediyor. Rosi Braidotti ise yeni dini, Paganizme dönüş, Yeni Paganizm olarak tanımlıyor) D’si ile değiştiriyor ve Homo Deus yapıyor. Böylece “Data-Veri/bilgi” ile güçlendirilerek TANRI’laşmış insana atıf yapıyor. Kitabın içinde sürekli Yunan Tanrılarına yapılan atıflar kurulmakta olan düzenin Hıristiyanlık öncesi antik Yunan mitolojisine benzemesinden olsa gerek.

Yunan Tanrıları Olimpos’un yücelerinde, bulutların üzerindeydiler. Aldıkları kararlar, öfkeleri, şımarıklıkları, kaprisleri ile dağın eteklerindeki sıradan insanların kaderlerini tayin ediyorlardı. Sıradan insanların onların kararlarını etkileyebilecek güçleri, onların da sıradan insanları umursamak diye bir dertleri yoktu. İçlerinden biri, Tanrılardan ateşi çalıp insanlara veren Prometheus gibi sıradan insanların menfaatine bir şey yapacak olursa, diğer yüce tanrılar tarafından cezalandırılıyordu.

Yeni Tanrılar da en az Olimpos'un tepesinde, bulutların üstündeki tanrılar kadar görünmez ve erişilmez oldular. Ekmek aldığı süpermarketin, iş yaptığı şirketin, deposunu doldurduğu istasyonun, parasını yatırdığı bankanın sahibinin kim olduğunu, nerede yaşadığını, ne ile uğraştığını kimseler bilmiyor. Ama o patronların sıradan insanların hayatları ile ilgili aldıkları kararlar, milyonlarca insanın hayatını altüst edebiliyor veya karartabiliyor. Ancak umursamıyor, ilgilenmiyor, dönüp bakmıyorlar.[8] Yüce patronlar aralarında örgütler kurup, alt sınıfların menfaatine uzun ömürlü cep telefonu, ampul, tv, çorap, bilgisayar vs üreten diğer Yüce Patronları Prometeus’u cezalandırır gibi cezalandırıyorlar.[9]   Görünen o ki putperestlik ya da Paganizm kendini yeniden ihya ediyor.

Prof. Harari bu yüce Tanrı insanların gelecekten beklentilerini anlatırken, ".... 21. yüzyılda üçüncü sınıf insanları taşıyan vagonları (her ne kadar acımasız olsa da) tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıf vagonlarla geleceğe doğru ilerlemek istiyorlar[10]” diyor.

Zenginlerle fakirlerin arasındaki fark, maddi farkın ötesinde bambaşka bir boyuta taşınıyor. Ve bu fark artık tolere edilebilecek ölçülerin ötesine geçiyor.  

Bütün bu süreci kontrol ve yönlendirmeye çalışanlar, bu farkın zenginler kısmında kalan devasa servetler biriktirmiş ve bu servetlerden tek kuruşu bile fakirlere harcamak istemeyen 1. Vagondaki egemenler. Ve onlar, megapol kentlere yığılmış sanayi toplumlarının atığı işsizlerden en kolay şekilde kurtulmak isteyenler.  (Burada Kur’an’da geçen “Eğer onların ellerine güç geçse, size zırnık bile koklatmazlar[11]” mealindeki ayet aklıma geliyor.)



Önlerinde hiç mi engel yok?

Müsaadenizle bir görüş belirtmek yerine birkaç yazardan alıntılayacağım notları buraya taşımak istiyorum:

Alain Touraine, Modernizmin Eleştirisi’nde; “Tarihin hiç bir döneminde insanlık bu kadar zengin ve bu kadar çok servetin yığıldığı bir dönem yaşamadı. Tarihin hiç bir döneminde fakirler, bu kadar çok ve uzun mesailerle bu kadar geç yaşlara kadar çalışmadı. Tarihin hiç bir döneminde fakirler bu kadar çok yerlerinden yurtlarından göç etmek zorunda kalıp yollarda ölmedi, katliamlara ve soykırımlara uğramadı. Tarihin hiç bir döneminde fakirler bu kadar çok takip edilmedi, kontrol edilmedi, zihinsel yönlendirmelere tabi kılınmadı ve tarihin hiç bir döneminde fakirlerin sermayeden aldığı pay bu kadar az olmadı. Ancak tarihin hiç bir döneminde fakirler bu kadar itaatkar da olmadı” diyordu.

Zygmunt Baumann, bunun sebebini tanımlarken; “Fakirlere medyadan düzenli olarak “özgürlük, akılcılık ve bireysellik” diye üç zehir veriliyor. Bu zehirler, onların bir araya gelebilme yetilerini yok ediyor; ortak bir lider, ortak bir akıl etrafında toplanıp fedakarlıkta bulunamıyor ve bu nedenle de onlara dayatılanlara direnemiyorlar” diyordu.


Fakirlerin bir araya gelebilme yetilerini kaybetmeleri onları, “tarihin en dırdırcı lakin en itaatkar figürü”ne dönüştürdü, diyen de Wendy Brown'dı.
Bir araya gelemeyen zerreciklerine kadar parçalamış toplumlar egemenler karşısında itaatten başka bir yol bulamıyorlar. 

Bunu gören Terry Eagleton Tanrı’nın ölümü ve Kültür eserinde fakirlerin tek bir şansı olabilir diyordu: "Eğer “peygamberimsi” biri çıkar da kelimeleri yeniden dizip (Yeni kelimeler bilmeye ihtiyacımız yok. Onların kalabalıkları ikna edecek şekilde yeniden dizilmesine ihtiyacımız var.) kalabalıkları yeniden kanaat etmeye ikna edebilirse belki bir araya gelebilmek için bir şansımız daha olabilir" diyordu. Şöyle bir örnekle anlatabilirim: Yapıştırıcı sürülmüş zeminin tam ortasına bir peynir parçası bırakıldığında farenin tek bir kurtuluşu vardır; peynir hevesine dur diyebilmek.

Haz vaadi yapıştırıcı sürülmüş zeminin ortasındaki peynir.  Kalabalıkların haz vaadine verecekleri tepki bundan sonraki süreci belirleyecek. Eğer kendilerine sunulan sapkın hazlara "hayır" diyemezlerse "insan onuru ve haysiyetinin", hatta “insanın” tamamen yok edileceği bir sürece uyanabiliriz: Erkeklerin hazdan, "güçlü" kadınların yalnızlıktan ölecekleri bir sürece.

Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya isimli ütopik romanında "Uyuşturucu, ilaçlar, yeni propaganda teknikleri, yeni masallar ve hatta insan fizyolojisiyle oynayarak insanı, köleliğini sever hale getirmeye çalışıyorlar. "İnsan onurunu" korumak için ebedi bir teyakkuz gerekir" diyordu. Üstadın öngörülerinden pek çoğu çıktı. Ama onların "süper insanlar ve gelişmiş hayvanlar" diye bir dünya kurup;  "insan” kelimesinden (mana olarak insandan) tamamen kurtulmak isteyebileceklerini daha 1930’larda görebilmesini hayretle karşılıyorum[12].

Tüm bunları Prof Harari’den yapacağımız şu alıntılar ile birleştirelim : “İnsanlığın geldiği bu noktada “Tanrı olmayı” istemesi değil, istememesi ahlaksızlıktır.” Ancak Prof Harari bu cümleyi herkes için kurmuyor çünkü sadece birkaç sayfa sonra fakirler için kurmuş olduğu cümle farklı: “İnsanlar haz arayışlarını hızlandırmamalı aksine yavaşlatmalıdırlar.[13] 

Fakirlere daha az yemek, daha az sağlık, daha az konfor, daha az eğlence ve daha az rahata kendinizi alıştırın diyerek, beklentilerini kısmalarını tavsiye ederken, büyük bir heyecanla zenginler için Tanrı olma vaktinin geldiğini söylüyor Prof Harari. Ancak fark etmek gerekir ki, fakirlere teklif edilen bir seçenek değil: Bir dayatma.

Dayatmanın, dayatma olduğunun fark ettirilmemesi kurulmuş oyunun büyüsü. Kanaatimize göre Henry Ford’un, “Müşterinin, SİYAH bir araba alması kaydı ile hangi renk araba alacağına müdahale edilemez. Bu onun en doğal hakkıdır” cümlesi modern dönemin belki de en çarpıcı tanımıdır. Tüm alternatifleri yok ettikten sonra kalan tek seçeneği, kitlelere dilediğinizi “özgürce” seçin diye teklif etmek, bunu “özgürlük” olarak yutturmak modern zamanların en güçlü büyüsüdür diye düşünüyorum.

Ya da toplumların iradelerini kanunlarla devre dışı bırakarak,  Tv’lerden ve sosyal medyadan milyonlarca kez tekrarlayıp, -daha anaokulundan başlatılan bir eğitimle- zihinlere kazıyıp, bu “evrensel değerdir” diyerek, İnsan Hakları numarası adı altında toplumları bir ahlaksızlığa maruz bırakmak da aynı büyülü oyunun başka bir sahnesinden ibarettir, kanaatindeyiz.

Toplumlara dayatılmakta olan Yeni Kapitalist Diktaya itiraz edebilecek, direnebilecek hiç kimse yok mu?

İtiraz veya işbirlikçilik arasında Müslümanlar

Harari “Bilim, uçaktan atılan bir bombanın ne kadar etkili olabileceğini, kaç kişinin öleceğini söyleyebilir ancak oradaki insanları öldürmenin iyi mi kötü mü olduğunu söyleyemez. Çünkü hiç bir veri ya da matematik formülü, insan öldürmenin iyi ya da kötü olduğu hakkında bir fikir vermez. Bunu ancak değerler söyleyebilir. Bu yüzden hala dinlere ihtiyacımız var. Herhangi bir dinin rehberliği olmadan büyük çapta bir sosyal düzeni sürdürmek imkansız gibi görünüyor[14] ,diyor.

Dinler olmadan, bir düzen kuramadıklarını gayet iyi bildikleri için dinlere 
muhtaç olduklarını da biliyorlar. Yani dertleri dinler değil. Ancak dinler yürümekte oldukları yolda, önlerine bir engel olarak çıktığı için kaçınılmaz bir şekilde dinlerle hesaplaşmak zorunda kalıyorlar. Bu kaçınılmaz hesaplaşmada Yeni Kapitalist Düzen’in karşısında ciddiye alınabilecek rakiplerinin sayısı çok fazla değil.

Ernest Gellner, “Müslüman Toplum” eserinde kurulmakta olan Yeni Kapitalist Düzen’e itirazın ancak 4 büyük cemaatten gelebileceğini söylüyor:
Bunların ilki Hıristiyanlık: Ancak Hıristiyanlık son 300 senedir ölmüş durumda. Papalığın kürtaj, gay papazlar ve gaylerin kilisede evlilikleri gibi bir kaç sembolik konu haricinde Modernizme ve Kapitalist Sermayeye itirazı kalmadı.[15] Son seçilen Papa’nın gaylere karşı oldukça anlayışlı olmasının Papalık seçiminde önemli bir rol oynadığı pekala iddia edilebiliyor.[16] Ki çok kısa bir süre önce Kilisedeki bir ayin sırasında önüne çıkarılan bir eşcinsele “Juan Carlos, eşcinsel olup olmaman mühim değil. Tanrı seni böyle yaratmış ve seni olduğun gibi seviyor. Benim için de bunun bir önemi yok. Papa seni böyle seviyor. Olduğun gibi olmaktan mutlu olmalısın"[17] diyerek Papalığın eşcinselliğe dair olan itirazını da geri çekmiş oldu.

Abdurraman Arslan Bey’ Ernest Gellner’la aynı fikirde: “İslam’dan daha eski olan iki din; öncelikle Hıristiyanlık sonra da Musevilik modernite karşısındaki mücadelelerini kaybettiler. Aslında bünyelerinde taşıdıkları sebepler nedeniyle bu mücadeleyi kaybetmeleri de gerekiyordu[18]” diyor. 

Hıristiyanlığın, “Avrupa Merkezcilik”le kurmuş olduğu ilişki, kendi değerlerini yok saymak pahasına sömürgecilik uygulamaları ve Batınının Batı dışı dünya üzerindeki tahakkümü karşısında aldığı pozisyon, Hıristiyanlığın kendi değerlerinin/varlığının eriyerek yok olması ile neticelenmek üzere. Dolayısı ile Hıristiyanlık adına bir tepki beklemek mümkün değil gibi görünüyor. 

İkinci cemaat bir milyara yaklaşan nüfusları ile Hindular: Ancak Hindularda da Modernizme veya egemen düzene olan itirazlar, salikin toplumsal statüsünün yükselmesi ile yok oluyor. Alt tabakalarda etkili olan Hinduizm üst tabakalarda varlığını koruyamıyor.

Üçüncü cemaat Taoizm ve onun bir versiyonu olan Şintoizm: Çin ve Japonya’da takipçileri 1 milyarın üstünde olmasına rağmen sosyal ve ekonomik hayatta hemen hemen tüm varlığı yok olmuş durumda. Evlerde bir kaç örf ve tapınaklarda turistlere yönelik gösterinin bir parçası haline gelmiş olan rahiplerin seremonilerinden başka bir şey geriye kalmamış gibi görünüyor.

Dördüncüsü ise İslam toplumu: Müntesiplerini bir ideal etrafında toplayıp harekete geçirebilme kapasitesi ve onların ekonomik ve sosyal yaşamlarına yön verebilme gücü ile İslam Toplumları, tarihlerinin en büyük travmasını yaşıyor olsalar bile, canlılar. Üstelik İslam çok güçlü geri dönüşleri olan bir din. (30-40 yıl gayet süfli yollarda ömür geçirenlerin 40 yıl sonra hacca gidip namaza başlamaları son derece normaldir. Toplumsal bazda 150 yıl komünist ve diktatoryal bir rejim altında Tanrısız bir ideoloji ile baskılanmalarına rağmen Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan gibi ülkelerde sadece 20 senelik bir süreç içinde iktidarları endişeye düşürecek bir geri dönüş yapabildiler.-AHÇ)

“... Geleceğin Modernist yapısı ile uyumlu olabilecek tek din İslam. Çünkü Modernizmle hesaplaşıp varlığını hala koruyabilen başka bir topluluk yok. Eğer Modernizm’le uyuşmayan tarafları çözülebilirse, Yeni Modernist toplumun maneviyat ihtiyacına pekala cevap verebilir,” diyor Ernest Gellner[19]

Anladığım kadarı ile Ernest Gellner;  Batı Medeniyeti 1000 yıldır Hıristiyanlığın dinamik unsurları üzerinden büyüdü ama bu süreçte Hıristiyanlığı da yürüyen bir kadavraya dönüştürdü. Artık onunla yürüyebilmenin imkanı yok. Şimdi İslam’ı Modernizm’e uyarlayıp gelecek bin sene de onunla idare edelim, çünkü sadece onda modernizm karşısında varlığını koruyabilecek enerji var, diyor.

Bu görüşün müşterileri yok değil: Mesela, ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı'nın(CIA) Milli Haberleşme Konseyi eski başkan yardımcısı ve Amerikan RAND Corporation düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı olan Graham Fuller, 2000’li yıllarda bunu çok daha açık ifade etmişti: “Bugün İslam dünyasındaki fosilleşmiş, dinazorlaşmış siyasal rejimlere karşı, değişim talepleri olan ve o değişim dinamizmine sahip olan sadece Müslümanlardır. O halde gelin bunları törpüleyip adam edelim. Arzuladığımız değişimi de bunların eliyle gerçekleştirelim.[20]

Amerikalı sosyal bilimler profesörü Mark Juergensmeyer da aynı fikirde: “Dini nasyonalistlerle [köktendincilerle] birlikte yaşamamızı imkansız kılacak şeylerin listesini çıkarırsak, bu liste hayli kabarık olacaktır; Amerika’yı şeytan olarak görmeleri, Batı Medeniyetine düşman olmaları, küresel değerlere karşı ilahi olanı dayatmaları....bu halleri ile birlikte olamayız[21]” diyordu. (Hatırlatmak gerekir ki; küresel değerler, egemenlerin medya üzerinden tüm dünyaya yaydıkları ideolojik değerlerdir. Onları küresel yapan, egemenlerin onları yaygın medya ağı üzerinden sürekli tekrarlamalarıdır.)

Anladığım kadarı ile İslam’ı, sosyal hayata, ekonomiye, cinselliğe müdahale etmeyen, “Tanrısı göğe çekilip günlük hayattan çıkmış” bir manevi tatmin ideolojisine, yeni bir yoga biçimine indirgeyelim diyorlar. Bu konuda işbirliği yapmak için[22]  heveslilerin de çıkacağını tahmin etmek zor değil.[23]

Bununla birlikte, aynı zamanda kurulmakta olan düzene direnebilecek ve ona itiraz geliştirebilecek tek alternatif de İslam.

Gücü, Modernizmin zehirlerini (akılcılık, bireysellik ve özgürlük) aşıp kitleleri etrafında toparlamayı başarabiliyor olmasından kaynaklanıyor. Hala İslami Cemaatler ekonomik veya bürokratik statüsü yükselen kesimlerden bile salikler toplayıp milyonları peşlerinde koşturabiliyorlar.  Eğer o cemaatlerin birinden peygamberimsi bir lider çıkıp büyük kitleleri ikna etmeyi başarabilirse, fakirler için ümit,  egemenler için tehdit kapıları açılabilir. (Dünya çapında (Müslüman, Hindu, Hıristiyan vs) cemaatlere yapılan itibar suikastlerini  de bu gözle de okumak gerektiği kanaatindeyim.)  

Ancak Müslüman Dünya, 1. Dünya Savaşında aldığı ağır yenilginin travmasını henüz üzerinden atabilmiş değil. Özellikle zihinsel sindirilmişlik ve sömürgecilik hali tüm coğrafyada hakim. Tüm coğrafya bin senelik meselelerle manipüle edilip, vaktin ve gerçeğin dışına düşürülüyor. İç çatışmalar ile enerjileri ve gençlikleri harcanıyor.

Atasoy Müftüoğlu’nun bize göre isabetli tanımı ile: “Müslümanlar masalsı dünyalarda yaşıyorlar. Henüz bunaltıcı gerçekliklerle yüzleşebilecek iradeye sahip değiller.”  Prof Harari de hemen hemen aynı fikirde, “20. Yüzyılı ıskalayan Müslümanlar, 21. Yüzyılda sorduğumuz soruların ne anlama geldiğini bile kavramaktan acizler[24]” diyor. 

Sert otoriter rejimlerin baskısı ile sersemletilmiş/ahmaklaştırış Müslüman Toplumlar, -ölümü görüp sıtmaya razı olmak kabilinden- canlarını kurtarmanın sevinci ile yeni dönemin otoriterliğini ve şiddetini tanımlayabilecek durumda değiller. Bu nedenle olsa gerek, kanunlar üzerinden kendilerine dayatılan seçeneksiz yaptırımların aslında toplumsal şiddet içerdiğini de fark edemiyorlar. Binlerce yıllık tecrübe ile diktatöryal rejimlere karşı kendilerini, nesillerini ve ailelerini nasıl koruyabileceklerine dair iyi-kötü bir fikri ve tecrübesi olan Müslümanlar, demokrasi kılıfı ile “haz” objesi üzerinden kendilerine uygulanan şiddete karşı nasıl direneceklerini konusunda hiç bir fikre sahip değiller.[25] Kanunlar üzerinden seçilmiş iktidarların dinlerini “gelenek” dairesine alıp geçmişe ait bir seremoniye indirgemesine, ahlaki değerlerini alt üst etmesine, erdemlerini çürütmesine, ailelerini dağıtmasına, mahrem alanlara tasallut etmesine, çocuklarının terbiyesine saldırmasına, “özgürlük” adı altında gençlerini LGBT ilişkilere yönlendirmesine vb karşı direnemiyorlar. Bunu bir devlet şiddeti olarak algılayamıyorlar, tanımlayamıyorlar.

Yalnız, bu durumu kabul etse de Abdurrahman Arslan Bey bir itirazda bulunuyor: “Müslümanlar dünyada ne olup bittiğini görebilecek ve tepki verebilecek canlılık izlerini taşımıyorlar. Lakin Müslümanlar direnmese de İslam, “insaniyet” merkezli bir uyarıyı, bir nasihatı ve hatırlatmayı sahiplenmeye devam ederek direnmeye devam ediyor”[26] diyor.

Yani şu halleri ile Müslümanlar ümit vaat edemezlerse de; İslam, hala Sermayeye, Modernizme, mevcut ekonomik yapıya, gelir adaletsizliğine itiraz edip ısrarla, “Fakirlerin, zenginlerin mallarında hakları vardır, küçük balığın hesabı büyük balıktan sorulur, “İnsan” şerefini Tanrıdan alarak Hak sahibi olur” demeye devam ediyor. Bu anlamda değiştirilemezlik iddiası ile Kur’an, potansiyel olarak aşağı tabakalara ümit verebilme pozisyonunu koruyor diyebileceğimizi düşünüyorum.

Son bir şey daha;

Kırsaldaki toprakların devletin, bankaların ve büyük şirketlerin elinden kurtarılarak toplumlara geri dağıtımının sağlanması için acil bir mücadele başlatılması gerektiği fikrindeyiz. Eğer bu başarılamazsa (Devletler ölürken bu toprakları fakirlere yeniden geri vermeyi başarabilirlerse insanlığa belki de son büyük hizmetlerini yapmış olurlar.-AHÇ) devasa şehirlere sıkışmış devasa kitleler için - 5,10 sene içinde sıkıntıları çok net hissedilmeye başlanacak olan- çok büyük acıların kapılarını çalacağını görmemiz gerektiğini düşünüyorum.  

Demokrasi, liberalizm, bireysellik, akılcılık, özgürlük gibi Modernizmin temel sloganlarının da sonuna geldik. Tarihin en özgür çağında tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar tek düze bir dünya kuruldu. Herkes aynı şehirlerde, aynı parklarda, aynı evlerde, aynı kıyafetlerle, aynı eğitimle, aynı sloganlarla yaşamaya çalışıyor. Her şeyi aynileştiren süreç, devletleri de ortadan kaldırarak ŞİRKETlerin hakim olduğu sorgulanamaz, eleştirilemez YÜCE insanların (Homo DEUS) yönettiği bir dünya kurmakta.

Eğer kalabalıklar, kitleleri milyonlarca birleşemez parçaya bölen akılcılık, bireysellik ve özgürlük zokalarının panzehirini geliştirip bir araya gelmeyi başaramazlarsa ne demokrasinin, ne bireyselliğin, ne özgürlüğün ne de diğer sanki varmış gibi olan hakların hiç birinin olmayacağı, "süper egemenlerin" yönettiği "süper bir diktatöryaya" uyanacaklar, diye düşünüyorum.

Ne demişti Harari, “Biz hangi maymuna fikrini sorduk ki, Tanrı İnsanlar (Homo Deus) bize fikirlerimizi sorsun.”  

Son söz Tage Lindbom’dan;

 "Kimsenin, "ailenin yok edileceği" öngörüsüne inanası gelmiyor; lakin ne aşk, ne de hayrın olduğu bir yerde bütün kapıların sadece barbarlığa açılacağını fark etmek gerek."[27]


                                                      Ahmet H. Çakıcı
                                                 Muharrem 1430 / Alanya







Kaynaklar:
[i] Bazen isim vererek, bazen isim vermeden faydalandığım kaynaklar:
Wendy Brown, Tarihten Çıkan Siyaset
Zygmunt Baumann, Cemaatler
Zygmunt Baumann, Akışkan Gözetim
Zygmunt Baumann, Akışkan Modern Dünyadan 44 Mektup
Alain Touraine, Modernizmin Eleştirisi
Terry Eagleton, Tanrı’ın Ölümü ve Kültür
Ernest Gellner, Müslüman Toplum
Abduvehhap El Messiri, Hamburger Medeniyeti
Gayatri Chakravorty Spivak, Madun Konuşabilir mi?
Yuval Noah Harari, Homo Deus
Ayrıca kendilerinden çok faydalandığım Abdurrahman Arslan ve Atasoy Müftüoğlu beyefendilere çok teşekkür ederim.




[7] Harari –Homo Deus s:32
[10] . Noah Harari- Homo Deus s:364)
[11] Nisa Sursi 53. Ayet: “Allah'ın rahmetinden kovulmuş tiplerin Allah'ın mülkü üzerinde bir güçleri mi var? Öyle olsa; hiç kimseye hurma çekirdeği kadar bile bir şey vermezlerdi ki. (Nisa 53)
[12] Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya
[13] Noah HArari, Homo Deus s:53
[14] Homo Deus, Prof, Yuval Noah Harari
[18] Abdurrahman Arslan, Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm s:41
[19] Ernest Gellner, Müslüman Toplum
[20] Abdurrahman Arslan, Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm s:23
[21] Aynı eser s:20
[22] https://www.dunyabulteni.net/aa-analizleri/bir-siyasi-proje-olarak-alman-islami-h430742.html
https://www.dunyabulteni.net/avrupa/muslumanlar-kongresi-nde-gundem-fransa-islami-projesi-h434315.html
[24] Prof. Noah Harar, Homo Deus
[25] Abdurrahman Arslan, Kıleyi Kaybettiren Dönüşüm
[26] Abdurrahman Arslan, Dünyaya Müslümanca Bakmak
[27] Tage Lindbom - Başaklar ve Ayrık Otları


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

3 yorum:

Peyami BAYRAM dedi ki...

Emeginize saglik.
Oldukca kapsamli ve doyurucu bilgilerle yapilmis bu calismanizdan oturu sizi tebrik ediyorum. Allah bu felakete gidis surecinde sakinanlardan olmayi nasip etsin, nefsimizi ve neslimizi berbat akibetten koruyacak akil, ilim, feraset, basiret, kuvvet, kudret, hikmet ve sag duyu sahiplerinin birbirlerine ulfet versin.
Selam ve saygilarimla.

Ahmet H. Çakıcı dedi ki...

TEşekkür ederim Peyami Bey.

Unknown dedi ki...

Maşallah kaleminize sağlik istifade ettik muhtrem hocam...

Yorum Gönder