Kara Ütopya roman tarzında yazılan
eserler içinde en çok öne çıkan iki eserden biri, “Cesur
Yeni Dünya”. 1932 yılında ilk kez yayınlanan eser, rakibi George Orwell’in
“1984” romanından 17 sene önce yazılmış olmasına rağmen, özellikle 2000'lerden sonra çok daha popüler hale geldi. Sanırım, buna sebep Huxley’in geleceğe yönelik öngörülerinin
daha isabetli olduğuna dair kanaatin her gün daha fazla kuvvet kazanıyor olması.
Orwell, eserinde geleceğe yönelik
büyük bir totaliter yapı öngörüyordu. Bu totaliter yapıda “büyük göz” insanları, gözetimi ve takibi ile şiddet ile tehdit ederek boyun
büktürüyordu. Huxley’in eserinde de gelecek için totaliter rejimler öngörüsü
var. Ancak egemenin toplumları kontrol etmesi için şiddete veya sürekli
takiplere ihtiyacı olmayacak; anladığım kadarı ile “Bilim, insanlığa ihanet etti ve kapitalizmin emri altına girdi.
Onun vasıtasıyla insanlara köleliklerini sevdirmek mümkün olacak” öngörüsünde bulunuyor, Huxley.
Huxley’nin ütopyasını kurduğu
dünyada totaliter rejimlerin/devletlerin, gelecekte en fazla yatırım
yapacakları alanın “mutluluk sorununu” çözmek, yani “kitlelere köleliklerini
sevdirmek” için kurulan alanlar olacağını ve bunun için propaganda
bakanlıklarına, medyaya ve eğitimcilere (okul yöneticilerine) yatırım
yapılacağını iddia ediyor. Huxley, çocuklara egemenlerin istemediği şeyler öğreten "aile"nin ortadan kaldırılıp çocuk yapmanın çirkin, iffetsiz, ahlaksız, utanç
verici bir şey olarak tanımlanacağını, çocuğun devlet tarafından cam tüpler içinde kuluçka
makineleri gibi bir sistem kurularak üretileceğini, böylece hem egemenlerin
istemediği bilgilerin gelecek nesillere aktarılmasının hem de kontrol dışı
çocuk yapılıp nüfus artışının önüne geçilmesinin mümkün olacağını düşünüyor. Çocuklara
verilecek eğitimin, "şartlandırma"lardan ibaret olacağını ve bu şartlandırmaların bazen
gün içinde bazen uykuda sürekli tekrar edilen kelimelerle/sloganlarla olacağını öngörüyor. (Sanırım Tv, gazete ve sosyal medyadan yapılan sürekli tekrarlar bu şartlandırma
işlevini fazlası ile gördüklerinden, modern dünyada uykuda şartlandırmaya ihtiyaç hissedilmiyor.-AHÇ)
Kitlelerin gerçeklikten,
sıkıntılardan ve özellikle kendilerinden kaçışının bir ihtiyaç olduğunu düşünür, Huxley.
Bilimin, içki ve esrar gibi sonrasında insanda baş ağrısı, bulantı, keyifsizlik benzeri yan etkiler bırakmayacak yeni uyuşturucular geliştireceğini ve bunların
egemenler tarafından kitlelerin boş vakitlerini işgal ederek onları zararlı(?)
düşünce ve hareketlerden kurtarmak için kullanılacağını tahmin ve iddia ediyor. Romanda
bu, "soma" diye adlandırılan, devlet tarafından serbestçe dağıtılan ve günde en az 3 sefer kullanması mecburi tutulan uyuşturucular ve herkesin yanında sürekli taşıdığı ”seks hormonlu ve
uyuşturuculu" sakızlar olarak kendisine yer bulur. (Günümüzde marihuana ve esrarın serbest kalması için yapılan tartışmaların ve depresyon hapları adı altında legalleştirilen hafif düzeyli uyuşturucuların bu gözle okunabileceğini düşünüyorum-AHÇ)
Yazar, rejimlerin ekonomik ve siyasi
olarak totaliterleştikçe kitlelerin içine düşecekleri stresin ve öfkenin,
onları serbest cinselliğe yönlendirerek manipüle edilebileceğini söyler. Eğer
egemen; kitleleri, yeni sömürgeler elde etmek için yeni savaşlara yönlendirip,
onlara oyalanabilecekleri veya uğrunda ölebilecekleri meşgaleler veremezse
onları serbest sekse yönlendirerek oyalamak ihtiyacını duyar, fikrini savunur. “Uyuşturucu,
filimler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek olarak
cinsellik, tebasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur” der. Bu
konu, romanda “herkes, herkes içindir”, “toplu seks, poplu seks ayinleri”, “birinin sizle
seks yapmak istemesini reddetmek, bencilliktir” gibi sürekli, tekrarlanan
şartlandırmalarla anlatılmaya çalışılır. (Günümüzda İstanbul Sözleşmesi Ve Toplumsal cinsiyet Eşitliği adı altında lezbiyen, gay, biseksüeli, trans, ensest, pedofili, zoofili vs yönlendirmeleri ve evliliğin zorlaştırılıp zinanın yaygınlaştırılması bu misyonu üsteliyor sanırım. AHÇ)
Bunlar gerçekleştiğinde bir şeye daha
ihtiyaç olur, diyor yazar: İnsanların kendi yeteneklerine göre tasnif ve
görevlendirme yapılabilmesine yönelik bilimsel çalışmalara. Yani kast sitemini, sınıflı toplumu oturtmaya. Bu
çalışmalar sayesinde insanları kendi mutlu oldukları alanlara yönlendirmek
mümkün olabilecektir. Çünkü eğer insanlar liyakatlari olmayan alanlara/yerlere
gelirlerse “huzursuz “olurlar ve huzursuzluk bulaşıcıdır. Diğer insanlara
huzursuzluğu bulaştırırlar. Romanda daha şişelenmeden önce döllenme aşamasında
embriyolara verilen oksijen, fosfor, mağnezyum vs oranları ile oynanarak farklı
yetenekte, farklı özellikleri olan toplumsal sınıflar oluşturulur. 1,55 boyunda
hiç bir zeka belirtisi gösteremeyen epsilonlar, 1,69 boyunda ufak tefek
emirleri anlayabilen basit cümlelerle konuşabilen Moronlar, sıradan işleri
yapan sıradan özellikleri olan Betalar ve boylu poslu yöneticiler olarak
yetiştirilen üstün özellikli Alfalar ve onların ara formları eğer kendi
yetenekleri ile mütenasip işlerde/alanlarda değerlendirilirlerse mutludurlar.
Eğer yeteneğine uygun yerde olmazlarsa huzursuzluk başlar, fikri savunulur.
İşte bunların gerçekleştirildiği yerdir, Cesur Yeni Dünya. Medeniyete, vahşi dünyadan gelen John "ben keyif aramıyorum, tehlike istiyorum, risk istiyorum, özgürlük istiyorum, acı istiyorum, duygu istiyorum, sadakat istiyorum, bir ömür boyu söz vermek istiyorum, günah istiyorum" diyerek son derece güvenli, kontrollü, risksiz, her şeyin egemenlerin rızasına uygun, herkesin sakin, uysal, dertsiz, acısız, duygusuz ve cinsel anlamda tam olarak doyurulmuş olduğu bir toplumda "insan"a olan hasreti dile getirir. Ancak böyle bir toplumda insana yer yoktur. Ve sonunda "Vahşi" yani John kendini öldürür.
Roman’ın genel özeti (David Bradshaw)
(Kitabın “Sonsöz” bölümünden alıntılanmıştır)
İlk olarak 1932'de yayınlanan Cesur
Yeni Dünya “FS. 632 de, bu istikrar yılında" geçmektedir, yani Amerikan
araba kodamanı Henry Ford'un (1863-1947) gelişinden 632 yıl sonra. (Huxley,
Amerika’ya yaptığı gemi yolculuğu esnasında Henry Ford’un bir eserini okur. Ve ABD’de hakim olan düşüncenin ve içtimai hayatın Ford’un fikriyatı olduğunu fark
eder. Bu fikriyatın temelinde “tüketim ekonomisinin yattığını” ve “insanların
tüketime” tapmaya çağrıldığını düşünerek İngilizce “My Lord” (Tanrım) ifadesini
ironik bir şekilde “My Ford” (Fordum) ifadesine dönüştürerek romanın içinde bir
zikir şeklinde sürekli tekrarlattırır. Romanın Ford'dan sonra 632 senesinde geçmesi Hz Muhammed'in, Hz. İsa'dan 632 yıl sonra vefatına atıf yaparak, Hristiyanlığın yeni düşmanının; peygamberi Henry Ford olan "tüketim dini" (Fordizm) olduğunu hissettirir. -AHÇ)
Ford, Dokuz Yıllık Savaşla büyük
Ekonomik Bunalım'ın çifte felaketinden sonra kurulmuş bir küresel kast sistemi
olan Dünya Devleti'nin önde gelen ilahıdır, onun endüstri felsefesi de bu düzen
içindeki hayatın her yönüne hükmeder.
Dünya Devleti'nin istikrarı,
biyolojik mühendislik ve insanı her yönden koşullandırmanın terkibiyle sağlanır.
Bu devletin standartlaştırılmış, yaşları gençlikte dondurulmuş iki milyar yurttaşı sadece on bin soyadını
paylaşır, dünyaya da doğarak gelmemişlerdir: Önceden belirlenmiş rollerini
yerine getirmek üzere 'kuluçka'dan çıkarılmışlardır. Politik gövdedeki
hücrelerden öte bir şey değillerdir. Çocuklukta edilgen itaatin, maddi
tüketimin ve önüne gelenle düşünmeden yatıp kalkmanın (seks yapmanın-AHÇ)
erdemleri hipnopedya (uykuda öğretim) yoluyla telkin edilir. İleriki yaşamlarında
Dünya Devleti'nin yurttaşlarına ücretsiz somalar, hükümetçe onaylanmış haplar
verilir ve sürü halinde Cemaat Terennümleri ve Dayanışma Ayinleri için (ki
rutin olarak bir sefahat âlemiyle sona ererler) toplanırlar. Bu toplantılar
Dünya Devleti'nin savsözü olan "CEMAAT, ÖZDEŞLİK, İSTİKRAR" değerlerini
daha derin biçimde aşılamak için düzenlenir. Hayatın her yönü toplumsal yarar
düzeyine indirgenmiştir, hatta cesetlerden kullanışlı fosfor kaynakları olarak
yararlanılmaktadır.
Dünya Devleti'nin on bölgesinden her
biri yerel Dünya Denetçisi tarafından yönetilir. Ford hazretleri Mustafa Mond,
Londra merkezli Batı Avrupa bölgesinin Denetçisidir ve en altta ayak işleri
için döllenmiş Epsilon-Eksi Yarı Moronları ile onların üstünde gitgide artan
yetenek kastlarının sıralandığı bir kitle bulunan hiyerarşik, fabrika benzeri
bir firmanın başını çeker. Mond'un hemen altında bir Alfa-Artı entelektüeller
kastı vardır. Bernard Marx ve Helmholtz Watson bu elitin üyeleridir, ama her ikisi
de yalnız kalmak ve cinsellikten sakınmak gibi sapkın hazlardan hoşlanan eğilimler
geliştirmişlerdir. Çok iyi bilmektedirler ki "görevleri çocuksu olmaktır ve
"birey duygulandığında, toplum yalpalar"; her ikisi de Alfa-Artı
uyumsuzları için sığınak işlevi gören adalardan birine sürülmeye yazgılıdır.
Dünya Devleti'nin sınırları dışında
yaşamasına izin verilen diğer tek insanlar da çeşitli Vahşi Ayrıbölgeleri'nde
yaşayanlardır. Kendilerini çevreleyen Fordgil cehennemden elektrikli tellerle
ayrıldıkları için vahşiler hâlâ evlenmekte, çocuk doğurmakta, yaşlanmakta ve
eskisi gibi ölmektedirler.
İşte New Mexico'daki Ayrıbölgeyi
ziyaret ederken Bernard Marx, John adlı vahşiye rastlar ve onu Londra'ya
getirir. John ilkin kendisini çevreleyen yeni dünya karşısında coşkuya kapılır
ve Londra'dan büyük ilgi görür, fakat kısa süre sonra Dünya Devleti'nce hayal kırıklığına
uğratılır ve John'ın perspektifinden F.S. 632'nin eksiksiz, totaliter dehşeti
teyit edilir.
Roman’ın SUNUŞ
Bölümünden kısa notlar (Margaret
Atwood)
Lenina fırsatını bulduğunda
hoşlandığı biri ile neden seks yapamayacağını anlayamıyor. (Herkes herkes
içindir. Birini kendinden mahrum etmek/reddetmek bencilliktir, ayıptır. Daha önce yüzlercesinin önünde yaptığı gibi John'un da önünde iç çamaşırlarını çıkartıp çırıl çıplak kalan Lenina, Cesur Yeni Dünyanın ve medeniyetin sembolüdür. Bir ömür
boyu birliktelikten, sadakatten, namustan, beklemek ve sabırdan, hak etmekten,
sevdiği için acı çekmekten(aşk acısı) bahsederek Lenina ile birlikte olmayı reddeden John ise romana barbarlığın ve medeniyetsizliğin sembolü "vahşi" olarak girer.-AHÇ)
Cesur Yeni Dünya son derece nazik
cezalandırma yöntemlerine sahiptir. Uyumsuz kimseler için, benzer düşünce
yapısına sahip kişilerle birlikte “İnsanoğlunun Mutlak Sonunu”, “normal”
kimselere rahatsızlık vermeden tartışabilecekleri bir yere, bir adaya ,
İzlanda’ya, deyim yerindeyse bir tür üniversiteye sürgün edilirler. (Modern hayat, huzursuz insanların başka insanları etkilemelerine müsaade etmeden kendi gettoları içinde oyalanabilecekleri üniversite benzeri gevezelik adaları var ederek, memnuniyetsizleri manipüle eder.)
Viktoryenlerin “ölüm bizi ayırıncaya
dek” anlayışı ”herkes, herkes içindir” ile yer değiştirirken; Viktoryenlerin
dindarlığı (haftalık kilise ayinleri) sonu
“toplu seks, poplu seks” ayini ile biten FORDumuz (my Ford) (Burada yazar MY LORD-TAnrım ifadesi ile oynar-AHÇ) isimli Tanrıya zikir
çekilen meclislere/ayinlerine evrilmiştir.
Seks ile üreme birbirlerinden
ayrılmıştır ve kadınlar artık doğum yapmamakta, hatta bunu düşünmek bile
tiksinmelerine neden olmaktadır. Cinsel ilişkiler bir tür boş zaman geçirme
etkinliğine dönüşmüştür. Çıplak, küçük çocuklar çalılar arasında “erotik
oyunlar” oynarlar ki, erken yaşta deneyim kazansınlar.
Her şeyin ulaşılabildiği dünyada hiç
bir şeyin anlamı/ kutsaliyeti yoktur.
Önsöz-Aldous Huxley
Hiroşima’dan atalarımızın Magdeburg’dan
aldığı gibi bir ders alacağımızı varsayarsak gerçekten barış dolu olmasa bile sınırlı
ve kısmen yıkıcı savaşların olduğu bir dönemin bizi beklediğini ümit
edebiliriz. (Daha önceki savaşlardan hiç ders almamış olmamız, gelecekte de aynı vahşilikleri yaşayacağımızın delili sayılabilir-AHÇ) Bu dönem sürecinde nükleer enerjinin endüstriyel amaçlar için
kullanılacağı varsayılabilir. Elbette sonuç, eşi görülmedik hız ve bütünlükte
bir dizi ekonomik ve sosyal değişim olacaktır. İnsan yaşamının var olan
bütün yaşama biçimleri bozulacak ve atom gücünün insancıl olmayan gerçeğine
uyum sağlayacak yeni biçimler geliştirmek zorunda kalınacaktır. Modern
giysilere bürünmüş Prokroustes’ler olan nükleer bilimciler insanlığın üzerinde
yatacağı yatağı hazırlayacak ve eğer insanoğlu yatağa uymazsa bu, insanlık için
çok kötü olacak. Bir takım uzatma ve kısaltmalar sonucu insanlığın fazla gelen
uzuvları kesilip biçilecek, uygulamaları bilimler uygulanmaya başladığından
beri olagelen, aynı türden uzatma-kısaltma ve uzuv kesmeler, ancak bu kez,
geçmiştekinden çok daha korkunç olacaktır. Bu hiç de acısız olmayan
ameliyatlar, ileri derecede merkezileşmiş devletler tarafından
yönetilecektir.... Tüm dünya devletlerinin atom enerjisinin kullanımından
önce üç aşağı beş yukarı bütünüyle totaliterleşmeleri olasıdır; kullanım süresince
ve sonrasında totaliterleşeceklerine kesin gözüyle bakılabilir. Sadece
merkezileşme ve öz yardım yönünde büyük ölçekli kitlesel bir hareketi
devletçiliğe bugünlerdeki yönelişi durdurabilir. Hali hazırda böylesi bir
harekete dair herhangi bir işaret yoktur.
Gerçekten etkili totaliter
devlet, kölelerden oluşan nüfusu -köleler,
köleliklerini sevdikleri için- zor kullanmaksızın kontrol edebilen devlettir.
Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propaganda
bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir.
Ancak yöntemleri hala kaba ve bilimdışıdır.... Propagandanın en büyük zaferi,
bir şeyi yapmakla değil onu yapmaktan kaçınmakla kazanılmıştır. Gerçek yücedir
ancak daha yücesi gerçek konusunda sessiz kalmaktır. (s:26)
Geleceğin en önemli Manhattan
Projeleri, politikacıların “mutluluk sorunu”
adını vereceği konuda – diğer bir deyişle, insanlara köleliklerini sevdirme
konusu hakkında- devlet sponsorluğu ile yürütülecek büyük çaplı araştırmalar
olacaktır. Ekonomik güvence olmazsa kölelik sevgisi hayata geçirilemez: kısacası, güçleri kendisinde toplayan hükümet ve idarecilerinin
kalıcı güvence sorununu çözeceklerini varsayıyorum. Fakat güvenceler kolaylıkla
varmış gibi varsayılabilirler. Güvencelerin sağlanması salt yüzeysel, dışsal
bir devrimdir. Kölelik sevgisi, insan zihin ve bedenlerinde derin ve kişisel
bir devrimin sonucu oluşturulmadıkça başarılamaz. Bu devrimi gerçekleştirmek
için, diğerlerinin yanında, aşağıda sayacağım keşif ve buluşlara ihtiyacımız
var. Birincisi, çocuk şartlandırma ve daha sonra skopolamin gibi ilaçlar
yardımıyla sağlanacak ileri bir telkin tekniği. İkincisi, devlet idarecilerine,
eldeki, herhangi bir bireyi sosyal ve ekonomik hiyerarşide ait olduğu yere
atayabilme imkanını sağlayacak, insan farklılıkları üzerine tam gelişmiş bir
bilim dalı. (Yanlış görevlerde bulunan insanlar, sosyal sistem hakkında
tehlikeli düşünceler besleme ve mutsuzluklarını başkalarına bulaştırma eğilimi
gösterirler.) Üçüncüsü, (her ne kadar ütopya ise de gerçeklik, insanların
kendisinden, sık sık tatile çıkarak uzaklaşma gereği duyduğu bir şey
olduğundan) alkol ve diğer uyuşturucuların yerini alacak, daha az zararlı, ama
aynı zamanda cin veya eroinden daha fazla keyif verecek bir madde. Dördüncüsü
de (ama bu uzun vadeli bir proje olurdu ve başarılı olabilmek için nesiller
boyunca totaliter kontrol gerekirdi) insan ürününü standartlaştırmak ve
yönetenlerin görevini kolaylaştırmak üzere tasarlanmış yanılmaz bir öjenik
sistemi. Cesur Yeni Dünya’da bu yeni standartlaştırma, belki insansız değil,
ama fantastik uçlara taşınmıştır.
Bu arada daha mutlu ve daha
istikrarlı bir dünyanın belirleyici özellikleri –soma, uykuda öğrenme ve
bilimsel kast sisteminin eşdeğerleri- herhalde 3-4 nesilden daha uzakta değildir. Herkesle cinsel birliktelik de çok uzaktaymış gibi görünmüyor.
Siyasi ve ekonomik özgürlükler
azaldıkça, cinsel özgürlük, dengelercesine artma eğilimi gösterir. Diktatör de
(boş ya da fethedilmemiş bölgeleri sömürgeleştirmek için ateşe süreceği
askerlere ve ailelere ihtiyacı yoksa ) bu özgürlüğü teşvik etmekle iyi yapar.
Uyuşturucu, filimler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek
olarak cinsellik, tebasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur.
Gördüğüm kadarı ile ütopya bize,
herhangi birimizin yalnızca on beş yıl önce hayal edebileceğinden çok daha
yakınmış. O zamanlar, bunu gelecek 600 yıl sonraya atmıştım. Bugün tek bir
yüzyıl içinde bu kabus, üzerimize çökebilecek gibi görünmektedir. Tabi bu
arada kendimizi moleküler zerreciklere bölmeyi başaramamışsak...... Elimizde
sadece iki seçenek varmış gibi görünüyor: Ya bir dizi ulusal, militer
totaliteryanizmler; ki dayanakları atom bombasının dehşeti ve sonuçları da
uygarlığın yok edilmesidir (veya savaş sınırlandırılırsa militarizmin
sürdürülmesi) ya da ulusal sınırların da ötesinde totaliter bir rejim; ki bu
da genelde hızlı teknolojik gelişme ve özelde atom devriminin sonucu olarak
ortaya çıkacak olan verim ve istikrar ihtiyacı nedeniyle Ütopyanın refah
tiranlığına dönüşecek olan toplumsal kargaşa ile doğar. Paranı öder şansını
denersin. (1946)
Romandan Bir Kaç ALıntı
Tüm şartlandırmaların amacı budur:
İnsanlara kaçınılmaz yazgılarını sevdirmek.
Kır çiçekleri ve manzara seyretmenin
önemli bir kusuru var, bedavalar. Diye açıkladı. Doğa sevgisiyle fabrikalar
çalışamazlar.
İnsanların tüketimi artırmaya hiçbir
katkısı olmayan karmaşık oyunları oynamasına izin vermenin ne kadar ahmakça
olduğunu bir düşünsenize. Delilikten başkası değil.
-Epsilon[1]larda,
epsilonluklarından memnun mudurlar? Elbette memnunlar. Nasıl olmazlar ki? Başka
bir şey olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar ki. Ama bizler memnun
olmazdık tabi. Çünkü bizler farklı şartlandırıldık. Üstelik bizler farklı
karışımlardan geliyoruz.
-Bir Epsilon olsaydın da, şartlandırmanın gereği, Alfa veya Beta
olmadığına memnun olurdun” diye cevapladı.
Birey hissederse, topluluk sendeler.
... Çoğu, bu yaşlı yaratığın yaşına
erişmeden çok önce ölüyorlar. Gençlik, neredeyse hiç bozulmadan atmışa kadar
sürüyor, sonra küt! Ve son.
İnsanların, kendi önemlerinin
hakkını teslim ettiği, hakkını verdiği sürece düzen iyiydi. Fakat başarı
kendisinden uzaklaşırsa düzeni eleştirme ayrıcalığını hep elinde tutmak ister.
Çünkü eleştiri eylemi kendini önemli hissetme hissini pekiştiriyor, daha güçlü
hissettirir.(Sistemden şikayetin kökünde genellikle sistemin
"faydalandırdıkları" arasında neden ben yokum, huysuzluğu vardır. Bu
nedenle, şikayetçilerin bir çoğunun şikayeti, sistemin ürettiği
dengesizliklerden faydalanmaya başladığında, son bulur. İnsanların çoğu HAK
dediklerinde kendi menfaatlerini kastederler. -AHÇ)
...seksen üç tane neredeyse
burunsuz, küt kafalı Delta soğuk baskı yapıyordu. Elli dört tane dört milli
dönen torna aynasını elli tane kemerli burunlu, kızıl saçlı Gama kontrol
ediyordu. Yüz yedi tane ısıya şartlandırılmış Senegal epsilonu dökümhanede
çalışıyordu. Otuz üç tane leğen kemiği dar, sarımtırak kızıl saçlı, uzun
kafalı, her biri sadece yirmi milimetre içinde değişen 1 metre 69 santimetre
boyunda dişi Delta, vida kesmekle meşguldü.
Montaj odasında İki gama-artı cüce grubu, dinamoları birleştiriyorlardı.
Alçak iki çalışma masası birbirine bakıyordu; aradan geçen taşıyıcı bant ayrı
parçalarla yüklüydü; kırk yedi sarışın kafa kırk yedi kumral kafaya bakıyordu.
Kırk yedi kısa ucu kalkık burun, kırk yedi kanca buruna karşı; kırk yedi içe
çökmüş çene kırk yedi çıkık çeneye karşı. Bitirilen mekanizmalar on sekiz tane
tıpatıp benzer, kıvırcık kumral saçlı tarafından kontrol ediliyor, otuz dört
tane kısa bacaklı, solak delta-eksi tarafından sandıklara dolduruluyor ve atmış
üç tane mavi gözlü, çilli Epsilon Yarı Moron[2]
tarafından beklemekte olan kamyonlara yükleniyordu.
Istırap karşısında kazanılan şeylerle
kıyaslandığında, somanın mutluluğu çok sefil kalır. Ve tabii istikrar
istikrarsızlık kadar gösterişli değildir.
Alfa olarak şişeden alınmış, Alfa
olarak şartlandırılmış bir insan, Epsilon Yarı Moronların işini yapmak zorunda
kalsaydı çıldırırdı. Ya da her şeyi kırıp dökmeye başlardı. Alfalar, işi
yaptırmak koşuluyla, tamamen sosyalleşebilirler. Epsilonlara özgü özverileri
yalnızca Epsilonlardan bekleyebilirsiniz. Çünkü bunlar Epsilonlar için özveri
değil direniş sınırıdır. Şartlandırılması, koşması beklenen çizgiyi çoktan
geçmiştir. Elinde değildir, yazgısı önceden belirlenmiştir. Şişeden
alındıktan sonra da şişede kalmaya devam eder; çocuksu ve embriyonik
saplantılarla dolu bir şişede. Elbette hepimiz bir şişede geçiririz hayatımızı.
Ama eğer Alfa ise, şişelerimiz görece büyüktür. Daha dar bir alanla
sınırlandırılırsak sürekli acı çekmemiz gerekirdi...
...Alt sınıfların çalışma saatini
3-4 saate indirmek çok basit bir şeydir. Ancak bu onları mutlu eder miydi?
Hayır! etmezdi. Yüz elli yıldan daha önce bunu İrlanda’da denemişlerdi. Sonuç
ne oldu? Kargaşa ve soma tüketiminde büyük artış, hepsi bu. O üç–dört saatlik boş
zaman mutluluk kaynağı olmaktan o kadar uzaktır ki, insanlar o boş
vakitlerden kurtulmak için çırpınıyorlardı.... Emekçilere boş zaman
ıstırabı çektirmek zalimlikten başka bir şey değildir.
...Bütün bunlar bilim sayesinde
olmuştur. Ama bilimin yaptıklarını bilimin bozmasına izin veremeyiz. Bu yüzden
bilimsel araştırmaların kapsamını sınırlamaktayız...
...Kendi deneyimlerim şunu gösterdi:
Korku ve düşüncelerden apayrı olarak, dini duygular biz yaşlandıkça gelişme
eğilimi gösterirler, çünkü ihtiraslarımız, ateşini yitirdikçe, hayal güçlerimiz
ve duygularımız köreldikçe aklımız daha rahat işler hale gelir. Bir zamanlar
aklımızı çelen imgeler, arzular ve heveslerden arındıkça Tanrı, gizlendiği
bulutların arkasından görünür, ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu
varlığı hisseder, görür ve ona yönelir, bu yöneliş doğal ve kaçınılmazdır.
... Bizler, Modern Dünya; yalnız
gençken ve refah içindeyken Tanrı’dan bağımsız olabiliriz. Ancak Tanrıdan
bağımsız olmak, modern insanı güven içinde ölüme taşıyabilir... Bolca tensel
günah olmadan kalıcı bir uygarlık kuramayız.
Sonsöz
Aldous Huxley Ağustos 1918 yılında
yazdığı bir mektupta 1. Dünya Savaşının en kötü sonuçlarından birinin
“Amerika’nın dünya egemenliğini kaçınılmaz hızlandırması” olduğunu söyler.
California’yı görmeni isterdim diye yazmıştı 1926 yılında Amerika’ya yapmış
olduğu seyahatte “Maddesel olarak, gezegenimiz üzerinde görülenler içinde
Ütopyaya en çok yaklaşan yer... Amerika’nın geleceği dünyanın geleceğidir.” Der. (Sonsöz’den alıntı/ David Bradshaw)
Huxley’in egemenlere “yol mu
gösteriyor” yoksa “olacak olanları mı eleştiriyor” şeklindeki net olmayan tavrının
romanın geneline hakim olduğu, gittikçe günümüzün kendisine benzediği, "insanımsı robotik"lerin haberlerinin medyada müjde diye verildiği, insan ile hayvan arasındaki farkların törpülenmeye başladığı bir geçiş döneminde “Cesur Yeni Dünya" isimli kitaptan alıntıladıklarımız, anlayabilmeye güç yetirebildiklerimizdir.
Ahmet H. Çakıcı
Alanya / Rebiülahir 1440
[1]
Epsilon: Cesur Yeni Dünyadaki en düşük sınıf. Yaklaşık 1.50 boyunda olup mikrosefal kafatası
yapısına sahiptirler. Embriyo halindeyken
bilinçli olarak oksijen eksikliğine maruz bırakıldıkları için beyinleri çok az
gelişmiştir. Zar zor basit kelimeler kullanarak konuşabilir ve basit emirlere
itaat edebilirler. Tüm ağır işlerde kullanılırlar.
Kimyada ve matematikte çok ufak, ihmal edilebilir sayi
Kimyada ve matematikte çok ufak, ihmal edilebilir sayi
[2]
Moron: Eğitilebilir zeka geriliği
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Cesur Yeni Dünya / Aldous Huxley
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
Aldoux Huxley,
Cesur Yeni Dünya,
Kitaplarım,
Ütopik Roman
3 yorum:
Selamunaleyküm güzel ve bilge dost. Bu son çalışmandan önceki "AİLESİZ TOPLUM 1 - 6 " makalelerinden ilkini okudum. sonrakilerini de okumak için kaydettim. Çıktısını alıp kağıt üzerinden okuyup değerlendirme yapmayı düşünüyorum. Ancak meşguliyetler bizi zat-ı ali"nizin gerisinde bırakıyor. Ölüm"den önce hayat imtihanımız dan yüz
akı ile çıkabilmek ve dostlarla buluşabilmek için dua eder., sizden de dua talep ederim,beklerim. BAKİSELAM.,Prof. Dr. Memduh GEZİCİ
Muhterem hocam, Çok teşekkür ederim. İltifat ettiniz.
TEŞEKKÜRLER...
Yorum Gönder