Annelerin
Sır Günahı: Neonatisit[1]
Melissa Drexler lise mezuniyet balosuna giderken anne babasından da, eski sevgilisinden de, yeni sevgilisinden de hamile olduğunu hala gizliyordu. Balo salonuna girdiğinde kasıklarında sancı duydu. Tuvalete gitti. Bir erkek çocuğu doğurdu. Göbek bağını lavaboda kesti. Kanlı bebeği 3-4 kat çöp torbasına sardı. Ve çöpe attı. Sonra dans pistine geri döndü ve baloya kaldığı yerden devam etti. Amerikan basını onu “Balo Annesi”[2] olarak isimlendirdi.
Avustralya Sutopu Milli Takım oyuncusu Keli Lane’in Avustralya
Rugby takım oyuncularına olan zaafiyeti, onu daha 21 yaşında 5.kez istenilmeyen
bir hamilelikle karşı karşıya bırakmıştı. Keli 2 çocuğunu kürtaj ile aldırmış,
2 tanesini de evlatlık olarak vermişti. Ve Keli diğer hamilelikleri gibi 5.yi
de gizlemişti. Mahkeme sürecinde ismi Tegan olarak anılacak bebek, kızdı. Keli, Auburn Hastanesinde doğum yapıp taburcu
olduktan 2 gün sonra arkadaşının düğününe katıldı, bembeyaz giyinmişti. Tagen
yanında yoktu. Tagen’i bir daha gören olmadı. Yaşadığına ya da öldüğüne dair hiçbir
ipucu elde edilemedi. Keli, sutopundaki kariyerine devam etmek ve gelecekte standardı
yüksek bir hayata erişmek istiyordu[3].
İki vakada da delilik ya da ruhsal sorunlar tespit edilemedi.
Çocuklar engelli değildi, ekonomik sorun, geçim derdi yoktu. Annelerin bebekten
kurtulmalarının (?) tek bir nedeni vardı: Bebeğin hayatlarına girmesini
istemiyorlardı.
Tıpkı Avustralya’da Adelaide Hastane Okulunun tuvaletinde baş aşağı klozette bulunmuş, Peth çöplüğünde çöpler arasında sıkışmış, Shepparton’da alış veriş poşetinin içerisinde bir otobüs durağına terk edilmiş, Güney Avustralya'da gazete kâğıdına sarılıp bir evin garaj kapısına bırakılmış, Riverland bölgesinde bir lise arazisine, Brisbane’de su arıtma tesisine, Sydney’de bir apartman boşluğuna atılmış bebekler gibi. Hiçbir vakada anne bulunamadı.
Avustralya Çocukluk Vakfı’nın CEO'su Dr Joe Tucci “ Sadece
çocuğu istemedikleri için, anneleri tarafından öldürülmüş ancak tespiti
yapılmamış çok sayıda vaka olduğunu” biliyoruz diyor. Tucci, “Çocuk cinayeti
istatistiklerinde bu bölüm oldukça karanlık. Çünkü yeni doğan bebeğin vücudunu
gizlemek oldukça kolay; kimsenin bilmediği, arayıp, sormayacağı bebekler
sistemin çatlaklarından sızıp karanlığa düşüp, kayboluyorlar” diyor.
Neonasit, “yeni doğan katli” deniyor buna. Özellikle evlilik
dışı hamile kalmış, hala ebeveynleriyle yaşayan, öncesinde hiçbir suça
bulaşmamış genç anneler arasında daha çok rastlanıyor. Psikiyatrist Phillip
Resnick, “bir yaş üstü çocuklarını öldüren annelerin genellikle psikotik,
depresyonda ya da intihara meyilli olduğunu ancak yenidoğan çocuğunu öldüren
annelerin genellikle psikolojik problemleri olmayan” anneler olduğunun tespiti[4] yapıyor[5].
Özellikle anne 16-20 yaşlarında genç bir anne ise, kariyer yapmak, çok
para kazanmak veya başka bir erkekle evlenmek istiyorsa bebek ciddi risk
altındadır. Hele hamileliğini gizliyorsa sonu muhtemelen bellidir.
Ölümlerde nadiren yaralamalı
şiddet görülür. En yaygın bebek öldürme yöntemleri elle, yastıkla veya suda boğmaktır
(Lewis ve Resnick, 1999). Düşmanca bir davranış yoktur.
Annelerin büyük çocuklarını öldürmelerinde en yaygın sebep olan çocuğun
babasından intikam almak (Madea Sendromu) bu yaş klasmanında görülmez. Büyük
çocuk öldürmelerinde görülen %5 oranındaki anne intiharları da yenidoğan
intiharlarında görülmez[6]. Bebekle annesinin
arasındaki tek sorun annenin çocuğu hayatına istememesidir. Sadece gittiğini
görmek, yok olduğunu, bir daha var olmayacağını hayatından geri dönüşsüz bir
şekilde çıktığını bilmek ister. Savunmasızlıkları,
masumiyetleri, annelik duygusu çocukların feci sonlarını değiştirmez. Kanalizasyonda,
çöplükte, boş bir arazide bulunan bebeklerin anneleri genellikle bulunamaz.
Çocuklar için doğdukları ilk 24 saat cinayet kurbanı olma
ihtimallerinin en yüksek olduğu dönemdir. Amerika’da yenidoğan ölümleri bütün
çocuk ölümlerinin yüzde 46’sıdır (2016)[7]. Dünya ortalamasının ise %64 olduğu tahmin ediliyor. UNICEF’in
2016 raporuna göre dünyada her yıl 1 milyon bebek doğduğu gün ölmektedir.[8] Ancak bu
rakam pek de güvenilir değildir. Çünkü ilk 24 saat içinde çocuklarını öldüren
annelerin geneli hamileliklerini ve doğumlarını gizlemeyi tercih ediyorlar ve
bunlar istatistiklere yansımıyor. Pek çok öldürülmüş çocuk hiç fark
edilemediğinden neonatisit/bebek cinayeti insidansı hakkında kesin rakamlar
vermek çok zordur. Anneler bazen
doğumdan sonra, her şey ortaya çıktıktan sonra bile çok ciddi bir ciddiyetle
bunu inkâr etmeye devam edebiliyorlar[9].
Hastane şartlarında
kayıtlara giren çocuklar için yeni doğan ölümleri oranının çok yüksek olması bu
alanda da bazı sorunlar olduğuna işaret olarak okunur. Unicef’e göre 2.600.000
çocuk doğduğu ilk ay içinde ölüyor[10]. Yapılan istatistiklere göre ilk bir ay
içerisinde ölen çocuklar, bütün diğer çocuk ölümlerinin %80’sini oluşturuyorken[11], anne çocuk öldürmelerinin %95’i doğumun ilk
haftasında gerçekleşiyor[12].
Monash Üniversitesi adli psikiyatri profesörü Mairead Dolan
hastanelere gelen ani bebek ölümlerinin (SIDS) en az %10’unun da potansiyel
cinayet şüphesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor ve resmi
rakamların ancak buzdağının su üstünde kalan bölümünü işaret ettiğini belirtiyor.
Raporuna aldığı şu ayrıntıda olduğu gibi: “Geçen
hafta, İngiliz Tabipler Birliği, Fransa'da 24 saat içinde öldürülen yenidoğan
sayısının resmi istatistiklerden en az beş kat daha yüksek olduğunu belirten
bir bildiri yayınladı.“
Mairead Dolan “ani bebek ölümlerinin gerçek sebebinin
araştırılmasındaki isteksizlik sebebi ile çok az sayıda neonatidin (yeni doğan
öldürmesinin) resmi raporlara yansıdığını” söylüyor. Üstelik “yenidoğan ölümlerinin üzerinde fazlaca
düşünmemek, soruşturma açmamak, sebebini araştırmamak ve en kötü ihtimali
düşünmemek konusunda bütün kesimlerce ortak bir anlayış, bir hemfikirlik
olduğunu kabul etmek gerektiğini” söylüyor.
ABD ve Avrupa’da yenidoğan katilini engelleyebilmek için
hastanelere, kiliselere, itfaiyelere içine özel korunaklı dolapların
yerleştirildiği, çevrede kameraların olmadığı yerler yapıp annelere
“istemediğiniz çocuklarınızı buraya bırakabilirsiniz” duyuruları yapılır.
Türkiye’de de tüm ölümlerin %30’u bebek ölümleridir[13]. Tüm bebek ölümlerinin %31,5’i de doğumun ilk 6
günü, % 65,3’ü ilk ayı, %87,5’i ise ilk
beş ayı içinde gerçekleşir[14].
Yenidoğan cinayeti bir sanayileşmiş ülke problemidir. Devletler ve adli
makamlarca pek ciddiye alınmaz. Burada asıl sorun çocuğun ne zaman insan
sayılacağı ile ilgili tartışmalardadır. “Hiç kimse bir hayvanın ani ölümünü
dert etmez, çünkü “insan” değildir. Çocuk anne karnında iken insan olarak kabul
edilmezken ve kolayca öldürülebilirken (kürtaj), hatta öldürme masrafı devlet
tarafından karşılanırken; annenin bir dalgınlık ya da ihmal sonucu vaktinde
çocuğunu öldürmemesinin/aldırmamasının sonucu “bebeğin insan sayılıyor”
olmasıdır kafaları karıştıran. Peki bir bebek hangi aşamada 'insan' olur?[15]”
Doğurduğu çocuğu cami bahçesine, apartman boşluğuna, tuvalete terk eden
veya kaza ile boğan (?) annelere, yetişkin bir çocuğu öldüren anne babalar gibi
cezalar vermeyi düşünemez egemen. Bu nedenle bu tür olayları psikiyatrlar,
sosyologlar, kadın doğumcular hastane, sağlık bakanlığının ciddiye aldığına
dair işaret görmek oldukça zordur. Savcılar bazen kovuşturma bile yapmaz;
jüriler nadiren anneyi mahkûm eder; suçlu bulunanlarsa çok nadiren içeri girerler.
Adli bir psikolog olan Barbara Kirwin, “Amerika
Birleşik Devletleri ve Britanya'da neonatisiye maruz kalmış yaklaşık 300 kadın
vakasında hiçbir kadının bir geceden fazla hapiste kalmadığını bildirdi.
Avrupa'da, bazı ülkelerin yasaları, büyük çocuklara göre yenidoğan
cinayetlerine daha az cezalar öngörür. Sanırım
anneleri gibi bizler de bir yenidoğanın tam bir insan olup olmadığından tam
olarak emin değiliz”, der[16]. (Resnick, 1969; West, Friedman ve Resnick,
2009)
Asla bencil olmayan, ne pahasına olursa olsun yavrularını sevdiği,
koruduğu, sahip çıktığı düşünülen annelerin kendi çocuklarını öldürmeleri
toplum için kabul edilemezdir. Bu yüzden mesela babaların çocuklarını
öldürmelerinden çok daha anlayışlı yaklaşılır annelere.(Pagelow, 1984). “Melek” annelerin, fıtratlarından gelen
içgüdülerin dışına çıkıp sırf kendi bencillikleri için, çocuklarının
ihtiyaçlarını göz ardı edebilecekleri hatta onları öldürebileceklerini kabul
etmek oldukça zordur. Bu nedenle olsa gerek hiçbir suçlu, deliliğini savunmada,
çocuklarını öldüren bir anneden daha başarılı olamaz[17] (Perlin, 1994).
Türkiye’de tüm çocuk cinayetlerinin %38’inin faili annelerdir. Babaların
oranı %7’dir. Anneler, çocuklarını babalardan 5,4 kat daha fazla öldürüyor olsa
da (ki bu rakama tespit edilemeyen neonatisid/yenidoğan ölümleri dâhil
değildir) anneler, babaların göremeyeceği bir tolerans ile karşılanırlar ve
babaların aldıkları cezaları almazlar[18].
Çocuklarını öldüren anneler için, çocuklarını öldüren babalarda
karşılaşamayacağınız bir sürü psikolojik anormallik durumu sayılır. Adeta tıp
dünyası annelerin çevrelerini delilik savunması ile örerler: Lohusa sendromu, “Fedakâr
anne filisitesi” (Çocuğunu dünyanın kötülüklerinden korumak için öldüren anne),
“Akut psikotik kişilik” (tanımlanamamış sürekli psikolojik sorunlu hal), “özürlü
çocuğun daha fazla acı çekmemesi için, Çocuğun faydası için öldürme”, kötü
kocadan intikam alma (Medea Sendromu) ya da ilgi çekmek veya çocuğunun hasta
olduğunu ispat etmek için öldürme (Munchausen Sendromu) gibi anormallikler mutlaka onları çocuklarını
öldürmeye itmiş olarak değerlendirilir. Annelerin çocuklarını öldürdükten sonra
hemen yardım aramaya girişecek bilinçlerinin olması, delilleri karatmak için
çalışmış olmaları, bilinçli bir şekilde çocuğu ve hamileliklerini saklamış
olmaları vs. kimsenin dikkatini çekmez[19] (Resnick, 1969).
Avustralya’da ev içi cinayetlerin %18-25 ini ev içi çocuk cinayetleri
oluşturur. Yetişkin çocuk katlinde geri olsalar da, yenidoğan ölümlerinde
Pakistan, Hindistan, Afganistan gibi ülkeler en öndedir. Çünkü onlarda kürtaj
uygulamaları Batılı ülkelerde olduğu gibi yaygın değildir. Anneler çocuklarından,
daha 10 haftalıkken Batılı ülke kadınları kadar kolayca öldürüp kurtulamazlar.
Ancak rakamlara kürtaj ile
öldürülenler de dâhil değildir. Hiçbir çocuk ölümü istatistiğine kürtaj ile
öldürülenler girmez. Anne karnındaki 10 haftadan küçük bebeklerin kalplerinin
attığına, acıyı hissettiğine, hareket ettiğine, hatta duygusal tepki verdiğine
dair çalışmalar olsa bile[20] bebek ya da “insan” olarak
kabul edilmezler. Ve yasal sınırlar içinde devlet destekli bir şekilde
öldürülebilirler.
Bu konuda “benim vücudum,
benim kararım” sloganı ile hem çocuk, “insan” olarak kabul edilmemiş hem de –çocuk
adına, çocuğu anneden korumak için her hangi başka bir kurum ihdas edilmediği
halde- babanın çocuğu koruyabilme ihtimali bertaraf edilmiştir.
“Nüfus planlamacısı
egemenler”, “açgözlü hekimler” ve “çocuktan kurtulmak isteyen anneler”
karşısında çocuk, tek başına ve savunmasızdır.
Yenidoğan katlinde erkek çok
az vakada dâhildir. Tamamında anneler veya annelerle birlikte anneanneler
vardır.
Zühtü Akar / ORDU
[1] (BU yazıda https://www.smh.com.au/national/sins-of-the-mother-the-tragedy-of-neonaticide-20101218-191ee.html
adresindeki makaleden geniş olarak faydalanılmıştır.)
[10] Çocuklar için doğdukları
ilk 24 saat cinayet kurbanı olma ihtimallerinin en yüksek olduğu dönemdir. Unicef’e
göre 2,600,000 çocuk doğuğu ilk ay ölüyor.
[11] Bu
çalışma 14-17 Nisan 1998 tarihinde Kuşadası’nda düzenlenen III. Adli Bilimler
Kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur
[12] https://www.ufuk.edu.tr/uploads/page/enstituler/sosyal-bilimler/ensdergi/say-6/salihmurateke.pdf
[20]
Anti Abortion Movements
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Annelerin Sır Günahı: Neonatisit
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
bebek ölüm,
çocuk,
filisid,
filisit,
kürtaj,
madea,
misafir,
neonasid,
neonatisid,
yeni doğan,
yenidoğan
1 yorum:
Burada şaşılacak şey şu ki bu caniliği yapanlar ve bu zulme susanlar kendilerini saklayabiliyor ve asla yüzü kızarmadan insan içine çıkabiliyorlar. Diğer taraftan biz de onlara karşı bir nefret duymuyoruz. Yine onların peşinden gidiyoruz. Bu nasıl izah edilir?
Yorum Gönder