Annelerin Sır Günahı: Neonatisit

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 21 Eyl 2019 1 yorum

Annelerin Sır Günahı: Neonatisit[1]


Melissa Drexler lise mezuniyet balosuna giderken anne babasından da, eski sevgilisinden de, yeni sevgilisinden de hamile olduğunu hala gizliyordu. Balo salonuna girdiğinde kasıklarında sancı duydu. Tuvalete gitti. Bir erkek çocuğu doğurdu. Göbek bağını lavaboda kesti. Kanlı bebeği 3-4 kat çöp torbasına sardı. Ve çöpe attı. Sonra dans pistine geri döndü ve baloya kaldığı yerden devam etti. Amerikan basını onu “Balo Annesi”[2] olarak isimlendirdi.


Avustralya Sutopu Milli Takım oyuncusu Keli Lane’in Avustralya Rugby takım oyuncularına olan zaafiyeti, onu daha 21 yaşında 5.kez istenilmeyen bir hamilelikle karşı karşıya bırakmıştı. Keli 2 çocuğunu kürtaj ile aldırmış, 2 tanesini de evlatlık olarak vermişti. Ve Keli diğer hamilelikleri gibi 5.yi de gizlemişti. Mahkeme sürecinde ismi Tegan olarak anılacak bebek, kızdı.  Keli, Auburn Hastanesinde doğum yapıp taburcu olduktan 2 gün sonra arkadaşının düğününe katıldı, bembeyaz giyinmişti. Tagen yanında yoktu. Tagen’i bir daha gören olmadı. Yaşadığına ya da öldüğüne dair hiçbir ipucu elde edilemedi. Keli, sutopundaki kariyerine devam etmek ve gelecekte standardı yüksek bir hayata erişmek istiyordu[3].

İki vakada da delilik ya da ruhsal sorunlar tespit edilemedi. Çocuklar engelli değildi, ekonomik sorun, geçim derdi yoktu. Annelerin bebekten kurtulmalarının (?) tek bir nedeni vardı: Bebeğin hayatlarına girmesini istemiyorlardı.  

Tıpkı Avustralya’da Adelaide Hastane Okulunun tuvaletinde baş aşağı klozette bulunmuş, Peth çöplüğünde çöpler arasında sıkışmış, Shepparton’da alış veriş poşetinin içerisinde bir otobüs durağına terk edilmiş, Güney Avustralya'da gazete kâğıdına sarılıp bir evin garaj kapısına bırakılmış, Riverland bölgesinde bir lise arazisine, Brisbane’de su arıtma tesisine, Sydney’de bir apartman boşluğuna atılmış bebekler gibi. Hiçbir vakada anne bulunamadı.


Avustralya Çocukluk Vakfı’nın CEO'su Dr Joe Tucci “ Sadece çocuğu istemedikleri için, anneleri tarafından öldürülmüş ancak tespiti yapılmamış çok sayıda vaka olduğunu” biliyoruz diyor. Tucci, “Çocuk cinayeti istatistiklerinde bu bölüm oldukça karanlık. Çünkü yeni doğan bebeğin vücudunu gizlemek oldukça kolay; kimsenin bilmediği, arayıp, sormayacağı bebekler sistemin çatlaklarından sızıp karanlığa düşüp, kayboluyorlar” diyor.

Neonasit, “yeni doğan katli” deniyor buna. Özellikle evlilik dışı hamile kalmış, hala ebeveynleriyle yaşayan, öncesinde hiçbir suça bulaşmamış genç anneler arasında daha çok rastlanıyor. Psikiyatrist Phillip Resnick, “bir yaş üstü çocuklarını öldüren annelerin genellikle psikotik, depresyonda ya da intihara meyilli olduğunu ancak yenidoğan çocuğunu öldüren annelerin genellikle psikolojik problemleri olmayan” anneler olduğunun tespiti[4] yapıyor[5].

Tüm yaşlar için insanın cinayet kurbanı olma ihtimalinin en yüksek olduğu dönem doğduğu ilk gündür.

Özellikle anne 16-20 yaşlarında genç bir anne ise, kariyer yapmak, çok para kazanmak veya başka bir erkekle evlenmek istiyorsa bebek ciddi risk altındadır. Hele hamileliğini gizliyorsa sonu muhtemelen bellidir.

Ölümlerde nadiren yaralamalı şiddet görülür. En yaygın bebek öldürme yöntemleri elle, yastıkla veya suda boğmaktır (Lewis ve Resnick, 1999).  Düşmanca bir davranış yoktur. Annelerin büyük çocuklarını öldürmelerinde en yaygın sebep olan çocuğun babasından intikam almak (Madea Sendromu) bu yaş klasmanında görülmez. Büyük çocuk öldürmelerinde görülen %5 oranındaki anne intiharları da yenidoğan intiharlarında görülmez[6]. Bebekle annesinin arasındaki tek sorun annenin çocuğu hayatına istememesidir. Sadece gittiğini görmek, yok olduğunu, bir daha var olmayacağını hayatından geri dönüşsüz bir şekilde çıktığını bilmek ister. Savunmasızlıkları, masumiyetleri, annelik duygusu çocukların feci sonlarını değiştirmez. Kanalizasyonda, çöplükte, boş bir arazide bulunan bebeklerin anneleri genellikle bulunamaz.

Çocuklar için doğdukları ilk 24 saat cinayet kurbanı olma ihtimallerinin en yüksek olduğu dönemdir. Amerika’da yenidoğan ölümleri bütün çocuk ölümlerinin yüzde 46’sıdır (2016)[7]. Dünya ortalamasının ise %64 olduğu tahmin ediliyor. UNICEF’in 2016 raporuna göre dünyada her yıl 1 milyon bebek doğduğu gün ölmektedir.[8] Ancak bu rakam pek de güvenilir değildir. Çünkü ilk 24 saat içinde çocuklarını öldüren annelerin geneli hamileliklerini ve doğumlarını gizlemeyi tercih ediyorlar ve bunlar istatistiklere yansımıyor. Pek çok öldürülmüş çocuk hiç fark edilemediğinden neonatisit/bebek cinayeti insidansı hakkında kesin rakamlar vermek çok zordur.  Anneler bazen doğumdan sonra, her şey ortaya çıktıktan sonra bile çok ciddi bir ciddiyetle bunu inkâr etmeye devam edebiliyorlar[9].

Hastane şartlarında kayıtlara giren çocuklar için yeni doğan ölümleri oranının çok yüksek olması bu alanda da bazı sorunlar olduğuna işaret olarak okunur. Unicef’e göre 2.600.000 çocuk doğduğu ilk ay içinde ölüyor[10].  Yapılan istatistiklere göre ilk bir ay içerisinde ölen çocuklar, bütün diğer çocuk ölümlerinin %80’sini oluşturuyorken[11],  anne çocuk öldürmelerinin %95’i doğumun ilk haftasında gerçekleşiyor[12].

Monash Üniversitesi adli psikiyatri profesörü Mairead Dolan hastanelere gelen ani bebek ölümlerinin (SIDS) en az %10’unun da potansiyel cinayet şüphesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor ve resmi rakamların ancak buzdağının su üstünde kalan bölümünü işaret ettiğini belirtiyor. Raporuna aldığı şu ayrıntıda olduğu gibi: “Geçen hafta, İngiliz Tabipler Birliği, Fransa'da 24 saat içinde öldürülen yenidoğan sayısının resmi istatistiklerden en az beş kat daha yüksek olduğunu belirten bir bildiri yayınladı.“

Mairead Dolan  ani bebek ölümlerinin gerçek sebebinin araştırılmasındaki isteksizlik sebebi ile çok az sayıda neonatidin (yeni doğan öldürmesinin) resmi raporlara yansıdığını” söylüyor. Üstelik “yenidoğan ölümlerinin üzerinde fazlaca düşünmemek, soruşturma açmamak, sebebini araştırmamak ve en kötü ihtimali düşünmemek konusunda bütün kesimlerce ortak bir anlayış, bir hemfikirlik olduğunu kabul etmek gerektiğini” söylüyor.

ABD ve Avrupa’da yenidoğan katilini engelleyebilmek için hastanelere, kiliselere, itfaiyelere içine özel korunaklı dolapların yerleştirildiği, çevrede kameraların olmadığı yerler yapıp annelere “istemediğiniz çocuklarınızı buraya bırakabilirsiniz” duyuruları yapılır.

Türkiye’de de tüm ölümlerin %30’u bebek ölümleridir[13]. Tüm bebek ölümlerinin %31,5’i de doğumun ilk 6 günü, % 65,3’ü ilk ayı,  %87,5’i ise ilk beş ayı içinde gerçekleşir[14].


Yenidoğan cinayeti bir sanayileşmiş ülke problemidir. Devletler ve adli makamlarca pek ciddiye alınmaz. Burada asıl sorun çocuğun ne zaman insan sayılacağı ile ilgili tartışmalardadır. “Hiç kimse bir hayvanın ani ölümünü dert etmez, çünkü “insan” değildir. Çocuk anne karnında iken insan olarak kabul edilmezken ve kolayca öldürülebilirken (kürtaj), hatta öldürme masrafı devlet tarafından karşılanırken; annenin bir dalgınlık ya da ihmal sonucu vaktinde çocuğunu öldürmemesinin/aldırmamasının sonucu “bebeğin insan sayılıyor” olmasıdır kafaları karıştıran. Peki bir bebek hangi aşamada 'insan' olur?[15]

Doğurduğu çocuğu cami bahçesine, apartman boşluğuna, tuvalete terk eden veya kaza ile boğan (?) annelere, yetişkin bir çocuğu öldüren anne babalar gibi cezalar vermeyi düşünemez egemen. Bu nedenle bu tür olayları psikiyatrlar, sosyologlar, kadın doğumcular hastane, sağlık bakanlığının ciddiye aldığına dair işaret görmek oldukça zordur. Savcılar bazen kovuşturma bile yapmaz; jüriler nadiren anneyi mahkûm eder; suçlu bulunanlarsa çok nadiren içeri girerler. Adli bir psikolog olan Barbara Kirwin, “Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya'da neonatisiye maruz kalmış yaklaşık 300 kadın vakasında hiçbir kadının bir geceden fazla hapiste kalmadığını bildirdi. Avrupa'da, bazı ülkelerin yasaları, büyük çocuklara göre yenidoğan cinayetlerine daha az cezalar öngörür. Sanırım anneleri gibi bizler de bir yenidoğanın tam bir insan olup olmadığından tam olarak emin değiliz”, der[16]. (Resnick, 1969; West, Friedman ve Resnick, 2009)

Asla bencil olmayan, ne pahasına olursa olsun yavrularını sevdiği, koruduğu, sahip çıktığı düşünülen annelerin kendi çocuklarını öldürmeleri toplum için kabul edilemezdir. Bu yüzden mesela babaların çocuklarını öldürmelerinden çok daha anlayışlı yaklaşılır annelere.(Pagelow, 1984). “Melek” annelerin, fıtratlarından gelen içgüdülerin dışına çıkıp sırf kendi bencillikleri için, çocuklarının ihtiyaçlarını göz ardı edebilecekleri hatta onları öldürebileceklerini kabul etmek oldukça zordur. Bu nedenle olsa gerek hiçbir suçlu, deliliğini savunmada, çocuklarını öldüren bir anneden daha başarılı olamaz[17] (Perlin, 1994). 

Türkiye’de tüm çocuk cinayetlerinin %38’inin faili annelerdir. Babaların oranı %7’dir. Anneler, çocuklarını babalardan 5,4 kat daha fazla öldürüyor olsa da (ki bu rakama tespit edilemeyen neonatisid/yenidoğan ölümleri dâhil değildir) anneler, babaların göremeyeceği bir tolerans ile karşılanırlar ve babaların aldıkları cezaları almazlar[18].

Çocuklarını öldüren anneler için, çocuklarını öldüren babalarda karşılaşamayacağınız bir sürü psikolojik anormallik durumu sayılır. Adeta tıp dünyası annelerin çevrelerini delilik savunması ile örerler: Lohusa sendromu, “Fedakâr anne filisitesi” (Çocuğunu dünyanın kötülüklerinden korumak için öldüren anne), “Akut psikotik kişilik” (tanımlanamamış sürekli psikolojik sorunlu hal), “özürlü çocuğun daha fazla acı çekmemesi için, Çocuğun faydası için öldürme”, kötü kocadan intikam alma (Medea Sendromu) ya da ilgi çekmek veya çocuğunun hasta olduğunu ispat etmek için öldürme (Munchausen Sendromu) gibi anormallikler mutlaka onları çocuklarını öldürmeye itmiş olarak değerlendirilir. Annelerin çocuklarını öldürdükten sonra hemen yardım aramaya girişecek bilinçlerinin olması, delilleri karatmak için çalışmış olmaları, bilinçli bir şekilde çocuğu ve hamileliklerini saklamış olmaları vs. kimsenin dikkatini çekmez[19] (Resnick, 1969). 

Avustralya’da ev içi cinayetlerin %18-25 ini ev içi çocuk cinayetleri oluşturur. Yetişkin çocuk katlinde geri olsalar da, yenidoğan ölümlerinde Pakistan, Hindistan, Afganistan gibi ülkeler en öndedir. Çünkü onlarda kürtaj uygulamaları Batılı ülkelerde olduğu gibi yaygın değildir. Anneler çocuklarından, daha 10 haftalıkken Batılı ülke kadınları kadar kolayca öldürüp kurtulamazlar.

Ancak rakamlara kürtaj ile öldürülenler de dâhil değildir. Hiçbir çocuk ölümü istatistiğine kürtaj ile öldürülenler girmez. Anne karnındaki 10 haftadan küçük bebeklerin kalplerinin attığına, acıyı hissettiğine, hareket ettiğine, hatta duygusal tepki verdiğine dair çalışmalar olsa bile[20] bebek ya da “insan” olarak kabul edilmezler. Ve yasal sınırlar içinde devlet destekli bir şekilde öldürülebilirler.

Bu konuda “benim vücudum, benim kararım” sloganı ile hem çocuk, “insan” olarak kabul edilmemiş hem de –çocuk adına, çocuğu anneden korumak için her hangi başka bir kurum ihdas edilmediği halde- babanın çocuğu koruyabilme ihtimali bertaraf edilmiştir.

“Nüfus planlamacısı egemenler”, “açgözlü hekimler” ve “çocuktan kurtulmak isteyen anneler” karşısında çocuk, tek başına ve savunmasızdır.
 
Yenidoğan katlinde erkek çok az vakada dâhildir. Tamamında anneler veya annelerle birlikte anneanneler vardır.

Zühtü Akar / ORDU



[1] (BU yazıda https://www.smh.com.au/national/sins-of-the-mother-the-tragedy-of-neonaticide-20101218-191ee.html adresindeki makaleden geniş olarak faydalanılmıştır.)
[10] Çocuklar için doğdukları ilk 24 saat cinayet kurbanı olma ihtimallerinin en yüksek olduğu dönemdir. Unicef’e göre 2,600,000 çocuk doğuğu ilk ay ölüyor.         
[11] Bu çalışma 14-17 Nisan 1998 tarihinde Kuşadası’nda düzenlenen III. Adli Bilimler Kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur
[12] https://www.ufuk.edu.tr/uploads/page/enstituler/sosyal-bilimler/ensdergi/say-6/salihmurateke.pdf
[20] Anti  Abortion Movements


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Burada şaşılacak şey şu ki bu caniliği yapanlar ve bu zulme susanlar kendilerini saklayabiliyor ve asla yüzü kızarmadan insan içine çıkabiliyorlar. Diğer taraftan biz de onlara karşı bir nefret duymuyoruz. Yine onların peşinden gidiyoruz. Bu nasıl izah edilir?

Yorum Gönder