HAKK’ Aziz
Allah’ın isimlerinden.
Allah(cc), HAKK’tır.
HAKK’lı,
Allah’lı, Allah’ın
razı olacağı yerde duran.
HAKK’sız,
Allah’sız, Allah’ın(cc)
razı olmadığı yerde duran.
Haksızlığı (Allahsızlığı, Allah'ın razı olmadığını) bilinçli tercih eden, bile bile HAKK’sızdan yana olan, HAKK’sızlıktan çıkar
sağlayan, HAKK’sızlığın sürmesi için çalışan, HAKK’ı gizleyen örten. Örten,
yani kâfir.
Menfaati
için, bile bile HAKK’ı (Allah’ı) düşman edinendir kâfir.
HAKK’a taraf
olmak isteyen, HAKK’ı (Allah’ı) düşman edinmek istemeyen HAKK’ı nasıl bulur?
HAKK nasıl
görülür, tespit edilip taraf olunur?
Derdimi
kolay anlatabilmek için bir mizansen kurmak istiyorum.
Bir simitçi
amcamız olsun, sabahın köründe simit tezgâhının başında bekleyen. Ondan simit
alan sefil, karaktersiz biri daha olsun. Aldığı simidin parasını ödemeden
gitmek isteyen. Simitçi amca parasını almak için hamle yapınca, zorba bir el
hareketi ile arkadaşlarını çağırsın. Bir minibüsten 4-5 kişi inip zorbaya
yardım etmek için koşuştursun.
Tüm bunlar
olurken olayı seyreden bir öğretmen, bir imam, bir profesör, bir cerrah, bir
berber, bir öğrenci, bir işsiz, bir çoban, bir yufkacı teyze ve bir de sanayi
çırağı olsun.
Bu
insanlardan hangisi, HAKK’ı ve HAKK’lıyı doğru tespit edebilmiştir?
Hangisi
kimin doğru, kimin yanlış yolda olduğunu görmüştür.
Elbette ki
hepsi.
Eğer zihni
ya da ruhi bir anomali yoksa herkes HAKK’kı görme, HAKK’lıyı tespit edebilme
yeteneğine sahiptir. Bu İlahi iradenin insanoğluna vermiş olduğu bir yetidir.
Bir profesör
ile sanayi çırağı arasındaki fark derinliktedir. HAKK’ı ve HAKK’lıyı tespitte
etmekte değildir.
"HAKK’ı”
tespit eden “Batıl”ı, “HAKK’lı”yı tespit eden “HAKK”sızı, “iyi”yi tespit eden
“kötü”yü, “güzel”i tespit eden “çirkin”i, “Hayrı” tespit eden “şerri” de tespit
etmiş olur.
İlk Not :
“Her akıl sahibi HAKK’ı ve ŞER’i görebilecek yeteneğe sahiptir.
Bu noktada
insanoğlu bir yanılgıya düşer. HAKK’ı görmeyi, HAKK’a taraf olmak zan etme
yanılgısıdır bu. HAKK’ı görünce insanoğlu kendisinin de HAKK’lı olduğu, HAKK’ın
tarafında olduğu vehmine kapılır. Herkesin kendinin HAKK’lı olduğunu iddia
etmesi bundandır.
Mizansenimize
geri dönelim: Simitçiye yapılan zulmü herkesin gördüğünü, haklı ve haksızı
tespit edebildiğini söylemiştik.
Zorba ve
adamları simitçi amcanın üzerine yürürken, seyredenlerden biri sıyrılıp simitçi
amcanın (HAKK'ın, HAKK'lının) yanına gidip “Amca, seninleyim” diyor.
Simitçi
amcanın yardımına koşan kimdir?
Kim riski ve
tehlikeyi göğüsleyip HAKK’ın HAKK’lının yanında durabilmiştir?
Profesör,
imam, öğrenci, muhasebeci, işsiz veya mantıcı olmak HAKK’ın yanında
durabilmenin kefili değildir.
Kim, Hakkın
yanında olmanın bedelini ödemeye razı ise “o” ancak HAKK’ın yanında durabilir.
Haluk
Burhan’dan alıntılayalım. Ahlak kaybetmeyi göze alabilmektir.
İkinci Not:
HAKK’ı görmek, HAKK’ın yanında olmak demek değildir.
Rahatından,
parasından, malından, mevkiinden, uykusundan ve hatta son kertede canından
vermeyi göze alamayanlar HAKK’ın yanında duramazlar.
HAKK’ı
görmek ve HAKK’ın yanında durmak ayrı şeylerdir. Merhametlilerin şahı Hz
Resul’e atfedilen meşhur duada, “Ya Rabbi! Bana HaKK’ı göster ve HAKK’ın peşine
gidebilecek cesareti de ver” denildiği gibi.
Üçüncü Not:
HAKK bedeli ödenmeden çıkılabilecek bir makam değildir.
HAKK'lı ya ni Allah'lı olmak insan oğlunun çıkabileceği en yüksek makamdır. Böyle bir makamın bedeli elbette ucuz değil yüksektir. Ancak insanlar çoğu yüksek makamları değil hevalarının çağrısını daha çok isterler.
Herkes alkolün, sigaranın, hırsın, kinin, dedikodunun, yalanın, çok yemenin kötü bir şey olduğunu bilir. HAKK kendilerine açık edilmiştir. Herkes TV seyretmek yerine kitap okumanın, bir dostu ziyaret etmenin, Hakkı zikretmenin daha hayırlı olduğunu bilir. Tüm öğrenciler oyun yerine ders çalışmanın daha faydalı olacağını hesap eder.
Ancak
insanların çoğu hüsrandadırlar.[i]
Dördüncü
not: Mesele HAKK’ı görmek değil, peşine gidebilmektir.
Mizansene
geri dönelim. Simitçi amcanın yanına biri gitmiş ve “Senin yanındayım.”
demişti.
Olayı seyredenler, niçin HAKK’ı gördükleri halde simitçinin yanında yer alamadılar?
Olayı seyredenler, niçin HAKK’ı gördükleri halde simitçinin yanında yer alamadılar?
Cevabı çok
da zor değil. Çünkü mazeretleri(miz) var.[ii]
Hakk’ı
herkes bilir ve görür. Ancak herkes Hakk’ın peşine gidemez. Şeytan’ın
kulaklarına fısıldadığı korku, endişe ve bahanelerin peşine düşüp HAKK’ı
(Allah’ın hoşnut olacağı yeri) ve HAKK’lıyı terk ederler.
Bu sefer
Şemseddin Yeşil Efendi’den alıntılayalım: “HAK’ka mahkumiyete ahlak denir.”
Mahkûmiyet, alan sınırlar. Kişinin hareket alanını
daraltır. Artık yapabilecekleri vardır. Yapamayacakları vardır. İstediği gibi
kazanamaz, harcayamaz, yiyemez, içemez, dilediği yere gidemez, dilediği ile
dilediği gibi olamaz, mahkûmdur.
Mahkûmiyet ezadır. Cefa çektirir. Sıkıntılı iştir yani.
Mahkûmiyet ezadır. Cefa çektirir. Sıkıntılı iştir yani.
Ahlak; sınırlar içinde kalmanın getirdiği eziyete
“başım üstüne” diyebilmektir.
HAKK (Allah) ve HAKK’lılık, zorluğa ve sıkıntıya
katlanmayı, bedel ödemeye razı olmayı talep eder. HAKK peşinde koşulmayı,
ardından kovalanmayı, uğruna çabalanmayı ve mutlak sadakati ister. Ürkektir,
çekingendir, hassastır. Peşine düşmeyen, çilesine, cefasına katlanmayan, hassas
davranmayan kimseye verilmez.
HAKK’lı olmak, HAKK’ın yanında olmak, HAKK’ın
taraftarı olmak hedeflenen makamdır. Bu makam çok kıymetlidir. Ucuza alınamaz.
Bu nedenle, HAKK’a sadakat; maldan, paradan, mevkiden, keyiften, konfordan,
zevkden, eğlenceden veremeyenlerde görülmez.
Şerri de herkes fark edebilir.
Herkes şerri, kötüyü, çirkini görebilir.
Ama ŞER, HAKK gibi değildir.
Mesela HAKK gibi mutlak sadakat istemez. İstediğiniz zaman ihanet edip doğru davranışlarda bulunabilirsiniz. Ara sıra yaptığınız doğruluk gösterileri sizi HAKK'lılardan yapmaz. ŞER'liler arasından çıkarmaz.
Mesela HAKK gibi mutlak sadakat istemez. İstediğiniz zaman ihanet edip doğru davranışlarda bulunabilirsiniz. Ara sıra yaptığınız doğruluk gösterileri sizi HAKK'lılardan yapmaz. ŞER'liler arasından çıkarmaz.
Arsızdır, Saldırgandır. İşgalcidir. Kendini göreni,
etkisi altına alır.
Parasını alamayan Simitçi kendisini kandırıp
aldatanlara karşı kine, nefrete kapılır. İntikam hırsı ruhunu sarar. Merhamet,
şefkat ve adalet duygusunu zedeler. “Beni aldattılar. Bende başkalarını
aldatırım” fikri zihnine yerleşir. Kötülük simitçiye nüfuz eder.
Seyredenler kötülüğün cezasız kaldığını gördüklerinde
aynı davranışı taklit edip, güçsüzlere zulmetmeye başlarlar.
Dedikodu, abartma ve yalanla kötülük meşrulaştırarak toplum içinde yayılır. Dedikodu kötülüğün propagandasıdır. Şerr toplumu işgal eder.
Dedikodu, abartma ve yalanla kötülük meşrulaştırarak toplum içinde yayılır. Dedikodu kötülüğün propagandasıdır. Şerr toplumu işgal eder.
Birini aldatıp ondan parasını çalan, ona sadece maddi
zarar vermez. Ondan merhameti, kerem sıfatını, verebilme yeteneğini de çalar.
Onu hüsn-i niyetten mahrum edip, su-i zanna mahkûm eder.
Şeytan zafer çığlığı atar.
Beşinci Not: Mesele, HAKK’kın peşine gidebilmek kadar,
kötülüğün işgalini de önleyebilmektir.
Yani HAKK’a sadakat, ŞER’in işgaline direnmektir.
En üst düzey eğitimliden en alt düzey eğitimlilere kadar herkes HAKK’ı da ŞER’i de net görebiliyorken, HAKK’ın peşine giden, ŞER’e direnebilen insan sayısı çok azdır.
Neden?
Eğer
HAKK’sız (Allah’sız, Aziz Allah’ın razı olmayacağı yerde duran, zalim), “BEN”le
yakın ilişki içinde olan biri olursa mesela anne, baba, iş sahibi, amir, eş,
çocuk, arkadaş, müşteri, işveren veya bizzat kendim, HAKK’ın önüne sütre
/perde olur, HAKK’ı görmek zorlaşır. HAKKIn önündeki en kalın perde MENFAAT perdesidir.
Mizansene
geri dönersek zulmedenin emrindekiler, arkadaşları, akrabaları ve hatta bizzat
şahsın kendisi, simitçiye yapılanın zulüm olduğunu net olarak görür ve bilir.
Ancak çağırdığında büyük ihtimalle zalime yardıma da gidecekler ve “bu BENim
HAKK’ım, görevim, emir kuluyum, o bizden vs.” diyeceklerdir. Şahit
oldukları zulme karşı çıkıp, HAKK’a taraf olmakta en azından tereddüt
edeceklerdir.
Dikkat
edilirse HAKK’sızla “BEN” arasında bir ilişkinin gelişmesi, HAKK'ı görme
yetisini, netliğini kaybettiriyor. Pozisyonumuz, düşüncemiz ve kararlılığımız
değişiyor. HAKK'ta farklı şeyler görmeye başlıyoruz.
Komutanı
emrettiği için sivilleri bombalayan asker; fabrika önünde işçileri coplayan
polis; işçilerinden esirgediği maaşı lüks bir arabaya yatıran
esnaf/sanayici; lüzumsuz olduğunu bile bile öğrencilerine aptalca şeyler
anlatan öğretmen; fayda etmeyeceğini bile bile prosedürü uygulayan doktor, memur,
eczacı; kuyrukta bekleyenlerin önüne elindeki kartla geçen banka
müşterisi; mudisini faiz sarmalına davet eden bankacı; çocuğunu işe sokmak için
torpil arayan baba; iyi oynamasa da bizim takım kazanmalı diyen taraftar; daha
iyi bir not için kopya arayan öğrenci; sıkışmış birini düşürmeye çalışan
emlakçı/galerici olayın dışındayken çok net görebildikleri HAKK’ı kişisel
menfaatleri ile gölgeleyerek görülemez kılmışlara örnek sayılabilir.
Kişisel
çıkarlar menfaatler, beklentiler, ümitler, sevgi/nefret ilişkileri devreye
girdiğinde HAKK bulanır. Görülemez hale gelir. HAKK, “BEN”lik sisinin
ardında kaybolur. BEN'lik şehveti, HAKK’ı gölgeler.
Altıncı
Not: HAKK’a “BEN” aradan çıkarılmadan ulaşılamaz.
Zor olan
HAKK’ın önüne dikilen “BEN”i aradan çıkarabilmek, “BEN”in HAKK’ı (adaleti, güzeli,
hayrı) gölgelemesini, kirletmesini engelleyebilmektir.
Hem
elindekini ederinden fazlaya satmak, çabucak zengin olmak, tüm basamakları
atlayıp en üste çıkmak, emeksiz, yorulmadan, üzülmeden, gerilmeden
kazanmak isteyecek hem de karşıdakinin acizliğinden, bilgisizliğinden,
ihtiyacından faydalanmayacaksınız. Hem “BEN”i tatmin etmeye, “BEN”in
menfaatlerini korumaya çalışacak, hem HAKK’ın hatırını kırmayacaksınız.
Mümkün değildir.
Mümkün değildir.
HAKK’lı
olmak, HAKK’la olmak “BEN”lik yükünü yanına alanların çıkamayacakları
mevkiilerdir.
HAKK’a giden
yolda (sırat-ı müstakim) “BEN”lik, insanoğlunun önündeki en büyük ve en zorlu
engeldir. İnsanoğlu “BEN”i terbiye etmekte çok zorlanır. Ancak “BEN” öne
çıktıkça zulüm çoğalır.
"BEN"lik davası Şeytan'ın tüm vaadleri gibi boştur. Sonucu kalp ve ruhun hastalanmasıdır. Ekin ve nesil perişan olur. Çünkü HAKK'ın olmadığı yerde insanoğluna huzur yoktur. Kalpler ve ruhlar ancak HAKK'ı zikretmekle sükûn bulur.
"BEN"lik davası Şeytan'ın tüm vaadleri gibi boştur. Sonucu kalp ve ruhun hastalanmasıdır. Ekin ve nesil perişan olur. Çünkü HAKK'ın olmadığı yerde insanoğluna huzur yoktur. Kalpler ve ruhlar ancak HAKK'ı zikretmekle sükûn bulur.
“BEN”in
büyümesi (çıkarların, menfaatlerin, beklentilerin, kibrin) ile HAKK’ın önündeki
gölge de büyür. O nedenle yükseklere çıktıkça, güçlendikçe, zenginleştikçe HAKK
(adalet) talebi azalır. HAKK (adalet, hayır) talebi “BEN”leri (çıkarları,
menfaatleri) zayıf olanlarda güçlüdür. Bu yüzden olsa gerek zengin ve
güçlülerin HAKK, adalet talebi ile nümayiş yaptıklarına şahit olunmaz.
Güçlülerin
“BEN”leri öne çıkıp HAKK derdi kalmayınca, güçsüzlere Dünya cehennem olur.
Ortaya çıkan Cehennem’in ateşi, güçlülere de dokunur.
Hali görüp
"BEN"cilliğin toplumu felakete götürdüğünü fark edenlerin kulağına
Şeytan fısıldar “biraz HAKK’ı, biraz da “BEN”i (çıkarlarını) kolla.”
Böylece razı edilmesi gereken iki kişi olur. İlki HAKK olan Aziz Allah’tır. İkincisi “Ben”dir.
Böylece razı edilmesi gereken iki kişi olur. İlki HAKK olan Aziz Allah’tır. İkincisi “Ben”dir.
“Şirk”et kurulmuştur.
Artık
HAKK’lı olmak sadece Aziz Allah’ın razı olması demek değildir. HAKK, “BEN”in de
razı olmasıdır. Hem “BEN” razı olacağım, hem “BEN”imin razı olduğundan HAKK.
“Şirk”et
kurulmuştur. BEN ve HAKK ŞİRKeti.
“BEN”;
kendini tatmin etmeyen, razı etmeyen, menfaatini korumayan, görüşünü almayan
hiçbir HAKK’lı girişime yüz vermez. Ancak BEN razı olduğunda HAKK’ın rızası
aranabilir. Kişisel menfaatlerin rızası, HAKK'ın rızasının (Allah rızası)
önüne geçer.
Her ne kadar
Şeytan; "BEN"lik sahibini, vesveseler ile HAKK yol üzerinde olduğuna
ikna etse de yol(sırat-ı müstakim) kaybolmuş, görülemez olmuştur. Çünkü kişisel menfaat yolunda,
HAKK’a rastlanılması mümkün değildir.
HAKK sadece Aziz Allah’ın (HAKK’ın) yanındadır. BEN veya başka bir isim onun yanına yakışmaz. (Gulhüvellahu ehad)
HAKK sadece Aziz Allah’ın (HAKK’ın) yanındadır. BEN veya başka bir isim onun yanına yakışmaz. (Gulhüvellahu ehad)
Yedinci Not. Şirk, “Ben”inin rızasını HAKK’ın rızasına karıştırmaktır. Ya da HAKK’ın rızasını “Ben”in rızasının yanında aramaktır.
Aziz Allah’a
şirk koşulan para, mal, şeyh, sultan, kadın vs. değildir. Kişi hep “BEN”ini şirk
koşar. Paraya, mala, şeyhe vs. eğer “BEN”in menfaatine çalışacaksa itibar eder.
Mesela “BEN”i Cehennemden alıp Cennet’e koyacaksa, ev, araba, yat, kat verecekse,
bir hastalığı, bir musibeti başından savacaksa.
Yani
peşinden koşulan kişiye ancak “BEN”e hizmetçi olacaksa itibar edilir. Bu bilinç
Peygamberleri, şehitleri, geçmişin kıymetli kişilerini ve hatta âlemlerin Rabbi
aziz Allah’ı bile “BEN”in hizmetçisi yapmaya çalışır.
Yüceltilmeye çalışılan “BEN”dir.
“BEN”in
menfaati “HAKK”ın önüne geçer. Ancak kişinin meydana direk “BEN” diye çıkması
mümkün değildir. Çünkü “BEN”imin insanlar katındaki itibarı ancak diğer
insanların itibarı kadardır. Bu nedenle kişinin "BEN"ini HAKK
kılıfı içine saklaması, kendini HAKK olarak takdim etmesi gerekir.
O’nun HAKK
dediğinde kastettiği “BEN”in beklentileri, çıkarları, fikirleri, öfkeleridir.
Şirk “BEN”i,
HAKK diye sunmaktır.
İnsan için
bundan sonrası zulmün tarihini yazmak olur.
Kişisel
menfaatin HAKK’ın rızası ile bir tutulması (şirk) , HAKK’ın(adaletin,doğrunun)
örtülmesi (küfür) anlamına geleceğinden,
"BEN"ciliğin/"BEN"cilliğin gelişmesi ile zulüm ve küfür
meşrulaşıp normalleşir.
“BEN”lerini
tatmin etmeye çalışanlar, “HAKK”ın huzurunda tutunamaz, kovulurlar. “BEN”lik
üzerine ısrar, HAKK’sızların safında yer almakla, HAKK’sızlıkla son
bulur.
"BEN”cilik
kişiyi HAKK’sızlığa (Allah’sızlığa) mahkum eder.
“Yavrucuğum!
Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” Lokman (as)’ın,
Lokman Suresinin başında oğluna verdiği bu öğüt, şirkin (kişinin ya da toplumun
kendini, fikrini, menfaatini HAKK diye tanımlamasının) büyük bir zulüm olduğunu
söyler. Şirkin (kişisel menfaatlerin HAKK'ın hatırı ile bir tutulması), toplumun
HAKK’ı terk etmesine, HAKK’lıların ve mazlumların yalnızlaşmasına dolayısı ile
zulmün, zalimlerin, HAKK’sızların elinde toplumun mahvolmasına neden olur.
HAKK’ın,
“BENin menfaati” olarak tanımlanması Fransız devriminden beri devletlerin
sistemleştirerek uyguladığı modeldir. İlk kez 1938 yılında Hitler, Alman
halkına yapmış olduğu bir konuşmada bunu itiraf ve formüle eder. “HAKK, Alman ulusunun menfaatine uygun
olandır.”
Ne yazık ki;
Modern ulus devletlerin HAKK’ı ulusal/kişisel çıkarlara, menfaatlere
endeksleyen anlayışı kitlesel zulümlerin dahi meşrulaşmasına neden olmuştur.
Ulus
devletler, toplumlarının çıkarları için başka coğrafyaları sömürgeleştirmeyi,
kitlesel katliamlar yapmayı, toprağı, havayı ve suyu zehirlemeyi HAKK
namına(toplum çıkarına) yapar hale gelmişlerdir.
İlk
mizansene dönüp üzerinde konuşmadığımız son figürü konuşalım. Simitçi,
simitçiye zulüm eden(HAKKsız), HAKK’a taraf olan ve zalime(HAKK’sıza) destek
olanın haricinde birde tüm bunları sadece seyredenler vardı.
Sadece
seyredenler, seyirciler her zaman en kalabalık olanlardır.
Onlar da
HAKK’ı görüyor, onlarda HAKK’ı tespit ediyorlar.
Ancak HAKK’a
taraf olamıyorlar.
Mazeretleri
var. Bahaneleri.
Şeytan
ayetlerin arasından fısıldıyor; “Onlara vesveseler vereceğim, korkular, kuruntular
ve bahaneler.”
Büyük
kalabalıkların, seyircilerin ve benim bahanelerimiz var. Mazeretlerimiz.
Vesveseler,
korkularımız.
Son söz niyetine Şemseddin Yeşil Efendi’den alıntılayalım;
“Hane-i kalbinde HAKK’tan başka bir mihmanı (misafir) olmayan kimseye Hazreti İnsan denir.”
Ocak 2015/ ALANYA
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Ya Hakk !
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
0 yorum:
Yorum Gönder