Toplumsal ve Cinsel Roller Kırıldığında (Tamamı)

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 28 Oca 2020 0 yorum



Hayatlarını sürdürme çabasında olanların başlarına gelebilecek en kötü şey normların olmaması, ya da anomidir? Normlar engelleyici oldukları kadar mümkün kılıcıdırlar; anomi, en saf ve basit haliyle engelleyici bir duruma işaret eder. Normatif kurallar ordusu hayat dediğimiz savaş alanını terk etti mi, geriye sadece şüphe ve korku kalır.”[1]
Zygmund Bauman

Bosna Savaşında, Sırplar tarafından tekkesi yerle bir edilen Şaban Efendiye tanıdıkları, İstanbul’da bir gece bekçiliği işi ayarlamışlar. Harap bir tekkeyi de uyandırıp kendisine emanet etmişler. Şaban Efendinin, her zikir meclisinin ardından harçlık dağıtması âdeti imiş. Harçlık denilen bir lira, elli kuruş bozuk para.
Bir gün, Cerrahpaşa’dan bir hekimin yolu tekkedeki meclisine düşmüş. Doktor Bey anlatıyor:
Şaban Efendi harçlık dağıtmak için cemaatini dolanmaya başlayınca, “Kalbimiz yumuşasın, kulaklarımızın, ayet, hadis duysun diye geldik. Sanki dilenciyiz, 1 liraya mı ihtiyacımız var?” diye içimden söylenmeye başladım. Sıra bana gelince Şaban Efendi, yüzüme bakıp “Sizin ihtiyacınız yokmuş” diyerek beni atladı. Az önceki lafları, sanki yüksek sesle söylemiş gibi utandım. Şaban Efendi, sanırım yüzümdeki memnuniyetsizlikten aklımı okumuştu. Ertesi hafta o parayı alabilmek “ihtiyaç” haline geldi. Ama Şaban Efendi beni yine atladı. Sonraki hafta da, ondan sonraki hafta da. O, “1 lira” benim için çok kıymetli olmuştu. Sonunda Şaban Efendi’ye çıktım;
Efendim, beni de müridanınızdan kabul etseniz”.
O ne demek, biz ayrı gayrı mıyız. Bizim kalplerimiz bir” falan deyip beni pışpışlayıp yolladı. O 1 liraya yine ulaşamadım. İkinci kez çıktım huzuruna, yine aynı muamele ile geri döndürüldüm. Üçüncüde çok kararlıydım, bu sefer beni atlamasına müsaade etmeyecektim:
-“Efendim beni neden kabul etmiyorsunuz? Lütfen beni de alın içeri” dedim. 
Bunu istediğinize emin misiniz?” dedi.
Eminim efendim” dedim.
Ancak bizim hizmetimiz zordur. Pek tahammül eden bulunmaz” dedi.
Ben tahammül ederim, efendim” dedim.
İyi o zaman. Biz de keneflerin temizliğinden şikayetçiydik. Sizden rica etsek, bu işi, siz sorumluluk edinir misiniz?” dediler.
Tamam dedim, Şaban Efendi bende “kibir” görmüş. Onu kırmak, nefsimi terbiye etmek istiyor. Birkaç ay bu işi yaptım. Ama bir türlü tuvalet nöbetinin sonu gelmedi. En sonunda yeniden Şaban Efendi’nin yanına gittim;
Efendim, görüyorsunuz aylardır bu işi yapıyorum. Hastalarımın, arkadaşlarımın, hocalarımın, akrabalarımın önünde hiç gocunmadım. Kibrim yeterince kırılmamış mıdır?”
Bu görevi, kibrinizi kırmak için istediğimizi mi düşündünüz? Yok yok, ondan değil! Eğer insanlar birbirlerinde hizmet etmiyorlarsa aralarındaki bağ “söz” bağıdır. Söz ile kurulan bağ, söz ile kırılır. Kulağına ters gelen ilk kelime ile çeker gider, bir daha arkasına bakmaz. İstedik ki, bizde hizmetiniz biriksin. İnsanlar birbirlerine hizmet ettikçe beraber yürürler.”     
     
Biz de, bir toplumun huzuru, o toplum mensuplarının birbirlerine hizmet edebilme kabiliyetleri ile doğru orantılıdır diye düşünüyoruz.

İnsanların, binlerce yıldır biriken hayat tecrübeleri, onlara hayatın yükünü paylaşmanın pratik yollarını ve kurumlarını inşa etme becerisini de kazandırmıştır. Bütün bu kurumlar insanların güçlü iken, ihtiyaç sahiplerinin hizmetini gördüğü, ihtiyaç duyduklarında da başkalarından hizmet bekledikleri bir stratejinin üzerine kuruludur. Güçlü olduklarında keyflerinden, rahatlarından, emeklerinden, egolarından, bencilliklerin fedakârlık yapanlar, zayıf anlarında destek görürler. Toplumsal roller, akrabalık rolleri, cinsiyet rolleri asla ulaşılamayacak ancak ne kadar yaklaşılabilirse o kadar huzur ve sükûnete erilecek olan “barış/selam toplumu” idealine hizmet etmeleri için tanımlanır.

Toplumsal ve cinsel roller, hazırda bekleyen içtimai hizmet organizasyonlarıdır. Ufak bir tetikleme gayreti ile mekanizmanın harekete geçirilmesi mümkündür. Mesela bir anne adayı, doğumhaneye giderken tanımlanmış cinsiyet rolleri sayesinde, kadınlar koalisyonu kendiliğinden harekete geçer ve tüm cepheleri ile doğumu sahiplenirler. Anne, kaynana, kız kardeş, görümce veya komşulardan biri hastanın başında hastaneye koşarken birileri de eve yerleşir ve evde kalan çocukların, evin ve eve gelecek lohusanın hizmetini görmeye hazırlanır. Evin büyükleri “acemi anne” babaların acemiliklerini atlatmalarında en büyük yardımcıları olacaklarını ve çocuğun yükünü paylaşacaklarını en baştan bilirler. Komşular lohusa kadın kendine gelene kadar ev ahalisinin ve gelen giden misafirlerin yemeğini kendi evlerinde yapıp getirirler. Eve gelen giden ziyaretçilerin gelirken getirdikleri çam sakızı çoban armağanı doğum hediyeleri ya da bebeğe takılanlar; takanları maddi olarak yormayacak ancak bir araya geldiklerinde birkaç gedik kapatacak düzeylerdedir. Dedeler ve babalar her an çıkabilecek arızalara müdahale etmek,  masraf kapılarını gürültü etmeden örtmek ve gelen gideni ilk karşılayan olmak için sessizce çevrede dolanmakla vazifelendirilmişlerdir. Kadınların organize ettiği bu sessiz ancak çok fonksiyonlu faaliyetin hamaliye işleri ve masraf kalemlerinin sorumluluğu onlara verilmiştir.

Kız babasından istenir. (Her ne kadar günümüzde babanın konumu sadece bitmiş bir davanın tasdikçisi konumuna indirgenmiş olsa da.) Çünkü kızın, mutlak güvenebileceği, kendisini ona adamış, hiçbir şey istemeden sağlığı elverdikçe hizmetine girmiş olan tek erkek, babasıdır. Baba, kızının kocası olacak erkeği araştırmaktan, onun denkliğini sorgulamaktan yükümlüdür. Annelerin “biraz daha büyüsün” diye kurmamak için bin bir nazlandıkları çocuklarının yuvasını, babalar kurar. Kız istemek, ailenin büyüklerinden dede, amca ya da aile içindeki saygın bir kişinin sorumluğudur. O, kızı isterken ileride çıkabilecek sorunlarda da uzlaştırıcı olmayı da peşinen kabul etmiştir.  Kız verildikten sonra kadınlar koalisyonu neredeyse tüm inisiyatifi eline alıp hep birlikte düğün hazırlıklarına girişirler. Kız kardeşler, teyzeler, gelinler, görümceler, eltiler, halalar, komşular, arkadaşlar hep birlikte kınayı, düğünü, çeyizi, yeni evi, gelinliği, kına kıyafetini, alışverişi, bohçaları organize ederler. Sağdıç, hem damadın bilgilendirilmesinden, hem ekonomik desteğinden hem de düğünün organizasyonundan sorumludur. Düğünün güvenliği, garsonluk hizmetleri, misafirlerin ağırlanması, getir götür işleri damadın arkadaşları tarafından üstlenilmiştir. Düğün sahibinin yok ise yakın dostlardan birinin klasmanı yüksek arabası, düğün günü, düğün arabası olarak “doğal görevlidir”. Düğüne gelenlerin taktıkları takılar düğün sahibinin ağır yükünü paylaşır. Düğün sahibine yakınlık arttıkça düğün sahibinin sıkıntısına ortak olmanın yani ona edilecek yardımın da sorumluluğu artar. Bu yolla büyük kalabalıkların yedirilip içirilmesi, ağırlanıp gönderilmesi mümkün olur. Sıradaki düğünlerde aynı organizasyon tekrar tekrar, tekrarlanır. Daha önce gelin olan sonrakinde kaynana, daha önce lohusa  olan sonrakinde komşu rolünü bürünür.

Bütün bu süreç hiç kimseye ne yapacağını söylemeye gerek duyulmayan binlerce yılın birikimi tanımlanmış roller ile tayin edilir. Doğumda başlayan kişinin “sıkıntıyı, derdi paylaşma organizasyonlarındaki” rolü, o rolleri paylaştığı dostlarının onun için düzenlediği son organizasyona, cenaze merasimine kadar sürer.

Hizmet paylaşımına katılan herkes sırası geldiğinde başkalarından hizmet görerek ödüllendirilir. Torunlarının senelerce hizmetini gören büyükanne yaşlandığında, aynı evde yaşlılık hizmeti alacağını bilir. Yıllarca torunlarının peşinde koşan, onların terbiyesinde ve ekonomik sorunlarında kendisine hizmet payı verilen dede, yaşlandığında torunları tarafından ta’zim ile ağırlanmayı bekler. Yıllarca cinsiyet rolleri içinde babasının izzetini, şerefini düşünerek hayatını sürdüren bir kızın, yaşı elliye geldiğinde bile “benim evim” diye döndüğü baba evinde garipsenmemesi bu rollerin işlemesi ile olur.

Bu roller ile bireyi ezebilecek sıkıntılar, altından kalkılamayacak yükler, bazen binlerce kişinin el uzatması ile beraberce kaldırılır. Aynı içerikte, farklı bağlamlarda birçok organizasyon hayatın içine gömülüdür. Cenazeler, hastalıklar, fakirler, düşkünler, yaşlılar, özürlüler, çocuklar vs. bu toplumsal, cinsel rollerin eşliğinde kaldırılabilir, taşınabilir problemlere dönüşerek hayatın doğal, gündelik, sıradan meseleleri olurlar.

Toplumsal roller, ailevi roller, akrabalık rolleri, cinsiyet rolleri binlerce yılda edindikleri esneklik sayesinde çok farklı toplumlarda, çok farklı kültürlerde bile insanlara ne yapacaklarını nasıl yapacaklarını, kimle yapacaklarını, karşılığında ne bekleyebileceklerini, derdi, acıyı, keyfi, eğlenceyi nasıl paylaşacaklarını, nerede kendisine muhtaç olunduğunu, kime, nerede ve nasıl el uzatılacağını, sınırların nereye kadar ve nasıl zorlanacağını, nasıl sevileceğini, nasıl nefret edileceğini, sevginin veya nefretin nasıl ifade edileceğini kısaca “beraberce nasıl yaşanacağını” topluma öğretirler.

Örneğin, Hz Peygamber kızını evlendirirken, “Hz. Fatıma’ya (ra) evin iç işlerinin; Hz Ali’ye (ra) evin dış işlerinin” sorumluluğunu vererek, rol dağıtımı yaptığı rivayet edilir. Bu rivayeti temel alan İslam toplumlarında erkeklerin ve kadınların aile çerçevesindeki rolleri/sorumlulukları tanımlanmıştır. Bu modelde herkes, aile içindeki pozisyonunu, sorumluluklarını; karşı tarafın beklentilerini, sorumluluklarını, kendinin ve karşı tarafın sınırlarını hatta karşı tarafı nasıl memnun edeceğini, bu roller üzerinden bilir. Bir sorun çıktığında araya giren arabulucu, kimin sorumluluğunu ihmal ettiğini, sınırları aştığını, sorunun nereden kaynaklandığını tespit etmekte dolayısı ile sorunu çözmekte zorlanmaz.

Hâkim emperyal ideolojinin “patriyarkal cinsiyet rolleri” diye itiraz ettiği ve yıkmaya çalıştığı düşünce; tam da merkezinde bu fikriyatın yattığı düşünce biçimidir.

Hâlbuki bu roller olmadığında insanlar beraber yaşama sanatını nasıl becereceklerini, nasıl giyineceklerini dahi bilemez hale gelirler. Bunlar denene denene öğrenilmiş, geliştirilmiş binlerce yılın birikimleridir. Yok edildiklerinde bunların yeniden inşasının bir ömre sığması mümkün değildir. Bu nedenle bunların yok edilmesi, sıkıntıları tüm ağırlığı ile tek başına kalmış bireyin üzerine yükleyeceğinden toplum içinde çok büyük yıkımlara, kırılmalara, alt üst oluşlara, çalkantılara ve intiharlara sebep olur. Sıkıntıların paylaşılma süreçleri, insanların birbirlerinin derdini çekebilme eşikleri, birbirlerine hizmet edebilme yetenekleri dağıtılıp darmadağın edildiğinde özellikle modern hayatın üzerine abandığı her fert, kurbana dönüşür.

Bu rolleri büyük oranda kırmış olan Batılı ülkelerde evlenmek isteyen çift Kiliseden ya da belediyeden randevu saati alır. 3-5 arkadaşı ile düğünü yapar. Ne annenin ne komşuların ne de arkadaşların haberi olmasına gerek yoktur. Çünkü ortada, ne ortaya çıkacak sıkıntıyı paylaşmaya, ne gelenlerin yükünü karşılamaya hevesli birileri vardır. En şöhretli insanların bile cenazeleri ancak 10-15 kişi ile ebedi âleme gönderilmesi kimsede hizmet, kimsede vefa biriktirmemiş olmanın delili olarak okunabilir. 

Modern gelenekten kopmuşlukla övünen çiftlerin düğünlerinde, bırakın anne babayı evlenen çiftin bile ne yapacağını bilememesi, şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmaları ve sonunda işi paralı organizasyonlara devretmeleri sanırım bu nedenledir. Para, edinilememiş dostların, biriktirilmemiş hizmetlerin açığını kapatmaya çağrılır.  

Toplumsal ve cinsel roller; alt tabakaların, zenginlerin para ile aldıkları hizmetleri birbirlerine sıra ile ikram ettikleri dayanışma formlarıdır.

Toplumsal/cinsel roller dağıtıldığında doğum yapacaklar, eğer paraları varsa, gittikleri özel hastanelerde hemşirelerden iyi hizmet almayı bekleyebilirler. Ne arkadaş ne dost ne de herhangi bir başka cinsiyetlendirilmiş rol sahibinin kendisine hizmet vermesini ümit edemez. Buna niyeti olanlar, bunu nasıl yapacaklarını; buna ihtiyaç duyanlar da, nasıl yardım isteyeceklerini bilemezler.

Bu mekanizmalar dağıtıldığında ihtiyarlar, paraları varsa huzur evinde; yoksa bir çöpün kenarında -ama ille de yalnız- ölümü beklerler.

1998’de Chicago Tribune’un yayınladığı bir rapor adeta konuyu özetliyor: “Amerikalı yaşlı insanlara ait evlerin %60’ına tek bir ziyaretçi bile uğramıyor.”[2] Amerika’da 2018 yılında 65-74 yaş arası kadınların %26’sı, 75-84 yaş arası kadınların yüzde 39'u, 85 yaş ve üstü kadınların ise %55'i tamamen yalnız olduğu raporlandı[3]. 2019 yılında Japonya’da evde tek başına ölen (Kodokuşi) Japon sayısı 28.000’i geçti[4]. Bu Japonya’da her gün 76 kişinin yalnızlık içinde öldüğü anlamına gelmekte. 

Avusturya’da ambulans şoförlüğü yapan bir dostumuzun ifadesi bütün bu durumu özetler mahiyette: “Avusturya’da en çok yaptığımız iş, komşularının kokudan rahatsız olup haber vermesi üzerine, maske takarak girdiğimiz evlerden yapayalnız ölmüş yaşlıları toplamaktı.”

2020 Ocak, Reklam Verenler Derneği'nin 
İstanbul'da Reklam panolarına verdiği reklamlardan
 anneleri babalaştırma, babaları anneleştirme
Ancak sorun yaşlılarla bitmiyor: Abdülhakim Murad devletlerin; ekonomiyi canlandırmak, sigorta primi gelirlerini artırmak ve iş sektörüne ucuz işçi temin etmek için kadınların iş dünyasına çekilmesi ve ailenin dağıtılması sürecinde büyük kapitalistlerle işbirlikçiliği yapmalarını değerlendirirken, “İki eşin de çalıştığı ailelerde stres, normal insanların çoğunun üstesinden gelebileceğinden fazladır. Yüksek gelir ve (bazıları için) işten zevk alma; gittikçe artan yorgunluk, tükenmişlik duygusu ve stres ile mücadele edebilmek için yetersiz motivasyon araçlarıdır… Babaları anneleştirme, anneleri babalaştırma kampanyaları sonucu Avrupa’da artık birçok ev, “ev”den çok “yatakhaneye” dönüşmüştür. Öğün vakitleri rastgeledir, öğünler konserve türü hazır yemeklerden ibarettir; anne ve babalar işte tüm enerjilerini tükettiklerinden, çocuklarına ne zaman ne de sabır harcayabilecek durumdadırlar. Dahası evin bireylerinin birbirlerine aidiyet duyguları çok zayıflamıştır. Bu nedenle 16-18 yaşına geldiğinde çocuk evi terk ederken kendisini pek bir şey terk etmiş gibi hissetmemektedir.[6]derken anne, baba ve çocuk arasındaki bağların kırılmasının ve ailenin dağılmasının sonuçlarına işaret etmeye çalışır.

Anne-Baba-Çocuk arasındaki geleneksel rol dağılımı, “’Hayır’ derse çocuktan herhangi bir şey talep edilemez, evde sorumluluk yüklenemez, su bile istenemez, cinsel hayatına ve eve getireceği cinsel partnerine müdahale edilmez, kiminle yatıp kalktığına karışılamaz” şeklindeki bakışın topluma dayatılması ile kırılırken, ebeveyn ile çocuğu arasındaki mesafe de kapatılması mümkün olamayacak ölçüde açılıyor. Anne babanın çocuk üzerindeki haklarını ve terbiye edici niteliğini inkâr edip ebeveynleri çocuğun keyfinin ve hazlarının finansörü konumuna indirgemek, onların çocuğun 16-18 yaşına gelip bir an önce evi terk etmesini bekler olmasına sebep oluyor. Bu nedenle Deutsche Welle’de rastladığımız haberde, Almanya’da 18 yaşına geldiği halde evi terk etmeyen çocuklarına “evden tahliye” davası açan ebeveyn sayısının 30 bini aşmış olmasını işitmemiz bize şaşırtıcı gelmiyor.

Karşılıklı fedakârlık zemininde sıra ile birbirlerine sığınan aile fertleri, “bencillik” zemininde ailenin dağıtılması ile toplama kamplarına bölüştürülüyor. Yaşlılar, ölümü bekleme kamplarına (huzur evleri); özürlüler, özürlü toplama kamplarına (özürlü bakım evleri); kadınlar, kadın toplama kamplarına (Kadın sığınma evleri); çocuklar, çocuk toplama kamplarına (sevgi evleri, kreş ve okullar); bağımlılar, bağımlı toplama kamplarına (rehabilitasyon merkezleri); işsiz ve ıskarta erkekler, atık bekleme kaplarına (açık ve kapalı cezaevleri); hastalar, hasta toplama kamplarına (hastaneler, sağlık merkezleri); iyice fakirler, evsiz toplama kamplarına (sokaklar, köprü altları) dağıtılıyor.

Cinsel rolleri, toplumsal sorumlulukları reddederken kırılan bağlar aynı zamanda karşılıklı güvenlik sığınaklarının dağıtılması anlamına da geliyor. Abdulhakim Murad, “Çözülme meydana geldiğinde, hemen her zaman en fazla acı çekenler kadınlar olur. Ama asıl büyük sıkıntı, aileden gelen (baba, koca, abi, çocuk vs-AHÇ.) desteği kesilmiş, bir işe dişiyle tırnağı ile tutunmak zorunda bırakılmış dar gelirli kadınların başındadır[9] der. Geleneksel toplumlarda kadının başının sıkıntıya düşmesinden kocası, babası, oğlu, kardeşi, dedesi hatta komşuları sorumlu iken, kadına; “özgürlüğü ve bencilliği seç ve tüm toplumsal ve cinsel sorumlulukları/rolleri reddet” denildiğinde kadını koruyan yapılar da çevresinden dağıtılmış olur. Abdülhakim Murad, “Modernite, İslam’ın kadının kocasına, erkeğin annesine karşı vazifeşinas olmasını öğütleyen iki bağı birden zayıflatır: ilkini hiddetle, ikincisini dalgınlıkla”[10] derken karı koca arasındaki cinsel ve toplumsal rolleri kırmaya yönelik saldırının anne-oğul arasındaki rolleri de kırmış olduğunun ayırdına varılamadığının altını çizer. Kadının serbest cinsel hayat sürebilmek için çevresinde kendisini kollayan tüm ilişki ağlarını dağıtmaya razı edilmesi yalnızlar sokağına, yaşlılar, özürlüler ve çocuklardan sonra “çok zengin olamayan” kadınlar da savurur. 

Abdülhalık Murad, ünlü feminist kuramcı Luce Irigray’i tam da bu noktadan eleştirir; “Çalışmasındaki zaaf, onun yaşlılara karşı üzüntü veren kayıtsızlığıdır. Birçok feminist gibi oda, sadece görünüşte olanlarla ilgilidir. Dişi vücudunun üreme ve beslenme telosunu kabul etse de, sonu ihtiyarlığa varan doğal gidişatı değerlendirirken gözle görünür oranda başarısızdır[7] demesi Irigray’in toplumsal rollerin kırılması ile -ödemek zorunda kalacakları bedel konusunda- kadınları yanıltıyor olması olarak okunabilir. 

Ortalama kadın ömrünün 80-90 seneyi bulduğunu düşünür ve kadınların 14 ila 45 yaş aralığında “arzulanabilir obje” olarak tasarlandığını hesap edersek, hızlı bir seks hayatından sonra kendilerini bekleyen “yalnızlık içindeki ortalama 40-50 senenin” gizleniyor, gösterilmiyor, konuşulmuyor olmasının sadece bir dalgınlık sonucu olduğunu düşünmekte zorlanıyoruz.

Sahipsiz kalan sadece kadın değildir. Özellikle evlenen veya uzun süre kadınla beraber olmayı göze alan erkeğin cezalandırılma süreçleri ve zehirli feminist dil erkeği kadına, kadını erkeğe yanaşamaz kıldıkça tek başına yaşayan yalnızlar ordusu toplumsal tabakaların en kalabalığı olmaya başlar. Nitekim Almanya’da 17 milyon insan tek başına yaşarken, 2 milyon 200 bin kadın, 400 bin de erkek çocukları ile yalnız yaşamaktadır[8]. Özellikle çocukları ile yalnız kalan kadınların içine düştükleri fakirlik girdabından kendilerini kurtarmaları çok ender vaki olur. Japonya’da da 1985 yılında 50 yaşına geldiği halde hiç evlenemeyen erkek oranı %1’ken, 2015’te bu rakam %23’e çıkmıştır[11]. Yani 50 yaşına gelmiş olan her 4 erkekten 1'i hiç evlenmemiştir.

Ancak sorun ekonomisi güçlü ülkelerin dışına çıkıldığında biraz daha farklı bir biçim alıyor. Mesela Almanya’da çocuk “devletin” mülkü olarak görülüyor. Ailenin çocuğa -ister özürlü ister özürsüz olsun- “devlet“ adına baktığı kabul ediliyor. Bu nedenle devletin çocuğuna bakması karşılığında ebeveynlere -ne kadar varlıklı olursa olsun- bakım ücreti ödeniyor. Eğer ebeveyn, çocuğa bakmak istemezse, devlet çocuğu alıp kendi kurumlarında bakıyor. Aynı şekilde ebeveynler de devletin mülküdür ve ihtiyaç durumunda onların kira ve yiyecek masraflarını da devlet karşılar. Yani aile dağıldığında çocuk, ebeveyn, özürlü, yaşlı hemen herkes devletin korumasında kalmaya devam eder. Ama Türkiye ve Türkiye gibi bitmek bilmeyen ve muhtemelen bitmemeye ayarlanmış bir kalkınaMAma sürecine ve borç döngüsüne sokulmuş ülkelerde evden atılan her çocuğa, kadına, erkeğe, yaşlıya, özürlüye, bağımlıya, kimsesize konut ve yiyecek yardımı yapılabilecek ekonomik güç yoktur. Batı’nın göz ardı ettiği, görmeyi veya görülmesini istemediği husus;  Batı’nın, ailenin çökertilmesi, toplumsal ve cinsel rollerin dağıtılması ile oluşan boşluğu, 3. Dünya ülkelerini sömürerek finanse ettiğidir. Batı, Ortodoks Feminizmi ve Eşcinselliği sopa gibi kullanarak patakladığı 3. Dünya ülkelerinin[12] ailesini, toplumsal ilişkilerini, cinsel rollerini, dayanışma mekanizmalarını vs. paramparça ederken ortalığa saçılacak olanları ekonomik anlamda finanse edebilecek bir refah devleti ortada olmadığı için, toplumu -özellikle fakirleri- “kaos”a ittiğini görmezden gelir. 

Sayın Murad "Hızla değişen dünyada ailenin, günahların en büyüğü olan bencillikle yıkılmış olmasının yasını tutuyorlar. Kimse feragatte bulunmak istemiyor. Kişisel ÖZGÜRLÜK Putuna boyun eğerek, haklarımız için yaygara koparıp sorumluluklarımızı es geçiyoruz[13]” derken modern hayatın “keyfe”, “hazza” ve “bedene” tapan bir toplum inşa ederek insanların birbirlerine hizmet etmelerini aşağılıyor olmasının sonuçlarını ifade etmeye çalışır. Modern hayat karşılıklı hizmet bağlarını kırıyor. İnsanlara  “para”nın ve “devlet”in gücünü ima ederek güvenlik vaad ediyor ve ihtiyacın olursa, “devlet senin yanında” mesajı vererek toplumu haz üzerinden ayartıyor. Ancak modern hayatın vaad ettiği “güvenlik” ağı bir halüsünasyon ya da illüzyondan ibarettir. Kapitalist ekonomide devlet korumasına girenler ancak bunun bedelini ödeyebilecek geliri olanlardır. Bu bedeli ödeyebilecek bir geliri olmayanların hiçbir güvenceleri yoktur. Ama devletin ya da paranın korumasına girebilmeyi başarsalar da insanın insana olan muhtaciyetinin yerini para ya da kurumların soğuk yüzü dolduramaz.

Bir hatıramı dile getirerek meseleyi anlatmak istiyorum.

Müşterimiz olan Avrupalı karı koca, kadının kanser hastalığı ve doktorun bol güneş tavsiyesi üzerine 11 yıl önce Alanya’ya yerleşmişler. Kocası telefonda, “sanırım artık son dakikaları” dediğinde hastaneye, yanına gitmeye karar verdim. Yoğun bakım ünitesinin önünde bir taraftan ağlarken diğer taraftan kendi kendisi ile konuşur halde bulduğum daha önce “yalancısınız, sözünüzü tutmuyorsunuz, beni defalarca kandırdınız vs.” diyerek bana Türkiye’deki hayatından dert yanan beyefendi, yarı benimle yarı kendi kendine konuşur halde; “Sakın bu halinizi kaybetmeyin: Biz perişanız. 20 gündür odasında yatıyordu. Başında refakatçi kalacaktım diğer hastaların refakatçileri; “Yaşlısın, sen evine git. Biz ona bakarız” diyerek beni eve gönderdiler. Sonra gelen refakatçide aynısını yaptı. Fark ediyorsun işte, para için yapmadılar. Bunu benim ülkemde kimse yapmaz. Bak insanların akrabaları, dostları akın gelip gidiyor. Biz 11 senedir buradayız ve memleketten sadece 3 telefon aldım. Karımın benden önceki kocasından olan oğlu 1 tek sefer bile annesini aramadı. İki hafta önce annesinin komada olduğunu haber verdiğimden beri 3 sefer aradı ve bana “Öldü mü,  öldüyse sigortadan para çekeceğim” dedi.”

Beyefendinin halinden etkilendim ve onunla birlikte yoğun bakım ünitesinin kapısında beklemeye karar verdim. 15-20 dakika ancak olmuştu ki bana saatini gösterip, azarlar bir tonda “Saat 12:30’a geldi. Artık gitmelisin. Yemek vakti” dedi. 

Beyefendi, arkadaşı ile yemeğini bölüşemeyen, bir dostun hatırına yemeğini 10 dakika erteleyemeyen, kimsenin kimseye karşılığı olmadan parasından, malından, mülkünden, enerjisinden, sabrından, vaktinden ayıramadığı, hizmet edemediği düşünce biçiminin yani bencilliği kutsamanın bu “yalnızlığı” getirdiğinin farkında değildi.

Dünya Andepresan kullanım oranları
Dünya Tecavüz oranları

Babasız dünyaya gelen çocuk oranları
İnsanları "bencilliğe ve hazza" tapınmaya çağırarak, toplumsal rolleri ve sorumluluk hatlarını kırıp, insanları birbirlerinden uzaklaştırdıkça toplumlarda antidepresan kullanımı, bağımlılıklar,  zihin ve ruh hastalıkları, tecavüzler ve intiharlar artar. Toplumsal ve cinsel rollerin kırıldığı, normal ailelerin "yok" denilecek seviyelere düşürüldüğü, babasız dünyaya gelen çocuk oranlarının en yüksek olduğu ülkeler ile intihar, tecavüz ve antidepresan kullanım oranlarının en yüksek olduğu ülke sıralamalarının neredeyse aynı olması; toplumsal ve cinsel rolleri kırarken, kadına daha "özgür seks şansı" vermekten çok daha ciddi toplumsal dengelerle oynadığımızın delilidir.

Devletler de toplumsal ve cinsel rollerin kırılmasından yana

Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının desteklemiş olduğu “Tek Ebeveynli Aileler” adlı çalışma, iş bölümüne göre aileleri dörde ayırıyor: Ataerkil, Anaerkil, Eşitlikçi ve Sağlıklı aile[14].

Son maddeye verilen “Sağlıklı Aile” ismi, ilk 3 maddeyi direk “Sağlıksız Aile Modeli” olarak etiketlediğinden üzerlerinde düşünmeye bile gerek kalmıyor.  Sağlıklı aile modelinin sağlıklı olmasının gerekçesi ise bu modelde kimsenin “rol” tanımının yapılmamış olması olarak gerekçelendiriliyor: ”Ailenin sağlıklı oluşu, aile-içi rollerin belirlenmiş bir kalıba bağlı olması anlamına gelmez. Önemli olan ailenin yaşam tarzına göre eşler ve çocuklar arasında aile-içi rollerin ailenin tercih ettiği rol tanımına göre adil dağılımıdır.”

Aynı raporda, otoriteye göre aile modelleri başlığı altında “olumlu yönlendirme” ile tavsiye edilen “Demokrat Ailelerin” açıklaması ise şöyle:Güç tek bir kişinin elinde toplanmaz, aile bireylerince paylaşılır. Kararlar tek bir kişi tarafından alınmaz, kurallar bir kişinin istediği şekilde konulmaz, ailenin tümünün görüş ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket edilir. Tüm aile üyelerinin fikirlerini ifade ettikleri, alınan kararlara katıldıkları ve çözümler için fikir ürettikleri ailelerde, aile birliği ve gücü olumlu yönde etkilenir.”

Raporu hazırlayanların dikkatlerinden kaçan bir şey olduğu kanaatindeyiz: İnsanlar zaten bunları iyi günlerinde ya da ortak menfaatlerin olduğu ortamlarda kolayca yaparlar. Ancak menfaatler çatıştığında ya da rol paylaşımına itiraz edildiğinde, aynı role birkaç kişi talip olduğunda, bir rol hiç kimse tarafından istenilmediğinde ya da kişinin bir şey yapmak konusunda bir fikri ve isteği olmadığında sorun nasıl çözülecek? Raporda buna dair bir işaret yok. Buna dair gerçeğe tekabül etmeyen sloganik iyi niyet temennilerinin çözüm olmadığı sanırım itiraz edilemeyecek kadar açıktır.

Üstelik bu rapor, bu kadar sağlıklı(?) bir modelin neden Bakanlığın kendi bünyesinde ya da devletin herhangi başka bir biriminde uygulanmadığı sorusuna da cevap vermiyor. Hiçbir rolün tanımlanmadığı, bütün işlerin herkesin gönüllü katılımı ile yürütüldüğü, kimsenin öne geçmediği,  kimsenin patron, lider, müdür, şef, kavvam, öncü olarak tanınmadığı, herkesin fikrinin alındığı, fikrini ifade ettiği, tüm kararlara katıldığı, tüm bireylerin belli bir eşitlik içinde olacağı modelin, kulağa hoş gelen ama uygulama alanı olmayan, aksine kurulmuş olan dengeleri de dağıtabilecek, yapılmak istenecek tüm hizmetleri kilitleyecek potansiyele sahip bir mugalata, bir iyi niyet temennisinden ibaret olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle iş yerinde, fabrikada, askeriyede, insanların beraberce yaşadığı hiçbir ortamda böyle bir kurum yok, olamaz da. Çünkü sorumlulukları ve sınırları tanımlanmamış bir birliktelik menfaatlerin çatıştığı andan itibaren yürütülemez olur, kanaatindeyiz.

İstanbul Sözleşmesi ve diğer uygulamalarla toplumsal rollerin, akrabalık rollerinin, cinsiyet rollerinin ve ahlaki sorumlulukların kırılması bir taraftan mutlak zevkçiliğin önünü açıp, kutsallaştırılan hazzın önündeki engelleri kaldırırken diğer taraftan da insanların arasına mesafeler koyuyor. Özellikle fakirlerin aralarındaki toplumsal ve cinsel rollerin kırılması ile aralarına konulan uçurumlar onları, bir arada hareket edemez kılarken, en küçük sıkıntılar karşısında bile egemene muhtaç hale getiriyor. Toplumsal ve cinsel roller ile beraberce aşılabilen birçok sorun; egemenlere muhtaç olmadan, fakirlerin kısıtlı olan sermayelerini zenginlere kaptırmadan kendi iç dayanışmaları ve cüz’i masraflarla çözülebilirken artık büyük paralar vermeden çözülemez hale geliyor. 

Toplumların daha fazla “Özgürlük” vaadiyle ikna edilip çıkarıldıkları yol, artık kadın erkek olarak bile (aile) bir araya gelemedikleri, fakirlerin paramparça olup, korkutulup, sindirildikleri, her anlarının kontrol edildiği, büyük güçlerin yardımı olmadan kıpırdayamadıkları devasa toplama kamplarına çıkıyor. Erkek, kadın ve çocuğun birbirlerinin cinsel hayatlarına dahi müdahil olmadığı ev içi ya da dışı sorumlulukların tanımlanmadığı, insanın insana hizmetinin dokunulmayan tek kutsal olan “bencillik” tapınması ile aşağılandığı,  kadına hiçbir sorumluluk tanımlanmadan erkeğin her hâlükârda cezalandırıldığı aile modelinin uzun süre daha bu gidişata direnebilmesi bizce mümkün görünmüyor. Zaten, Türkiye’de de gidişatın bu yönde olduğunu tahmin etmek zor değil. Tek kişilik hane halkı oranı 2006’da yüzde 6,1 iken, dünya ortalamasının çok üstünde bir artış ile 2018’de yüzde 16,1’e çıkıp 12 yılda yüzde 163 artmış olması[15], 2016-2018 yılları arasındaki sadece 3 senelik dönemde erkeklerin ilk evlilik yaş ortalamasının 2.6 sene (30,2),  kadınların 2 sene (26,5) yukarıya çıkmış olması[16]topluma yapılmış çok kuvvetli müdahaleye işaret ederken bizim iddiamızı da ispat eder niteliktedir.

Toplumsal rollerin, cinsiyet rollerinin dağıtılması ile oluşacak kaosun yerine ne öneriyorlar?

Bir sonraki yazı “Alternatif Aile Modelleri”.
Nasipse devam ederiz,


                                                                                Ahmet H. Çakıcı  


                                   Cemaziyelahir 1441 / ALANYA



[1] Zygmunt Bauman, Akışkan Modernite, s:48
[2] T.J. Wİnter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:148)
[6] T.J. Wİnter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:110 
[7] T.J. Winter, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:147
[9]  T.J. Winter, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:109                                   
[10]  T.J. Wİnter, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:148
[12] Deyim, Abdülhakim Murad’dan alıntılanmıştır.
[13] T.J. Winter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:99
[14] https://www.aep.gov.tr/wp-content/uploads/2019/01/Tek-Ebeveynli-Aileler.pdf
[15] https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/turkiyede-evlilik-yasi-artis-gosterdi-5112586/

Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

0 yorum:

Yorum Gönder