“Hayatlarını sürdürme çabasında olanların başlarına gelebilecek en kötü şey normların olmaması, ya da anomidir? Normlar engelleyici oldukları kadar mümkün kılıcıdırlar; anomi, en saf ve basit haliyle engelleyici bir duruma işaret eder. Normatif kurallar ordusu hayat dediğimiz savaş alanını terk etti mi, geriye sadece şüphe ve korku kalır.”[1]
Bosna
Savaşında, Sırplar tarafından tekkesi yerle bir edilen Şaban Efendiye
tanıdıkları, İstanbul’da bir gece bekçiliği işi ayarlamışlar. Harap bir tekkeyi
de uyandırıp kendisine emanet etmişler. Şaban Efendinin, her zikir meclisinin
ardından harçlık dağıtması âdeti imiş. Harçlık denilen bir lira, elli kuruş
bozuk para.
Bir gün, Cerrahpaşa’dan
bir hekimin yolu tekkedeki meclisine düşmüş. Doktor Bey anlatıyor:
Şaban Efendi
harçlık dağıtmak için cemaatini dolanmaya başlayınca, “Kalbimiz yumuşasın, kulaklarımızın, ayet, hadis duysun diye geldik. Sanki
dilenciyiz, 1 liraya mı ihtiyacımız var?” diye içimden söylenmeye başladım.
Sıra bana gelince Şaban Efendi, yüzüme bakıp “Sizin ihtiyacınız yokmuş” diyerek beni atladı. Az önceki lafları,
sanki yüksek sesle söylemiş gibi utandım. Şaban Efendi, sanırım yüzümdeki
memnuniyetsizlikten aklımı okumuştu. Ertesi hafta o parayı alabilmek “ihtiyaç”
haline geldi. Ama Şaban Efendi beni yine atladı. Sonraki hafta da, ondan
sonraki hafta da. O, “1 lira” benim için çok kıymetli olmuştu. Sonunda Şaban
Efendi’ye çıktım;
“Efendim, beni de müridanınızdan kabul
etseniz”.
“O ne demek, biz ayrı gayrı mıyız. Bizim
kalplerimiz bir” falan deyip beni pışpışlayıp yolladı. O 1 liraya yine
ulaşamadım. İkinci kez çıktım huzuruna, yine aynı muamele ile geri döndürüldüm.
Üçüncüde çok kararlıydım, bu sefer beni atlamasına müsaade etmeyecektim:
-“Efendim beni neden kabul etmiyorsunuz?
Lütfen beni de alın içeri” dedim.
“Bunu istediğinize emin misiniz?” dedi.
“Eminim efendim” dedim.
“Ancak bizim hizmetimiz zordur. Pek tahammül
eden bulunmaz” dedi.
“Ben tahammül ederim, efendim” dedim.
“İyi o zaman. Biz de keneflerin temizliğinden
şikayetçiydik. Sizden rica etsek, bu işi, siz sorumluluk edinir misiniz?”
dediler.
Tamam dedim,
Şaban Efendi bende “kibir” görmüş. Onu kırmak, nefsimi terbiye etmek istiyor.
Birkaç ay bu işi yaptım. Ama bir türlü tuvalet nöbetinin sonu gelmedi. En
sonunda yeniden Şaban Efendi’nin yanına gittim;
“Efendim, görüyorsunuz aylardır bu işi
yapıyorum. Hastalarımın, arkadaşlarımın, hocalarımın, akrabalarımın önünde hiç
gocunmadım. Kibrim yeterince kırılmamış mıdır?”
“Bu görevi, kibrinizi kırmak için
istediğimizi mi düşündünüz? Yok yok, ondan değil! Eğer insanlar birbirlerinde
hizmet etmiyorlarsa aralarındaki bağ “söz” bağıdır. Söz ile kurulan bağ, söz
ile kırılır. Kulağına ters gelen ilk kelime ile çeker gider, bir daha arkasına
bakmaz. İstedik ki, bizde hizmetiniz biriksin. İnsanlar birbirlerine hizmet ettikçe beraber yürürler.”
Biz de, bir toplumun
huzuru, o toplum mensuplarının birbirlerine hizmet edebilme kabiliyetleri ile
doğru orantılıdır diye düşünüyoruz.
İnsanların,
binlerce yıldır biriken hayat tecrübeleri, onlara hayatın yükünü paylaşmanın
pratik yollarını ve kurumlarını inşa etme becerisini de kazandırmıştır. Bütün
bu kurumlar insanların güçlü iken, ihtiyaç sahiplerinin hizmetini gördüğü,
ihtiyaç duyduklarında da başkalarından hizmet bekledikleri bir stratejinin
üzerine kuruludur. Güçlü olduklarında keyflerinden, rahatlarından,
emeklerinden, egolarından, bencilliklerin fedakârlık yapanlar, zayıf anlarında
destek görürler. Toplumsal roller, akrabalık rolleri, cinsiyet rolleri asla
ulaşılamayacak ancak ne kadar yaklaşılabilirse o kadar huzur ve sükûnete erilecek
olan “barış/selam toplumu” idealine hizmet etmeleri için tanımlanır.
Toplumsal ve
cinsel roller, hazırda bekleyen içtimai hizmet organizasyonlarıdır. Ufak bir tetikleme
gayreti ile mekanizmanın harekete geçirilmesi mümkündür. Mesela bir anne adayı,
doğumhaneye giderken tanımlanmış cinsiyet rolleri sayesinde, kadınlar
koalisyonu kendiliğinden harekete geçer ve tüm cepheleri ile doğumu sahiplenirler.
Anne, kaynana, kız kardeş, görümce veya komşulardan biri hastanın başında
hastaneye koşarken birileri de eve yerleşir ve evde kalan çocukların, evin ve eve
gelecek lohusanın hizmetini görmeye hazırlanır. Evin büyükleri “acemi anne”
babaların acemiliklerini atlatmalarında en büyük yardımcıları olacaklarını ve
çocuğun yükünü paylaşacaklarını en baştan bilirler. Komşular lohusa kadın
kendine gelene kadar ev ahalisinin ve gelen giden misafirlerin yemeğini kendi
evlerinde yapıp getirirler. Eve gelen giden ziyaretçilerin gelirken
getirdikleri çam sakızı çoban armağanı doğum hediyeleri ya da bebeğe takılanlar;
takanları maddi olarak yormayacak ancak bir araya geldiklerinde birkaç gedik kapatacak
düzeylerdedir. Dedeler ve babalar her an çıkabilecek arızalara müdahale etmek, masraf kapılarını gürültü etmeden örtmek ve gelen
gideni ilk karşılayan olmak için sessizce çevrede dolanmakla
vazifelendirilmişlerdir. Kadınların organize ettiği bu sessiz ancak çok
fonksiyonlu faaliyetin hamaliye işleri ve masraf kalemlerinin sorumluluğu onlara
verilmiştir.
Kız babasından
istenir. (Her ne kadar günümüzde babanın konumu sadece bitmiş bir davanın tasdikçisi
konumuna indirgenmiş olsa da.) Çünkü kızın, mutlak güvenebileceği, kendisini ona
adamış, hiçbir şey istemeden sağlığı elverdikçe hizmetine girmiş olan tek
erkek, babasıdır. Baba, kızının kocası olacak erkeği araştırmaktan, onun
denkliğini sorgulamaktan yükümlüdür. Annelerin “biraz daha büyüsün” diye
kurmamak için bin bir nazlandıkları çocuklarının yuvasını, babalar kurar. Kız
istemek, ailenin büyüklerinden dede, amca ya da aile içindeki saygın bir
kişinin sorumluğudur. O, kızı isterken ileride çıkabilecek sorunlarda da
uzlaştırıcı olmayı da peşinen kabul etmiştir.
Kız verildikten sonra kadınlar koalisyonu neredeyse tüm inisiyatifi
eline alıp hep birlikte düğün hazırlıklarına girişirler. Kız kardeşler,
teyzeler, gelinler, görümceler, eltiler, halalar, komşular, arkadaşlar hep
birlikte kınayı, düğünü, çeyizi, yeni evi, gelinliği, kına kıyafetini,
alışverişi, bohçaları organize ederler. Sağdıç, hem damadın
bilgilendirilmesinden, hem ekonomik desteğinden hem de düğünün
organizasyonundan sorumludur. Düğünün güvenliği, garsonluk hizmetleri,
misafirlerin ağırlanması, getir götür işleri damadın arkadaşları tarafından
üstlenilmiştir. Düğün sahibinin yok ise yakın dostlardan birinin klasmanı
yüksek arabası, düğün günü, düğün arabası olarak “doğal görevlidir”. Düğüne
gelenlerin taktıkları takılar düğün sahibinin ağır yükünü paylaşır. Düğün
sahibine yakınlık arttıkça düğün sahibinin sıkıntısına ortak olmanın yani ona
edilecek yardımın da sorumluluğu artar. Bu yolla büyük kalabalıkların yedirilip
içirilmesi, ağırlanıp gönderilmesi mümkün olur. Sıradaki düğünlerde aynı
organizasyon tekrar tekrar, tekrarlanır. Daha önce gelin olan sonrakinde
kaynana, daha önce lohusa olan
sonrakinde komşu rolünü bürünür.
Hizmet
paylaşımına katılan herkes sırası geldiğinde başkalarından hizmet görerek
ödüllendirilir. Torunlarının senelerce hizmetini gören büyükanne yaşlandığında,
aynı evde yaşlılık hizmeti alacağını bilir. Yıllarca torunlarının peşinde
koşan, onların terbiyesinde ve ekonomik sorunlarında kendisine hizmet payı
verilen dede, yaşlandığında torunları tarafından ta’zim ile ağırlanmayı bekler.
Yıllarca cinsiyet rolleri içinde babasının izzetini, şerefini düşünerek hayatını
sürdüren bir kızın, yaşı elliye geldiğinde bile “benim evim” diye döndüğü baba
evinde garipsenmemesi bu rollerin işlemesi ile olur.
Bu roller
ile bireyi ezebilecek sıkıntılar, altından kalkılamayacak yükler, bazen
binlerce kişinin el uzatması ile beraberce kaldırılır. Aynı içerikte, farklı
bağlamlarda birçok organizasyon hayatın içine gömülüdür. Cenazeler,
hastalıklar, fakirler, düşkünler, yaşlılar, özürlüler, çocuklar vs. bu
toplumsal, cinsel rollerin eşliğinde kaldırılabilir, taşınabilir problemlere
dönüşerek hayatın doğal, gündelik, sıradan meseleleri olurlar.
Toplumsal
roller, ailevi roller, akrabalık rolleri, cinsiyet rolleri binlerce yılda
edindikleri esneklik sayesinde çok farklı toplumlarda, çok farklı kültürlerde
bile insanlara ne yapacaklarını nasıl yapacaklarını, kimle yapacaklarını,
karşılığında ne bekleyebileceklerini, derdi, acıyı, keyfi, eğlenceyi nasıl
paylaşacaklarını, nerede kendisine muhtaç olunduğunu, kime, nerede ve nasıl el
uzatılacağını, sınırların nereye kadar ve nasıl zorlanacağını, nasıl
sevileceğini, nasıl nefret edileceğini, sevginin veya nefretin nasıl ifade
edileceğini kısaca “beraberce nasıl yaşanacağını” topluma öğretirler.
Örneğin, Hz
Peygamber kızını evlendirirken, “Hz. Fatıma’ya (ra) evin iç işlerinin; Hz
Ali’ye (ra) evin dış işlerinin” sorumluluğunu vererek, rol dağıtımı yaptığı
rivayet edilir. Bu rivayeti temel alan İslam toplumlarında erkeklerin ve
kadınların aile çerçevesindeki rolleri/sorumlulukları tanımlanmıştır. Bu
modelde herkes, aile içindeki pozisyonunu, sorumluluklarını; karşı tarafın beklentilerini, sorumluluklarını, kendinin ve
karşı tarafın sınırlarını hatta karşı tarafı nasıl memnun edeceğini, bu roller üzerinden bilir. Bir sorun çıktığında araya
giren arabulucu, kimin sorumluluğunu ihmal ettiğini, sınırları aştığını, sorunun nereden
kaynaklandığını tespit etmekte dolayısı ile sorunu çözmekte zorlanmaz.
Hâkim
emperyal ideolojinin “patriyarkal cinsiyet rolleri” diye itiraz ettiği ve
yıkmaya çalıştığı düşünce; tam da merkezinde bu fikriyatın yattığı düşünce
biçimidir.
Hâlbuki bu
roller olmadığında insanlar beraber yaşama sanatını nasıl becereceklerini, nasıl giyineceklerini dahi bilemez hale gelirler. Bunlar denene denene
öğrenilmiş, geliştirilmiş binlerce yılın birikimleridir. Yok edildiklerinde
bunların yeniden inşasının bir ömre sığması mümkün değildir. Bu nedenle
bunların yok edilmesi, sıkıntıları tüm ağırlığı ile tek başına kalmış bireyin
üzerine yükleyeceğinden toplum içinde çok büyük yıkımlara, kırılmalara, alt üst
oluşlara, çalkantılara ve intiharlara sebep olur. Sıkıntıların paylaşılma
süreçleri, insanların birbirlerinin derdini çekebilme eşikleri, birbirlerine
hizmet edebilme yetenekleri dağıtılıp darmadağın edildiğinde özellikle modern
hayatın üzerine abandığı her fert, kurbana dönüşür.
Bu rolleri büyük
oranda kırmış olan Batılı ülkelerde evlenmek isteyen çift Kiliseden ya da
belediyeden randevu saati alır. 3-5 arkadaşı ile düğünü yapar. Ne annenin ne
komşuların ne de arkadaşların haberi olmasına gerek yoktur. Çünkü ortada, ne
ortaya çıkacak sıkıntıyı paylaşmaya, ne gelenlerin yükünü karşılamaya hevesli
birileri vardır. En şöhretli insanların bile cenazeleri ancak 10-15 kişi ile
ebedi âleme gönderilmesi kimsede hizmet, kimsede vefa biriktirmemiş olmanın
delili olarak okunabilir.
Modern
gelenekten kopmuşlukla övünen çiftlerin düğünlerinde, bırakın anne babayı
evlenen çiftin bile ne yapacağını bilememesi, şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmaları
ve sonunda işi paralı organizasyonlara devretmeleri sanırım bu nedenledir. Para,
edinilememiş dostların, biriktirilmemiş hizmetlerin açığını kapatmaya çağrılır.
Toplumsal ve cinsel roller; alt tabakaların,
zenginlerin para ile aldıkları hizmetleri birbirlerine sıra ile ikram ettikleri
dayanışma formlarıdır.
Toplumsal/cinsel
roller dağıtıldığında doğum yapacaklar, eğer paraları varsa, gittikleri özel
hastanelerde hemşirelerden iyi hizmet almayı bekleyebilirler. Ne arkadaş ne
dost ne de herhangi bir başka cinsiyetlendirilmiş rol sahibinin kendisine
hizmet vermesini ümit edemez. Buna niyeti olanlar, bunu nasıl yapacaklarını;
buna ihtiyaç duyanlar da, nasıl yardım isteyeceklerini bilemezler.
1998’de Chicago Tribune’un yayınladığı bir rapor adeta
konuyu özetliyor: “Amerikalı yaşlı insanlara ait evlerin %60’ına tek bir
ziyaretçi bile uğramıyor.”[2]
Amerika’da 2018 yılında 65-74 yaş arası kadınların %26’sı, 75-84 yaş arası
kadınların yüzde 39'u, 85 yaş ve üstü kadınların ise %55'i tamamen yalnız
olduğu raporlandı[3].
2019 yılında Japonya’da evde tek başına ölen (Kodokuşi) Japon sayısı 28.000’i geçti[4]. Bu
Japonya’da her gün 76 kişinin yalnızlık içinde öldüğü anlamına gelmekte.
2020 Ocak, Reklam Verenler Derneği'nin
İstanbul'da Reklam panolarına verdiği reklamlardan anneleri babalaştırma, babaları anneleştirme |
Anne-Baba-Çocuk
arasındaki geleneksel rol dağılımı, “’Hayır’ derse çocuktan herhangi bir şey talep
edilemez, evde sorumluluk yüklenemez, su bile istenemez, cinsel hayatına ve eve
getireceği cinsel partnerine müdahale edilmez, kiminle yatıp kalktığına karışılamaz”
şeklindeki bakışın topluma dayatılması ile kırılırken, ebeveyn ile çocuğu
arasındaki mesafe de kapatılması mümkün olamayacak ölçüde açılıyor. Anne
babanın çocuk üzerindeki haklarını ve terbiye edici niteliğini inkâr edip
ebeveynleri çocuğun keyfinin ve hazlarının finansörü konumuna indirgemek, onların
çocuğun 16-18 yaşına gelip bir an önce evi terk etmesini bekler olmasına sebep
oluyor. Bu nedenle Deutsche Welle’de rastladığımız haberde, Almanya’da 18
yaşına geldiği halde evi terk etmeyen çocuklarına “evden tahliye” davası açan
ebeveyn sayısının 30 bini aşmış olmasını işitmemiz bize şaşırtıcı gelmiyor.
Karşılıklı fedakârlık zemininde sıra ile birbirlerine
sığınan aile fertleri, “bencillik” zemininde ailenin dağıtılması ile toplama
kamplarına bölüştürülüyor. Yaşlılar, ölümü bekleme kamplarına (huzur evleri);
özürlüler, özürlü toplama kamplarına (özürlü bakım evleri); kadınlar, kadın
toplama kamplarına (Kadın sığınma evleri); çocuklar, çocuk toplama kamplarına (sevgi
evleri, kreş ve okullar); bağımlılar, bağımlı toplama kamplarına
(rehabilitasyon merkezleri); işsiz ve ıskarta erkekler, atık bekleme kaplarına (açık
ve kapalı cezaevleri); hastalar, hasta toplama kamplarına (hastaneler, sağlık
merkezleri); iyice fakirler, evsiz toplama kamplarına (sokaklar, köprü altları)
dağıtılıyor.
Cinsel rolleri, toplumsal sorumlulukları reddederken kırılan bağlar aynı zamanda karşılıklı güvenlik sığınaklarının dağıtılması anlamına da geliyor. Abdulhakim Murad, “Çözülme meydana geldiğinde, hemen her zaman en fazla acı çekenler kadınlar olur. Ama asıl büyük sıkıntı, aileden gelen (baba, koca, abi, çocuk vs-AHÇ.) desteği kesilmiş, bir işe dişiyle tırnağı ile tutunmak zorunda bırakılmış dar gelirli kadınların başındadır”[9] der. Geleneksel toplumlarda kadının başının sıkıntıya düşmesinden kocası, babası, oğlu, kardeşi, dedesi hatta komşuları sorumlu iken, kadına; “özgürlüğü ve bencilliği seç ve tüm toplumsal ve cinsel sorumlulukları/rolleri reddet” denildiğinde kadını koruyan yapılar da çevresinden dağıtılmış olur. Abdülhakim Murad, “Modernite, İslam’ın kadının kocasına, erkeğin annesine karşı vazifeşinas olmasını öğütleyen iki bağı birden zayıflatır: ilkini hiddetle, ikincisini dalgınlıkla”[10] derken karı koca arasındaki cinsel ve toplumsal rolleri kırmaya yönelik saldırının anne-oğul arasındaki rolleri de kırmış olduğunun ayırdına varılamadığının altını çizer. Kadının serbest cinsel hayat sürebilmek için çevresinde kendisini kollayan tüm ilişki ağlarını dağıtmaya razı edilmesi yalnızlar sokağına, yaşlılar, özürlüler ve çocuklardan sonra “çok zengin olamayan” kadınlar da savurur.
Cinsel rolleri, toplumsal sorumlulukları reddederken kırılan bağlar aynı zamanda karşılıklı güvenlik sığınaklarının dağıtılması anlamına da geliyor. Abdulhakim Murad, “Çözülme meydana geldiğinde, hemen her zaman en fazla acı çekenler kadınlar olur. Ama asıl büyük sıkıntı, aileden gelen (baba, koca, abi, çocuk vs-AHÇ.) desteği kesilmiş, bir işe dişiyle tırnağı ile tutunmak zorunda bırakılmış dar gelirli kadınların başındadır”[9] der. Geleneksel toplumlarda kadının başının sıkıntıya düşmesinden kocası, babası, oğlu, kardeşi, dedesi hatta komşuları sorumlu iken, kadına; “özgürlüğü ve bencilliği seç ve tüm toplumsal ve cinsel sorumlulukları/rolleri reddet” denildiğinde kadını koruyan yapılar da çevresinden dağıtılmış olur. Abdülhakim Murad, “Modernite, İslam’ın kadının kocasına, erkeğin annesine karşı vazifeşinas olmasını öğütleyen iki bağı birden zayıflatır: ilkini hiddetle, ikincisini dalgınlıkla”[10] derken karı koca arasındaki cinsel ve toplumsal rolleri kırmaya yönelik saldırının anne-oğul arasındaki rolleri de kırmış olduğunun ayırdına varılamadığının altını çizer. Kadının serbest cinsel hayat sürebilmek için çevresinde kendisini kollayan tüm ilişki ağlarını dağıtmaya razı edilmesi yalnızlar sokağına, yaşlılar, özürlüler ve çocuklardan sonra “çok zengin olamayan” kadınlar da savurur.
Abdülhalık
Murad, ünlü feminist kuramcı Luce Irigray’i tam da bu noktadan eleştirir; “Çalışmasındaki zaaf, onun yaşlılara karşı
üzüntü veren kayıtsızlığıdır. Birçok feminist gibi oda, sadece görünüşte
olanlarla ilgilidir. Dişi vücudunun üreme ve beslenme telosunu kabul etse de,
sonu ihtiyarlığa varan doğal gidişatı değerlendirirken gözle görünür oranda
başarısızdır”[7]
demesi Irigray’in toplumsal rollerin kırılması ile -ödemek zorunda kalacakları
bedel konusunda- kadınları yanıltıyor olması olarak okunabilir.
Ortalama kadın
ömrünün 80-90 seneyi bulduğunu düşünür ve kadınların 14 ila 45 yaş aralığında
“arzulanabilir obje” olarak tasarlandığını hesap edersek, hızlı bir seks
hayatından sonra kendilerini bekleyen “yalnızlık içindeki ortalama 40-50
senenin” gizleniyor, gösterilmiyor, konuşulmuyor olmasının sadece bir dalgınlık
sonucu olduğunu düşünmekte zorlanıyoruz.
Sahipsiz kalan sadece kadın değildir. Özellikle
evlenen veya uzun süre kadınla beraber olmayı göze alan erkeğin cezalandırılma
süreçleri ve zehirli feminist dil erkeği kadına, kadını erkeğe yanaşamaz
kıldıkça tek başına yaşayan yalnızlar ordusu toplumsal tabakaların en
kalabalığı olmaya başlar. Nitekim Almanya’da 17 milyon insan tek başına yaşarken, 2 milyon 200 bin kadın, 400 bin de erkek çocukları ile yalnız yaşamaktadır[8]. Özellikle çocukları ile yalnız kalan kadınların içine düştükleri fakirlik girdabından kendilerini kurtarmaları çok ender vaki olur. Japonya’da da 1985 yılında 50 yaşına geldiği halde
hiç evlenemeyen erkek oranı %1’ken, 2015’te bu rakam %23’e çıkmıştır[11]. Yani 50 yaşına gelmiş olan her 4 erkekten 1'i hiç evlenmemiştir.
Ancak
sorun ekonomisi güçlü ülkelerin dışına çıkıldığında biraz daha farklı bir biçim
alıyor. Mesela Almanya’da çocuk “devletin” mülkü olarak görülüyor. Ailenin
çocuğa -ister özürlü ister özürsüz olsun- “devlet“ adına baktığı kabul
ediliyor. Bu nedenle devletin çocuğuna bakması karşılığında ebeveynlere -ne
kadar varlıklı olursa olsun- bakım ücreti ödeniyor. Eğer ebeveyn, çocuğa bakmak
istemezse, devlet çocuğu alıp kendi kurumlarında bakıyor. Aynı şekilde
ebeveynler de devletin mülküdür ve ihtiyaç durumunda onların kira ve yiyecek
masraflarını da devlet karşılar. Yani aile dağıldığında çocuk, ebeveyn, özürlü,
yaşlı hemen herkes devletin korumasında kalmaya devam eder. Ama Türkiye ve
Türkiye gibi bitmek bilmeyen ve muhtemelen bitmemeye ayarlanmış bir kalkınaMAma
sürecine ve borç döngüsüne sokulmuş ülkelerde evden atılan her çocuğa, kadına,
erkeğe, yaşlıya, özürlüye, bağımlıya, kimsesize konut ve yiyecek yardımı
yapılabilecek ekonomik güç yoktur. Batı’nın göz ardı ettiği, görmeyi
veya görülmesini istemediği husus; Batı’nın,
ailenin çökertilmesi, toplumsal ve cinsel rollerin dağıtılması ile oluşan
boşluğu, 3. Dünya ülkelerini sömürerek finanse ettiğidir. Batı, Ortodoks
Feminizmi ve Eşcinselliği sopa gibi kullanarak patakladığı 3. Dünya ülkelerinin[12]
ailesini, toplumsal ilişkilerini, cinsel rollerini, dayanışma mekanizmalarını
vs. paramparça ederken ortalığa saçılacak olanları ekonomik anlamda finanse
edebilecek bir refah devleti ortada olmadığı için, toplumu -özellikle fakirleri-
“kaos”a ittiğini görmezden gelir.
Sayın
Murad "Hızla değişen dünyada
ailenin, günahların en büyüğü olan bencillikle yıkılmış olmasının yasını
tutuyorlar. Kimse feragatte bulunmak istemiyor. Kişisel ÖZGÜRLÜK Putuna boyun
eğerek, haklarımız için yaygara koparıp sorumluluklarımızı es geçiyoruz[13]”
derken modern hayatın “keyfe”, “hazza” ve “bedene” tapan bir toplum inşa ederek
insanların birbirlerine hizmet etmelerini aşağılıyor olmasının sonuçlarını
ifade etmeye çalışır. Modern hayat karşılıklı hizmet bağlarını kırıyor.
İnsanlara “para”nın ve “devlet”in gücünü
ima ederek güvenlik vaad ediyor ve ihtiyacın olursa, “devlet senin yanında”
mesajı vererek toplumu haz üzerinden ayartıyor. Ancak modern hayatın vaad
ettiği “güvenlik” ağı bir halüsünasyon ya da illüzyondan ibarettir. Kapitalist
ekonomide devlet korumasına girenler ancak bunun bedelini ödeyebilecek geliri
olanlardır. Bu bedeli ödeyebilecek bir geliri olmayanların hiçbir güvenceleri
yoktur. Ama devletin ya da paranın korumasına girebilmeyi başarsalar da insanın
insana olan muhtaciyetinin yerini para ya da kurumların soğuk yüzü dolduramaz.
Bir
hatıramı dile getirerek meseleyi anlatmak istiyorum.
Müşterimiz
olan Avrupalı karı koca, kadının kanser hastalığı ve doktorun bol güneş
tavsiyesi üzerine 11 yıl önce Alanya’ya yerleşmişler. Kocası telefonda,
“sanırım artık son dakikaları” dediğinde hastaneye, yanına gitmeye karar
verdim. Yoğun bakım ünitesinin önünde bir taraftan ağlarken diğer taraftan
kendi kendisi ile konuşur halde bulduğum daha önce “yalancısınız, sözünüzü
tutmuyorsunuz, beni defalarca kandırdınız vs.” diyerek bana Türkiye’deki
hayatından dert yanan beyefendi, yarı benimle yarı kendi kendine konuşur halde;
“Sakın bu halinizi kaybetmeyin: Biz perişanız. 20 gündür odasında yatıyordu.
Başında refakatçi kalacaktım diğer hastaların refakatçileri; “Yaşlısın, sen
evine git. Biz ona bakarız” diyerek beni eve gönderdiler. Sonra gelen
refakatçide aynısını yaptı. Fark ediyorsun işte, para için yapmadılar. Bunu
benim ülkemde kimse yapmaz. Bak insanların akrabaları, dostları akın gelip
gidiyor. Biz 11 senedir buradayız ve memleketten sadece 3 telefon aldım.
Karımın benden önceki kocasından olan oğlu 1 tek sefer bile annesini aramadı.
İki hafta önce annesinin komada olduğunu haber verdiğimden beri 3 sefer aradı
ve bana “Öldü mü, öldüyse sigortadan
para çekeceğim” dedi.”
Beyefendinin halinden etkilendim ve onunla birlikte yoğun bakım ünitesinin kapısında beklemeye karar verdim. 15-20 dakika ancak olmuştu ki bana saatini gösterip, azarlar bir tonda “Saat 12:30’a geldi. Artık gitmelisin. Yemek vakti” dedi.
Beyefendi, arkadaşı ile yemeğini bölüşemeyen, bir dostun hatırına yemeğini 10 dakika erteleyemeyen, kimsenin kimseye karşılığı olmadan parasından, malından, mülkünden, enerjisinden, sabrından, vaktinden ayıramadığı, hizmet edemediği düşünce biçiminin yani bencilliği kutsamanın bu “yalnızlığı” getirdiğinin farkında değildi.
İnsanları "bencilliğe ve hazza" tapınmaya çağırarak, toplumsal rolleri ve sorumluluk hatlarını kırıp, insanları birbirlerinden uzaklaştırdıkça toplumlarda antidepresan kullanımı, bağımlılıklar, zihin ve ruh hastalıkları, tecavüzler ve intiharlar artar. Toplumsal ve cinsel rollerin kırıldığı, normal ailelerin "yok" denilecek seviyelere düşürüldüğü, babasız dünyaya gelen çocuk oranlarının en yüksek olduğu ülkeler ile intihar, tecavüz ve antidepresan kullanım oranlarının en yüksek olduğu ülke sıralamalarının neredeyse aynı olması; toplumsal ve cinsel rolleri kırarken, kadına daha "özgür seks şansı" vermekten çok daha ciddi toplumsal dengelerle oynadığımızın delilidir.
Devletler de toplumsal ve cinsel rollerin kırılmasından
yana
Aile
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının desteklemiş olduğu “Tek Ebeveynli Aileler” adlı çalışma, iş
bölümüne göre aileleri dörde ayırıyor: Ataerkil, Anaerkil, Eşitlikçi ve
Sağlıklı aile[14].
Son
maddeye verilen “Sağlıklı Aile” ismi, ilk 3 maddeyi direk “Sağlıksız Aile Modeli”
olarak etiketlediğinden üzerlerinde düşünmeye bile gerek kalmıyor. Sağlıklı aile modelinin sağlıklı olmasının
gerekçesi ise bu modelde kimsenin “rol” tanımının yapılmamış olması olarak
gerekçelendiriliyor: ”Ailenin sağlıklı
oluşu, aile-içi rollerin belirlenmiş bir kalıba bağlı olması anlamına gelmez.
Önemli olan ailenin yaşam tarzına göre eşler ve çocuklar arasında aile-içi
rollerin ailenin tercih ettiği rol tanımına göre adil dağılımıdır.”
Aynı
raporda, otoriteye göre aile modelleri başlığı altında “olumlu yönlendirme” ile
tavsiye edilen “Demokrat Ailelerin” açıklaması ise şöyle: “Güç tek bir kişinin elinde toplanmaz, aile bireylerince paylaşılır.
Kararlar tek bir kişi tarafından alınmaz, kurallar bir kişinin istediği şekilde
konulmaz, ailenin tümünün görüş ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket edilir.
Tüm aile üyelerinin fikirlerini ifade ettikleri, alınan kararlara katıldıkları
ve çözümler için fikir ürettikleri ailelerde, aile birliği ve gücü olumlu yönde
etkilenir.”
Raporu
hazırlayanların dikkatlerinden kaçan bir şey olduğu kanaatindeyiz: İnsanlar
zaten bunları iyi günlerinde ya da ortak menfaatlerin olduğu ortamlarda kolayca
yaparlar. Ancak menfaatler çatıştığında ya da rol paylaşımına itiraz edildiğinde,
aynı role birkaç kişi talip olduğunda, bir rol hiç kimse tarafından
istenilmediğinde ya da kişinin bir şey yapmak konusunda bir fikri ve isteği
olmadığında sorun nasıl çözülecek? Raporda buna dair bir işaret yok. Buna dair
gerçeğe tekabül etmeyen sloganik iyi niyet temennilerinin çözüm olmadığı
sanırım itiraz edilemeyecek kadar açıktır.
Üstelik bu rapor, bu kadar sağlıklı(?) bir modelin neden Bakanlığın kendi bünyesinde ya da devletin herhangi başka bir biriminde uygulanmadığı sorusuna da cevap vermiyor. Hiçbir rolün tanımlanmadığı, bütün işlerin herkesin gönüllü katılımı ile yürütüldüğü, kimsenin öne geçmediği, kimsenin patron, lider, müdür, şef, kavvam, öncü olarak tanınmadığı, herkesin fikrinin alındığı, fikrini ifade ettiği, tüm kararlara katıldığı, tüm bireylerin belli bir eşitlik içinde olacağı modelin, kulağa hoş gelen ama uygulama alanı olmayan, aksine kurulmuş olan dengeleri de dağıtabilecek, yapılmak istenecek tüm hizmetleri kilitleyecek potansiyele sahip bir mugalata, bir iyi niyet temennisinden ibaret olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle iş yerinde, fabrikada, askeriyede, insanların beraberce yaşadığı hiçbir ortamda böyle bir kurum yok, olamaz da. Çünkü sorumlulukları ve sınırları tanımlanmamış bir birliktelik menfaatlerin çatıştığı andan itibaren yürütülemez olur, kanaatindeyiz.
İstanbul
Sözleşmesi ve diğer uygulamalarla toplumsal rollerin, akrabalık rollerinin,
cinsiyet rollerinin ve ahlaki sorumlulukların kırılması bir taraftan mutlak
zevkçiliğin önünü açıp, kutsallaştırılan hazzın önündeki engelleri kaldırırken
diğer taraftan da insanların arasına mesafeler koyuyor. Özellikle fakirlerin
aralarındaki toplumsal ve cinsel rollerin kırılması ile aralarına konulan
uçurumlar onları, bir arada hareket edemez kılarken, en küçük sıkıntılar
karşısında bile egemene muhtaç hale getiriyor. Toplumsal ve cinsel roller ile
beraberce aşılabilen birçok sorun; egemenlere muhtaç olmadan, fakirlerin
kısıtlı olan sermayelerini zenginlere kaptırmadan kendi iç dayanışmaları ve
cüz’i masraflarla çözülebilirken artık büyük paralar vermeden çözülemez hale
geliyor.
Toplumların daha fazla “Özgürlük” vaadiyle ikna edilip çıkarıldıkları yol, artık kadın erkek olarak bile (aile) bir araya gelemedikleri, fakirlerin paramparça olup, korkutulup, sindirildikleri, her anlarının kontrol edildiği, büyük güçlerin yardımı olmadan kıpırdayamadıkları devasa toplama kamplarına çıkıyor. Erkek, kadın ve çocuğun birbirlerinin cinsel hayatlarına dahi müdahil olmadığı ev içi ya da dışı sorumlulukların tanımlanmadığı, insanın insana hizmetinin dokunulmayan tek kutsal olan “bencillik” tapınması ile aşağılandığı, kadına hiçbir sorumluluk tanımlanmadan erkeğin her hâlükârda cezalandırıldığı aile modelinin uzun süre daha bu gidişata direnebilmesi bizce mümkün görünmüyor. Zaten, Türkiye’de de gidişatın bu yönde olduğunu tahmin etmek zor değil. Tek kişilik hane halkı oranı 2006’da yüzde 6,1 iken, dünya ortalamasının çok üstünde bir artış ile 2018’de yüzde 16,1’e çıkıp 12 yılda yüzde 163 artmış olması[15], 2016-2018 yılları arasındaki sadece 3 senelik dönemde erkeklerin ilk evlilik yaş ortalamasının 2.6 sene (30,2), kadınların 2 sene (26,5) yukarıya çıkmış olması[16], topluma yapılmış çok kuvvetli müdahaleye işaret ederken bizim iddiamızı da ispat eder niteliktedir.
Toplumsal
rollerin, cinsiyet rollerinin dağıtılması ile oluşacak kaosun yerine ne
öneriyorlar?
Bir
sonraki yazı “Alternatif Aile Modelleri”.
Nasipse
devam ederiz,
Ahmet H. Çakıcı
Cemaziyelahir 1441 / ALANYA
[1] Zygmunt Bauman, Akışkan Modernite, s:48
[2] T.J. Wİnter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak,
s:148)
[6] T.J. Wİnter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:110
[7] T.J. Winter, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:147
[9] T.J. Winter, Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak,
s:109
[10] T.J. Wİnter, Postmodern Dünyada Kıbleyi
Bulmak, s:148
[12] Deyim, Abdülhakim Murad’dan
alıntılanmıştır.
[13] T.J. Winter Postmodern Dünyada Kıbleyi Bulmak, s:99
[14] https://www.aep.gov.tr/wp-content/uploads/2019/01/Tek-Ebeveynli-Aileler.pdf
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Toplumsal ve Cinsel Roller Kırıldığında (Tamamı)
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
aile,
alternatif aileler,
cinsel roller,
farklı aile normları,
farklı aile tipleri,
farklı aileler,
Toplumsal roller
0 yorum:
Yorum Gönder