Önceki Yazı: Ya Yaslilik Gelirse? -2
Sayın Murad "Hızla değişen dünyada ailenin, günahların en büyüğü olan bencillikle yıkılmış olmasının yasını tutuyorlar. Kimse feragatte bulunmak istemiyor. Kişisel ÖZGÜRLÜK Putuna boyun eğerek, haklarımız için yaygara koparıp sorumluluklarımızı es geçiyoruz” derken modern hayatın “keyfe”, “hazza” ve “bedene” tapan bir toplum inşa ederek
insanların birbirlerine hizmet etmelerini aşağılıyor olmasının sonuçlarını ifade etmeye çalışır. Modern hayat karşılıklı hizmet bağlarını kırıyor. İnsanlara “para”nın ve “devlet”in gücünü ima ederek güvenlik vaad ediyor ve ihtiyacın olursa, “devlet senin yanında” mesajı vererek toplumu haz üzerinden ayartıyor. Ancak modern hayatın vaad ettiği “güvenlik” ağı bir halüsünasyon ya da illüzyondan ibaret. Kapitalist ekonomide devlet korumasına girenler ancak bunun bedelini ödeyebilecek geliri olanlardır. Bu bedeli ödeyebilecek bir geliri olmayanların hiçbir güvenceleri yoktur. Ama devletin ya da paranın korumasına girebilmeyi başarsalar da insanın insana olan muhtaciyetinin yerini para ya da kurumların soğuk yüzü dolduramaz.
Bir hatıramı dile getirerek meseleyi anlatmak istiyorum:
Sayın Murad "Hızla değişen dünyada ailenin, günahların en büyüğü olan bencillikle yıkılmış olmasının yasını tutuyorlar. Kimse feragatte bulunmak istemiyor. Kişisel ÖZGÜRLÜK Putuna boyun eğerek, haklarımız için yaygara koparıp sorumluluklarımızı es geçiyoruz” derken modern hayatın “keyfe”, “hazza” ve “bedene” tapan bir toplum inşa ederek
insanların birbirlerine hizmet etmelerini aşağılıyor olmasının sonuçlarını ifade etmeye çalışır. Modern hayat karşılıklı hizmet bağlarını kırıyor. İnsanlara “para”nın ve “devlet”in gücünü ima ederek güvenlik vaad ediyor ve ihtiyacın olursa, “devlet senin yanında” mesajı vererek toplumu haz üzerinden ayartıyor. Ancak modern hayatın vaad ettiği “güvenlik” ağı bir halüsünasyon ya da illüzyondan ibaret. Kapitalist ekonomide devlet korumasına girenler ancak bunun bedelini ödeyebilecek geliri olanlardır. Bu bedeli ödeyebilecek bir geliri olmayanların hiçbir güvenceleri yoktur. Ama devletin ya da paranın korumasına girebilmeyi başarsalar da insanın insana olan muhtaciyetinin yerini para ya da kurumların soğuk yüzü dolduramaz.
Bir hatıramı dile getirerek meseleyi anlatmak istiyorum:
Müşterimiz
olan Avrupalı karı koca, kadının kanser hastalığı ve doktorun bol güneş
tavsiyesi üzerine 11 yıl önce Alanya’ya yerleşmişler. Kocası telefonda,
“sanırım artık son dakikaları” dediğinde hastaneye, yanına gitmeye karar
verdim. Yoğun bakım ünitesinin önünde bir taraftan ağlarken diğer taraftan
kendi kendisi ile konuşur halde bulduğum daha önce “yalancısınız, sözünüzü
tutmuyorsunuz, beni defalarca kandırdınız vs.” diyerek bana Türkiye’deki
hayatından dert yanan beyefendi, yarı benimle yarı kendi kendine konuşur halde;
“Sakın bu halinizi kaybetmeyin: Biz perişanız. 20 gündür odasında yatıyordu.
Başında refakatçi kalacaktım diğer hastaların refakatçileri; “Yaşlısın, sen
evine git. Biz ona bakarız” diyerek beni eve gönderdiler. Sonra gelen
refakatçide aynısını yaptı. Fark ediyorsun işte, para için yapmadılar. Bunu
benim ülkemde kimse yapmaz. Bak insanların akrabaları, dostları akın gelip
gidiyor. Biz 11 senedir buradayız ve memleketten sadece 3 telefon aldım.
Karımın benden önceki kocasından olan oğlu 1 tek sefer bile annesini aramadı.
İki hafta önce annesinin komada olduğunu haber verdiğimden beri 3 sefer aradı
ve bana “Öldü mü, öldüyse sigortadan
para çekeceğim” dedi.”
Beyefendinin
halinden etkilendim ve onunla birlikte yoğun bakım ünitesinin kapısında beklemeye
karar verdim. 15-20 dakika ancak olmuştu ki bana saatini gösterip, azarlar bir
tonda “Saat 12:30’a geldi. Artık gitmelisin. Yemek vakti” dedi.
Beyefendi,
arkadaşı ile yemeğini bölüşemeyen, bir dostun hatırına yemeğini 10 dakika erteleyemeyen,
kimsenin kimseye karşılığı olmadan parasından, malından, mülkünden,
enerjisinden, sabrından, vaktinden ayıramadığı, hizmet edemediği düşünce
biçiminin yani bencilliği kutsamanın bu “yalnızlığı” getirdiğinin farkında
değildi.
Devletler de toplumsal ve cinsel rollerin kırılmasından
yana
Aile
Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının desteklemiş olduğu “Tek Ebeveynli Aileler” adlı çalışma, iş
bölümüne göre aileleri dörde ayırıyor: Ataerkil, Anaerkil, Eşitlikçi ve
Sağlıklı aile[1].
Son
maddeye verilen “Sağlıklı Aile” ismi, ilk 3 maddeyi direk “Sağlıksız Aile Modeli”
olarak etiketlediğinden üzerlerinde düşünmeye bile gerek kalmıyor. Sağlıklı aile modelinin sağlıklı olmasının
gerekçesi ise bu modelde kimsenin “rol” tanımının yapılmamış olması olarak
gerekçelendiriliyor: ”Ailenin sağlıklı
oluşu, aile-içi rollerin belirlenmiş bir kalıba bağlı olması anlamına gelmez.
Önemli olan ailenin yaşam tarzına göre eşler ve çocuklar arasında aile-içi
rollerin ailenin tercih ettiği rol tanımına göre adil dağılımıdır.”
Aynı
raporda, otoriteye göre aile modelleri başlığı altında “olumlu yönlendirme” ile
tavsiye edilen “Demokrat Ailelerin” açıklaması ise şöyle: “Güç tek bir kişinin elinde toplanmaz, aile bireylerince paylaşılır.
Kararlar tek bir kişi tarafından alınmaz, kurallar bir kişinin istediği şekilde
konulmaz, ailenin tümünün görüş ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket edilir.
Tüm aile üyelerinin fikirlerini ifade ettikleri, alınan kararlara katıldıkları
ve çözümler için fikir ürettikleri ailelerde, aile birliği ve gücü olumlu yönde
etkilenir.”
Raporu
hazırlayanların dikkatlerinden kaçan bir şey olduğu kanaatindeyiz: İnsanlar
zaten bunları iyi günlerinde ya da ortak menfaatlerin olduğu ortamlarda kolayca
yaparlar. Ancak menfaatler çatıştığında ya da rol paylaşımına itiraz edildiğinde,
aynı role birkaç kişi talip olduğunda, bir rol hiç kimse tarafından
istenilmediğinde ya da kişinin bir şey yapmak konusunda bir fikri ve isteği
olmadığında sorun nasıl çözülecek? Raporda buna dair bir işaret yok. Buna dair
gerçeğe tekabül etmeyen sloganik iyi niyet temennilerinin çözüm olmadığı
sanırım itiraz edilemeyecek kadar açıktır.
Üstelik bu rapor, bu kadar sağlıklı(?) bir modelin neden Bakanlığın kendi bünyesinde ya da devletin herhangi başka bir biriminde uygulanmadığı sorusuna da cevap vermiyor. Hiçbir rolün tanımlanmadığı, bütün işlerin herkesin gönüllü katılımı ile yürütüldüğü, kimsenin öne geçmediği, kimsenin patron, lider, müdür, şef, kavvam, öncü olarak tanınmadığı, herkesin fikrinin alındığı, fikrini ifade ettiği, tüm kararlara katıldığı, tüm bireylerin belli bir eşitlik içinde olacağı modelin, kulağa hoş gelen ama uygulama alanı olmayan, aksine kurulmuş olan dengeleri de dağıtabilecek, görülmek istenecek tüm hizmetleri kilitleyecek potansiyele sahip bir mugalata, bir iyi niyet temennisinden ibaret olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle iş yerinde, fabrikada, askeriyede, insanların beraberce yaşadığı hiçbir ortamda böyle bir kurum yok, olamaz da. Çünkü sorumlulukları ve sınırları tanımlanmamış bir birliktelik menfaatlerin çatıştığı andan itibaren yürütülemez olur, kanaatindeyiz.
İstanbul
Sözleşmesi ve diğer uygulamalarla toplumsal rollerin, akrabalık rollerinin,
cinsiyet rollerinin ve ahlaki sorumlulukların kırılması; bir taraftan mutlak
zevkçiliğin önünü açıp, kutsallaştırılan hazzın önündeki engelleri kaldırırken
diğer taraftan da insanların arasına mesafeler koyuyor. Özellikle fakirlerin
aralarındaki toplumsal ve cinsel rollerin kırılması ile aralarına konulan
uçurumlar onları, bir arada hareket edemez kılarken, en küçük sıkıntılar
karşısında bile egemene muhtaç hale getiriyor. Toplumsal ve cinsel roller ile
beraberce aşılabilen birçok sorun; egemenlere muhtaç olmadan, fakirlerin
kısıtlı olan sermayelerini zenginlere kaptırmadan kendi iç dayanışmaları ve
cüz’i masraflarla çözülebilirken artık büyük paralar vermeden çözülemez hale
geliyor.
Toplumların daha fazla “Özgürlük” vaadiyle ikna edilip çıkarıldıkları yol, artık kadın erkek olarak bile (aile) bir araya gelemedikleri, fakirlerin paramparça olup, korkutulup, sindirildikleri, her anlarının kontrol edildiği, büyük güçlerin yardımı olmadan kıpırdayamadıkları devasa toplama kamplarına çıkıyor. Erkek, kadın ve çocuğun birbirlerinin cinsel hayatlarına dahi müdahil olmadığı ev içi ya da dışı sorumlulukların tanımlanmadığı, insanın insana hizmetinin dokunulmayan tek kutsal olan “bencillik” tapınması ile aşağılandığı, kadına hiçbir sorumluluk tanımlanmadan erkeğin her hâlükârda cezalandırıldığı aile modelinin uzun süre daha bu gidişata direnebilmesi bizce mümkün görünmüyor. Zaten tek kişilik hane halklarının toplam oranı 2006’da yüzde 6,1 iken, dünya ortalamasının çok üstünde bir artış ile 2018’de yüzde 16,1’e çıkıp 12 yılda yüzde 163 artmış olması[2] topluma yapılmış çok kuvvetli bir müdahaleye işaret ederken bizim iddiamızı da ispat eder nitelikte.
Toplumsal rollerin, cinsiyet rollerinin dağıtılması ile oluşacak kaosun yerine ne öneriyorlar?
Alternatif Aile Modelleri
“Seküler sosyal ilaçlardaki sıkıntı,
uygulandıkça hastayı daha da hasta etmesidir. Batı'da bugün bunu ifade etmek,
yani yeni aristokrasilerin bize parlak ve özgürleştirici bir ütopya getirmek
şöyle dursun sosyal hastalıklarımızı daha da kötüleştirdiğini söylemek, küfür
kabul edilmektedir[3].
Conor Cruise O’Brein
İnsanlığın çöllerde gezindiği ilkel vakitlerden kalma, geçmişe ait bir
kavram olarak aile, Postmodern dönemden insan sonrası (posthuman) döneme, makine
olmanın eşiğine gelmiş insanlık için bir an önce terk edilmesi, hatıraların
arasına karıştırılması gereken bir kavramdır.
Ünlü
feminist filozof Simone de Beauvoir İkinci Cins eserinde Evlilik ve aileyi; “erkek egemen düzenin,
kadını baskı altında tutmak için geliştirdiği bir yapı” olarak görür
ve “çoğu feministler gibi ailenin tamamen ortalıktan kaldırılmasını”
önerir. “Hiç bir kadına evde oturup çocuğunu büyütme fırsatı vermemeliyiz...
İnsanın yaratılmış bir doğası/fıtratı yoktur... O şekil verilebilir ve biz ona
yeni bir şekil vermeliyiz” diyerek fikrini açıkça ifade eder.
Nasipse
devam ederiz.
Ahmet H. Çakıcı
CEmaziyelahir 1441
[1] https://www.aep.gov.tr/wp-content/uploads/2019/01/Tek-Ebeveynli-Aileler.pdf
[2] https://www.tukenmezhaber.com/yasam/turkiyede-bekrlik-sultanliktir-diyenlerin-sayisi-dunya-ortal
[3] T.J. Winter, Postmodern Dünya’da Kıbleyi Bulmak, s:104
[3]
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Cinsel Roller Kırıldığında - 3 (Devlet de Kırılmasından Yana.)
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
cinsel roller,
Simone de beauvoir,
toplumsal ve cinsel roller
1 yorum:
Maşallah. Barekellah.
Yorum Gönder