İnsan Hakları ya da İnsan Eşitliği, en
güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta
bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden
olabiliriz.”[1]
Noah Harari
“Modern Family, Ailesiz Toplum” makalesini kaleme alırken Yapay Zeka ve otomatizasyon süreçleri ile bir Süper Diktatörlüğe doğru evrileceğimizi, çok kapsamlı insani kısıtlamaların, gözetimlerin, takiplerin, kitlesel işsizliklerin, sefaletlerin gelmekte olduğunu öngörmüştük. Ama hep aklımızda “Egemenler, kitleleri buna nasıl razı edecekler, bu geçişte kitlelerin ayaklanmasını, dünyanın alt üst olmasını nasıl engelleyecekler?” sorusu vardı.
(Bu yazı daha önce Tasfiye Dergisinde Korona; virüs ya da İNSANın tabutuna Son Çivi başlığı altında http://www.tasfiyedergisi.com/?p=5230 yayınlanmıştır. Yazının baş tarafı çektiğimiz bir video da işlenilmiştir.)
İmkânsızın Bir Anda Mümkün Hale Gelmesi: ŞOK
Çok da zor olmayacakmış; bir pandemik
(kıtalar arası) salgın korkusu ve bu korkunun 7*24 Televizyon ve sosyal
medyadan pompalanmasının, dönüşümü sağlayacak ortamı “sessizce” var edebileceğini
görmüş olduk. Naomi Klein bu süreçleri ŞOK Doktrini diye tanımlıyor[2].
Süreç ismini, domuzlara verilen “Elektrik Şok” ile domuzların kaskatı kesilip
yere düşmeleri ve faltaşı gibi açılmış gözlerle hiç bir tepki veremeden kendi
derilerinin yüzülüşünü, organlarının kesilişini seyretmelerinden alıyor. Teori, "toplumlar da aynı domuzlar gibi; yeterli düzeyde Şoka/Korkuya tabi tutulurlarsa felç olmaları, hafızalarını kaybetmeleri ve en sıradan haklarını
talep edemez, koruyamaz, mülklerine sahip çıkamaz hale getirilebilmeleri mümkündür" fikrine
dayanıyor.
Korku ya da Şok, toplumları, asla razı edilemeyecekleri halleri
kabullenmeye, hiç gitmeyecekleri yönlere gitmeye, asla vermeyecekleri tavizleri
vermeye razı ediyor[3].
Şok Doktrinin ya da Felaket Kapitalizminin babası olarak anılan George
Friedman’ın dediği gibi: “Kriz
dönemlerinde, imkânsız görünen birçok fikir, aniden mümkün hale gelir.” Bu cümleyi alıntılayan ŞOK Doktrini eserinin müellifi Naomi Klein[4] egemenlerin toplumları korkuturken kullandıkları şiddetin, asıl amaç olan soygunu gizlemek için kullanılan bir sütre vazifesi gördüğü fikrindedir. Toplum yeterince korkutulabilir ve şoka sokulabilirse gözünün önünde gerçeklen devasa soygunları göremeyecek , görse de tepki veremeyecek hale gelir.
Bu noktada Covid-19 virüsü veya korona salgını gerçekten var mı yok mu, laboratuvarda mı üretildi yoksa doğal mı,
tartışmalarına girmenin bir faydası olduğunu sanmıyorum. Tam aksine, bunların
anlamının olmadığını bambaşka şeylere odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü virüs veya salgın gözlerimiz önünde gerçekleşen asıl vakıayı görmemizi engelliyor.
Gerçek, Sanalla Yer Değiştirince
Yıllar önce Cevdet Said üstattan
okuduğum bir hikâyede[5] iri bir genç devin, Yaşlı Devin karısı tarafından oyuna getirilerek bir
sanal korku ile içine düşürüldüğü acizlik ve komik durum anlatılıyordu. Bizim
gibi olaya dışarıdan bakan biri için Genç devin durumu komik olsa da Genç Dev
için durum hiç de komik değildi. O çok ciddi bir tehdidin içinde kendisini
görüyor, canını kurtarmak, emniyetli bir yer edinmek için bir an önce harekete
geçmek zorunda hissediyordu kendini.
Hikâyede
kadının yapmış olduğu şey, Genç Devin zihninde sanal bir korku yaratarak
onu gerçek dünyadan koparmaktı. Genç Dev
zihninin içinde oluşan o korkuya teslim olduğu andan itibaren gerçeklikten
kopmuş artık olmayan bir düşmandan gelen bir korkunun mahkûmu haline gelmişti.
Bu
noktadan sonra son yüzyılın en önemli düşünürlerinden kabul edilen Jean Baudrillard’ın Can
Çekişen Küresel Güç eserinde bahsettiği gibi “Bizi korkutmak için gerçekten Üsame Bin Ladin’in var olup olmamasının
ya da varlığının bizim için tehdit olup olmamasının bir önemi yoktur: O’nun bize
ara sıra hayalet videolar göndermesi yeterlidir. Aynı şekilde gerçekten bir
virüs salgının olup olmamasının, bizi tehdit edip etmemesinin de bir anlamı
yoktur. Bize bir yerlerde birilerinin virüs kaptığının, birilerinin bu virüs
yüzünden öldüğünün haberinin verilmesi, bizi korkutmak ve dehşete düşürmek için yeterlidir.”
Burada
konuyu tartışmaya çekmeden, sadece sağlam olduğunu düşündüğümüz zeminin hiç de
sağlam olmadığını hissettirmek için bir
örnek vermek istiyorum: Sağlık Bakanı Sayın Koca Türkiye geneli 5 yıllık ölüm
istatistikleri hesaplandığında 2020 senesinde Ocak 1 ile 20 Nisan arasında 156,684
ölüm beklenirken, bu sene 153.766 cenaze olduğunu duyurdu. Bir taraftan
Türkiye’nin her tarafından cenaze haberleri salgın ve ölüm hikâyeleri gelirken -coronadan
ölümlere rağmen- ölüm oranı normal beklentilerin de altında[6]
kalmış. Aynı durum İtalya, İngiltere, Çin, Almanya, Hollanda ve Belçika için de
geçerli. Bu duruma dikkat edilirse yaşanan panik, alınan tedbirler, endişe,
korku ve zihinlerdeki algı ile gerçek durum arasında bir uyumsuzluk olduğunu
müşahede etmenin mümkün olduğu kanaatindeyiz.
(Altta, hakkında en çok spekülasyon yapılan ülkelerden biri olan İngiltere'nin 2006-2020 yılları arasında Ocak, Şubat, Mart ve Nisan aylarındaki ölüm oranları verilmiştir.)
Veriler, https://www.ons.gov.uk/ |
Ancak kitlenin “gerçeklik algısı” bozulup, bir “sanal korku“ ile yer değiştirildikten sonra "Şok halinin" uzun süre korunması kolay bir şey değildir. Çünkü “Akıl” sanal korkuları sorgulayabilir. Bu nedenle gerçeklik algısının geri gelmemesi için şoku tetikleyen unsurların frekans
sıklığının yükseltilmesi ve sürekli kılınması gerekir.
Şöyle açıklayayım: Ani gelişen bir kaza ya da kavga anında içgüdüsel merkez
devreye girer ve akla, “Burada işin yok! Sen düşünüp karar verene, seçenekleri tahlil edene kadar
perişan oluruz”, der. Ve otomatikman eller, kollar, hormonlar vs. kendiliğinden harekete geçer. Akıl, iptal olur, kontrol, içgüdüsel merkezin eline geçer. Aynı
durum olay frekans/sıklığı, yükseldiğinde de meydana gelir. Çünkü gerçeklik algısı ve
şuurlu hareket ancak belli bir frekans aralığı için söz konusudur. Nasıl ki insan, ses frekansı 20 Hz’in altına düştüğünde köpeklerin ve daha birçok hayvanın
duyabildiği sesleri duyamaz oluyorsa, ses frekansı artıp 20.000 Hz’in
üzerine çıktığında da sesleri duyamaz olur. Gerçeklik algısı ve mantık (akıl)
da ancak olaylar belli bir frekans/sıklık aralığında olduğu sürece devrededir. Olay
örgüsü hızlandıkça şuur geri çekilir ve korumacı, reflekse dayalı içgüdüsel hareket
kontrolü ele alır.
Radyo,
TV ve sosyal medyadan aylardır 7/24 her saat başı üst üste girilen haberler,
resimler, videolar, tekrarlar tekrarlar tekrarlar... Gerçeklik algısının yerine ikame edilen sanal korkuları sorgulayan Aklın; geri gelmemesi, kontrolü yeniden ele almaması için iç güdüsel merkezi tahrik amacıyla kullanılır. Bu salgında başlangıçta,
hiçbir işe yaramadıkları konuşulurken yüz maskelerinin ve eldivenlerin topluma
mecburi kılınmaları, "maske ve eldivenle her karşılaşıldığında korku ve
endişenin tazelenmesi, tekrarlanması" işlevi görür. Ruhun normale dönüşü
maskeler üzerinden “korkunun ve tehdit algısının” sürekli yinelenmesi ile
engellenir.
Bu durumlarda gerçeğin, taşların arasından sızarak önümüze çıkmak için yeterli vakti yoktur. Olaylar hızlandıkça neden sonuç ilişkileri kopar, mantık, yolunu ve çizgisini yitirir. Baudrillard bu durumu “Hızlanma, nedenleri ve sonuçları altüst eder. Çizgisellik (istikamet, yön) aşırı hızın içinde kaybolur. Görece sürekliliğin içinde gerçeğin ortaya çıkmaya vakti yoktur.[7]” diyerek ifade eder.
Bu durumlarda gerçeğin, taşların arasından sızarak önümüze çıkmak için yeterli vakti yoktur. Olaylar hızlandıkça neden sonuç ilişkileri kopar, mantık, yolunu ve çizgisini yitirir. Baudrillard bu durumu “Hızlanma, nedenleri ve sonuçları altüst eder. Çizgisellik (istikamet, yön) aşırı hızın içinde kaybolur. Görece sürekliliğin içinde gerçeğin ortaya çıkmaya vakti yoktur.[7]” diyerek ifade eder.
Yine
Baudrillard’ın “Gerçeklik ancak belli bir zaman ve
hız aralığında vardır. ... Şu ana kadar modern toplumlarımızın süre geldikleri
ancak şu anda yitirme aşamasında oldukları "özgürlük" sadece belli
bir düzen ortamında vardır.[8]” demesi “özgürlüğün” bir dehşet,
korku, kargaşa ve kaos ortamında talep edilemeyeceğinin ancak bir düzen ve
gerçeklik ikliminde var olabileceğinin altının çizilmesidir.
Sakınırlık Halinin Kronikleşmesi
Hayattaki filozofların en önemlilerinden kabul edilen Giorgio Agamben,
Virüs salgınının, “iktidarlar
tarafından, istisna halinin normalleştirilmesi, sürekli sakınırlık halinin
kronikleşmesi için kullanılabileceğinden endişe eder. Toplumlara vurulan
ekonomik darbeler nedeniyle gelebilecek ayaklanma ve itirazların kronik baskı
ve kontrol dünyasının meşrulaştırılmasına gerekçe üreteceğini düşünür. İslamofobi
bahane edilerek kısıtlanmış olan insani hakların salgın nedeniyle daha da
kısıtlanmasından ve şu anda geçici gibi görülen kısıtlamaların devletler
tarafından kronik hale getirilmesinden endişe eder[9].
Giorgio Agamben çok kısa bir sürede daha önce
toplumların asla razı olmayacakları ancak Covid-19 salgını ile razı oldukları
hallerden bazı örnekler verir ve sorar: Ne oldu da bunlara razı oldular?[10] (Kelimeleri kısaltarak kendi kelimelerimle
giriyorum.-AHÇ)
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde ölülerimizi leş gömer gibi
gömmeye razı olduk?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde binlerce
yıl kabul etmediğimiz hareket özgürlüğümüzün kısıtlanmasını sorunsuz bir
şekilde kabul ettik?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde annemizi,
babamızı, evlatlarımızı, dostlarımızı, komşularımızı arkadaşlık ve aşk
ilişkilerimizi terk ettik? Onlara zararlı nesneler muamelesi yapmaya razı
olduk?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde Kilise,
en sevap işlerden birinin hasta ziyareti olduğunu, cüzzamlıları ve vebalıları
kucaklamanın sevabını unuttu?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde komşumuzdan
vazgeçmenin inancımızdan vazgeçmek demek olduğunu ve inanç yerine yaşamımızı
feda etmeye hazır olmamız gerektiğini öğreten şehitleri, ayetleri unuttuk?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde asla
terk etmeyeceğimizi düşündüğümüz ibadetlerimizi terk ettik, ibadethanelerimizi
kapattık?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde Bilimin/MEDYANIN
emirlerini Tanrı'nın emirlerinden daha fazla önemser olduk?
- Nasıl oldu da, bir risk söylemi çerçevesinde bütün
hukukun, kişisel Hak ve hürriyetlerin ortadan kaldırılarak toplu bir şekilde
olağanüstü hal ortamında yaşatılmaya razı olduk?
Biliyorum ki birileri çıkıp aceleyle, karşı karşıya
kaldığımız bu durumun geçici olduğunu, sonrasında her şeyin eski haline
döneceğini söyleyecektir. Gerçekten bunun kendimizi kandırmadan ibaret bir
kelime olduğunu fark etmiyor oluşumuz tuhaf değil mi?
Öyle ya olağanüstü hal ilan eden yetkililer, mevcut
olağanüstü hal geçtiğinde aynı talimatları izlemeye devam etmek zorunda
olduğumuzu ve manidar bir hüsnü-tabirle “sosyal mesafelenme” diye anılan
durumun, toplumun yeni kurucu ilkesi olacağını bizlere anımsatmaktan geri
durmuyorlar.
Ancak
insani Hakların geriye çekilişi Agamben’in altını çizdiklerinden ibaret değil diye düşünüyoruz...
Bakanlığın
başlattığı “Hayat Eve Sığar” uygulaması[11] ile
hasta ve vücudunda ateş olan insanlara karşı uyarılacağımızın haberi yapıldı. Cep
telefonlarımız, gribe yakalanmış, ateşli veya öksüren birinin yanına
geldiğimizde bizi uyaracaklarmış. Dikkat edilirse daha birkaç ay önce HIV’li (AIDS
hastası) olan birinin cinsel partnerini hastalığından haberdar edip etmemesi
gerektiğini tartışıyor hatta “Karşıdakini
korumak HIV’linin sorumluluğu değil, onunla yatanın kendisinin alması gereken
bir sorumluluktur” denilerek bireysel Haklar korunmaya çalışılıyordu[12]. HIV’li
birinin yattığı birine durumunu bildirip bildirmemesinin gerekliliği
tartışmasından Devlet tarafından “ateşli, öksüren veya burnu akan birinin tüm
topluma ilanı”na geçiş süremizin kısalığı hayret edilecek düzeyde değil midir?
Diğer
taraftan, evinden çıkan karantinalıları
devlete ihbar edeceğini söyleyen Google hiçbir polise, askere, jandarmaya ve
herhangi bir istihbarata ihtiyaç duymadan egemenin eline kuralları ihlal
edenlerin listesini verebiliyor. Dikkat edin lütfen, devlet tek bir polis, asker,
jandarma, istihbarat personeli ya da başka bir memur kullanmadan
cumartesi-Pazar sokağa çıkma yasağını delenlerin listesini bu sayede eline
almış oldu. Böylece Çin’deki vatandaşlık puanı ve elektronik paranın kullanıma
geçmesi, kâğıt paranın tamamen devre dışı kalması ile insanların
cezalandırılmaları için ceza infaz kurumlarına ve sistemlerine de ihtiyaç
kalmayacak demektir. Vatandaşlık kredisi düşen birinin digital parası
kilitlenerek otobüse binmesi, ekmek alması, ilaç alması hatta – Yapay Zekâya bağlı
digital yüz tarama sistemli kapı anahtarlarının hayatımıza girmesi ile- evden
çıkması ya da eve girmesi bile engellenebiliyor olacak. Ya da onun bir SUÇLU veya sistemin KIRMIZI
tanımladığı biri olduğu, çevresinde olan herkese, telefonlarına gönderilen bir
mesaj ile duyurulacak ve kişinin tüm hayatı bloke edilebilecektir.
Bu
noktada kişinin telefonunu yanında taşımama ihtimaline karşı Bill Gates’in çok
ısrar ettiği CHIP uygulamasına, insanların telefonlarını evlerinde unutma (?)
ihtimalini ortadan kaldırmak için ısrar edildiğini düşünüyorum. IMF’in corona
virüs nedeniyle oluşan ekonomik sıkıntılara destek vermek için ön şart olarak
“1- Tüm çocukların aşılanması 2) Aileden en az 2 kişiye chip takılması ve 3- Köylere
elektrik getirilmesi (Ki bu Alıcıların çalışması için şart) şartlarını
getirmesi bizim nezdimizde çok da iyi niyetli bir yaklaşım olarak görülemiyor.
Facebook’un
Corona Virüs salgını ile ilgili uygun görmediği içerikleri paylaşanları ve
bunları beğenenleri uyarmaya başlamış olması sürecin nasıl bir “ifade ve
düşünce kontrol” mekanizması kurabileceğini işaret eder[13]
niteliktedir. Yani basit bir facebook paylaşımına LİKE vermek ya da vermemek
egemenin takibinde, kontrolünde ve BASKISInda defalarca düşünmeyi gerektiren
bir eyleme dönüşecektir bundan sonra.
Baudrillard
bu süreci, “Güvenlik "zararsız terör" adı altında yavaş
yavaş yerleşerek tüm Batılı değerler siteminin yani özgürlük, demokrasi, insan
haklarının altını oymaktadır[14]” diyerek tanımlıyor.
Açıkladığı
Amerikan gizli belgeleri nedeniyle ülkesinden kaçmak ve Rusya’ya sığınmak
zorunda kalan Edward Snowden ise Covid-19 dönemini “Baskının mimarisi inşa ediliyor[15]”
diyerek ifade ediyor.
Bize
göre de 2018 Davos toplanrılarının konuşmacısı Hayfa Üniversitesi profesörü Noah Harari’nin yazının başında alıntıladığımız “İnsan Hakları ya da İnsan Eşitliği, en güçlü insanları hadım ederek
süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir hatta bunlarla Homo Sapiens’in
bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden olabiliriz.”[16] sözüyle şikâyet ettiği İnsan Hakları seviyesinin
tırpanlanarak yine Harari’nin “Eskilerin
evcil hayvanları vardı. Artık Egemenlerin EVCİL insanları olacak” sözüne gerçeklik
kazandırılmakta olduğunu düşünmekteyiz.
Yeni
gelişen düzende “Kamu Sağlığı” putuna tüm kişisel özgürlükler kurban edilirken
bundan sonra kavmiyetçi ya da faşizan ayrımcılığın siyah-beyaz, yerli-göçmen,
Türk-Kürt, Batılı-Doğulu, Hristiyan-Yahudi gibi ayrımlar üzerinden değil; Kamu
Sağlığını Tehdit Eden-Kamu Sağlığını Tehdit Etmeyen ya da Aşılılar-Aşısızlar,
CHIPliler-CHIPSizler, Uyumlular-Uyumsuzlar gibi ayrımlar üzerinden yürüyeceğini tahmin etmek zor değil. Ya da Harari’nin bıraktığı yerden devam edelim: Artık
insanlar EVCİL insanlar-Vahşi insanlar diye ayrılacak sanırım. Gelecek dönemin
aşağılanmışları/pis zencileri egemenin işaret ederek “Kamu sağlığını tehdit
ediyor” dediği akışkan ve aralıksız kontrole direnenlerin (vahşilerin)
olacağını tahmin etmek çok zor değil kanısındayız. Bir sonraki salgında aşılı
olmayanların en temel haklarının mesela şehirler arası seyahat haklarının ya da ehliyetlerinin ellerinden alınması, sokağa çıkmalarının hatta başka bir insana yaklaşmalarının yasaklanması gibi uygulamalara geçilmemesi için elimizde hiçbir güvence yok.
Bill
Gates’in The Economics dergisine verdiği röportajda insanların kendilerini
güvende hissetmeleri -yani Egemenlerin
onları Güvenilir görmeleri- için “Aşılarını”
düzenli olmaları gerektiğinden bahsetmesi şimdiden kamuoyunun aşısızların
“güvensiz” kişiler olarak tanımlanmış olmasına dair bir manipülasyon olarak
okunabilir kanaatindeyiz. (Biliyorsunuz “Evcil Hayvanların” aşıları olur. Vahşi
hayvanların olmaz.)
Yeniden hatırlatmak isterim ki, Bill Gates 2 yıl önceki röportajında "Aşılar sayesinde her nesilde insanlık nüfusunu % 15 azaltabiliriz", demişti.
Yeniden hatırlatmak isterim ki, Bill Gates 2 yıl önceki röportajında "Aşılar sayesinde her nesilde insanlık nüfusunu % 15 azaltabiliriz", demişti.
Jean
Baudrillard Can Çekişen Küresel Güç
eserinde 2009 yılı Domuz Gribi salgınını değerlendirirken, bu salgında insanları
korkutan, onları endişeye düşüren tehdidin domuzlardan geldiğinin, yani
teröristin domuzlar olarak tanımlandığının altını çiziyordu. Kuş gribinde ise
terörist yaban kazları ve ördeklerdir. Toplum ancak onları kendinden
uzaklaştırarak, yok ederek salah bulacakları fikrine yönlendirilmiştir.
Bugün
dikkat çekici olan Corona Virüs salgını esnasında insanlara hedef olarak diğer
tüm insanların gösterilmesidir. Artık kadının kocası, kocanın karısı, annenin
çocuğu, çocuğun annesi, komşu komşuya, esnaf müşteriye, arkadaş arkadaşa, herkes herkese yani İNSAN-İNSANA karşı tehdittir algısı pompalanmakta, insanların el temasları
hatta 1-2 metreden fazla birbirlerine yakınlaşmaları dahi tehlike unsuru olarak
tanımlanmaktadır. Mesele o kadar ileri götürüldü ki sarılmak için ağaçları
tercih edin propagandası bile yapılır oldu.[17].
Ancak
“sosyal mesafe” denen insanları birbirlerinden uzak tutmaya yönelik uygulama başlangıçta
“gönüllülük” esasına göre lanse edilmiş olsa da gittikçe bir mecburiyet ve
zorunluluk olarak altının çizildiğini fark etmek gerekir. Hatta Çin’de yüz
takip eden yapay zekâlı kameralara “sosyal
mesafeyi” takip görevi verildi bile. Kameralar, sosyal mesafe aşıldığında
hemen cep telefonlarından uyarı mesajı gönderecek buna devam edenlerin
vatandaşlık puanlarından düşebilecek şekilde programlandılar bile[18].
Kanaatimize
göre bu zaten paramparça olmuş alt tabakaları bir daha bir araya gelemez hale
getirecek şekilde birbirlerinden uzaklaştırmaktadır. Toplumda kalan son ve en
küçük cemaat/aile dahi saldırı altındadır.
Saldırı İnsana: İnsanın Modası geçiyor
Ancak
sadece saldırı altında olan “Aile” değildir, bizzat “İnsanın” kendisidir.
Bu
dönemin sonunda varılacak dönemin Post-Hümanist Dönem (İnsan Sonrası Dönem)
olarak tanımlanması sadece bir rastlantıdan ibaret olmadığı kanaatindeyiz.
Burada
sözü Baudrillard’a bırakmak istiyorum :
“Yeni bir meydan okuma demek, kartların
yeniden dağıtılması demektir. Oysa bu yeniçağı sarıp sarmalayan atmosfere, bu
yeni tasarlanan düzene dikkat edilirse görülecektir ki artık İNSANIN modası
geçiyor. İnsanla birlikte onun sahip olduğu değerlerinde[19].
- AKIL ve aydınlanma çağının modası geçiyor
- Evrenselin ve ideolojilerin modası geçiyor
- Arzu ve hayal kurmanın modası geçiyor
- Bireyin/bireyselciliğin modası geçiyor
- Ötekinin modası geçiyor
- Gerçekliğin modası geçiyor
- Ölümün modası geçiyor
Biz yaşamın son evresine ulaşmış ve yoğun bakıma mahkûm edilmiş bir toplumuz.[20]” Başına neler geleceğini bile tahmin edemeyecek durumdaki işe yaramaz insanın ortadan kaybolmadan önce yaşayacağı son evredir bu.
- AKIL ve aydınlanma çağının modası geçiyor
- Evrenselin ve ideolojilerin modası geçiyor
- Arzu ve hayal kurmanın modası geçiyor
- Bireyin/bireyselciliğin modası geçiyor
- Ötekinin modası geçiyor
- Gerçekliğin modası geçiyor
- Ölümün modası geçiyor
Biz yaşamın son evresine ulaşmış ve yoğun bakıma mahkûm edilmiş bir toplumuz.[20]” Başına neler geleceğini bile tahmin edemeyecek durumdaki işe yaramaz insanın ortadan kaybolmadan önce yaşayacağı son evredir bu.
Tekniğin ulaştığı kusursuz otomatizasyon
aşaması -kendi farkında olmasa da- insanın devre dışı bırakılmasıdır. Tekniğin
küresel güce özgü hegemonik özelliklere sahip olduğu aşamada insan, yalnızca
özgürlüğünü değil, kendi hakkında düşler kurma yetisini de kaybetmektedir.
Bugün insan, boyun eğdiği makinelerin onun yerini alması sebebiyle çalışma
düzenine özgü işsizliğin çok ötesine geçen zihinsel ve varoluşsal bir
işsizlikle karşı karşıyadır. Bu alışılageldik manada teknik bir işsizlik değil
çünkü bu makinelerin bozulması ile ilgili bir konu değil. Tam tersine
makinelerin böylesine kusursuz olmaları nedeniyle soyu sürdürmenin bile
otomatikleşeceği bir dünyada yaşamanın anlamsızlaşması ve bir işe yaramaması
ile ilgili bir konudur.[21]”
Son Söz olarak:
Bizim gördüğümüz kadarıyla, fakirlerin
bu saldırıya ve gelişmekte olan teknolojiye direnme ihtimalleri yok. Kurulmakta
olan yeni EMPİRE (imparatorluk) Harari’nin tanımlamasıyla süper gözetleyici ve
kontrolcü bir diktatöryaya; şehirler,
Zygmunt BAuman’ın dediği gibi toplama kaplarına; fakirler, sanayi şehirlerinin
baş belası çöplerine dönüşüyor.
Bu süreçte kaybedenlerin
ellerinde sadece “dayanışma güçleri” var. Eğer bunu harekete geçirebilirlerse
sürecin gidişatını değiştirebilirler. Ancak bu pek mümkün görünmüyor. Hala
Modernizmin üç zehrinin -“Akılcılık, Bireysellik ve Özgürlük”- sarhoşluğu
içerisinde 3 kişi bir araya gelemez haldeler.
Elimizde kala kala dar çerçevede
insani ilişkilerimiz ve dayanışma gayretlerimiz var. Bu kez tam da buna
saldırıyorlar. Anne babalığı, komşuluğu, arkadaşlığı, cemaatleri, esnaflığı,
müşteriliği, hasta ziyaretlerini, cenaze merasimlerini, musafahayı, el ele
tutuşmayı, birbirimize sarılmayı yani birbirimizden KORKMAMAYI
savunabilmeliyiz.
Benim
ilmim buna yetti, Allah doğrusunu bilir.
Ahmet H. ÇAKICIALANYA, Ramazan 1441
[1] Homo
Deus,
Noah Harari s:266
[2] NAomi
Klein,Şok Doktrini, Agora Kitaplığı, 2. BAskı
[3] Konu hakkında faydalı olabilecek bir video https://youtu.be/_4FIRMdX-oI
[4] https://youtu.be/_4FIRMdX-oI
[5] Hikaye: İriliği ve gücü ile nam salmış büyük bir dev
varmış. Beldenin birinde genç bir dev bu deve hayranmış. Bir gün bir mektup ile
kendisine öğrenci olmak, yolunu sürdürmek istediğini anlatan bir mektup yazmış.
Ancak Büyük dev artık çok yaşlanmış olduğundan bu genç devin yanına yanaşıp
halini fark etmesini istememiş. Ve bu genç deve “Haddini bil! Sende kim
oluyorsun ki benim yolumu sürdüreceksin” mealinde bir cevap vermiş. Ancak bu
cevap genç devin gururuna dokunmuş ve İhtiyar deve, “o zaman kozlarımızı
paylaşalım” diyerek meydan okumuş.
İhtiyar devin bu meydan okumaya cevap verecek durumu yokmuş. Bu nedenle hiç oralı olmamış. Bu, genç devi daha bir sinirlendirmiş ve genç dev Yaşlı Devin memleketine gelip, kapısına dayanmış. Kapının önünde hakaretler savurarak Yaşlı Devi dışarı davet etmiş. Yaşlı Dev büyük bir paniğe ve korkuya kapılmış.
İhtiyar devin bu meydan okumaya cevap verecek durumu yokmuş. Bu nedenle hiç oralı olmamış. Bu, genç devi daha bir sinirlendirmiş ve genç dev Yaşlı Devin memleketine gelip, kapısına dayanmış. Kapının önünde hakaretler savurarak Yaşlı Devi dışarı davet etmiş. Yaşlı Dev büyük bir paniğe ve korkuya kapılmış.
Ondaki korku ve paniği gören karısı Yaşlı
Dev’e, “Ne bu halin?” diye sormuş. Yaşlı
Dev; “Dişlerim döküldü, kaslarım eridi, ayakta zor duruyorum. Bu delikanlı ile
nasıl baş ederim” demiş. Karısı, “Ben
hallederim. Sen, şu yatağın üzerine yatıver” demiş ve üzerine bir örtü örtmüş.
Yalnız ayaklarını açıkta bırakmış.
Bu sırada geç dev gelip kapıyı
yumruklamaya başlamış ve kapıyı kırıp içeri girmiş. Bağırarak “Nerede o korkak!” diye sormuş. Kadın,
öfkeyle genç deve dönüp, yataktaki devi göstermiş ve “Bağırıp durma! Eğer bebek uyanırsa, seni kocamın elinden kimse alamaz. “
demiş.
Genç dev yataktaki bebeğe bakmış ve bebeğin ayaklarını görmüş. Dehşete kapılmış “Eğer bebek böyle ise babası nasıl bir şeydir?” diye düşünmüş. Kendini çok küçük ve çaresiz hissedip korkuya kapılmış. Ve kaçmaya başlamış.
Genç dev yataktaki bebeğe bakmış ve bebeğin ayaklarını görmüş. Dehşete kapılmış “Eğer bebek böyle ise babası nasıl bir şeydir?” diye düşünmüş. Kendini çok küçük ve çaresiz hissedip korkuya kapılmış. Ve kaçmaya başlamış.
[7] Jean Baudrillard, Kusursuz Cinayet, s:64
[8] Jean Baudrillard, Kusursuz Cinayet, s:61
[14] Jean
Baudrillard, Can Çekişen Küresel Güç, s::85
[16] Homo
Deus,
Noah Harari s:266
[19] (Jean Baudrillard, Can Çekişen Küresel Güç, s:77)
[20] (Jean Baudrillard, Can Çekişen
Küresel Güç, s:77)
[21] (Jean Baudrillard, Can Çekişen
Küresel Güç,s:69)
Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın
Konu yorumu: Korona; Virüs mü İnsanlığın Tabutuna Bir Çivi mi?
Açıklama:
Değerlendirme: 5
Yorum: Ahmet H. Çakıcı
Etiketler:
corona,
corono,
JEan BAudrillard,
korona,
korona virüs,
liste,
virus,
virüs
7 yorum:
Barekellah. Muhteşem. Ramazanın bereketinden bir ikram. Minnetle teşekkür ederim zatınıza.
Diline,Dinine bereket,Çok güzel anlatım,belge ve çözüm yolları ile beraber okunmasının dışında yol aldıracak güzellikte.yazmaya devam var olan varını ortaya koyacak ki varlar yok olmaya mahkum olacaklara galip gelsin.vesselam
Ahmet Hakan Çakıcı kardeşimize tekrar teşekkür ediyorum. Ben bir Anatomi prof. ü. Ve üniversite de öğretim üyesiyim. Ben de dahil benim gibi olan ilim ve düşünce ile insanlara hizmet etmesi gerekenler in kafası karışık, Medya nin etkisi ile büyülü ve efsunlu bir sekilde Dünya yı yöneten ve yönlendiren Egemen lerin kontrolü altında olan medya seli içinde akıp gidiyoruz. İçinde bulunduğumuz sel kısa bir süre sonra şelale ile metrelerce yükseklikten aşağıya düşerken bizim canlı kalmamız mümkün gözükmüyor.Önce hepimiz bu medya selinden kurtulmamız gerekmektedir. Afrika ya yapacakları yardım şartına elektrik götürme yı öne sürüyorlar. Afrikalılar in medya ile kontrolü elektrik siz mümkün görünmemektedir. Ayrıca Çin de uygulanan sistem de orta yerde ve gerçek ise; Bu kadar delil,bu kadar ispat ,bu kadar uyarı ya rağmen hala. ##KRAL ÇIPLAK## diyebilen akademisyenler nerede. Kaldı ki sadece kral çıplak demek de yetmez , tedbir, plan , program, tedavi için çalışmak ve sorumluluk almak gerekmektedir. Allah Teâlâ bize ismimizin başındaki unvanların ve bu unvanlar ile temin edilen paranın , makamın, şöhret ve gösteri nin hesabını sorar. Ahmet Hakan Çakıcı kardeşimize tekrar teşekkür ediyorum. Hak Teâlâ dan Eline ,koluna, yüreğine sağlık ve bereket diliyorum. Elhamdülillah ki varsın ve seni seviyoruz. Prof. Dr. Memduh GEZİCİ
düşündüğüm,uzun bir süre sizin sayfanızda inanın beklediğim yazı.tebrikler ve teşekkürler.
Çok teşekkür ederim sizi severek okuyorum. Size naçizane tavsiyem sadece youtube ile ilgili olabilir.Kaliteli bir kamera güzel bir YouTube eğitimi ve daha kısa videolar. Onun dışında bilginize ve okuduklarınızı bu kadar güzel aktarabilmenize diyecek bişeyim yok. Kaleminize saglik
Teşekkür ederim Kıymet görmüşsünüz.
Çok istifade ettim.Yeni normalleşmenin çok önemli ipuçlarından bahsedilmiş efendim,herkesin okuyup üzerinde düşünmesi önem arzediyor.
Yorum Gönder