Ferit Amca girdi söze: “Bizimki
de her akşam başka bir yerde uyuya kalır, kendi yatağı hariç. İnsan bir gece,
iki gece bir yerlerde uyuya kalabilir ama bütün sene olmaz ki”. “Ya amca, sabah namazına kalkıyordur yenge
hanım. O zaman yakalayamıyor musun?“ diye muzipçe sordum; “Kadından evliya, koyma avluya” dedi. “Benim onu beklediğimi anladı mı, ne namazı
biter, ne tesbihi” deyince; beni çok rahatsız eden bu sözün, hangi bağlamda
neye işaretle kullanılmış olduğunu da öğrenmiş oldum.
Bu olay uzun bir süre önce şahit olduğum bir başka olayı hatırlattı bana: 60 yaşlarında bir beyefendi derslere gelip gitmeye başlamıştı. Birkaç ders gelip gittikten sonra dükkâna geldi: “Benim bir sorunum var” dedi. “Buyurun” dedim. “Benim hanım, hastalık hastası. Şekeri, böbreği, tansiyonu ne istersen var. “Sıkıntı veriyorsun” diyerek yatağı ayıralı yirmi seneye yaklaştı. Baktım ki başa çıkamayacağım, bir hanım arkadaşı ziyaret etmeye başladım. Hanım da rahat etti, ben de. Ta ki, derslere gelene kadar: Sen Allah, kitap, din, iman, zina, Cehennem falan deyince bu hanımın yanına gidemez oldum. Şimdi ben ne yapacağım? Bana bir çözüm söyle.” Hiçbir şey söyleyemedim tabi. Aradan 5-6 sene geçti, bu beyefendinin hanımı kalpten vefat etti. Beyefendi de yeniden evlenmek için aracı olunan bir hanımla görüşmeye başladı. Durumu öğrenen üç kızı da ayağa kalkıp babalarına karşı çıktılar: “Sen bizim annemizin hatırasına nasıl ihanet edersin?”
Özellikle yaşı 40’ları geçmiş evli erkeklerin konuyu anladıklarını düşünüyorum ama görüldüğü gibi hanımefendilerin konuyu anlamakta bir miktar zorlandıkları da sanırım aşikâr. Şöyle anlatayım; nasıl ki, hanımların vücutlarından, işlevsiz kalan rahim duvarının ve yumurtanın adet kanaması ile düzenli şekilde atılması gerekiyorsa ve kadın bu durumda “Hayır! Ben adet olmayacağım” diyemiyorsa; erkeklerin de yumurtalarında biriken hücrelerinin (sperm) vücuttan düzenli atılması gerekir. Erkek de bu durumda “Ben istemiyorum!” diyemez. Bu, tıpkı adet görmek gibi vücudun doğal tepkisidir. Hâsıl olan bu zorunluluğu karşılamak için erkekler yaşına, sağlığına, yediklerine, havanın durumuna, yaptığı işe göre hemen her günden, ayda bire kadar değişen periyotlarla cinsel ilişki ihtiyacı duyarlar. Bu ihtiyaç kendini kasık bölgesinde şiddetli olmayan ancak huzursuz eden bir ağrı ve akıntı (mezi) ile belli eder. Ancak sorun sadece fizyolojik değildir, asıl sorun erkeği ruhen de yormasıdır: Huzursuzluk, sinirlilik, aksilik, tahammülsüzlük, cinsel objelere ve kadınlara karşı hassasiyet gibi ruha etki eden, onu yoran psikolojik etkiler de ortaya çıkar.Bu konuda ihmal edilen bir diğer nokta da kadınların yoğun
olarak menopoz öncesi dönemde özellikle hamile kalabilecekleri yumurtlama
haftasında hissettikleri cinsel birliktelik ihtiyacının; erkeklerde tüm zamana
yayıldığı ve sperm üretiminin durmaması nedeni ile geç yaşlara kadar bu halin
sürdüğüdür.
Bu noktada seküler/laik/la- dinî erkekler için kadının isteksizliği ya da menopoza
girip bu işlerden elini eteğini çekmesi durumunda ortaya çıkan problemi
çözmenin pek çok yolu vardır: Kâr haneler, sosyal medyadan temin edilmiş
özel(?) arkadaşlar[1], porno, istimna
(mastürbasyon), cinsel oyuncaklar, masaj salonları, barlar, diskolar vs.
cinsellik ihtiyacı kabarmış seküler/laik erkeğin önüne konulmuş seçeneklerdir…
Ancak dindar erkek için böyle bir mutabakata imkân YOK! Zira
onun tek bir alternatifi var: Nikâhlı karısı.
Üstelik bu problem sadece yaşı kemale ermiş Müslüman
erkeklerin sorunu da değil:
Kara yağız, bir seksen boylarında, renkli gözlü, atletik
vücutlu, otuzlarının ortasında oldukça yakışıklı bir dostumuz otelde
çalışıyordu (Alanya): “Abi inan istesem
her güne bir kız ayarlayabilirim. Benim ayarlamam gerekmiyor, kendileri
geliyor. Evdekinden çok daha güzeller. Rus’u, Moldovalısı, Estonyalısı, Çek’i,
Fin’i tangalısı, üstsüzü. Yeminle söylüyorum, Allah şahit; birine bile elimi
değdirmiş değilim. Amaaa eve gidiyorum, hanım evde benimle saklambaç oynuyor. Ayağımın
altına alıp çiğneyesim geliyor… Alınıyorum, küsüyorum, soğuyorum, eve gidesim
gelmiyor. Tavır koydum, küstüm, yatak ayırdım… Bir işe yaramadı…”, “Konuşmayı denemedin mi?” diye sordum.
“Denedim abi. Hatta Ünzile Girişgin’in “Cıs! Sakın Okumayın” kitabını okuttum.
Sema Maraşlının, “Muhabbet Olsun”unu karşıma alıp, ona satır satır ben okudum.
“Benden bu kadar!” deyip arkasını dönüp yattı. “Hiç mi faydası olmadı?” “Abi
başta pijama ile yatardı yatağa. Şimdi çift kat giyiniyor. Bir de üstüne
battaniyeden bozma bir hırka bulmuş, öyle giriyor yatağa. Ben bütün gün anadan
üryan sere serpe yatan kızlara bakmayacağım diye kendimle savaşırken, o evde,
“Aman bir yerimi gösteririm de herifin aklına bir şey düşer, banyo yapmak
zorunda kalırım” diye korkuyor.”
Bir de “ağır ablalar” var.
Helalin kapısını
kapamak, Haramın kapısını işaret etmektir!
Cinselliği, “çok ciddiye alınması gerekmeyen” bir ayrıntı
olarak gören “Ben, adam sevinsin diye süslenecek,
orasını burasını gösterecek bir kadın değilim. Bana ters!” diyen “ağır”
hanımefendiler; TV’lerden, sosyal medyadan, reklam panolarından kocalarının
üzerine boca edilen şehvetin, kocalarını neye davet ettiğinin, ona nasıl bir
saldırıda bulunduğunun farkında değillermiş gibi duruyor. Ancak onlar kendi
kocalarına ziynetlerini ikram etmekte hayli cimri davranırken; sokaktaki kanlı,
canlı pek çok gerçek (Sanal olmayan) kadının onların kocalarına ziynetlerini, vücutlarının en mahrem yerlerine kadar
hiçbir şeyi gizlemeden, cömertçe(?) sergilediklerini; onların gözlerini
üzerlerine çekmeye, (dolaylı olarak uyarmaya) çalıştıklarını görmemezlikten,
anlamamazlıktan gelmeleri sadece bir dalgınlıktan ibaretmiş gibi gelmiyor bana.
Hâlbuki kocalarının onları seyretmesi helal, o kadınları seyretmesi haramdır. Birinin
suratına helalin kapısını kapamak, ona haramın kapısını işaret etmek değil
midir?
Kocalarının cinselliğini, kendi cinsellikleri gibi
zannediyor bu ablalar: Hâlbuki kadın, dokunulunca, okşanınca uyarılır; erkeğin
buna ihtiyacı yoktur. O’nun gözleri vardır, gözleri ile uyarılır. Seyretmekten,
temaşadan zevk alır. Yani dindar erkek, şu ortamda uyarılmamak için sürekli
teyakkuz halinde olması, kendisini koruması, kendisi ile mücadele etmesi
gereken biridir.
Bu kadınlar kocalarını
-adeta zorla- DIŞARI, başka kadınlara ittiklerini fark etmemekte, kendi
kocalarını sadakatleri ve vefaları nedeniyle -fark etmeden de olsa- cezalandırmaktadırlar.
Sanırım bunun altındaki neden, dindar kadını, tehdit edebilecek bir başka
kadının ortada olma ihtimalinin olmamasından kaynaklı vurdumduymazlıktır.
Anlamamak için
direniyor
Kocası 2. evliliğini yapan bir hanım efendi geldi: Kocası
ile konuşmamı ve onu 2. evlilikten vazgeçmesi için ikna etmemi istiyordu: “Tek derdi şehvet. Şehveti için evlendi.
Başka hiçbir sorunumuz yok! 40’ından
sonra azdı” diyordu. 40’ından sonra azdı denilen erkeklerin, menopoz
sonrası jübile yapan yenge hanımın boşluğunu doldurmaya çalışan erkekler
olduklarını fark edeli birkaç sene olmuştu. O yüzden kelimeleri; “Ben artık herife cinsel olarak yardımcı olmak
istemiyorum. Ama o ısrarla cinsel yaşama devam etmek istiyor. Onunla konuş, o
da bu işlerden el çeksin” şeklinde yorumladım.
Yenge hanımın anlamak istemediği; “şehvet” diye kastettiği
“cinsellik” olmadığında erkeği, evliliğin içinde tutmanın çok zor olduğuydu.
Çünkü cinsellik, erkeği evliliğe götüren ve onun içinde tutan temel güdüdür.
Nitekim evliliğe ermenin “gerdek gecesi” ile kutlanması bu konuda bir şeylere
işaret ediyor olmalıdır. Ki hanımefendinin kocasının sorunu tarif edişi de
söylediklerimizi doğrular nitelikteydi: “Hanımla
aramızdaki mesafe cami imamı ile aramızdaki mesafeden daha yakın değil. Hatta
cami imamı ile daha yakınız diyebilirim; daha sık karşılaşıyoruz. Giyim
tarzları da çok benziyor.”
Ben sorunun kadınların konuyu anlamadıklarından
kaynaklandığını düşünmüyorum: Zira birkaç sene önce “Benden bu kadar, istersen bir hanım daha alabilirsin” diye kocasına
yazılı belge veren bir hanım efendinin, kocasının 2. Hanımı alması ile fenalık
geçirip hastanenin acilinde, “Onu, ben hastaneden
çıkmadan boşayacaksın!” diyerek tehdit ettiğine de şahit olmuştuk. Yani
konu anlaşılmadığından değil; umursanmadığından, ciddiyeti fark edilmediğinden
ya da “Benimki çok saftır. Ben izin
versem de kimseye gidemez, beceremez” güveninden kaynaklı bir ihmal ve su-i
istimal olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle olsa gerek, ilk evliliği yıkılmış, 2. Evliliğini
yapan hanımların bu konunun ciddiyetine vakıf olmuş olup, 1. evliliğinde olan
hanımlardan daha dikkatli ve özenli olduklarını gözlemlediğimi düşünüyorum.
Cinsellikle döverek erkeği
terbiye etmek
Ama sorun sadece ihmal ya da umursamazlık sorunu da değil.
Artık ayrılma aşamasına gelmiş delikanlı, “Bazen -Annene niye gittin!- diye, bazen -Annem
niye gelmedi?- diye, bazen işten geç geldim diye, bazen çorabım koktu diye;
yataklar ayrılıyor. Günlerce, bazen haftalarca sürüyor. Abi, seni temin ederim
ki, bazen sorunun ne olduğunu, niçin küstüğünü bile anlamıyorum. Yemek önemli
değil; ben ne olsa yerim, ütümü de yaparım. Ama diğer iş öyle değil ki: kapının
önünde bağlı köpeği açlıkla terbiye eder gibi, -Nasıl olsa bu da başka yere
gidemez- diyerek, cinsellikle terbiye etmeye çalışıyor beni” dedi. Uzlaşmacı
olarak hala gençlik çağlarında olan karısı ile görüştüğümüzde “Ya cinsellik?” dedim. “O çözülür. Onun sorun olduğunu düşünmüyorum”
dedi. Hâlbuki kocasının feryadı oydu. “Yook
ablam, erkeğin bu sorunu çözülmeden, hiçbir şey çözülmez” dedim. “Ben romantizm istiyorum. Onunsa aklı hep başka
şeyde” dedi. “Bakın denklemi TERS
kurmuşsunuz: Susuzluktan yanan, açlıktan gözü dönmüş birine -Romantik ol!-
diyemezsiniz. Ondan alabileceğiniz tek şey öfke ya da sizden soğumasıdır. Cinsellik
ihtiyacı kabarmış bir erkeğin aklı romantizme çalışmaz, çalışamaz. İhtiyacı
giderirseniz, karakteri de uygunsa -size şükran duyacağından ve psikolojik
olarak rahatlayacağından- belki romantizm üzerine düşünebilirsiniz. Ancak kocanızı “dilenci” pozisyonuna düşürüp
kırdığınız için, zorla elde edilmiş cinsellikten sonra romantizmi de almanız
mümkün olmayacaktır” dedim. “Bir sürü
bekâr erkek var; onlar nasıl sabrediyor?” diye çıkıştı bana. Dedim ki; “Kocanız bekâr değil. Üstelik o bekâr
erkekler, evin içinde dolanan bir kadının kokusunu içlerine çekip ona el
sürmeden ya da bir kadının yanında yatıp sabaha kadar dokunmadan
sabahlamıyorlar ki. Zor olan bu.”
Ne yazık ki, bu şikâyetlerle; feminist hareketlerin gazına
gelip bencillik dininin içinde kaybolmuş; birliktelik üzerine bir hayatın nasıl
kurulabileceği konusunda hiçbir fikri olmayan muhafazakâr yeni nesilde daha da
sık karşılaşacağız gibi duruyor. (Tabi ortalıkta AİLE diye bir kurum kalırsa.)
“Vurun Söyletmeyin!”
Toplumun erkeğe, özellikle 40’ları geçmiş dindar erkeğe
yüklediği anlam ve ahlak erkeğini ezen konjonktür, erkeklerin ne feryat
etmesine ne şikâyet etmesine ne de dertlerini dile getirmesine izin veriyor. Dertlerini
çözmek için 2. Evlilikte çözüm arayan erkeklerse -bırakın kadınları- TV’lerden “kadınların
her hâlükârda haklı oldukları” propagandası ile eğitilmiş erkeklerin bile lincine
maruz kalıyor.
Dindar erkek, medyadan, sanal ortamdan, reklam panolarından
ve sokaktaki teşhirci kadından üreyen erotik/pornografik şiddet[2]
ile AHMAK muhafazakâr kadından üreyen cinsellikten mahrumiyet veya cinsellikle
terbiye kaynaklı şiddet arasında sıkışıp kaldı. Sokaktan kışkırtılıyor, evde
mahrum ediliyor. Günümüzde, bu CENDEREYE sıkışıp kalmış olan belki de
yeryüzünün tek figürü Müslüman erkektir. Bu durum kadının becerisinden değil
genelde erkeğin takvasından ve çaresizliğinden kaynaklanır.
Bir abimiz dikkatimizi çekmişti: “Bir erkek veya kadın eğer iffetli olmaya çalışıyorsa ve muhatabı onun
iffetli olmasına yardım etmiyorsa o farkında olmasa da, karşısındaki kişinin
iffetine saldırıyor demektir. Yani mevzu sadece ihmal, vurdumduymazlık ve
terbiye mevzuundan öte bizzat dindar erkeğin iffetine saldırı olarak
değerlendirilmelidir. Her taraftan gelen böyle bir saldırı altında bütün gün kendisi
ile mücadele etmek zorunda kalan ve cinsel açlıkla halet-i ruhiyesi darmadağın
olmuş bir erkek aileye, cemaate, topluma, ümmete karşı vazifelerini nasıl
yerine getirecek?” diye sormuştu.
Yazıyı okuttuğum bir başka dostum ise konuyu şöyle yorumladı: “Geleneksel toplum yapımız mahrem konuları bir şekilde görünmez kılarak, tabiri caizse konuşmadan hallediyordu. Böylece hem mahrem alanı koruyor hem de kendi denetim mekanizması ile bu alanı ilgilendiren sorunların şayiaya dönüşerek toplumsal yaşamı ifsad etmesinin önüne geçmiş oluyordu. Biz bugün hem bu mekanizmayı yitirdik hem de sözüm ona mahremiyete sadakat diye sorunlarımızı konuşamaz hale geldik. Şizofrenik, histerik bir pozisyonda titreyip duruyoruz. İfsad derken kastım ise sedd-i zerai; yani kötülüğe giden yolları kapamak. Başka deyişle, mahrem alanda yaşanan sorunları hem milletin ar damarını çatlatacak serbestlikte konuşulmasının önüne geçilmesini hem de bu konularda -tabirim hoş görülsün- 'eşeğin' (genç neslin) aklına karpuz kabuğu düşürülmemiş olmasını kastediyorum."
Bir başka dostum ise konuya temelden bir itiraz getirdi: "Kadın menopozdan sonra cinselliğini kaybetmiyor, -üzerinden bazı duygular çekildiği için- erkekleşiyor, tabi zekâ olarak. Eğer hikmete meftun birisi ise, o erkek gibi düşünebilme yeteneği, hayatı kendine de etrafına da daha rahat bir hale getirme çabası olarak tezahür ediyor. Daha insancıl, daha merhametli ve daha korumacı oluyor. Ama eğer hodperest birisi ise, acziyetinden ve nakısasından kalmış hınç ile o güne kadar erkeğe karşı vermiş olduğu savaşı, kadınlıktan yoksun erkeksi bir zemine taşıyor. Bu yol çok daha tahripkâr ve yıkıcı. Bütün bunların temelinde, kadının, erkek karşısında hem zaafı hem de gücü olan “sevebilme” becerisinin kaybedilmesi var kanaatindeyim. Yani problem kadının artık kocasını -kadın gibi- sevebilme becerisini kaybetmesidir. Bu nedenle sorunu cinsel problem olarak değil de, “sevebilme kabiliyetinin yitimi” olarak tanımlamak daha doğru olur. Bu sorun bıkkınlık ve soğukluk olarak tezahür eder."
Bu dönemdeki kadın, erkekle cedelleşmek yerine erkeği sevse -hiç değilse kandırmayı becerebilse- (ki erkek genelde kandırılmaya razıdır) problem kalmaz. Ama sevme duyuları bozuk kadın, sorunun kendinde olduğunu fark edemez ve “o bana kendisini niye sevdirmiyor” diyerek öfkelenir. Halbuki insan, sevdiği şeyi gayr-i ihtiyari olarak öper, okşar. Bu bir bez parçası bile olsa. Bunun için yaşı geçmez insanın."
Türkiye'li dindar kesim bu konuya hiç bir çözüm getiremedi.
Muhafazakâr dindar kesimin en büyük zaafı ve acziyetinin kadına
karşı olması, bunun seküler kesim tarafından fark edilerek, dindar erkeğe karşı
aşağılama ve dalga geçme konusu edinilmesinin, son dönem dindar camianın bu
sorunu çözmede başarılı olamamasının neticesi olduğu kanaatindeyim.
Batı, serbest cinsellikle; Araplar, çok evlilik kurumu ile;
Şia, Mut’a nikâhı ile muhafazakâr kadının bu konuyu ihmal etmesine, cinsellikle
erkeği terbiye etmesine ve ona şiddet uygulamasına engel olmaya çalışır. Ehl-i
sünnet ise kadını, erkeği sokağa “cinsel olarak aç” göndermemesi konusunda[3]
sıkı sıkıya tembihleyerek sorunu çözmeye çalışır. Bu konuda kadından talep
edilenin kadın için karşılanamayacak çok ağır bir yük olmadığını düşünüyorum. (Eğer
bu çok ağır bir yük olsaydı, umumhanede çalışan bir kadının her cinsten 15 ila
25 erkeği para için ağırlaması, üstelik bunu HER GÜN yapması mümkün olmazdı. Ya
da bunu talep etmek bir şiddet olarak tanımlansaydı onlar, feminist
çevrelerce “onurlu seks işçileri” olarak
taltif edilmezlerdi.) Hanımefendilerin bir kısmı bunu anlamaya yanaşmıyor
olsalar da kadınlara çok ağır bir yük olmayan bu meselenin hal edilememesi
durumunda erkeğe çok ciddi bir yük bindiğini, tekrar hatırlatmaya gerek yok
sanırım.
Lakin son dönemin hâkim feminist ideolojisinin nikâhı,
aileyi, vefayı, sadakati, ırzı, namusu, şerefi umursamayan ve ERKEĞE başka
kadınların yolunu gösteren dili; ne yazık ki, bu camiayı takip eden son dönem muhafazakâr
kadın tarafından da taklit ediliyor. Ancak feminist muhafazakâr kadının hikmeti,
bu feminist dilin erkeğe, dışarıdaki kadını işaret ettiğini, onun yolunu
gösterdiğini fark etmeye yetmiyor.
Biz bu kelimeleri, “Vermeden almanın Allah’a mahsus”
olduğunu bilen; insanların ancak birbirlerine hizmet ederek sükûn
bulabileceklerini fark etmiş; huzurun almakta değil, vermekte olduğunu
keşfetmiş; sadakat, vefa ve uzun süreli yolculukların yol refikinin
(arkadaşının) zaaflarını kullanarak değil, zaafına örtü olarak mümkün
olabileceğini sezinlemiş, rikkat sahibi hanımefendiler için yazdık.
Değilse bencillikten başka kutsalı kalmamış, “ego, kibir ve
konforu” “teslis” edinmiş, “kendi kendime amir, kendi kendime memurum” demeyi
maharet zanneden; patron, müdür veya şefe hizmeti şeref, hayatını kendine
adayan, çocuklarının babası, belaya düştüğü her an yanında olan kocasına
hizmeti zillet gören kadına sözümüz yok. Ona ancak bir müjde verebiliriz:
Devletimiz her ilçeye "Muhteşem Huzurevleri yapıyor.”
Ne yazık ki erkeklerin konuyu, -kenar köşe sohbetlerinin
dışında- konuşmaya bile cesareti yok. Yazıyı okuttuğum bir abim; “Derdini anlatmaya korkan bir topluluktan,
bir çözüm çıkacağını beklemenin kendisi de bir problem” diyerek beni azarladı.
Bizdeki hikmet buna yetti. Allah Teala doğrusunu bilir.
Ahmet H. Çakıcı
Şaban 1442, ALANYA
Not 1: Haklı bir itirazla, “Yazının tek taraflı olduğu” iddia edilebilir. Ancak piyasada kadını anlamaya yönelik, tek taraflı “Erkekler şöyle… “ diye başlayan bir yığın yazı var. Bir de olayı erkeklerin penceresinden seyredin istedik. Biliyorsunuz onlar dertlerini kolay kolay dile getiremezler.
Not 2: “Neden bu konuyu yazıyorsun?” diyen arkadaşlara gelecek hafta “Abdestin
müstehapları” konusunu yazmayı düşünüyoruz.
Not 3: Prof. Memduh Gülmez hocanın bu konuda bir itirazı var. İtirazı ve konunun farklı bir perspektifi için şu yazıya bakılabilir. https://www.ahmethakancakici.com/2019/09/klitorisin-fonksiyonel-anatomisi-ve.html
Not 4: İlgilenenler için yazının ilk bölümü gibi düşünülebilecek “Şu Baş Belası Cinsellik” yazımız https://www.ahmethakancakici.com/2019/06/bas-belas-cinsellik-meselesi.html adresindedir.
Not 5: Yazıya yerleştiremediğim bir anımı buraya alıntılamak istiyorum.
Abdurrahman Arslan beyefendi ve Alav Alatlı hanım da "Erkekler evin misafiridir. Evin sahibi kadındır" demişti.
* Bu yazı Hertaraf Haber sitesinde Ahmet Hakan ÇAKICI / Çift Yönlü Cinsel Şiddet Kıskacında, Dindar Erkek (hertaraf.com) adresinde yayınlanmıştır.
[1] Bu
konuda bir arkadaşın uyarısı ile Whatsapp, Facebook, Instagram gibi ortamlarda
oluşturulmuş gruplar ya da telefon numaraları üzerinden işleyen devasa bir
sektörün oluştuğunu fark ettiğimde oldukça şaşırmıştım.
[2]
Sokaktan, medyadan vs. üreyen cinsel şiddet konusunu detaylandırmamayı tercih
ediyoruz. Zira bu konuda olayın farkında olmayan kimsenin kaldığını sanmıyoruz.
[3] "Üç kişi vardır ki, onların namazları
kulaklardan öte geçmez:
1) Dönünceye kadar, kaçan köle.
2) Geceyi, kocası kendisine dargın
olarak geçiren kadın.
3) Kavminin nefret ettiği
imam." [Tirmizî, Salât 266, (360)].
Erkek karısını yatağa çağırır, kadında gelmeye
yanaşmaz, erkek, öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar o kadına
lanet ederler."(bk. Buharî, Nikâh 85; Müslim, Nikâh 120-122)
2 yorum:
Eyvallah üstadım daha yenice bir dostum sırf bu yüzden 15 yıllık evliliğini bitirdi kadın 15 sene köşe bucak belim ağrıyor diye kaçmış başedemeyince kocasını boşadı ciddi bir konuyu açık yüreklilikle dile getirmişsin tebrik ederim lakin kadınlar anlamamakta ısrar ediyorlar selam ve dua ile Allah'a emanet olunuz
Kaleminize, yüreğinize sağlık efendim.
Evlenen kızlarımızın bu konuları daha düğünden önce öğrenmesi ve ona göre hazırlıklı olarak evlenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Kız annelerine burada büyük rol düşüyor tabi. Kendileri de evlilik ve ahir zamanda gerekliliği hakkında okumalar yapmalılar. Bu konuda muhterem Nureddin Yıldız hocaefendinin yazılarından çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. Rabbim ondan ve sizden razı olsun.
Yorum Gönder