Kadın Kocasını Neden Evden Atar?
Konuyu biraz takip edenler 6284 no’lu kanun çevresinde ciddi bir tartışmanın olduğunu bilirler. Gerek yürürlüğe girdiği 2012 yılından itibaren var ettiği ve sayıları her gün katlanan mağdurlar, gerek bu yasanın tam uygulanması halinde kadınlara yönelik cinayet ve şiddetin biteceğini ya da en aza ineceğini iddia eden kadın derneklerinin konu üzerindeki hassasiyeti, konuyu gündemden hemen hiç düşürmüyor.
Ancak kanaatimize göre, kanunun suiistimale çok açık olduğunu iddia eden mağdurlar ile kanunun kaldırılmasını isteyenleri “kadını dövme hürriyeti isteyen magandalar” olarak gören kesim arasında körler sağırlar diyaloğu var.
Müsaadenizle belki, bu sağırlar diyaloğunu bir miktar aşmak
mümkün olur ümidi ile birkaç kelam etmek istiyoruz. Ariflerden değilim, derdimi
kısaca anlatmayı beceremiyorum. Biraz dolanarak konuya geleceğim, okuduklarınız hoşunuza gitmese de sabretmenizi
istirham ediyorum.
Basit Bir Nedeni Var!
Malumunuz Müslüman toplumlarda boşanma erkeğin kontrolüne
verilmiş bir sorumluluktur. Kadın kocasından, olağanüstü bir durum yoksa kendisi
direk boşanamaz[2].
Sanırım bunun basit bir sebebi var: Kadınların geneli, -özellikle
menapoz öncesi dönemde- düzensiz
periyodlar halinde yoğunlaşan duygusal gelgitler yaşıyorlar. Bu gelgitler bazen
o kadar birbirine yakın oluyor ki, hanımefendi kelimenin öncesinde bulutlar
üzerinde dolanırken bir an sonrasında ruhunun karanlık dehlizlerinde
kaybolabiliyor. Bir kelime ile her şey Cennet iken, bir dakika sonra ortalık pekâlâ
Cehenneme dönebiliyor. Bir an önce tamamen meyus (ümitsiz) iken bir an sonra dünyanın
en mes’ut hanımı olarak kendini hissedebiliyor. Bu yüzden bir hafta önce “soğudum,
nefret ediyorum” dediği adama 1 hafta sonra yeniden âşık olabilmeleri veya bir
ay içinde 3 sefer boşanma 4 sefer devam etme kararı alabilmeleri çok da şaşırtıcı
gelmez insanlara. (Elbette herkes için değil.)
Erkeklerde durum böyle değildir, son kararı vermekte ya da
bir karar açıklamakta oldukça zorlanırlar ancak eğer “bitti” kararını vermeyi
becerebilmişlerse genelde geriye dönüşleri yoktur. Deneseler bile büyük
ihtimalle işe yaramayacaktır.
Sanırım bu hanımların ayrıntıya/parçaya odaklanabilme yetileri
ile birlikte gelen arzu edilmeyen bir yan etki. Parça bozuksa, her şey bozuk;
parça düzelmişse her şey harika. Hâlbuki ayrıntıyı görme becerisi hiç iyi
olmasa da, geneli, ekstra bir çabaya gerek duymadan çok daha rahat görebilen (çok
boyutlu düşünebilen) erkekler ekseriyetle ne bir kelime duyarak göklere çıkar,
ne hatırlanmayan bir gün, alınmayan bir hediye, edilmeyen bir kelime ile
yerlere serilirler.
(Ne yazık ki, parçayı erkekten çok daha iyi gördüğünü fark
eden bazı hanımefendilerin ve geneli kadınlardan çok daha rahat gördüğünü fark
eden bazı beyefendilerin, kendindeki eksik parçayı fark etmeden ya da o parçayı
önemsizleştirerek kendini üstün görmesi, diğerini aşağılaması sık karşılaşılan
bir durumdur.)
Her şeyi ve herkesi aynileştirmeyi, tek tipleştirmeyi bir takıntı,
bir tutku haline getirmiş, herkesi aynı kulvarda koşturmayı eşitlik ve maharet
sayan Batılı düşünce biçimi bu durumu hesap etmediğinden olsa gerek sonuçları
ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Mesela günümüz İngiltere’sinde, üst düzey
eğitim almış kesimde (yani karar verdiği
an hızlıca boşanma imkânına sahip kesimde) boşanma davalarının %90’ı kadınlar
tarafından açılır.[3] Ancak
kadınların erkeklere oranla kurulu düzenlerini daha kolay yıkabilme eğilimleri
sadece modern toplumlara özgü bir durum değildir. Mesela İran, Mısır ve Osmanlı
gibi geleneksel İslam toplumlarda dahi resmi evraka yansıyan boşanma
taleplerinin %45-55 kadarı – boşanma hakkı erkeğin olmasına rağmen- kadınlar
tarafından talep edildiği istatistiklere yansımıştır[4].
Hülasası genelde boşanan kadındır, erkek değil[5].
Bizim de gözlemimiz enteresan biçimde erkeğe verilmiş boşanma hakkının toplumsal
bir denge kuruyor olması yönünde. Bunu delillendirebilmek için şöyle bir örnekten
hareket edebileceğimizi düşünüyorum.
Az önce İslam toplumlarında boşama hakkı erkektedir, demiştik. 1400 yıldır erkek
hem evin reisi olmasına, hem dilediği zaman kadını boşama HAKKI olmasına rağmen
evden atılmış, kapı önüne konulmuş kadın sayısı (eğer ortada namus meselesi veya
ciddi bir ruhi problem yoksa) neredeyse yok gibidir. Bu yüzden kocası
tarafından evden atılmış kadınlar zümresi hiçbir Müslüman toplumda
oluşmamıştır.
Ancak dikkat edin Türkiye’de kadına erkeği kapı önüne koyma yetisi
verildiği andan itibaren, kadının kapı önüne koyduğu erkek sayısı sadece birkaç
yılda yüzbinleri geçmiştir[6].
(Tekrar eden vakalarla beraber 2015-2019 yılları arasında toplam uzaklaştırma
kararı alınmış erkek sayısı 1 milyon 957 bin 523.)
Kadınlar kocalarını
neden evden atıyorlar?
Burada durup meselenin biraz daha derinine inmeyi deneyelim:
Eğer “kim kimin adımlarına uyacak?” mücadelesinde iki taraf
da başarılı olamamışsa, kavga ve birbirini hırpalayarak teslim alma
mücadelesinin on yıllarca sürebildiği tecrübe ile sabittir.
Taraflardan birinin diğerini kendisine ram edemediği, uzayıp
giden liderlik için cedelleşme sürecine girmeden önce, “kardeş kavgalarına”
çözüm önerisinde bulunan Psikolog Danışman Pınar Akdemir Gandur’un sayfasından yapacağım bir kaç alıntıyı girmek
istiyorum[7].
ÇOCUKLAR
KAVGA ETTİĞİ ZAMAN NELER YAPMALIYIZ?
- Birbirlerine ya da
çevrelerine zarar vermedikçe, çocuklarınızın kavgalarına karışmayın. Durum
çıkmaza girerse, öncelikle onların da birey olduklarını ve öfkelenebileceklerini
kabul edin.
- Dikkatinizi hemen, sorun
yaratan çocuğa yöneltmemeli, zarar gören çocukla ilgilenip, onu “mağdur,
ezilen” olarak nitelendirmemeli.
- Anne babalar genellikle
küçüğü korumak, büyükten anlayış göstermesini istemek gibi yanlış bir
yaklaşımda bulunurlar. Küçük de bunu kullanarak en ufak bir
anlaşmazlıkta basar çığlığı : “Anne ağabeyim (ablam) bana vurdu!” Anne de
büyüğe bağırır: “Sana kaç defa kardeşine vurma dedim. Büyüksün biraz anlayış
göster!” Genellikle küçük çocuk büyükle yarış halindedir, onun buyruğu altına
girmek istemez. Büyüğe güç
yetiremediğinde ezilmişlik rolü oynayarak anne veya babayı yardıma
çağırır. Destek bulduğu zaman
kavgayı kızıştırmaktan geri durmaz. Hâlbuki anne ve babanın arka çıkmadığını
gören haksız taraf, diğeri ile anlaşma yoluna gidecektir.
- Çocukların aralarındaki hakem olmayın. Çocuklar, anne-babalarının
kavgalarına karışmasında onların diğer tarafı tuttuklarını düşünürler. Bu da
rekabetin artmasından başka işe yaramaz. Kavgayı kimin başlattığıyla
ilgilenmeyin. Bunu öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına yol
açar. Kim başlatırsa başlatsın
sonuçlarına birlikte katlanmaları gerektiğini hatırlatın.
- Çocuklarınızı dikkatle dinleyin ve onlara geri bildirim verin.
Onların sorunlarını çözebileceklerine emin olduğunuzu, onlara güvendiğinizi
söyleyip odadan ayrılın. Kendi başlarına
bir çözüm bulamazlarsa, bulmalarına yardım edin. Eğer birbirlerini
incitiyorlarsa, “çok öfkeli olduğunuz belli” diyerek onları ayrı odalara
yönlendirip, bu konuyu daha sonra konuşabileceğinizi söyleyebilirsiniz.
- …Kardeşler arasında
kıskançlık hissettiğinizde onları birbirinden uzaklaştıracak değil,
yakınlaştıracak ortamlar yaratın.
Metne dikkat edilirse çocukların, “insanlığın” yeryüzüne
indirilip iki kişinin bir araya geldiği ilk andan itibaren cevabını aradığı
sorunun, cevabını aramakta oldukları fark edilecektir: “Benim ve senin
sınırların ne?”
Psikolog hanımefendi de özet olarak birbirlerine fiziksel
zarar vermedikleri sürece “birbirlerinin sınırlarını öğrenebilmeleri ve
birbirlerini sorunsuz nasıl idare edebileceklerini keşfedebilmeleri için”
mümkün olduğunca çocuklara müdahale edilmemesi gerektiğini bize söylüyor. Zira
müdahaleler, uyumu ve dengeyi bozacağından ya da müdahalede taraf olunanın
diğerinin sınırlarını aşarak ona zulmetmesine alet olunacağından zarar verici
olabilir. Bu da hem kavga ve çatışmanın uzayıp gitmesine hem de şiddetlenmesine
neden olup düşmanlığı körüklemekten başka bir işe yaramayacaktır, demeye
çalışıyor, sanırım.
Muhtemelen çocuklar için bu tavsiyelerin gayet makul olduğunu
hemen herkes kabul edecektir. Ancak bu makul öğütler karı koca kavgalarına
geldiğinde bir anda yok olup, gözlerden kayboluyor.
Tam aksine kadına dilediği an erkeği, devlet yardımı ile
cezalandırabilme yetisi veren 6284’nolu kanun tam da bu psikolog hanımın
kurmaya çalıştığı dengeye saldırıyor ve karı koca arasında yapılmaması gereken
ne varsa onu yapıyor. Önyargılı olduğu için, peşinen fiziksel olarak zayıf olan
kadının haklı olduğunu, diğerinin zalim olduğunu; (ilk an için bile olsa) kadının
ne söylerse doğru, erkeğin ne söylerse yalan olduğunu düşünüyor. Erkeği
cezalandırmak için oldukça hevesli, diğerinin kusurunu görmemek için dikkati
dağınık; birine pozitif ayrımcılık, diğerine negatif ayrımcılık uygulamayı
adalet sanıyor; birinin araya girerek uzlaşmacılık yapmasına, dengeyi
bulmasına, öğüt vermesine bile müsaade
etmiyor. Çiftlerin arasında sevgi ve yakınlaşmayı yeniden kurmaya değil,
olabildiğince hızlı şekilde onları birbirlerinden uzaklaştırmayı hedefliyor.
Kanaatimizce ilahi müdahalenin, PSİKOLOJİK olarak daha güçlü
olan kadına karşılık evin reisliğini “kavvam olan erkektir[8]”
diyerek erkeğe vermesi, DENGENİN Kurulacağı zamana kadar, belki de onlarca yıl
sürebilecek boş bir boğuşmadan iki tarafı da kurtarmak ve onlara zaman kazandırmak
içindir. (Dikkat edersiniz, erkek kavvam
olsa da eve huzur, kadın isterse gelir, kadın istemezse gider. Arapların “Beyt'’ur
Rab-Evin Rabbi” dedikleri kadının böyle bir gücü vardır, erkeğin böyle bir gücü
yoktur. Bu anlamda erkeğin kavvamlığı, psikolojik olarak daha güçlü olan kadına
karşı evdeki dengeyi sağlar.)
Denge ancak böyle sağlanır çünkü kadın, geneli görmekte
hayli zorlanıp, gördüğü hatalı parçayı düzeltmek için SIK SIK tavır alıp
(güncel deyim ile triplere girip) ortalığı birbirine katabilirken, genele daha hâkim
olan erkek, -baş edemeyeceğini bildiği- kadını her kararında hesap etmek
zorunda olduğunu bilir.
Bu durum başka bir açıdan da önemlidir: Kadınlar, kolayca
ortalığı birbirine katabildikleri hızla ortalığı toparlayabilme yeteneğine de sahiptirler.
Bir sürü laf söyleyip problem yaşadıkları hemcinsleri ile birkaç saat sonra
oturup rahatça karşılıklı ağlaşabilirler. Bu nedenle gerilimden erkeklerin çekindikleri
kadar çekinmezler. Erkekler çekinir çünkü böyle bir yetenek erkeklerde yoktur. Onlar
birbirleri ile –eğer arada karşılanamayacak bir güç farkı yoksa- çatışmamak
için alabildiğine kenar gezerler. Hatta bir adres aradıklarında, basit bir
yardıma ihtiyaçları olduğunda bile -çatışmadan
kaçma içgüdülerinden gelen bir itiraz nedeniyle- birine yol sormak, birinden
yardım istemek bile onlar için zordur. Ama eğer çatışma kaçınılmazsa genelde
çok serttir ve büyük oranda erkekler arası yaralar iyileşmez.
Beysiz Arı Kovanı
2002 yılında Türk Medeni Kanunu’nda yapılan değişiklik ile
kadına ve erkeğe eşitlik adı altında “aile reisi” kavramı tanımsız kılınarak, aile
“reissiz” kılındı. Ailede yönetici/kavvam kavramı reddedilirken doğal olarak
çiftlerin aile içi sorumluluk tanımları da reddedilmiş oldu. Ama sonuçta
feminist çevrelerin beklediği gibi “sevgi ve eşitlik” ortamı kurulmadı. Aksine geleneğin
taraflara tanımladığı sorumluluk tanımlarının dağıtılması ile çiftler sadece
kendi sorumluluk alanlarını bilemez hale gelmedi; karşıdan neyi, nereye kadar
talep edebileceğini de bilemez hale geldi.
Bu noktada şu soruyu sormak gerektiğini düşünüyorum:
Yeryüzünde bünyesinde bulunanların sorumluluklarını
tanımlamamış, lideri belli olmayan ve uzun süre ayakta durabilen herhangi
bir kurum var mı?
Mesela bunu toplumuna zorlayan devlet ya da küresel yapılar kendi kurumlarını
bir amir, yönetici, müdür vs. tayin etmeden, kimsenin sorumluluk alanını
belirlemeden, dileyen dilediği işi yapsın, dilemeyen dilemediği işi yapmasın;
yapılacak işler beraber düşünülerek gönüllülük esasına göre, anlaşarak,
sevgiyle yapılsın diyerek işleri neden yönetmiyorlar? Sanırım hiçbir kurumun
uzun süre böyle yönetilemeyeceği, iflas etmeye mahkûm olacağı bilindiği
içindir. Zira insanın şehvetine seslenen işlere meyli olduğu kadar kendisine
sıkıntı ve yük veren işlerden de uzak kalmaya da meyli vardır. Bulunduğu yerde
önde olmak, önder olmak, sözünün dinlenilmesini istemek, her şeyi kontrol
etmeye çalışmak, gücünün yettiğine tahakküm etmek, zulme, rahata, konfora, menfaate
ve övgüyü (yüceltilmeyi) şahsı üzerinde toplamaya meyli ve zaafı hep vardı. Var
olmaya da devam edecek.
Eğer sorumluluklar ve hadler üst bir merci tarafından tayin edilmiyor ve
dağıtılamıyorsa hayvani içgüdülerin devreye girmesi kaçınılmazdır; doğal olarak
sınırların ÇATIŞARAK hatta savaşarak belirlenmesi gerekecektir.
Dikkat edilirse gerek
nafaka, gerek tazminat, gerek 6284’nolu kanundan faydalanmak için kadına
tanımlanmış hiçbir sorumluk yok. Sadece erkeğe attırılmış imza, bunlara
kanunlar önünde hak kazanmasına yetiyor. ( Yeryüzünde sorunsuz hiçbir
evlilik olamayacağını hesap edersek basiret sahibi ve insani kaygıları yüksek hanım
efendilerin, evliliklerini devam ettirebilmeleri kanunlarla kendilerine teklif edilen rüşvetlere el uzatmamaları,
bunlara tenezzül etmemeleri iledir, diye düşünüyoruz.)
Bu yüzden eğer eşler sorumluluklarını bilmiyorlarsa ve “son
kelimeyi kim söyleyecek” sorusunun cevabı ilk anda verilmemişse taraflar, ringe
davet edilmişler demektir.
Ring
Eğer kadının kendi parası varsa ve erkek, pazularını kullan(a)mıyorsa
–çevrede kadını tehdit edebilecek bir başka “ADAY” kadın da yoksa- erkek, ya
kadına teslim olmak ya da kadınla bitmeyecek ve kazanma ihtimali olmayan bir psikolojik
cedeli göze almak zorunda kalır. (Üçüncü bir yolda kahvehanelerdir.
Kahvehanelerin pekâlâ evdeki iktidar mücadelesinden yılmış, evlerine sığınamayan
erkeklerin sığınma evleri olarak tanımlanabileceği kanaatindeyiz.)
Kadının ise erkek
karşısında pek çok gücü vardır:
Mesela aynı kelimeleri binlerce sefer tekrarlayabilecek azmi,
aynı olayları yüzlerce sefer hatırlatabilecek sabrı, erkeğin hiç fark
etmeyeceği/edemeyeceği fark etse bile kolayca unutacağı ayrıntıları yakalayıp
biriktirebilecek geniş ve derin bir hafızası ve aklının ve tecrübelerinin önüne
geçirebildiği “duygusal” zekâsı gibi. (Bunları küçümseyecek olanlara, bu
yöntemlerin tamamının Psikoloik Harp Tekniği olarak modern zamanların silahsız
savaşlarında, özellikle de medyada da kullanıldığını hatırlatmak isterim.)
Mesela erkekler, bir konuyu en fazla 2-3 sefer konuşabilir
daha fazlasını dinliyormuş numarası ile geçiştirmeye çalışırlar. Ancak
hanımefendiler aynı konuyu defalarca aynı hatta yenilenen bir heyecan veya öfke
ile kazdıkça fark edilen yeni yeni ayrıntılarla konuşabilirler. Hâlbuki tekrar
eden kelimeler erkek için şiddettir. (Çevredeki herhangi birine aynı kelimeleri
5-10 kez tekrar ederek bunu test etmek mümkündür.) Erkek kendi annesi ile
telefon konuşmasını 1-2 dakika bile sürdüremezken, gelin hanımın sevmediği
kaynanası ile bile aynı konuları defalarca konuşmak suretiyle 1-2 saat sohbet
edebilmesi de sanırım bu konu ile ilintilidir.
Mesela bir erkek, yaptığı bir eylemin huzursuzluğa neden
olduğunu ikinci veya üçüncü seferde anlayıp kaçınabilirken, hanımefendiler
duyguları devreye girdiğinde onlarca sefer yaptıkları sorun çıkaran hamleyi yeniden
tekrarlayabilir. (Sürekli tekrar eden, çatışma üreten duygusal çıkışları
“öğrenememe becerisi/yeteneği” diye tanımlayabileceğimizi düşünüyorum.
Özellikle erkeği yıldıran ve teslim olmaya zorlayan beceri de budur sanırım.)
Mesela kadının, her erkeğin -yalandan olduğunu bilse dahi-
kendini teslim etmeye hazır olduğu işvesi, cilvesi yani kadınlığı vardır, erkeği
terbiye edebileceği. (Feminist hareketlerin, kadının belki de en etkili, en
sorunsuz, en temiz gücü olan KADINLIĞINI kocasına karşı kullanmasını aşağılarken,
dışardaki erkeklere karşı kadınlığını sergilemesini özgürlük olarak propaganda
etmesi ya da kadınsılığını koruyan evcimen kadının aşağılanıp ERKEKSİ olmaya,
erkekleri taklid etmeye zorlanması, yani kadının, kadınlığının öldürülmesi,
baskılanması meselesi ayrı bir başlık altında konuşulmalıdır kanaatindeyiz.)
Mesela CİNSELLİĞİ vardır kadının, erkeği terbiye edebileceği.
Sağlıklı erkeklerin kadınlardan çok daha sık periyodlarla, daha şiddetli
hissettikleri cinsellik ihtiyacı, TEK EŞLİ toplumlarda kadının mahrum bırakmak
suretiyle “ehl-i namus” erkeği terbiye etmek, “Burada patron benim” demek için
sıklıkla kullanabildiği bir terbiye yöntemidir[13].
Eğer bu yöntemler işe yaramazsa, erkeği başkalarının önünde
küçük düşürerek (REZİL ederek) terbiye etmeye çalışmak da kadınların
kullanabildiği terbiye yöntemlerindendir. Zira kadınlar erkeklere oranla çok
daha kolaylıkla meselelerine çevreyi dâhil edebilir ya da dışardan yardım isteyebilirler.
Erkekler, kadınların erkeklik onurlarını (şahıslarına olan
saygılarını) ailelerinin, komşularının, arkadaşlarının, çocuklarının vs. önünde
küçük düşürmesinden, aşağılamasından, rezil ve rüsvay etmesinden çok korkarlar.
İhtimaldir ki,-aile danışmanı arkadaşların da gayet iyi bildikleri gibi- kadınlar
erkeklerdeki bu korkuyu içgüdüsel olarak hissettiklerinden, “anlatmaya” daha
meraklıdırlar. Erkekler ise çoğunlukla dillerinin altındaki baklayı zor
çıkarırlar. Genelde görüşmelerden hanımlar akıllarında olmayanları da konuşmuş
olarak çıkarken erkekler ise daha söylenmemiş pek çok şeyle.
(Belki de ayet-i kerimede, “Kadınların hayırlıları mahremlerini koruyanlardır” denilmesi
kadının anlatma dolayısı ile erkeği açığa düşürme hevesine yönelik bir ikazdır[14].)
Kanaatimize göre, erkeğin
suskunluğunun ardında, içgüdüsel olarak kadının başarısızlığından dahi KENDİNİ
sorumlu hissetmesi, kadının çokça şikâyet etmesinin bilinçaltında ise kendi
başarısızlığını bile ERKEĞİN başarısızlığı olarak kabul etmesinin etkisi
vardır. Zira insanoğlu kendi ayıbını konuşmaya ne kadar isteksizse
başkalarının ayıplarını konuşmaya da o kadar heveslidirler.
Dikkat edilirse kadın da erkek de, ERKEĞİ sigaya çeker. Eğer
dışarıdan meseleye müdahil olunursa diğer erkek ve kadınlarda da ÖNCELİKLİ olarak
erkeği sigaya çekme eğilimi vardır. Çünkü yönetici sorumludur ya da sorumlu
olan yöneticidir, hesap ona sorulur. Her ne kadar dili ve aklı farklı işliyor
olsa da fıtraten, bilinçaltında erkek de kadın da “sorumluluğun erkekte olması gerektiği”
içgüdüsü ile hareket eder. Feminist
hareketlerin tüm sorunların sorumlusu olarak erkeği görüyor olmalarının sebebi
de sanırım bu içgüdüdür: “Benim” sorunlarım var ve bu sorunları çözmesi gereken
ERKEKTİR, eğer sorun çözülmüyorsa hesabı da erkekten sorulmalıdır,
demektedirler.
Yani alt bilinç (içgüdü), üst bilince(bilgi) galip gelmektedir.
Fıtrat, tüm feminist literatüre meydan okuyarak sorumlu olan, sorun çözmesi, etmesi
eylemesi, kavga etmesi, savaşması, tedbir alması, hesap vermesi, çileyi
çekmesi, sıkıntıyı göğüslemesi kısaca yönetmesi gereken “erkektir”, onun hesap
vermesi gerekir, demektedir.
Boşanmayı Düşünen
Kadın Kocayı Uzaklaştırmaz, Direk Mahkemeye Gider.
Benim kanaatimdir. Eğer bir hanımefendi aile içindeki
mücadeleyi dışarıya taşımış ve “Bizim sorunlarımız var. Bize yardım edin“
diyorsa, genelde, "Yöntemlerim işe yaramıyor. Kocamı, istediğim şekilde
terbiye etmeme yardım edin" diyordur. Eğer kadın boşanmayı gerçekten
düşünüyorsa, YANİ erkeği kendine layık görmüyorsa, soğumuşsa bu işlerle hiç
uğraşmıyor, direk mahkemeye koşuyor. (Avukatların
yönlendirmesi ile kanundaki boşlukları suiistimal ederek boşanma aşamasındaki
kadınların dava dosyasına uzaklaştırma kaydı düşürerek boşanmada avantaj sağlamak
amacıyla HİLELİ uzaklaştırma kararı aldırmaları hariç.)
Eğer aynı şeyi erkek söylüyorsa; genelde, "Karım
cinsellik meselesi üzerinden beni terbiye etmeye çalışıyor. Bu konuda bana
yardım edin” diyordur. (Elbette istisnalar var.)
Buraya kadar anormal bir durum yok. Eğer çiftlerden herhangi
biri diğerine ram olmayı kabul ederse bir şekilde denge kurulur: Bu denge elbette
ki mükemmel bir denge olmayacaktır. Zira insan mükemmeli var edemez. Ancak
acısı tatlısı ile her iki taraf ve çocuklar için hatta büyükler ve özürlüler
için ortada sığınacak bir yuvanın varlığından söz edilebilir.
Ancak taraflardan birinin diğerine teslim olmayı reddettiği,
iki tarafından da baskın mizaçlı olduğu durumda uzayıp gidecek olan birbirini
terbiye etme sürecinin ya da psikolojik savaşın yuvayı yıkılma aşamasına getirmesi
de olasıdır.
Müslümanların Teklifi
Farklı
İslam toplumları bu tür durumlarda kadına ve erkeğe
“ailelerinden güvenilir, hal bilir, hikmet sahibi, sır tutabilen, iki tarafın
da saygı duyduğu, iki tarafa da sözünü dinletebilecek, iki tarafın da
menfaatini kollayabilecek” birilerini araya sokmalarını tavsiye ediyor[15].
İki tarafı da iyi tanıyan hikmet sahiplerinin sorumluluğu,
kadın ve erkek arasındaki dengeyi dağıtmadan, meseleyi çıkmaz sokaklardan uzak
tutarak, çocukları perişan etmeden, çocukların ebeveynlerden birine düşmanlaşacağı,
taraflardan herhangi birinin öfke ile kendini veya karşı tarafı rüsvay duruma
düşüreceği boyutlara gelmesine müsaade etmeden sıkıntıyı çözmeye, aradaki denge
ve ülfeti yeniden inşa etmeye çalışmaktır. Olmazsa en uygun şekilde, mümkün
olan en az zararla ve en hızlı biçimde ayrılmayı sağlamaktır.
Dikkat edilirse bu insanların
pozisyonu, kadın ve erkek arasındaki sorundan
ve sorunun uzamasından menfaat temin eden avukatlar, uzmanlar ve aile
danışmanlarından farklıdır.
Devlet İşe Karışınca
Denge Dağılıyor
Ancak 6284’nolu kanunla çiftlerin arasına bir aracının
girmesinin yasaklanması, çiftlerin birbirlerini terbiye etme sürecinde arada
uzlaştırıcı süspansiyon görevi görebilecek yapının zeminini yok eder.
Bu noktada hatırlatmak isteriz ki, insanlar ömürleri boyunca
onlarca sefer evlenip boşanmazlar. Yani sorunları nasıl çözebileceklerine dair
birikmiş tecrübeleri yoktur. Çoğunlukla kızgınlığın, öfkenin, benim dediğim
nasıl olmaz, benim kıymetim nasıl bilinmez” inadına ya da avukatların yol
göstermesine teslim olmak zorunda kalırlar.
Yani karı kocanın iki ucunu bira araya getirmekte zorlandıkları
terazinin bir kâsesine olduğu gibi abanarak elde kalan dengeyi tarumar etmesi
için kadına rüşvet veriyorlar.
Zira görebildiğimiz kadarı ile kadının genelde kocasını şikâyetle
evden uzaklaştırması, “erkeğin terbiye olarak eve geri dönmesi”, dersini alması
ya da “pişman olup ayaklarına kapanıp özür dilemesi” beklentisi ile birlikte yürüyor. (Bu
beklentinin, boşanmak için mahkemeye giden bazı hanımlarda son anda bile hala
devam ediyor olması ilginçtir.) Daha önce söylemiştik zira kadın eğer erkekten
soğumuşsa ve boşanmayı kafasına koymuşsa erkeği geçici bir süre evden
uzaklaştırmayı düşünmüyor, direk hâkimin önüne koşuyor.
Eğer gerçekten kendi ya da çocuklarının hayatı için endişe içinde
ise evde oturup uzaklaştırma kararı aldırarak iyice öfkelendirdiği erkeğin
“açık hedefi” olmayı da beklemiyor, kendisi bulunduğu yeri terk ediyor.
Kanaatimize göre burada
sorun şu; kadınlar, kendilerinde olan onlarca sefer bozuştuğu kaynanası,
eltisi ya da iş arkadaşları ile ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi ilişki
kurabilme yeteneğinin erkekte olmadığını genelde bilmiyor. Çocuklarının önünde,
komşularının, akrabalarının, dostlarının hatta anne babasının önünde evden
atılan onuru, gururu, izzeti ayaklar altına alınmış erkek geri dönemiyor. Zira erkek fıtratı -Anadolu’daki bir tabir
ile- asa gibidir, kıvrılmayı bilmez. Kıvrılamaz. Bu becerisi yoktur, esnek
değildir. (Nitekim bizim kanaatimizdir, Talak Suresinde, boşanması tamamlanmış
çiftlerden KADIN’ın başka bir erkekle evlenmedikçe eski kocası ile evliliğe
dönememesi aynı şartın erkek için koşulmaması kadındaki esneme ve değişebilme
kabiliyetine bir vurgu gibi okunabilir. Erkek genelde değişmez. Değişemez. Kaç
kez evlenirse evlensin aynı şahıstır. Ancak zamanın ezmesi ile derenin içinde
sürüklenen taşlar gibi hatları yumuşar, sivrilikleri törpülenir.)
Erkek, Kadına Teslim Olursa
Sorun Bitmez, Çoğalır!
Ancak, varsayalım ki erkek kadından özür dileyip, kadının
istediği gibi terbiye olmayı kabul edip eve dönmüş olsa, yine de sorun çözülmeyecektir.
Çünkü kadın fıtratı, erkeğini PRESTIJ
nesnesi olarak görür. Onunla statü atlamak ister.
Bu nedenle kendisinden boyca, kiloca bile olsa altta gördüğü
erkeği beğenmez. (Mesela doktor bir beyefendi, evlenmek için liseli hanımlara
bakabilirken, aynı konumdaki bir hanımefendinin adaylarının üniversiteli olması
yetmez doktorluk ya da daha üst bir statüde olması gerekir.) Çünkü maddi olarak
da, soy olarak da, eğitim olarak da, statü olarak da, zekâ olarak da, gelir
olarak da kendisinden daha yüksekte değilse erkeği kendine layık görmez. “Bu benim
kadar bile değil, ‘Nasıl bana koca olacak?’” diyerek erkeği aşağılar.
Yani kadın için sevgi ve saygı, erkeği yendiği an biter.
Kadın kendinden aşağı gördüğü, parantez içinde “Ezik” erkeğe ancak acır ya da
merhamet duyar; YAR olmayı düşünmez de kabullenemez de.
Bu nedenle erkekler, kendilerinden daha zeki olduğunu
düşündükleri kadınlardan kaçarlarken, kadınlar kendilerinden daha zeki
görmedikleri erkeklere iltifat ve itibar etmezler.
Dikkat ederseniz
erkek, kendine ram olacak kadını, kadın ise ram olabileceği erkeği kendine
yakıştırıyor. Bu nedenle olsa gerek genelde, aldatan erkekler, kadınlarına
karşı vicdan azabı ve merhamet halindeyken; aldatan kadınlar, tam tersine aldattıkları
kocalarına karşı daha zalim ve aşağılamaya meyilli oluyorlar. (Eğer koca
karısına âdeti olmadığı üzere hediyeler, çiçekler almaya, iltifatlar etmeye
başlamışsa şüphelenmenin zamanı gelmiştir, denilmesi sanırım bundandır.)
Ancak erkek için sorun burada bitmiyor: Boşanan kadın bu
sefer kocasını, velayeti sorgusuz sualsiz her şart altında anneye verilen
çocuğun üzerinden terbiye etme ya da cezalandırma gayretine girişiyor. Bu
noktada kadının çocuklarını babalarından soğutma (Ebeveyne Yabancılaştırma
Sendromu) sürecinde de kolayca manipüle edilebilen 6284’nolu kanun oldukça iş
görebiliyor. Ne de olsa kadının çocuğu babasından kaçırması ya da
yabancılaştırması bir suç olarak tanımlanmamışken, kadının “bu adam beni tehdit
etti, ters baktı, elinde bişi gösterdi” demesi bazen adamın aylarca uzaklaştırılabilmesine
sebep olarak görülebiliyor.
Tabi, dolaylı olarak
nüfus artışını da kontrol altına almış oluyor.
Nitekim bu politikaların işe yaramadığı söylenemez.
Avrupa’da evlenmek isteyip, evlenemese de fıtratın çağrısının peşine düşüp en
azından bir çocuk sahibi olmak isteyen ancak hiçbir erkeği imza atmaya razı
edemediği için sperm bankalarının yolunu tutan kadınların sayısının artık
yüzbinlerle anılıyor olması[17]
ve diğer taraftan Avrupa’da doğurganlık hızının en hızlı düşen ülkesinin
Türkiye olması[18]
getirilen düzenlemelerin ne kadar etkili olduğuna ve “Kanunlar üzerinden toplumların
dizayn edilmesinde” ne kadar başarılı olunabileceğine dair ciddi örnekler
olduğu kanaatindeyiz.
Ancak bu işin toplum tarafından hissedilmekte zorlanılan bir tarafı daha var.
![]() |
![]() |
Bu bir DİN dayatması
Seküler akılcılık(rasyonalite),
insan aklının mükemmeli yakalayabileceğine inanır. Aslında akla duyulan bu
hayranlık ve ilerleme mitinin karışımı, Batı düşüncesinin sarhoş eden bir
kendini yüceltme kokteylidir. Herhangi
bir kanıtı yoktur. Bütün gerçekliğini ve gücünü Batının üstünlüğüne olan radikal/köktendinci
bir inançtan alır.
Bu inanç, cüretkâr hadsizliği ile insanlığın sonunu getirmekte olan Post-insan’ın dinidir. [20]
Geçmişte Hristiyan Katolik mezhebi kutsallarını,
önceliklerini, tercih ve nehiylerini kiliseler üzerinden toplumlarına dayatmıştı.
Aydınlanma sonrası ise topluma din dayatma misyonunu kiliselerin elinden alan sermaye,
devletler üzerinden bu yetkiyi, maaşlandırdıkları uzmanlar ve bilim adamlarına verdiler.
1930’larla başlayıp 2000’li yıllara gelinen süreçte tamamen küresel medyanın eline
geçen din dayatma yetisinin odağı, Ortaçağ’da kilise ve papalık iken, günümüzde
büyük sermaye ile bağlantılı üniversiteler ve devletleri aşan küresel ölçekli
kuruluşlara kaydı.
Bu Dinin Akidesini Biraz
Tarif Etmeye Çalışalım
Batının evrimi esas alan ve kendini, dünyanın merkezine
koyup evrimsel olarak gelmiş geçmiş en gelişmiş insan modeli olarak gören
anlayışı, yalnız TANRI’yı değil, insani sıfatları, ahlakı ve ahlaktan türeyen tüm
diğer değerleri (aile dâhil) son kullanma tarihi geçmiş uygarlıkların, terk
edilmesi gereken, köhne artıkları olarak tanımlıyor. Dolayısı ile şu an içinde bulunduğu
seküler düşüncenin hayat nizamını, ürettiği bilgiyi ve tercihleri, “en ileri”, mutlak,
tartışılmaz gerçekler olarak sunarken; geçmişte aşağılanmış, sapıkça ve iğrenç görülen
filleri, -ahlakı tersyüz ederek- “özgürleştirme” adına kutsuyor.
Ahlakın Tersyüz Edilmesi:
Tanrının Şeytanlaştırılması, Şeytanın Tanrılaştırılması
Mesela LGBTTİQ+ çevrelerin yılda bir yapmış oldukları
yürüyüşün isminin ONUR YÜRÜYÜŞÜ olması, FEMEN Örgütünün soyunarak eylem yapıyor olması ve çıplak
göğüslerini “silah” olarak tanımlaması gibi eylemler ahlakın ters yüz edilmesi
yönünde hamleler olarak görülebilir[21]. Zira çıplak
göğüslerle vurulabilecek tek hedef sanırım AHLAK’tır.
Bu
tartışma, “İnsan , Tanrının yeryüzünde gölgesi, eşref-i mahlukat mıdır yoksa
sadece diğerlerinden biraz daha gelişmiş düşünebilen, alet yapabilen,
konuşabilen ve tecrübe biriktirebilen bir HAYVAN mıdır tartışmasına gelip dayanır.
Ve tartışmayı “İnsana asalet verecek Tanrı
diye bişi yok, sadece gelişmiş bir
hayvanız” diye neticelendirir.
Batının geldiği bu, Post-Modern Seküler nokta, Ahlakı,
erdemleri ve “insaniyeti” yok eden süreçleri (Nietzsche’nin Ahlakın Soy Kütüğü Teorisinden
hareketle) insanilikten ya da insani
tekâmül sürecinden bir sapma olarak değil, gelişmiş insanın olması, gitmesi
gereken yer olarak idealize eder. Ancak sadece kendine idealize etmekle kalmıyor,
bu ideolojiye/DİNE karşı gelişen muhalefeti ve ahlaki değerlerin ters yüz
edilmesi sürecine direnenleri baskılıyor.
Bu noktada altını çizmek gerekir ki; tüm dinler kendilerinin
“En YÜCE” öğretiye sahip olduğunun iddiasındadırlar, bu zaten olması
gerekendir. Kendine güvenmeyen bir din varlık nedenini açıklayamaz. Ancak dinlerin
ya da modern dinler olan ideolojilerin kendilerini başka toplum ya da dini
cemaatlere dayatmalarını “faşizm”
olarak tanımlayan Batı; kendi ideolojisini ya da dininin kabullerini ve
tercihlerini diğer toplumlara dayatmasını “kutsal
misyon”, “başka toplumları AYDINLATMA”, “Kurtuluşa erdirme”, “Çağdaşlaştırma”
vs. adı altında meşrulaştırır. Bu da bize Batı misyonerliğinin ve sömürgeciliğinin sonuna gelmediğimizi, Batının
“Kurtuluş Mitolojisi Misyonerliğine”
dayalı sömürgeciliğinin kılık değiştirerek devam ettiğini düşündürtüyor.
Bu noktada Batı’nın Kurtuluş Mitolojisine dayalı
misyonerliğinin “vaad edilmiş topraklar” adına Kızılderili ırkını yok ederken,
Çİnden Afrika’ya, Hindistan’dan Güney Amerika’ya kadar devasa bir coğrafyaya
büyük acılar götürdüğünü hatırlamamak elde değil. Gördüğümüz kadarı ile Batı
YENİ bir “Kurtuluş İdeolojisi” ile bizi kurtarmak istiyor.
Güçlü Kadın Tanrıya
Karşı
Post-Modern Seküler
Din, geçmişin ilkel ataerkil/patriarkal düzeni olarak gördüğü dirençli
geleneksel ve YEREL yapıları dağıtmak için “kadını” bayraklaştırıyor ve verdiği
mücadeleyi gericiliğe, geçmişin TOKSİK(zehirli) kalıntılarına karşı verilen bir
“iktidar mücadelesi” olarak tanımlıyor.
Bu, Post-Modern Seküler
Din’in ŞEYTAN’laştırılmış figürü, “özellikle kadınların, eşcinsellerin,
fahişelerin, orospuların, hayâsızların, teşhircilerin, röntgencilerin, pedofililer,
tefecilerin, bankacıların ve benzeri günahkârların dışlanmasına ve acılar
çekmesine sebep olan, aynı şekilde diğer erkek ve kadınları da cinsel baskı ve
kontrol altına alan, cinsel tatminsizliğe ve onun kaynaklık ettiği ŞİDDETİN
üremesine sebep olan “ERKEK”tir. (Elbette ki her erkek değil, AHLAK erkeği,
Andropos). Erkek, “Ahlak” denen bir uydurmalar manzumesi ile kadınlar ve
diğerleri üzerinde iktidar kurmuş, kadını ezmiş ve malı haline getirmiş, diğer
toplumsal cinsiyetleri ise tamamen yok saymıştır.
“Erkeğin” iktidarının
yıkılması, KADININ ve diğerlerinin özgürleşmesi için; şehvetin özgürleşmesi de
yeryüzünden şiddetin kalkması için önemlidir. Zira şiddetin kaynağı tatmin
edilmemiş cinsellik dürtüsüdür.
(Dikkat ederseniz “KADIN Konusu“ dönüp dolaşıp sürekli büyüklerde
ve çocuklarda şehvet serbestliğine, anormal cinsellik biçimlerine (LGBTTGİP+ ve
cinsiyetsizlik ideolojisine gelip dayanmak zorunda kalıyor.)
Erkekten kasıt, hiç
biri kadın ya da eşcinsel olmayan Peygamberlerdir. Kutsal metinlerin hiç
biri (Kur’an hariç) kadını muhatap almaz. Aslında TANRI, Erkeğin iktidarının
ismidir. Tanrı ERKEKTİR ya da ERKEK Tanrıdır. Bu anlamda özgür ve GÜÇLÜ KADIN, erkeğin/Tanrının
iktidarına meydan okumanın sembolüdür.
GÜÇLÜ KADIN[23], erkeğin iktidarının sonlanmasını temsil ederken, Erkeğin iktidarının sonlanması AHLAK denen zeminin aşılması ile mümkün olacaktır[24]. Çünkü erkeğin ürettiği “Tanrı, peygamberler, din adamları, kutsal kitaplar, dinler, gelenekler vs.” gibi iktidar araçları ancak ve ancak AHLAK zemini ile var olabilirler. Bu zemin yok edildiğinde onlar da tarihin çöplüğüne doğru savrulmak zorunda kalacaklardır. Bu noktadan bakıldığında “penisi olan KADINLAR” (translar) biyolojik kadınlardan daha kadındır. Çünkü onlar ahlaki zeminin en uyumsuz parçalarıdır. Ahlaki zemini reddederken, erkek-kadın ilişkisini de ters yüz eden radikal lezbiyenler[25] de, biyolojik kadınlar arasında en gerçek KADINLARDIR.
Diğer yandan “ahlak” ve “erdem” sahibi kadın da, her ne
kadar biyolojik olarak dişi olsa da kadın değil, toplumsal cinsiyet olarak ERKEKTİR.
Bu Post- Modern
Seküler Din Batıda, devletler, TV, sosyal medya ve ünlüler üzerinden adeta
bir beyin yıkama ritüeli olarak 3-4 yaşlarından itibaren tüm topluma
dayatılıyor[26]. Nietzsche’nin
“Tanrı’dan henüz kurtulamadık, O, dilbilgisinde yaşıyor” yol göstermesine tabi
olarak toplumun dili ile de oynanıyor[27].
Tanrı’dan geriye kalan bir zombi olan Ahlaki artıkları (ar, namus, şeref, hayâ,
mahrem, iffet vs.) silme çabası Batının bitmez “tek boyuta indirgeme” takıntısı
ile birleşince, dil de tek boyutlu cinsiyetsiz bir dile indirgeniyor. Dayatılan
bu dile karşı çıkanlar psikolojik aşağılamalara maruz kalıyor, tehdit ediliyor
hatta işlerinden atılabiliyor[28].
Bu dile sahip olmayan çalışmalar, araştırmalar -içeriği ne kadar kuvvetli
olursa olsun- büyük medyada yer alamıyor,
üniversitelerde tezler, makaleler kabul edilmiyor, dergilerde yazılar yayınlanmıyor.
Mili Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının müfredatlarından ve yayınlarından bu
kelimeler kazınarak yeni nesillerin işitmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor.
“Bunların 6284 no’lu
kanun ile ne alakası var?”
Malumunuz dinler, neyin helal, neyin haram, neyin meşru,
neyin gayr-i meşru olduğunu tanımlayan yani günlük hayatı organize eden düşünce
sistemleridir. Neyin kıymetli, neyin kıymetsiz olduğunu va’z eder, nasıl
yaşanılacağını, hangi değerler üzerinden ilişki kurulacağını öğütlerler. Onları
DİN yapan da budur.
Bu, aynı zamanda bir değerler hiyerarşisi tanımlamak
anlamına da gelir. Zira insan tercih yaparken tüm kazanımları aynı anda elde
tutamaz. Hedeflediği, ulaşmak istediği şey uğrunda bir şeyleri öncelerken aynı
anda bir şeyleri de ihmal etmek ya da görmemezlikten gelmek zorunda kalır. Tüm
dinler, inanç sistemleri hatta birey olarak insanlar bunu yapmak zorundadır.
İşe giden insanın, para ihtiyacını öncelerken özgürlük ihtiyacını ihmal etmesi
gibi.
İşte bu öncelikler sıralaması ya da göz ardı edilenler
hiyerarşisi ile dinler, kendilerini diğer dinlerden ayırt ederler.
Örnekleyelim:
- Mesela Kitabi dinler ahlak ve erdemli bireyi öncelerler. Bu
nedenle toplumda kıymetli biri olmayı “şeref”, “izzet” ve “namus” sahibi
olmakla tanımlarlar. Bu hedefe ulaşmak için de özgürlüğü ve cinselliği kısıtlarlar.
Bunu disipline edebilmek için zinayı yasaklaması, bireyin özgürlüğünün ihlal
edildiği; zinaya ceza talep etmesi ise vücut dokunulmazlığının ihlal edildiği noktadır.
Ulaşılması gereken ütopyası CENNET yani Tanrının rızasıdır. Bu hedefin önündeki
her türlü engelin kaldırılmasına odaklanır. Onay makamı Tanrı’dır.
Bu
değerleri benimsemenin, arzularından
fedakarlık etmenin, şehvetini ve diğer arızi diye tanımlanmış duygularını
mümkün olduğunca kontrol altına almış olmanın karşılığında ortaya çıkması ümid
edilen “AHLAK ve Erdem İnsanıdır” (İnsan-ı kamil).
Post-Modern Seküler
Din ise şerefi, başarı (güç/para/konfor) ya da statüde görür. Bu anlamda
Machiavelli’nin dediği gibi başarıya giden her yolu mubah saymaktan da çekinmez.
Para kazandıran (zenginlerden çalmak hariç) her yol şeref verirken bu uğurda
ahlak, ar, namus, iffet, mahrem gibi değerler, ihmal edilebilir, hatta baş
belası pozisyonuna düşer. Ahlak ve erdem talebi küfür olarak pekâlâ
değerlendirilebilir.
Ulaşılması gereken ütopyası ŞEHVET, haz, konfor ve mümkün
olduğunca ölmemektir. Hazza ve şehvete ulaşmanın her türlü yolu gibi erotizm ve
teşhirci çıplaklık normalleşir. Hatta porno bile bu toplumların olmazsa olmaz
NORMU/ normali olarak günlük hayatın içine girmiştir. “Eğitim(?)” amaçlı
tavsiye bile edilebilir. Hakeza Toplumsal Cinsiyet ideolojisi çerçevesinde
LGBTTİQ+ ‘dan pedofiliye, ensestten zoofiliye kadar her türlü HAZ biçiminin[29]
meşrulaştırılmaya çalışılıyor olması HAZ ve ŞEHVET kutsallarına (putlarına)
verilen kıymeti hissettirmeye yeterli olabilir kanaatindeyim.
Post-Modern Seküler
Dinin ürettiği ürün ise bireyselliğe, menfaate ve hazza tapan bir modeldir.
Tüm değerleri, “Sana Ne, Bana Ne” veya “Bana göre, sana göre” sloganlarında toplanabilecek
şehvet ve hazza dayalı “BENCİ”likte özetlenebilir.
“İyi insan olma” hedefi gözden kaybolmuştur. Hatta “iyi” olmak ayak bağıdır. Kanaatimize
göre “İyi kızlar Cennete, kötü kızlar
her yere gider” aforizması bu dinin ruhunu tanımlar.
Dikkat edilirse 6284 ve onun atıf yaparak kaldırılmasına
rağmen ayakta tuttuğu İstanbul Sözleşmesinin üst değeri HAZ ve ŞEHVETE
ulaşabilme özgürlüğüdür ve ahlaki değerler ihmal edilebilir değerler olarak
kabul edilir.
- Ölçünün değişmesi ve kıymet skalasının ters yüz edilmesi
ile kar hane çalışanları ve eşcinseller, “namus” meselesi sebebi ile kitabi
dinlerde kınanan öğelerken, parayı kutsayan Post-Modern
Seküler Din ise onları “seks işçisi” diyerek onurlandırır. Benzeri şekilde
velayet davalarında annenin seks işçisi ya da kar hane çalışanı olmasının
velayete engel olarak görülmemesi, aldatan kadına erkeğin tedbir nafakası
ödemeye mahkûm edilmesi gibi uygulamalar “para” karşısında ahlak/namus
meselesinin ihmal edilebilir bir pozisyona gelmesi ile ilgilidir kanaatindeyiz.[30]
Sözleşme
ve 6284, “parayı”, “para kazanmayı” (maddiyatı) tüm değerlerin üzerine koyarak,
değerler yelpazesini Post-Modern Seküler
Dine göre yeniden düzenler.
- Mesela
kitabi dinler, kendinin, kadının ve çocuğun -genel anlamda toplumun- bir ahlak
ve erdem çerçevesinde yaşatılmasının sorumluluğunu erkeğe vermişlerdir. Erkeğin
sorumluluğu evin geçimini temin etmek, özel anlamda, evin ve ev ahalisinn,
genel anlamda, yurdun/obanın emniyetini ve menfaatlerini dışarıya karşı
savunmak, geniş ailenin namusunu korumak ve çocukların ahlak ve edep üzerine
terbiyesini vermektir. Bu sorumluluklar çerçevesinde “baba”ya, evin ve ailenin
yöneticiliği/kavvamlığı payesi verilmiştir.
Ancak
gelişen robotik yapıların erkeğin gücüne ihtiyaç bırakmaması, diğer taraftan
kadının ve çocukların koruma ve güvenliğini devletlerin üstlenmesi, evin,
obanın ve yurdun savunulmasını maaşlı profesyonel örgütlerin devralması (polis, ordu, jandarma,
bekçi vs), kadının sanayiye çekilerek ücretli işçiye dönüştürülmesi ile kadının,
erkeğe olan maddi muhtaciyetinin kırılması Erkeği boşa düşürdü.
Post-Modern Seküler Din, boşalan alanı, iki kutsalına (şehvet ve haz)
ulaşabilmek için yonttuğu üçüncü bir put ile doldurdu. “Karışılamazlık putu”.
![]() |
Anlattıklarımı anne babana söyleme! |
“Ahlak insanını” hedefleyen ilahi dinlerde “baba” çocuklarını ahlak ve erdem üzerinde yetiştirmekten sorumlu en önemli figürken, “şehvetin” kutsandığı modern seküler dinler için baba (ve anne), çocuklarını kutsal şehvet ayinlerinden uzak tutmaması, onlara karışmaması gereken baş belası figürlere dönüşürler. Çünkü onlar kızlarının sağlıklı bir aile kurmasını önceler ve serbest cinselliği ihmal edilebilir görürler. (TV’ler de erkek arkadaşlarına ya da partilere ulaşmaya çalışan, erotik kızların başına bela olmuş –olumsuzlanan- EBEVEYN tiplerine dikkatinizi çekmek isterim.)
6284’nolu yasa babanın (ve annenin)
çocuklara ahlak ve terbiye vermesi gerektiğine inanmayan bunu küresel
sömürgeci dinin evlerimizde, ellerimizde ve okullarımızdaki temsilcileri olan TV,
Sosyal medya ve rehberlikçilere/psikiyatristlere veren Post-Modern Seküler Dinden taraf alarak ahlak ve erdemin gelecek
nesillere aktarılmasının engellenmeye çalışıldığı sürece aktif katılır.
- Post-Modern Seküler Din bu sebeple bizi bir başka sorunla
daha yüzleşmeye zorlar. “Çocuk Kimindir?”
Kitabi dinler çocuğu özelde babanın ve ailenin, onlar
olmazsa onların bağlı olduğu cemaatin çocuğu olarak görürler. Dolayısı ile her
baba, çocuğunu kendi dinine ve değerlerine göre yetiştirmekte özgürdür. Bireysel
zorbalıklar olmuş olsa da Sovyetler Birliği ve Komünist Çin’de olduğu gibi tüm
toplulukların çocuklarına, kız erkek demeden ailelerinden koparılarak din
dayatılmasını kitabi dinler onaylamazlar.
Lakin Modernite ile birlikte çocukların; uğurlarında ölecek
askere ihtiyacı olan ulus devletin mi yoksa okullarda işçisi ya da memuru olmaları
için yetiştirildikleri fabrika sahiplerinin mi MALI oldukları tartışması
gündeme girmiş ve devletin malı oldukları sonucuna varılmıştır. Post-Modern dönemin Seküler Dini ise çocukların sahibi olarak bize, “gelecekte onlara iş
vermemiz için bizim kapımızı çalacaksanız, onları yapmadan önce bize
soracaksınız[31]” diyen
egemen sermayeyi işaret ediyor gibi. Çünkü anne ve babanın çocuk terbiyesinden
tamamen koparıldığı hatta kreş rüşveti verilerek, çocukların 3-4 yaşından
itibaren anne kucağından alındığı[32]
süreçte çocukların terbiyeleri küresel hegemonyanın işaret ettiği dili işleyen uzman,
psikolog, rehberlikçiler ile TV ve sosyal medyaya devredilmiş durumda.
6284 no’lu kanun ile çocuğa ceza verme yetisini TEKELİNE
alan devlet, çocuğa ebeveynini evden uzaklaştırabilme yetisi vererek çocuğun
terbiye sürecinden ebeveynlerini dışarı atmış oldu. Kanaatimize göre bu pek ala
“ailenin”, küresel sömürgeciliğin din dayatmasının önünde engel olma
pozisyonundan çıkarılması olarak düşünülebilir.
Dikkat edilirse Post-Modern Seküler Din çocuğun cinsel
serbestiyeti için özelde babayı ve aileyi ihmal edilebilir görür.
(Nasıl ki, aile reisliğinden erkeği atılması, kadını ailenin
reisi yapmamış, aile ile hiç ilgisi olmayanları ailenin içine sokmuş,
boşanmaların ve yalnız yaşayanların artmasına sebep olmuşsa, çocuğun ebeveynini
evden uzaklaştırması da çocuğa özgür seks yolunu açmış olsa bile aile ile
çocuğun mesafesini de açacak, ergenliğe eren ya da 18 yaşını dolduran çocuğu
aileye yabancılaştıracak ve yük haline getirecektir.)
- Mesela Kitabi dinler cinsel ihtiyaçların aile içinde
görülmesini çiftlerin birbirlerine karşı sorumluluğu olarak tanımlarlar. Helal
çerçevede birbirlerine yardımcı olmaları tavsiyesinde bulunulur. Bu noktada
zinaya gitmemeyi öncelerken çiftlerin bireysel konforunu ihmal edilebilir
görür.
Post-Modern Seküler Din zaten aileye inanmaz,
tam aksine çiftlere “cinsel deneyimlerini” zenginleştirmeyi önerir. Bu nedenle
özellikle ahlak erkeğinin ısrarla aynı kadından talep edeceği cinselliği
anlamlandıramaz ve onu zımnen de olsa DIŞARI gitmeye zorlar. (Bu durum farkında
olmadan dindar erkeği çözümsüzlüğe itmektir). Bunu da erkeği dilediği gibi
terbiye edebilmesi için kadının eline verdiği sopa ile yapar. (“Evlilik İçi
Tecavüz” sopasını gören akıllı erkek (?) nikahtan kaçıp ahidsiz, sorumluluğu
olmayan bir beraberliğin yolunu bulmak zorundadır.)
Bu durumda da bazı sorular kaşımıza çıkar: Rus milletvekili
Vitaly Milonov’un işaret ettiği gibi[33],
“Devlet ya da Feminist Queer yapılar, yatak odasının kapısında hatta karı
kocanın arasında yatıp her sorun çıktığında aileye müdahale ettiğinde evliliğin
devam ettirilebilmesi mümkün müdür?” Ya da devletin veya feminist Queer
yapıların görevlendirdiği bir memurun müdahale gücünün karı kocadan fazla
olduğu bir yerde sağlıklı bir evlilikten söz edilebilir mi?
Bizce erkeğe verilmiş, “ardına bakmadan kaç” tavsiyesinden başka bir şey
değildir bu.
Zira “aile içi tecavüz” meselesinin, mutlu günlerde hiç gündeme gelmezken,
kadının erkeği cezalandırmak, intikam almak, tazminat ya da nafaka koparmak
gibi suiistimale açık durumlara geldiğinde birden ortaya çıkıyor olması,
meselenin şiddet meselesinden çok kadının, erkeği terbiye etme sürecinde dilediği
zaman kullanabileceği “sopalama ya da şantaj hakkı” olarak okunabileceği
kanaatindeyiz.
Gözden Kaçan
Kanaatimize göre, 6284 no’lu kanun ve atıf yaptığı bizdeki
ismi ile İstanbul Sözleşmesi (asıl ismi Avrupa Sözleşmesi) toplumların, “Gerçek
ve mutlak tek hakikatimiz, gerçekte hiçbir hakikatin (iyi, doğru, güzel,
hayırlı, Tanrı, ahlak vs.’nin) olmadığıdır” (posttruth) düşüncesi üzerinden yeniden
yapılandırılması sürecini içeriyor. Yani Batı, bir numara çekerek kendi
hakikatini bizlere dayatıyor.
Post-Modern Seküler
Dinin toplumlara çektiği numarayı Murat Sayımlar’dan bir alıntı ile tarif
etmek istiyorum:
“Herkesin kendisine
göre bir bakış açısı vardır. Kendi bakış açısından gördüğü kendisi için
HAKİKATTTİR. Diğerlerine, onun doğrularına saygı duymak düşer” diyorlar.
Bu felsefe temel
olarak İNSANIN sabit bir hakikatinin ve bu hakikate dair hükümlerin
olamayacağını işaret eder. Ve pratik düzeyde herkes kendi doğrularını kendisi
üretir, yargısını ortaya koyar. Pratik düzeyde bu, "hiç bir göreceli unsur
diğerine müdahale etmemelidir" fikrini özünde taşır.
Yani sahiplenilebilecek DOĞRU budur, GERÇEK budur, İYİ
budur, GÜZEL budur denilebilecek hiçbir HAKİKAT yoktur! Dolayısı ile kimse
kimseden bir din, ahlak, erdem çerçevesinde davranmasını bekleyemez; Karı-Koca,
Baba-kız, Anne-oğul, Abi-Kardeş bile olsanız, demektedirler.
Buradaki HİLE şudur;
pratik düzeydeki "doğru, zaruri ve meşru" kavramlarını kişi sanki
bizatihi KENDİSİ üretiyormuş gibi sunulmaktadır. Halbuki HAKİKAT yargıları
(medyadan-AHÇ) manipüle edilerek üretilmekte ve kendi yargısını kendisinin
ürettiği sanrısına kapılan insanlar da bu manipülasyon üzerinden kontrol
edilmektedir.”[34]
İlk olarak burada gözden kaçırılan “toplumların kendim beğendim”, “böyle düşünüyorum”, “bana göre böyle”, “benim tercihim” dedikleri kelimeler aslında kendi ürettikleri kelimeler, zevkler değillerdir. Zira akıl kendi değerini üretemez. Böyle bir yetisi yoktur. Kişi aklını, ya nefsinin ya ümid ettiğinin ya korktuğunun ya da İMAN ettiği/güvendiği kimsenin eline verir. Hayranı olduğunu taklit etmeye başlar.
Post-Modern
Seküler Din dayatması toplumlara eğer akıllarını geleneksel, dini ya da
ahlaki değerlere teslim etmezlerse kendi düşüncelerini, kendi tercihlerini
kendilerinin üretebilecekleri sanrısını verir. Bu aldatma ve manipülasyondur.
Zira o değerlerin yeri, okullar, MEDYA, TV ve Sosyal medya üzerinden dayatılan düşünceler,
beğeniler, zevkler ve tercihlerle doldurulur. Yani, bireyin “benim tercihim”
dediği şey aslında egemenin medya veya devlet üzerinden dayattığı kelimelerden
fazlası değildir.
İkinci olarak eğer doğru, hakikat, HAKK, hayırlı ve güzel
yoksa güçsüzlerin, güçlülere bir
davranış dayatma ya da erdem ve ahlak talebinde bulunma güçlerinin ortadan
kalkacağına dair şüphe yok. Lakin GÜÇLÜLERİN güçsüzlere davranış, din, eylem
dayatmalarının önüne nasıl geçeceğimize dair hiçbir ipucunun olmadığı gözlerden
kaçırılmıştır.
Son Söz
Yıllarca kendisini kapitalizmin karşısında konumlandırmış olan gerek sol
gerekse feminist hareketler, kapitalistlerle anlaşıp tek cephe olunca, tüm
kutsallarını (meleklerini ve şeytanlarını, doğru ve yanlışını, gerçeklerini ve
ütopyasını, iyiliği ve kötülüğü) kaybetmiş olarak Post-Modern Seküler Din’in vaizi konumuna geldiler[35].
Küresel Sermayenin fonlar ve medya ile alabildiğine
abandığı, devletlerin küresel sömürgecilikle ters düşmeme adına destek verdiği
Batılı sömürgeciliğin yeni versiyonu Post-Modern Seküler Din, tüm toplumlarda ne
ahlak, ne erdem ne aile, ne de KADIN bırakacak gibi duruyor.
6284 gibi kendilerine uzatılan rüşvetleri geri çeviremeyen kadınlar, kendi kızları için bir Cehennem hazırlıyor olabilirler. Zira tarihin hiçbir döneminde erkek için meşru ilişki gayri meşru ilişkiden daha tehlikeli bir hale gelmemişti. Erkeklere uzatılan özgür, nikâhsız ve sorumluluksuz ilişki rüşvetine el uzatmayan sadece AHLAK erkeği kaldı. Muhtemelen o da sonsuza kadar direnemeyecektir.
Bizim ilmimiz buna yetti, doğrusunu Aziz
Allah bilir.
Zeyl: 6284 no’lu kanunun madde madde incelemesini Cengiz Keleş Bey daha önce yaptığı için tekrara lüzum görmüyoruz[36].
Ahmet Hakan Çakıcı
Zilkade 1444
[1] Bu
yazının öncelikle huzursuz aileler için yazıldığını hatırlatmak istiyorum. Bu
nedenle saadeti yakalamış çiftler için anlamlı gelmeyebilir.
[2] Bakara
231, 232 ve Nisa 35. Ayet-i kerimeler.
Batı Düşüncelerinin etkisi ile 1400 sene sonra fark edilmiş ve gündemimize
girmiş modern zaman tevillerini tartışmaların sanırım yeri burası değil.
[3] Konu
hakkında daha detaylı bir yazı için bakınız: “Neden Kadınlar Daha Fazla
Boşanıyor?”
https://www.ahmethakancakici.com/2022/05/neden-kadnlar-daha-fazla-bosanyor1.html
[4] Wael
Hallaq, İslam Hukukuna Giriş, Pınar Yayınları
[5] https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/bosanma-motivasyonlari/
[6] https://www.yeniakit.com.tr/haber/6284ten-5-yilda-2-milyon-uzaklastirma-955213.html
[7] https://psikoloji-psikiyatri.com/pinar-akdemir-gandur/kardes-kiskancligi/
[8] Nisa 34.
Ayet-i Kerime
[9] Batılı
Psikologlar bunu şöyle tanımlıyorlar: “Evrim TEORİSİNE” dayandırarak erkeğin
binlerce yıllık avcılık süreci ona çok yönlü düşünebilme becerisi sağlamıştır.
AVCI toplumda kadının görevi çocuklarını korumaktır. Çocukların korunması
mekâna ve zamana bağlı olarak kadının sorumluluğunda olduğu için kadın bu iki
boyuta tam hâkim olabilmek adına yeteneklerini bu iki boyut içinde
geliştirmiştir. Ancak ailenin karnının doyurulmasından sorumlu olan erkek, avcı
olmak zorundadır. Avcılık, hem zamana hem mekâna hem de karşıdakinin
hamlelerine hâkimiyeti zorunlu kıldığından 3 boyutlu düşünme güdüsü
gelişmiştir.
[10] Bu
yazının öncelikle huzursuz aileler için yazıldığını hatırlatmak istiyorum. Bu
nedenle saadeti yakalamış çiftler için anlamlı gelmeyebilir.
[11] Batılı
Psikologlar bunu şöyle tanımlıyorlar: “Evrim TEORİSİNE” dayandırarak erkeğin
binlerce yıllık avcılık süreci ona çok yönlü düşünebilme becerisi sağlamıştır.
AVCI toplumda kadının görevi çocuklarını korumaktır. Çocukların korunması
mekâna ve zamana bağlı olarak kadının sorumluluğunda olduğu için kadın bu iki
boyuta tam hâkim olabilmek adına yeteneklerini bu iki boyut içinde
geliştirmiştir. Ancak ailenin karnının doyurulmasından sorumlu olan erkek, avcı
olmak zorundadır. Avcılık, hem zamana hem mekâna hem de karşıdakinin
hamlelerine hâkimiyeti zorunlu kıldığından 3 boyutlu düşünme güdüsü
gelişmiştir.
[12] Cengiz
Keleş Bey’e ikazı için teşekkür ederim.
[13] Erkeğin
yatağa çağırdığında kadına verilen “erkeği geri çevirme” tavsiyesi, ahmak
kadının erkeği cinsellikle terbiye etmeye çalışırken, onu, başka kadınlara ya da zinaya yönlendirmemesi
veya kendisinden soğutmaması olarak okunabilir.
[14] Nisa
Suresi 34. Ayet-i kerime
[15] Nisa
35. Ayet-i Kerime
[16]
Görselde “Eğer
Ataerkil düzenin yıkılmasında bazı masum insanların zarar görmesi gerekiyorsa,
bu bana göre, kesinlikle ödenmesi gereken bir bedeldir." (Elbetteki bedeli
ödemesi gereken o değil.” Deniyor.
https://nymensactionnetwork.org/2022/04/fathers-the-first-great-reset-victims/?fbclid=IwAR1x0vIAKdSQgz6NOdtXtTKGGLLq7_YVbmmjpgnNck2jxrRvUa2cD8UJogo
[17] https://halktv.com.tr/yasam/41-yasindaki-adamin-tam-550-cocugu-var-daha-fazla-kadini-hamile-birakmasina-yasak-729337h
[18] https://tr.euronews.com/2023/03/27/avrupada-son-20-yilda-dogurganlik-hizinin-en-cok-dustugu-ulke-turkiye
[19] Bilerek
ve isteyerek, sanat eserine, kişiye ya da kamuya ait bir mala, araca ya da
ürüne zarar verme eylemidir.
[20] https://frankwright.substack.com/p/the-international-religion
[21] https://kaosgl.org/haber/femen-manifestosu-artik-turkce
[22] Konunun
beyaz, Hristiyan, sağlıklı, anglosakson vitrivius erkeği ilgili kısmını daha
önce yazmıştık. https://www.ahmethakancakici.com/2019/09/2-queer-teori-ahlak-sonras-toplum.html
[23] Konu
hakkında daha detaylı bir yazı için https://www.ahmethakancakici.com/2019/09/2-queer-teori-ahlak-sonras-toplum.html
[24] https://twitter.com/euronews_tr/status/1668936330754281473?t=aeNa1_2WDQNk6ucuMls2Ag&s=08
[25] Radikal
lezbiyen tabirini erkeklerle ilişkiyi kesinlikle reddeden lezbiyenler için
kullanıyorlar.
[26] https://www.conservativewoman.co.uk/the-project-to-brainwash-our-children/
[27] https://www.theguardian.com/education/2023/jun/06/london-school-drops-sir-and-miss-honorifics-to-fight-cultural-misogyny?utm_term=Autofeed&CMP=twt_gu&utm_medium&utm_source=Twitter#Echobox=1686071820
[28] https://www.gbnews.com/news/nottinghamshire-news-teacher-sacked-pronouns-row-child
[29] https://tr.euronews.com/2023/06/14/lyon-belediyesinin-ekoseksuellige-maddi-destegi-tartismalara-yol-acti
[30] chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-118-1479
[31] Marc
Zuckenberg’e atfedilen bir ibare.
[32]
İngiltere’de hükumetin 9 aylıktan itibaren çocuklara devletin kreş hizmeti
vereceğine dair bir yazı için bkz: https://www.conservativewoman.co.uk/the-project-to-brainwash-our-children/?fbclid=IwAR0hUDwGsEx0fbgR0LyRBjbAO5wBLSzOL09JBkUkDcjNR72_t3nzjE6_WYU
[33] https://t24.com.tr/haber/rusyada-aile-ici-siddet-adli-suc-olmaktan-cikiyor-duzenleme-kadinlari-nasil-etkileyecek,386170
[34] Murat Sayımlar, Fıtratname, s:25
[35] BU
bölümdeki kelimeler kendilerini feminist olarak tanımlayan Nancy Fraser ve
Gayatri Spivak Hanımlardan esinlenilmiştir.
[36] https://www.hertaraf.com/haber-6284-sayili-kanunun-incelemesi-av-cengiz-keles-11409
Küçük bir cep kitapçığı olarak hazırlanıp herkese verilmesi gereken bir çalışma.emeği gecenlere teşekkürler. YCL-GNL
YanıtlaSil