(Muhterem Mustafa Kara Bey’e)
Ellerine yakışmayan çekiç ve önlerinde yığılmış bir sürü paslı çivi ile hayalini kurdukları yerden çok farklı bir yerdeymiş gibiydiler.
Sanırım kafalarındaki soru,
“İyi bir mutasavvıf, iyi bir Müslüman, iyi bir insan olmanın paslı çivi
düzeltmekle ne alakası var?” sorusuydu.
Beyefendi, tamir ya da ihya ederken tarihi yapılardan sökmek zorunda kaldığı alattan mümkün olanları kendi yerlerine iade etmeye özellikle dikkat eder. Öyle ki, zaman içinde güneşin, yağmurun ya da insanların verdiği zarar ile duvarlardan dökülmüş sıva parçalarını bile toplar yeni harcın içine katarak, duvardaki yerine iade etmeye çalışır. Bu durumdan paslı çiviler de istisna değildir. Döşeme, kapı, pencere, tırabzan gibi ahşap aksam sökülürken çevreye dağılan eğri büğrü paslı çiviler, bir keserin tersi ile açığa çıkarılıp, keserin orta yerindeki olukta başından sıkıştırılarak ahşap aksamın üzerinden toplanan çivilerle bir yere ayrılırlar.
Bu çiviler 50, belki 60,
belki de 100 senelik ve büyük oranda tamamen paslanmış olmalarına rağmen ÇÖPE atılmaz,
çekiçlerle düzeltilerek yola gelenleri tadilat esnasında yeniden değerlendirilirler.
Sanırım bu işi Beyefendi, insanın
büyük kitaba konu olmuş nankörlüğünü aşması için vermesi gereken emek, göstermesi
gereken vefa olarak kabul ediyor. Zira ona göre yıllardır ahşap aksamı bir
arada tutma hizmetini bir an olsun ihmal etmeyerek binanın ayakta kalmasına
vesile olan bu çiviler, hizmetleri nedeniyle bina yenilendiğinde orada olmaya
da en layık olanlardır.
Adeta bir insan, bir canlı
ile muhatap oluyormuş gibi eşyaya gösterilen böylesi bir sadakat ve vefa, ”iyi yaşama histerisine” tutulmuş modern zamanların tüketicileri için
anlaşılması çok zor bir tefekkür şekli ve hayata nazar etme biçimidir. Zira
Modern zamanlar insanlarının hayatlarının amacı olarak gördükleri “mutlu olma”
takıntısı “iyi yaşamla”, “iyi yaşam” ise “YENİ eşyalarla” yani “ Sürekli
Tüketebilme” ile özdeşleşmiştir.
Geçmiş dönem toplumlarına rol model olarak
tavsiye edilen kâmil insanların yerine bugünün toplumlarına rol model olarak
sunulan “TÜKETİCİ İnsanın” her şeyi yenileme tutkusu sadece doğal kaynakları
değil, insani bağları da tüketir. Zira Tüketicinin, bağların oluşup kuvvetlenebilmesi
için yeterli zamanı yoktur. Bağların oluşmaya fırsat bulamaması Tüketici insanı
çevreye yabancılaştırır, insana hatta kendisine bile.
Bir kez daha Şeytan, insanı/insanlığı büyük
babamız Hz Âdem Aleyhisselamı kandırıp Cennet’ten düşürürken kullandığı hile
ile aldattı. Hani demişti ya, “Eğer bu ağaçtan yerseniz ölümsüzlüğe ulaşır,
melekler gibi olursunuz”[2]. Bu sefer de cümleyi “Ne
kadar çok tüketirseniz o kadar iyi, mükemmel, modern, genç ve sağlıklı olur, uzun
yaşarsınız” diye kurdu. Biz de tıpkı büyük babamızın aldandığı gibi aldandık.
Zira kanaatimiz odur ki, insanın “İyi Yaşama”
histerisinin temelinde, “diğerleri gibi/herkes gibi/sıradan biri” olmama, “ebedi
yaşama”, melekler gibi “mükemmel ve eleştirilemez olma” isteği yatar.
Modern insanın bu, özel biri
olma, ölmeme, yaşlanmama, sürekli GENÇ ve zirvede kalma çabası, onun eskiyen,
yıpranan, yaşlanan şeylerden tiksinmesine, uzaklaşmasına sebep olur. Modern insan için “Eskime ve yaşlanma”
lanetlenme” halidir.
Yaşlanma Korkusu/Laneti, muhatap
olunan her şey gibi eşyaların da sürekli GENÇ tutulması ile aşılmaya çalışılır.
Tıpkı mezarlıkların günlük hayatın içinden çıkarılıp şehirlerin çok uzaklarına
kovalanması, yaşlıların huzur evlerine terk edilmesi, çöplerin kamyonlara yüklenip bilinmeyen bir
yere gönderilmesi gibi eskiyen eşyaların da bizden uzaklaştırılması, uzaklara gönderilmesi;
ölümün, yaşlanmanın, eskimenin, vakti geçmenin “lanetinin(!)” bizden uzaklaşması
için yaptığımız bir tütsüdür. Modern insan muska taşımaz, eskiyeni çöpe atar.
İyi yaşama histerisi,
hayatla beraber çevredeki her şeyi tüketmeye ve israf etmeye neden olur. Çünkü
sahip olunan şey sahip olunduğu anda “yeniliğini yitirir”, eskir ve cazibesi
ile birlikte büyüsünü de kaybeder. Bu durum daha önce eşyaya “nasıl sahip olurum”
derdindeki insanı, eşyaya sahip olduğu an, “bu eşyadan nasıl kurtulurum”
derdine duçar eder. Sahip olunmamış eşya KUTSALLAŞIRKEN, sahip olunan eşya,
sahip olunduğu an “Değersizleşir”. Bu değersizleştirme, sadece bir şeyleri
değil her şeyi ÇÖP’leştirir. Zira “İyi Yaşama Histerisi”nde sahip olunan her
şey, ya şu anın ÇÖP’ü ya da yarının çöpüdür.
Modern İnsan eskiyi
hayatından kovabilmek için önce eşyaya ÇÖP gözü ile bakmayı öğrendi. Ancak
eşyaya çöp gözü ile bakmayı öğrenirken manevi hazları ve uhrevi lezzetleri
hayatından kovduğunun farkında değildi. İşin doğrusu sanırım bu durum, onun
umurunda da değildir. Çünkü hayatı çöpleştirirken manayı unutmuş mana hakkında
fikrini de yitirmiştir.
Artık TÜKETİCİ diye
adlandırılan ve tüketebilme gücü ile DEĞER kazandığını vehmeden (İnsani
ölçüsünü, değerini tüketebilme gücü üzerinden takdir ve tayin eden) modern
insan, eşya ile mana üzerinden ilişki kuramamakta, hatırasız ve hafızasız
yığınlar haline dönüşmektedir. Kendini sürekli devinime ve yenilenmeye mahkûm
gören bu köksüz topluluklar hatıra ve hafıza biriktiremediklerinden HİKMET ve
irfan sahibi topluluklara dönüşememekte, biriken tecrübeyi de gelecek nesillere
nakledememektedirler. Ve bu nedenle de ancak büyük emek, hikmet, irfan ve
tecrübe ile yetiştirilebilen âlim ve üstadları yetiştiremez; ilim, sanat,
edebiyat, felsefe, estetik ve ahlak gibi konularda düşünemez, tefekkür edemez
hale gelmişlerdir.
Çevreyi sürekli çöpleştirme
Modern İnsana kendini YÜCE bir mevkie, TANRI mevkiine (Nefs-i emmare) koymasına
izin verir. Modern insanın kendisini ÖNEMLİ hatta Tanrı gibi hissettiği
kuvvedir ÇÖPLEŞTİREBİLME gücü. O eşyaya tıpkı Nemrud’un Hz İbrahim’e “Ben de
öldürür, ben de diriltirim[3]” dediği
gibi demektedir: “Dilediğim eşyayı ÖLDÜRÜR (çöp eder), dilersem DiRİLTİRİM
(kullanmaya devam ederim).”
“Çöp”leşme veya
“çöp”leştirme eşya ile sınırlı kalmaz; eğer “benim daha İYİ yaşamama katkıda
bulunmayacaksa” ya da bu yolda bir imkân sağlamayacaksa diğer insanlar da birer
çöptür. (Tıpkı evsizler, kimsesiz yaşlılar ve Filistinliler gibi) Zira modern
hayatta insanın dahi DEĞERİ bizim hayatımıza katacağı değerle ölçülür. Bu
durumda menfaatçilik meşrulaşır ve öne çıkar. Menfaatçiliğin olduğu yerde üç
kişinin uzun süreli bir araya gelebilmesi mümkün değildir. Zira insanla insanın
arasındaki münasebette menfaate başrol verildiğinde, ‘vefa’ ve ‘sadakat’ boşa
düşer. Eşyada vefanın talimini yapamayan insanın hemcinslerine vefa göstermesi de
mümkün değildir. Doğal olarak bunun sonucu yaşlanan anne babaların huzur
evlerine gitmesi, kardeşlerin yedi yabancı gibi olması; garipler, yetimler ve
diğer çaresizlerin kimsesiz kalmasıdır. Artık karı kocanın birbirlerine
sadakatlerinin ömrü ancak birkaç tartışmalıktır. Ortalık boşanan boşanana olur.
Aile, akrabalık, dostluk, din ve cemaat kardeşliği gibi toplumu tutan bağlar
gevşer ve yok olmaya yüz tutar.
Modern insan için her şeyi
sürekli yenilemeye çalışması “Aman, çevreden geri kalmayayım!” kaygısını, teslim
olduğu Nefs-i emmareyi ve narsistik havayı besleyebilmesi için zorunludur.
Narsistliğin ve kibrin yaygın ve normal hele geldiği toplumlar
birlikteliklerini sağlayamazlar. “Vefasızlık” ve “sadakatsizlik” kişiyi
yalnızlaştırırken, narsistin, narsist kişiliğini beslemek için çırpınması “FARKLI
olduğunu” çevreye hissettirebilmesi için sürekli yeni arayışlar içinde olması, yeni
eşyalar ve harcamalar yapması gerekir. Bu modern insana hem ekonomik hem de psikolojik
manada çok ağır bir yük yükler. Zira mükemmel
ve kusursuz -Melekler gibi- olmaya çalışmak çok ağır bir yüktür. Böylece
“vefasızlığın” getirdiği bireysellikle parçalanmış ve yalnızlığa mahkûm edilmiş
modern insan, asla tatmin olmayacak, asla başarılamayacak, asla altından kalkılamayacak
kışkırtılmış nefsi memnun etme derdine de mahkûm edilmiş olur.
Modern insan “iyi yaşamaya” tapınırken daha çok
sermaye elde etmenin “ömrü uzatacağı ve yaşama kalitesini” arttıracağı
yanılsamasına kanmıştır. Daha çok sermaye
edinme takıntısı dünya hayatının canlılığını çalar. Zira manevi zevkleri
tamamen ortadan kaldırırken dünyevi zevkleri de “para kazanma” ve “para
harcama” zevkine indirger. Hayat, bu noktada bozuk para gibi çıplaklaşmış, her
türlü manadan yoksunlaşmış, içeriği boşalmış, AVM’lerde oturup donuk donuk
çevreye bakınan bir bedene dönüşmüştür. Bu noktada insan “BENLİĞİ” bedenden
ibaret hale gelmiştir.
Benlik, bedenden ibaret
olunca BEDENİ korumak, onu estetik ameliyatlarla melekler gibi “mükemmel” ve
yaşlanmamış “ebedi/ölümsüz” hale getirmek; bunun için sporlar, egzersizler
yapmak; aşılar olmak, doğal gıdalar, vitaminler, takviyeler almak “Hayy” makamına
çıkmak yani ilelebet diri olma çabası HAYATIN amacına dönüşür. Ancak bu da
aslında modern insanın yaşlanmak, yıpranmak ve sonunda ölmek için yaratılmış insan
bedenini yani bizzat kendi bedenini düşman edinmiş olması anlamına gelir.
Modern insan kafayı yemiş bir şekilde kendi bedeni ile savaşan bir modeldir.
Aslında Modern İnsanın bu
yaptığı kendisine ve eşyaya yönelik bir şiddettir. Şöyle de tarif edilebilir: Bu
şiddet modern insanın “Ölümsüzlük ve MELEKLEŞME (mükemmelleşme)” peşinde
uğradığı yenilgiden doğan öfkesinin çevreye yönelmesidir. Bu şiddet ile
dünyanın her tarafını çöp dağları ile donattı. Birçok doğal kaynağını neredeyse
tamamen tüketti. Havayı, suyu ve toprağı zehirledi. Ürettiği nükleer bombalar
ile kendini her an yok olma tehdidinin altına soktu. Kendisinin sahip olduğu
katliam silahlarına sahip olmayan uluslara çok büyük acılar yaşattı. İnsanlığa
yaşama gayesini unutturdu. Dünya üzerinde olmayı büyük bir yüke dönüştürdü ve
depresyon haplarına sığındı.
Tüm bunları yaparken sanırım aslında aradığı mutluluktu. Hâlbuki insan, vefadan ve sadakatten aldığı derin ve uhrevi lezzeti dopaminden alamaz. Eski eşyaların yanında hissettiği hazzı yeni eşyalarda hissedemez. Tıpkı 5-600 senelik tarihi camilerin sahip olduğu manevi iklime ne kadar muhteşem inşa edilmiş olursa olsun yeni camilerin sahip olmaması gibi. Tıpkı klasik bir arabanın duruşundan bile insana farklı bir hava gelmesi gibi.
Belki de modern dünyanın
yalnız yaşlılarının çöplere dadanması ve buldukları her “ÇÖPÜ” evlerine
taşımaları, her sokaktan çıkmaya başlayan “Çöp Evler”, bu vefasızlığına, bu
sadakatsizliğine bu ÇÖPLEŞTİRMEYE karşı toplum ruhunun derinliklerinden gelen
bir isyan, bir PROTESTO, bir feryaddır.
Başa dönüp çivi düzelten
taliplere son lafı edelim.
Acaba mümkün mü,
pozitivizmle, materyalizmle büyütülmüş, beyinleri “TÜKETİCİLİKLE” yıkanmış modern
zamanlar insanının Hak yolun yolcusu olmak, insan-ı kâmil olmak için paslı çivi
düzeltmeye memur edilmesinin hikmetini ya da paslı bir çiviye gösterilen vefanın
kıymetini anlayabilmesi?
Ahmet H. Çakıcı
Şaban 1446 / Alanya
[1] Metinde Byung Chul Han’ın “Şiddetin Toplojisi” eserinden faydalanılmıştır.
[2] Araf Suresi 20. Ayet-i
Kerime: “Şeytan, onlara gizli kalmış
olan avret yerlerini belirtip göstermek için ikisini de vesveselendirdi ve bu
ağacın meyvesini yerseniz mutlaka iki melek haline gelir yahut da ebedi ömre
kavuşursunuz, onun için Rabbiniz sizi nehyetti, dedi.”
[3] Bakara 258: “Kendisine
Allah'ın saltanat verdiği kişinin, İbrahim'le çekişmeye başladığını görmedin
mi? O zaman İbrahim, benim Rabbim diriltir, öldürür demişti. O, ben de
diriltirim, öldürürüm dedi. İbrahim dedi ki: Şüphe yok ki Allah, güneşi doğudan
çıkarmada, sen batıdan doğdur. İnanmayan, bu söze şaşırıp kalmıştı. Allah zalim
kavmi doğru yola sevketmez ki.”
0 yorum:
Yorum Gönder