Yanıtım şöyle olmuştu: "Bir zamanlar zihni özgürleştirdiği düşünülen" 19. Yüzyıl sosyal bilimlerinin varsayımları, "bugün toplumsal dünyanın faydalı bir şekilde analiz edilmesinin önündeki merkezi entelektüel engeller olarak işlev görüyor."
Bugün 21. Yüzyıla geldik bu engeller olduğu gibi hala önümüzde duruyor.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:7
Sosyoloji, psikoloji, antropoloji, tarih, iktisat, siyaset bilimleri BATININ sömürgecilik döneminin izlerini taşır. Ön kabulleri BATININ üstünlüğü yani FAŞİZMdir. Irkçıdırlar. Diğer kavimleri gelişmemiş, gelişmekte olan, az gelişmiş gibi sınıflara ayırmış ve bunları mutlak değerler olarak kabul etmişlerdir. İLERLEMECİLİK ideolojisi onun amentüsüdür. Kapitalist Teoriye, PARA ve güce tapınırlar.
Bu düşünce akımları bunlar gibi ARIZALI ve sorgulanmamış temeller üzerine kurulmuşlardır.
Bunlarla İNSANLIĞI HAKKANİYETLE düşünemeyiz. Bunlarla DÜŞÜNMEMENİN bir yolunu bulmamız lazım diyor. sanırım. 14.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
19. Yüzyıldan itibaren 3 ideoloji gelişti: Muhafazakârlık, liberalizm ve Marksizm. Üçü de dünya sistemine yayılmış ideolojilerdi.
1- Muhafazakârlık: Kurumsal olarak ilk ortaya
çıkan ideoloji olması tesadüf değildir. Değişimin zaruri olduğunu gören ve
değişimin mümkün olan en yavaş tempoda olmasını savunan Burke ve Maistre bunun
için bir argüman oluşturma çabasına girdiler.
Ancak bazı değişimler diğerlerinden daha acil olduğunu kavrayınca değişimi durdurmaya değil de reformcular ve devrimciler üzerinde fren etkisi yapabilecek kurumların korunmasına odaklandılar. Kukusuz bunlar faziletleri muhafazakârlar tarafından göklere çıkarılan AİLE, KİLİSE, CEMAAT ve elbette MONARŞİYDİ (Kraliyet ailesi) Muhafazakâr ideolojinin merkezi motifi her zaman GELENEK olmuştur.
Muhafazakâr ideoloji gelenekle oynanmasının mutlaka çok sağlam bir gerekçeye dayanması gerektiğini söyler. Aksi takdirde çözülme ve yozlaşma gelecektir.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:26
Batılı düşüncenin 3 kızı (ideoloji) vardır: Muhafazakârlık(İngiltere), Liberalizm (ABD) ve Marksizm (Sovyetler Birliği)
Üçü de değişimi ve ilerlemeyi savunur. Liberalizm ve Marksizm sert ve HIZLI değişimi Muhafazakârlık ise alıştıra alıştıra milleti germeden değişimi hedefler. ASIL koruduğu önceki sistemin Zenginleri, önceki sistemin GÜÇlülerinin pozisyonlarıdır diyor sanırım.(15.10.2024)
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Batı düşüncesinin 3 kızından biri de Liberalizmdi.
Liberalizm olağan değişimin doğal ideolojisidir.
Bireyin devlet kısıtlamaları karşısında özgür
olma hakkı olduğu düşüncesini savunur. John Locke bu ideolojinin babası olarak
görülebilir. 19. Yüzyılda bilinçli olarak devlet tarafından reformların
yürürlüğe konulmasını öngören bir ideoloji haline geldi. Bu anlamda 17- ve 18.
Yüzyıl Liberalizminden farklıdır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:27
Devlet teşkilatı 2 temel ihtiyaca cevap verdiği için toplumlar tarafından kabul gördü:
1- Dışardan gelebilecek SÖMÜRGE saldırılarına karşı toplumun beraberliğini organize ederek güvenlik sağlıyordu.
2- İçerde Güçlülerin güçsüzlerin tepesine binmesine engel olarak adaleti sağlıyor ve İÇ SAVAŞLARI engelliyordu.
Liberalizm "Bırakınız yapsınlar, Bırakınız etsinler" ideolojisiydi. Doğal olan "BÜYÜĞÜN küçüğü yemesidir", diyordu. Zenginlerin, güçlülerin fakirleri köleleştirmesi, soyması İŞİN doğasında var diyordu. YANİ tamamen ZENGİN zümrenin DİNİ idi.
Liberalizm iki ilkeyi birden dağıttı: Hem ülke
kaynaklarını GÜÇLÜ SÖMÜRÜCÜ yabancılara açtı, hem de YERLİ güçlüleri fakirlerin
TANRISI konumuna getirerek adalet duygusunu darmadağın etti.
Buna DOĞAL süreçlerde kalabalıkların tahammül
etmesi mümkün değildi. DEVLET fakirlerin zenginler tarafından sömürülmesinin
ARACI edildi.
Yani liberalizm "Güçlünün dediği olur" diyen BARBARİZMİN devlet eli ile halka dayatılması idi, diyor olabilir.(17.10.2024)
Siyasi programlar, "olağan değişimle" baş edebilmek için gerekli materyalin sadece birazını verebilirler.
Asıl ihtiyaç duyulan şey "Sosyal Bilimlerdi". Çünkü dünyanın nasıl işlediği bilinmiyorsa, dünyanın daha iyi işlemesini sağlamak için ne yapılması gerektiğini söyleyen öneriler geliştirmekte mümkün değildir.
Bu tür bilgi hem Liberaller hem Marksistler için önemliydi çünkü her ikisi de "ilerle yanlısı" idiler. Bu yüzden muhafazakârlara oranla sosyal bilimleri geliştirmeye ve desteklemeye daha yatkındırlar. Muhafazakârların ilgisi ise daha çok statükoyu korumak için "sosyal bilimlerin" faydalı olabileceği kanısındandır.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:28
Sosyal Bilimlerin amacı DOĞAL DEĞİŞİME müdahale edebilme fırsatını aramaktır.
Doğal değişimi, EGEMENLERİN istediği ya da çıkarlarına uygun şekilde yönetebilmek, yönlendirebilmektir.
Yani FAKİRLERE, Sıradan insanlara değil EGEMENLERE hizmet etsin diye var edilmişlerdir, demeye çalışıyor sanırım. (19.10.2024)
Liberal ekonominin argümanı şuydu:
Toplumsal sürecin merkezi özelliğini üç
faaliyet alanının birbirinden ayrılarak tanımlanması oluşturuyordu.
Bunlar piyasaya ilişkin olan, devlete ilişkin olan ve "kişisel"e ilişkin olan alanlardı. Son kategori doğrudan piyasayı ve devleti ilgilendirmeyen her şeyi temsil ediyordu.
Pozitif olarak bakarsak bu kategori gündelik yaşam faaliyetlerini simgeliyordu: aile, "cemaat" ve "sapma gösteren faaliyetlerin sıra dışı dünyası dışı dünyası vs.
BU üç alanın incelenmesi siyaset bilimi, iktisat ve sosyoloji olarak adlandırıldı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:29
Seküler dünya her şeyi parçalayarak bakabiliyor. Sadece din ve devlet işlerinin ayrılması değil mesele vücudu bile bin parçaya ayırıyor aralarındaki ilişki yokmuş gibi sadece bir tek organa odaklanıyor. BU da onu ayrıntıdan birçok şey bilen ancak genele ve büyük resme kör kılıyor.
HAYATI da böylece 3'e böldü, kendi
faaliyetlerine SİYASET diyor, devletin faaliyetlerine iktisat diyor halkın
faaliyetlerine sosyoloji diyor.
BU aynı zamanda HALK ile DEVLET ile onların AYNI yerde durmadıkları, aynı dert ile dertlenmedikleri aynı acıları ve sevinçleri paylaşmadıkları anlamına da gelir mi acaba?(21.10.2024)
Sosyal bilimlerin gittikçe,
Ancak nasıl ki, dünya görüşleri ideolojilere; sosyal düşünceler sosyal bilimlere dönüştüyse; başkaldırılar ve muhalefet hareketleri de sistem karşıtı hareketlere dönüştüler.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:30
Sosyoloji, psikoloji, antropoloji, politika, tarih gibi sosyal bilimler TOPLUMLARIN değişimlerini SELAMETLE idare etmek için değillerdir; DEĞİŞİMİN OLMAMASI ya da bugünün EGEMENLERİ yarın da EGEMEN olsunlar diyedir.
Bu dersler, kalabalıkların değil EGEMENLERİN menfaatleri için ÜNİVERSİTELEREDE ders olarak okutulurlar diyor sanırım.
Buna itiraz eden her hareket otomatik olarak sistem karşıtı harekete dönüşür zira sistem EGEMENİN İLANİHAYE yani SONSUZA KADAR -TANRI GİBİ- hatta TANRI olarak yaşaması için vardır, diyor sanırım. 22.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
1968 Sonrası dönemi anlamak için Fransız Devriminin 3 sloganını yeniden okumak gereklidir: Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik.
Zira şimdi fark ediyoruz ki özgürlüğün yanına eşitliği koymak fazlası ile üzerinde düşünülmemiş bir kolaycılıktan ibaretti. Fransız Devrimi sonrası toplumların ne özgürlüğe ne de eşitliğe erişmiş olması; Egemenlerin ve onların ardıllarının başarı ile özgürlüğün ve eşitliğin birbirleri ile çelişen hedefler olduğunu gizleyebilmiş olmaları nedeniyledir.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:31
İttihat ve Terakki "Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik sloganını", "Hürriyet, Müsavat ve Uhuvvet" diye bizim topraklara taşıdı.
Yalnız anlamadıkları bir yerde ÖZGÜRLÜK varsa orada EŞİTLİĞİN olamayacağı idi. Ya da eğer eşitlik korunacaksa mutlaka özgürlüğün sınırlanması gerektiğiydi.
Sanırım sonuç şöyle oldu: Zenginler özgür oldu "dilediklerini diledikleri gibi yapabilmede( Bırakınız yapsınlar bırakınız etsinler-liberalizm)"; Fakirler, kendi aralarında eşit oldular, fakirlikte.
Zeyl: Meşrutiyet (1908-1909 yıllarında işlenmiş İpek Pano:
Hürriyet, Adalet, Müsavat. 23.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Fransız devriminin Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik sloganlarından biri olan "Kardeşlik", günden bugüne kadar kültürel arenada her zaman bir "saygı eklentisi" olarak kaldı. Ancak 1968'e kadar da kimse tarafından ciddiye alınmadı...
Modern dünya şu acı gerçeği keşfetmekte gecikmedi: Kapitalist dünya ekonomisinin gelişmesi ekonomik ve toplumsal farkındalıklıları ciddi şekilde artırdı ve bilinci yükseltti.
Kardeşlik ya da 1968 sonrası dönemde adlandırıldığı gibi YOLDAŞLIK, çok büyük güçlüklere rağmen bir araya gelen yapıdır. Öte yandan, kardeşliğin gerçekleşmesine dair bu kırılgan ihtimal, gerçekte özgürlüğün/eşitliğin sağlanmasının temelini oluşturur.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:32
Kardeşlik; yoldaşlık kendinden geçme,
fedakarlık etme, diğergamlık, hemhal olma (empati) gibi üst düzey duyguların harekete
geçirilmesi ile var olabilecek bir duygudur. Hâlbuki kapitalizm yanında
getirdiği bencillik, bireysellik, menfaatçilik, egoizm ile direk bu duygulara
SALDIRIR ve kardeşlik ortamını yok eder.
Yani kapitalizmin olduğu yerde KARDEŞLİKTEN
bahsetmek mümkün değildir. (Nitekim Kapitalizm geliştikçe aile, akrabalık,
dostluk ve komşuluk bağları kopar.)
Ancak Kardeşliğin ve fedakârlıklarının olmadığı yerde "eşitlik ve özgürlük" ortamının da var edilmesi mümkün değildir. Nitekim FRANSIZ Devriminin bu sloganları "Kardeşlik" gibi hiç bir yerde hayata geçmemiştir diyor sanırım. 24.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kriz, tanımı gereği bir "geçiştir" ve büyük ölçekli sistemlerde geçişler (muhtemelen zorunlu olarak) genellikle 100-150 yıl süren vadelerde gerçekleşme eğilimi gösterirler.
Biz şu an böyle bir geçişte, kapitalist dünya ekonomisinden başka bir şeye geçiş dönemi yaşıyoruz. Bu başka şey muhtemelen sosyalist bir dünya sistemidir. Ancak krizlerin doğası gereği, gideceğimiz istikamete doğru temennilerde bulunmaktan fazlasını yapamayız.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:33
Kapitalist dünya sistemi çöküyor. Muhtemelen 100-150 yıl kadar bir süre alacak bu süreç sonunda yeni bir ekonomik düzen kurulacak. Belki de bu ÇİN'in egemenliğindeki takip ve kontrol sistemlerinin gözetiminde, birey olarak insanın yok edildiği, herkesin SİSTEM TANRISINA tapındığı, bu tapınma karşılığında yaşama ve yeme içme hakkı edindiği bir sosyalist düzen olacak. Belki de hiç bilemediğimiz bir yöne evrilecek değişim, diyor sanırım.
Zeyl: Krizler eğer bir GEÇİŞSE ve Türkiye'de her 10-20 yılda bir yaşanan ağır krizler geçmiyorsa bunları kriz olarak adlandırmak doğru mu?
Acaba bunları ÜST ZENGİN Kapitalist zümrenin düzenli olarak HALKINI soyduğu Kutsal Soygun Günleri diye adlandırsak uygun olur mu? 25.10.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Feodalizmden (Derebeylik düzeninden) kapitalizme geçiş denetimli bir süreçti.
Tam da toplumsal bir çözülme tarafından tehdit edildiği için ESKİ EGEMEN tabakalar egemenliklerini yeni düzende de korumak için geçişi denetim altında tutmuşlardı. Daha az hiyerarşik bir tarihsel sistem yaratmak için çözülmenin denetimli bir geçişe göre pekâlâ daha elverişli bir geçiş tarzı olduğunu söyleyebiliriz -Her ne kadar geçen bir ya da iki yüz yıl bize bunun tersini öğretmiş olsa da...
Şu an içinde bulunduğumuz kriz hem bir çöküşün hem denetimli bir geçişin özelliklerini barındırıyor. Hatta Samir Âmin bunun tam bir çözülme ve çöküş olduğunu düşünüyor. Eğer bu doğru ise ilk bakışta görünenin aksine negatif değil, pozitif bir sonuç çıkabilir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:33
Batıda feodaliteden kapitalist düzene geçiş EGEMENLERİN kontrolünde oldu. Yani eski DÜZENİN egemenleri yeni düzenin de egemenleri olmaya devam etti.
İngiliz, Norveç, Danimarka KRALİYET aileleri hala krallıklarını koruyor ve hala Rothschildler, Rochefeller gibi aileler Devletlere borç vermeye devam ediyorlar.
Şu an içinde bulunduğumuz geçiş dönemini de bu
egemenler kontrol etmeye çalışıyor gibi görünseler de kontrolü sağlayabilmiş
değiller.
Kapitalizm açısından BÜYÜK bir çöküş ve çözülme görülüyor.
Eğer bu doğru ise KALABALIKLAR için bir umut olabilir, diyor sanırım. 26.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Toprağın, emeğin ve sermayenin metalaşması arttıkça, kapitalist sistem önlenemez şekilde yüzde %100'lük bir asimptota (Sonsuzda bile buluşamayan eğrilere) doğru ilerler.
Bir kez eğrinin üst aralıklarına ulaştığımızda daha sonraki her bir adım küresel kar üzerine bir sıkışma yaratmaya başlar ve dolayısı ile sermaye birikimcileri arasındaki rekabeti çok keskin hale getirir.
Böyle bir durumda üretimin daha fazla genişlemesinin birikmiş sermaye stok pastasını artırıp artırmayacağı açık değildir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:34
Alternatif piyasaların rekabet yarışına girmesi ile EGEMENLER kar edemez hale geldiler. Bu noktada daha fazla üretim yapmak daha kaliteli üretim yapmak karı yükseltmez aksine sermayenin azalmasına neden olur.
Egemenlerin İklim ısınıyor, Küresel kaynama, ekolojik sistem diye çırpınışları aslında ALTERNATİF piyasaları kontrol altına almak, rekabetçileri yoldan çekmek ve SERMAYE artışını devam ettirmek için alternatif piyasaları ezme çabası olarak okunabilir diyor sanırım. 28.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Yağmadan pay talep eden 3 ana kitle vardır:
1-Süper zenginler/kapitalistler denilebilecek
çok küçük bir grup
2- Bürokratlar ve kadrolular.
3- Kadro statüsüne geçmek ya da ÖDÜL almak
isteyenler.
İkinci grup gözle görünür şekilde 3.'yü tehdit etmektedir. Bu iki grup arasındaki mücadele modern dünyanın normal ve gözler önünde olup bitenlerinin büyük çoğunluğunu açıklar. (Siyasi Partiler arasındaki savaşı kastediyor sanırım-AHÇ)
Birinci grubun ikinci grupla mücadelesi bu denli AÇIK seyir etmese de diğerinden daha az şiddetli değildir. Zira Süper kapitalistler (biriktiriciler-cimriler) önemli ölçüde ekonomik GÜÇ kaynaklarını kontrol ederlerken, kadrolar kitlesi de büyük ölçüde siyasi güç kaynaklarını kontrol ederler. Bu iki kesim arasında büyüyen gerilimler (kur oranları, faiz oranları vs) dünya finans manipülasyonlarında görebileceğimiz gibi, genelde halkın önünde cereyan etmez.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:36
Toplumların kaynaklarını 3 kesim HORTUMLAR:
- Paranın gücü ile büyük kitleleri sömüren
süper zenginler
- Siyasetin gücü ile Süper zenginleri
sıkıştırıp sömüren Bürokratlar
- Halkın desteğini alarak veya KADROLULARI
tehdit etmenin bir yolunu bularak KADRO ya da ÖDÜL almak isteyenler.
Gerisine bunların aralarındaki kavgaları
seyretmek, YAĞMALRINI izlemek meseleyi anlamadan TARAF olmak kalır diyor
sanırım.
Bütün bu YAĞMA kavgası VATAN, MİLLET, ALLAH,
ATATÜRK, DİN, İMAN örtülerinin altında yapılır. 29.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Neden Muhalif Hareketler, sitemle birlikte Çöküyor?
Ekonomik süreçler egemenlerin artık kesinlikle KAR edemeyecekleri yere doğru sürüklendikçe süreç üst tabakalar arasında keskin bir mücadeleye doğru gitmek zorunda kalıyor.
Bunun kapitalist sistem karşıtı hareketler için mükemmel bir fırsat sunduğu düşünülebilir.
Düzenin sömürgecileri birbirleri ile giderek sertliği artan bir savaşa girecekler, dolayısı ile muhalif güçlere karşı nesnel olarak mücadelelerinde zayıf düşecekler. Kuşkusuz bu çok büyük bir fırsat.
Ancak sitem karşıtı hareketlerin bu durumdan sağladıkları avantaj tahmin edilebilir olanın çok çok altında. Egemenlerin güçlerinin zayıflaması ile doğru orantılı olarak bu hareketlerin güçlenmesi gerekirken, muhalif hareketler, egemenlerin zayıflama oranının çok altında bir gelişim oranı gösteriyorlar.
Evet, neden muhalif hareketler fazlasını başaramadılar? ...
Sistem karşıtı hareketler Cennetten bizi
kurtarmak için gönderilmiş özgürce dolaşan intikam melekleri değildir.
Kapitalist dünyanın ürettiği DÜNYEVİ ÜRÜNLERDİR.
BU ilk bakışta çok sıradan bir tespit olarak görülebilir. Lakin kesinlikle sıradan bir tespit değildir.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:37
İlahi dinler ve İslam mücadeleyi HAKK ve BATIL mücadelesi olarak tanımlarlar. Lakin Kapitalist süreçte ortaya çıkan batılı muhalif hareketler HAKK mücadelesi değil sermayeyi bölüşme, refahtan pay kapma mücadelesi verirler. Dolayısı ile sistemin çöküşü onların da refahlarının çöküşü anlamına gelir.
Hatırlarsanız Afrika'daki sömürgecilik
hareketlerine karşı çıkan Fransızlara, Fransız Bakan "Eğer siz şu andaki konforunuzdan,
rahatlığınızdan, keyfinizden, tatillerinizden, maaşlarınızdan VAZGEÇİP bir
Ortadoğulunun hayat standardında yaşamak istiyorsanız biz Afrika'dan
çekilebiliriz. Ama bunları istiyorsanız Afrika'da olmak zorundayız" gibi
bir cevap vermişti.
Dolayısı ile eğer bedeli ne olursa olsun HAK mücadelesi verilirse sistem değişebilir. Lakin "O niye yiyor da ben YEMİYORUM" mücadelesi ile sistem değişmez, diyor sanırım.30.10.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Dünyanın hiç bir yerinde, zengin kapitalistlerden ya da bürokrasinin liderlerinden ve hatta alt tabanından, kalıcı ve nispeten "başarılı" bir sistem karşıtı hareket gelişmemiştir.
Elbette ki sistem karşıtı hareketler içinde bu iki kesimden de bazı insanların olduğu oldu lakin ne sayı olarak ne de örgütsel olarak hiç bir zaman gerçek bir öneme sahip olamadılar.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:37
Hiç bir zaman HAK, Hürriyet, Özgürlük, Adalet gibi değerleri talep eden HALK hareketleri zenginlik içinde şımarmış kesimden ya da sistemden maaş alan MEMURLARDAN gelmemiştir.
Bunlar her ne kadar sistemden şikâyet etseler de ondan faydalanıyor olmayı da sevdiklerinden şikâyetleri gerçek bir itiraza dönüşmez, diyor sanırım.
Zeyl: Fotoğraf İngiltere'deki Filistin protestolarından. 04.11.2024
Tam da bu işte! Tam da bu...
Süper birikimciler (süper kapitalistler-para tapıcılar) için en tehlikeli olanın KİTLESEL HAREKETLERİN çözücü etkisi olduğunu unutmamak gerekir.
Bu etki hem kısa vadede hem uzun vadede üretim süreçlerini etkileyebilir ve işleyişi bozabilir. Başta önemsenmeyen hareketlerin süreç içinde gelişerek kontrol dışına çıkabildikleri bir patlamaya dönüştükleri bir çok vaka vardır.
Bu şartlar altında kitle seferberliğini sürecini durdurmaya yönelik bir anlaşmaya gitmek süper birikimciler için en iyisidir.
Sistem karşıtı hareketlerin Süper kapitalistlerin gözetiminde devlet yönetimine gelmesi, hareket içindeki müntesiplerin sayısının, etkisinin ve hatta sermayesinin artması ile neticelenir.
İşte tam da budur Süper Kapitalistlerin istediği: Muhalif liderlerin kendi kitlelerini ve dinamiklerini kontrol ve denetim altına alan bir mekanizmaya dönüşmeleri.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:38
Mesela RESMİ SİSTEMİ tehdit eden Dinci bir yapı var. Ve bu dinci yapı her geçen gün kitlesini ve öfkesini çoğaltarak KONTROL edilemez bir yere doğru gidiyor.
Süper Kapitalistler o hareketin yöneticilerini belli uzlaşılar çerçevesinde destekleyip iktidara getiriyorlar.
Sonra da "Seni buraya getiren kitleyi SEN KONTROL etmeli ve denetim altına almalısın diyorlar"...
Böylece Resmi Kamalist yapıyı tehdit eden halk hareketini Resmi Statükonun gözcüsü ve bekçisi yapıyorlar... Diyor sanırım.
İşte
bu,
Tam da
bu. 06.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
İşin içindeki bütün yapısal faktörler göz önüne alındığında, açıklanması gereken şaşırtıcı unsur sistem karşıtı hareketlerin ilerlemesindeki yavaşlık ya da cılızlık değildir. Bu hareketlerin hala nasıl olup da ilerleyebildikleri varlıklarını koruyabildikleridir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:38
Büyük sermayenin muhalif hareketlerin üst kadrosunu içeri çekip kendi adamına dönüştürdüğü, bütün medyayı elinde tutup manipüle ettiği, tüm haber ajanslarını kontrol ettiği, tüm sosyal medyayı takip ettiği, 3 kişinin bir araya gelmesini engelleyen bireysellik, özgürlük ve akılcılık zehirlerinin yedirildiği bir ORTAMDA; bunca yalanın, kandırmanın, aldatmanın, korkutmanın, yönlendirmenin, manipülasyonun arasında neden "muhalif hareketler, direniş hareketleri CANLI değil" diye sormak abestir.
"BU hareketler nasıl oluyor da hala bu ortamda var olabiliyorlar?" sorusu daha ciddi bir sorudur.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kapitalist dünyanın yöneticilerinin iddia ettikleri gibi, Bölüşüm uçurumunun kapanmakta olduğu doğruysa, sistem (küreselcilik-AHÇ) karşıtı hareketleri besleyen temeli açıklamak güçtür.
Oysa gerçeklik şudur ki, bir bütün olarak dünya sisteminde uçurum kapanmamakta, aksine açılmaktadır. Süregiden siyasi hareketlenmenin maddi temelini sağlayan işte bu BUZ GİBİ gerçekliktir.
Kitleler arasındaki korkunç uçurumlar oluşmasını yani sınıfsal kutuplaşmaları besleyen metalaşma (Mananın reddedilmesi Materyalizme tapınma-AHÇ) süreci ve sonsuz sermaye biriktirmenin önünün açılmasıdır.
Immanual Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:39
Kitlesel direniş hareketlerini besleyenin kapitalizm (para taparlığın) doğal sonucu olan gittikçe açılan GELİR uçurumları olduğunu bende kabul ediyorum. Lakin bu olmasa da İNSANIN içinde vicdan diye bir kuvve var. VE bu kuvve; HAKSIZLIK karşısında, ZULÜM karşısında itiraz etmek için FIRSAT kolluyor, susturulamıyor.
Her zaman insanı harekete geçiremese de özellikle konfor ve refah içinde çok zayıflasa da bir şekilde İTİRAZINI korumayı başarabiliyor, diye düşünüyorum.07.11.2024
Küresel sistem karşıtı hareketlerden birbirine ZIT iki yönde hareket ortaya çıktı.
Sistem karşıtı oldukları halde sitemden kadro talep eden, sistemi zayıflatmak yerine güçlendiren muhalefetin rolü gittikçe arttı. Ancak küresel sistemdeki ekonomik sıkışma bu hareketlerin yukarıya doğru hareketini oldukça zorlaştırmış durumda.
Diğer tarafta ise sistemi tamamen reddeden hareketler için zemin gittikçe genişledi ve tarihsel süreç bu yöndeki militanlaşmanın siyasi direnç kabiliyetini yükseltti.
İşte bu çerçevede kapitalist dünya sisteminin şu anda geçirmekte olduğu sistem krizinin iki siyasi ifadesinin bunlar olduğunu söyleyebiliriz. BU durumda şu andaki sistemi yönetenleri de sayarsak 3 önemli kesimin aynı 1300-1450 yılları arasındaki üst tabakaların giriştikleri gibi bir ölümcül mücadeleye giriştiklerini düşünebiliriz.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:39
Dünya sistemi 3 gruba ayrılmış ve ölümcül bir savaşa girişmiş durumda
1- Sistemin sahipleri: ABD, İsrail, İngiltere,
Fransa, Almanya, İtalya, Kanada vs. (Siyonist-Haçlı Birliği)
2- Sistemin muhalifi olmalarına rağmen sistemi
değiştirmeyi değil Yöneticileri değiştirmeyi ya da yöneticiler arasında yer
alıp, BAŞ sömürgenlerden biri olmak isteyenler: Avrupa’nın yenilmişleri ve 3.
dünyanın az gelişmişleri Japonya, Güney Kore, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan,
Fas, Tayvan, Singapur, Meksika vs.
3- Sistem değişsin Yeni bir DÜZEN kuralım
diyenler: Çin, Rusya, Hindistan, Güney Afrika, İran, Brezilya gibiler.
Bu 3 grup ölümcül bir mücadeleye girdiler. Ayakta kalan diğerlerini yiyecek, der gibi.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Şu an dünya sistem karşıtı hareketler ailesinin evriminde de gerçek bir dönüm noktasındayız.
Acaba sistemi yıkıp yeniden kurma eğilimi mi yoksa sistemi onarıp başına geçme eğilimi mi daha güçlü?
Eğer sistem içinde kadro bekleyen taliplilerin rolünü güçlendiren eğilim güçlü ise bu durumda, toplumsal hareketler dünya kapitalist sisteminin başka bir şeye "kontrollü dönüşümünü" için kullanılmış olacaklardır.
Bu durumda kurulacak sistem ne kadar farklı olursa olsun, yeni sistem dünya emek gücünün hiyerarşik sömürüsünün başka bir isim altında sürdürülmesi olacaktır.
Nitekim feodalizmden kapitalizme geçişte de olan şey buydu.
Immanuel Wallerstein, Sosyal bilimleri Düşünmemek, s:40
Yeni düzen dediğimiz HAKKA talip olanların yeni düzeni mi olacak yoksa "Neden o yiyor da ben yiyemiyorum diyenlerin mi?"
HAKKIN hatırını kendi menfaatinden üstün tutanların mı, yoksa ben HAKKI yenen değil HAK YİYEBİLECEK konumda olan olmak istiyorum diyenlerin mi?
HAK mücadelesi mi veriyoruz yoksa PASTADAN PAY kapma mücadelesi mi?
EGEMEN kapitalistlerle aramızdaki fark HAK ka kul olan farkı mı yoksa fırsat bulamamış olma farkı mı?
Diye sorular sormak istiyor sanırım. (08.11.2024)
Geleceğe dair bir alternatifimizin olup olmadığını tartışmadan önce sistem krizini ayakta tutan üçüncü ayağı da ele almalıyız.
Bir dünya sistemi olarak Kapitalizmin (para taparlığın-AHÇ) doğal sonucu aynı zamanda onun güçlü bir destekçisi olan temel metafizik parametrelerin sorgulanması gerekir.
Modern dünyayı şekillendiren bilgi sistemi, hiç kuşkusuz, uzun süreli ve ilginç bir mirasa sahiptir. BU sistemin Locke, Descartes ve Newton tarafından kodlanmış olduğuna şüphe yoktur:
Yani hakikate ve mutlak doğruya evrensel yasalar biçiminde AKILLA ulaşılabileceği inancı.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:40
Eğer hakikat Bizim AKLIMIZLA sınırlı bişi ise,
Eğer HAK bizim kavrayabileceğimiz
anlayabileceğimiz, farkında olabileceğimiz bir şey ise,
Eğer Doğru ve Yanlış bizim karar
verebileceğimiz bir şey ise
TANRI BİZİZDİR. Başka bir Tanrının
bilgeliğine, ilmine ve hakemliğine ihtiyacımız yok demektir.
Tanrı biz isek TANRI'YI yani
kendimizi(nefsimizi) korumak ve o Tanrının her istediğini (şehveti) yerine
getirmek FARZ'dır.
Kapitalizm de zaten budur: GÜCE yani KENDİNE
tapınmak,
AKILCILIĞIN kapitalizmden yani KENDİNE,
nefsine, arzularına tapınmaktan başka gidebileceği yer yoktu, diyor olabilir. 09.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Newton'cu termodinamikte (Fizikte de denebilir-AHÇ) "denge dışı durum" yapının görünüşünün denge durumundaki düzenle özdeşleştirilmesini önleyen düzensizlik durumuna verilen isimdir.
Prigogine ve benzerleri buna itiraz ederler: Onlara göre dengesizlik durumu daha olağan bir düzen kaynağıdır. Prigogine'e göre klasik fizik, "olaylar" ve "düzenlilikler" arasında temel ir ayrım çizgisi çeker. Olayları fiziğin hiç bir görüş sahibi olmadığı "başlangıç koşullarına" indirger ve dinamik yasaların yalnızca düzenlilikleri açıkladığı öne sürülür.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:42
Mesela NŞA (Normal Şartlar Altında) su 100 derecede kaynar der fizi,k ve bundan sapmayı ANORMALİTE olarak tanımlar. Hâlbuki o Normal Şartlar denilen yer belkide dünyanın hiç bir yerinde yoktur. Zaten Normal Şartlar denilen şartlar dünyanın her yerinde olmuş olsaydı HAYATIN imkânı kalmaz, yeryüzünde tek bir canlı kalmazdı. Hayatı var eden NORMAL Olmayan şartların kendisidir.
Eşya bakış modellerinden sadece biri olan Newtoncu fizik anlayışının hayata geçtiği yerde "NORMAL ŞARTLAR ALTINDA" "herkesin eşitlenmesi" gerekir. (Toplumsal cinsiyet Eşitliği) Lakin o Normal Şartlar Altında denilen yer hiç bir yerdedir. Hayat EŞİTSİLİKLER üzerinden çiçek açar, meyve verir.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Klasik Fizikte her birim, sanki dünyada yalnız başınaymış gibi ayrı ayrı evrim geçirir bunun sebebi birimleri, etkileşim içerisinde olduğu unsurlardan daha öncelikli olarak tahayyül etmesindendir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:42
Klasik fizik her BİRİMİ kendi başına soyut bir DÜNYA olarak düşünür. Onun çevresi ile birlikte bir VARLIK olduğunu, çevresi olmadığında onun o, OLAMAYACAĞINI bilse de ihmal eder.
Kendisi de Karaciğer rahatsızlığı olan bir karaciğer uzmanı doktor arkadaşa, kendisinin tedavi edemediği bir hastası "Beni iyileştim" deyince gittiği Alternatif Tıpçı arkadaşının telefonunu veriyor. Alternatif tıpçı arkadaş "sizde karaciğer sorunu yok, Böbrek üstü bezlerinizde sorun var. O sorunun neticesi bu rahatsızlık" deyince. "Olmaz öyle şey! Saçmalıyorsun." diyor.
Doktor Beyin verdiği tepki oldukça yerinde zira NEWTON fiziği, çevresinden koparılmış, çevresinden ve ilişkilerinden ayrı, kendi başına kalmış NORMAL ŞARTLAR diye gerçeğin ötesinde bir yere konumlanmış bir bakışla bizi, insana ve eşyaya uzaklaştırır.
Nitekim aynı bakış dünyanın 4'te 3'ünün temiz suya erişiminin olmaması ile dünya servetlerinin yarısından fazlasının 56 kişinin elinde toplanmış olması arasındaki bağı fark etmemizi de engeller.
Afrika'daki yoksullukta, dünyanın her tarafına yığılmış çöplerde, iklim ve carbon krizinde ve Filistin'deki büyük katliamda aynı SOYUTLANMIŞ, bağlantıları koparılmış, sebep sonuç zinciri kırılmış bakışın geçerli olduğunu da fark edemeyiz, diyor sanırım. 11.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Üçüncü olarak. Klasik fizik için zaman yoktur. (Einstein için de yoktur.)
Zaman yalnızca dışsal bir süredir.
Prigogine ise yapılara özgü içsel bir zamanın
var olduğunu iddia eder. Modern fiziğin bunu anlayabilmesi için "birbirine
incelikli olarak bağlı olan "çoklu zamanların" varlığını kabul etmesi
gerekir: Denge durumlarına doğru ilerleyen geri-döndürülemez zaman, içinde var
olduğu dünya tarafından beslenen döngüsel zaman, kararsızlık ve dalgalanmaların
büyümesi yoluyla evrimlerin çatallanma zamanı...
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:43
Geçen AHMAĞIN biri "ne yani Ortaçağ'a geri mi döneceğiz?" demişti. BATI'lı zamanı kendi zamanı zannediyordu. Hâlbuki Ortaçağ denilen dönem Batılılar için çok zor zamanlar olsa da Türk ve Müslüman Uygarlıklar için Altın Zamanlardı.
Newton fiziği için 2 noktadan tek doğru geçer. Yani zaman tektir. Bu düşünce zamanı tek boyut olarak algılar ve kendi zamanını TÜM toplumlara ve hatta eşyaya dayatır. Ona göre İNSANIN, zamanı Hz İsa ile başlamış, Sürekli İLERLEYEREK devam edegelmiştir.
Hâlbuki eşyanın, bireyin, toplumun, devletlerin zamanları farklı farklı işler, bu bir yerde diğerlerinden tamamen bağımsızken bazı yerlerde diğerlerini kapsar, İç içe girer, dışlar veya üst üste biner. Veya paralel bir şekilde birbirine hiç değmeden kendi istikametlerinde akar gider.
Mesela bir insan gününün 10. dakikasında iken diğerinin 8. saati olabilir.
O sırada biri kendi ömrünün 90. yılında ya da 10. saatinde olabilir. Tam bu anda bir kelebek normalde 48 saat olan ömrünün 60. saatini doldurarak çooook uzun bir ömrü yaşıyor olabilir.
Aynı anda o topraklarda daha önce onlarcası kurulmuş ve yıkılmış hatta tamamen unutulmuş olan devlet 101. YAŞ başarısını kutlarken, 400 yıllık Batı uygarlığı en az 5000 senelik Çin ve 6000 senelik Hint Uygarlığı ile mücadeleye girişmiş olabilir.
Tam bu sırada ömrü boyunca onlarca devleti eskiten İslam Uygarlığı 1400. senesinde TAZE ümit olarak yeniden yeşermeye çalışıyor olabilir.
Aynı anda 1500 senelik eskimeye başlamış TAŞ duvar, 50 senelik olmasına rağmen ayakta zor duran betonarme bir binaya destek olmaya çalışıyor olabilir.
Aynı anda pek çok zamanın içinde yaşarız. Ve bunlar “ok” gibi ileri gitmiyor bazen kısa bazen uzun zamanları alan DÖNGÜSEL zamanlar olarak yaşanıyorlar.
Üstelik zaman nihayetsiz bir uçuruma bizi sürüklemez. Ölümün yani AHİRETin yani bir başka ZAMANIN kapısına getirip bırakır. Gibi şeyler aklıma geldi.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Dördüncü olarak Newton'cu fizik, Bilim Adamlarını "teorik olarak dünyevi olan her şeyin dışında ve ötesinde" ilan etmiştir.
Artık gördük hem kültürel hem de teorik olarak bu imkânsızdır.
Bırakın artık Sosyal bilimlerin Fizik bilimini rol model almasını, artık fizik dâhil tüm bilimlerin İnsan Bilimi olduğu iddia edilebiliyor.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:43
1- Newton'cu Fizik, Bilim adamını PEYGAMBERLERİN yerine oturttu. O BAĞIMSIZ, ADALETLİ, ÖNYARGISIZ, DOĞRU Düşünceli, menfaat ve çıkardan uzak biri olarak TANRI adına konuşabilirdi. Hidayet veren ve yol gösteren oydu.
Baştan aşağı bir yalandı. Bilim adamı denen toplumun, ailesinin, çevresinin, coğrafyasının, zamanının tüm önyargılarından ve kültürel verilerinden etkilenmiş; PARA, SATATÜ, MAKAM, şehvet ve nefsi karşısında diğer insanlar kadar zayıf bir varlıktı.
2- Fizik, Kimya, Biyoloji ve diğer tüm bilimler İNSANIN eseri idiler ve İNSANIN duruşundan, halinden, fikrinden, düşünme şeklinden etkileniyordu. Onlar İNSANIN halinin doğurduğu çocuklardı. Yani günün fiziğini incelemek, biyolojisine bakmak, mimarisini, edebiyatını çalışmak o dönemin İNSANINI çalışmak anlamına da geliyordu.
Yani SOSYOLOJİ denilen bilim aslında sanki bunlar İNSANDAN ayrı imiş gibi kabullenilmiş bir önyargının evladı idi. Diyor sanırım. 12.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Siyasi GÜCÜN unsurları pek çok alana yayılmış durumdadır.
Devlet aygıtı, bu alanların en önemlilerindendir ama tek unsur değildir.
Gücü metreye döküp boyunu ölçme imkânına sahip
değiliz ama ben devletlerin boyunun, dünya ekonomisinin gerçek güçlerinin
boylarının yarısından biraz daha azını temsil ettiğini düşünüyorum. Bunu
ekonomik şirketlerin gücünü abartan bir tahmin olduğu söylenebilir ancak ben
olsa olsa bunun devletlerin gücünü küçümseyen değil abartan bir tahmin olduğunu
düşünüyorum.
Güç, ekonomik kurumların gölgesinde yatar.
Siyasi güç ise işleyen siyasetin üzerinde
etkili olabilecek yapıların gölgesinde rahat eder.
Güç HAREKETLERİN bizatihi kendisinin peşinde
gezer.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:45
Kapitalist
dünyada tanrı PARA'dır. PARAYA TAPILIR.
Para
GÜÇ TANRISI yüce Mammon'a ulaşmanın en kolay yoludur.
Böyle
bir düzende PARA SAHİPLERİ kutsal ve DOKUNULMAZ AZİZLER EVLİYALARDIR.
Devletlerin de üzerinde kral atayan, kralı tahtından indiren PAPALAR artık yüce
TEFECİLERDİR.
Bugün Ruthschildelerin desteklediği İSRAİL'İ onca devletin (Türkiye dâhil) kendi halklarını karşılarına alma pahasına destekliyor olmasının nedeni; devletleri parmağında oynatan, MERKEZ BANKALARININ sahibi olan bu TEFECİ aile ile aralarını bozmama endişesi değil midir?
21. Yüzyılda GÜÇ devletlerde değil, onlara BORÇ veren büyük TEFECİLERDEDİR.
Ve bu YÜCE TEFECİLERE meydan okuyabilecek tek GÜÇ kitlesel halk hareketleri olabilir, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Eğer devletler, Küresel ekonomik yapıların (Büyük Tefecilerin-AHÇ) elinde yapılarsa, muhalif hareketlerin devleti ele geçirme hedefi ne anlam ifade eder?
Devlet
yapısında bir iktidar kurmanın ilk hedef olması muhalif hareketlerin uğradığı
başarısızlığın (ya da sistemin adamına dönüşmenin-AHÇ) en önemli sebebidir.
Bana göre hareketlerin gündeminde şu olması gerekir: Devleti ilahi hedef olarak görmeyen onu pozisyonlardan bir pozisyon düzeyine gerileten bir strateji geliştirilmeli.
Zira hareketlerin GERÇEK gücü devletten değil, muhalif hareketlerin HAREKET yaratabilme gücünden kaynaklanır.
Gerçekten
de sosyalist bir dünya yaratma ümidi, Âmin’in ayrımını kullanırsak, mevcut
sistemin kontrollü bir şekilde dönüştürülmesinde değil, sistemin çöküşünün
hızlandırılmasında yatıyor.
Immanuel
Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:46
1- Hz Peygambere yöneticilik, reislik, krallık, mal, mülk, iktidar teklif edildiğinde "Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz Vallahi HAYIR!" demesi devleti, iktidarı, sultanlığı önemsizleştiren, değersizleştiren onu KUTSALLIKTAN soyup sıradan bir pozisyona indirgeyen bir TEPKİ değil midir?
2- Suudi Arabistan'daki, Mısır'ındaki, Türkmenistan'daki, başörtüsünü yasaklayan Tacikistan'daki, İsrail'in baş kankisi Azerbaycan'daki SAĞCI, muhafaza-kar, devletçi hareketler bu diktatöryal, insafsız, haydut, sahtekâr, büyük mafya rejimleri ayakta tutan, destekleyen, besleyen, koruyan hareketler midir yoksa çok daha iyisini yapmak için gayret gösteren hareketler midir? Diye soruyor sanırım. 14.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kapitalist ekonominin kurumsal yapıları (devletler, sınıflar halklar vs.) sanki bağımsız kendiliklerinden varlıklarmış gibi telakki edildiler.
Bu bağımsız varlıkların, bir tarihsel sitemden diğerine bir evrimsel kalıp içerisinde dönüştüğü düşünüldü. Böylece "Kapitalist Devlet" gibi saçma sapan kalıplarımız oldu.
Bunun anlamı DEVLET denen sabit bir yapı var bunun "feodal devlet", "kapitalist devlet" ve "sosyalist devlet" gibi türlerinin olduğuydu.
Gerçekte, kapitalist ekonominin kurumları onun kendi ürünleridir. Onlar büyük işleyişli kapitalist sistem dışında tahlil edilmez hatta tanımlanamazlar.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:46
Kapitalist devlet diye bir şey olamaz. Paraya tapınan, Para sahiplerine tapınan bir devlet tanımı devletin varlık sebebine terstir.
Fakirlerden, sıradan halktan alıp ZENGİNLERİ daha zengin yapmak için kurulmuş bir ÖRGÜT’e bir MAFYAYA hiç bir toplumun razı olması, bunun için bir araya gelmesi, bununla huzur bulması mümkün değildir. Kapitalizm toplumların DEVLETİNE yani huzuruna, mutluluğuna, adalete, özgürlüğe, insanlığa düşmandır. Sadece menfaate ve GÜCE ve bunları temin ettiği için PARAYA tapınır, diyor sanırım.
Zeyl: Bu kelimeleri, tüm toplum fakirleşirken, bir emekli maaşı aylık ortalama kira bedelinin yarıya düştüğü bir toplumda BANKALARIN her sene kar rekorları kırmasını sorgulamayan, buna itiraz etmeyen hatta fark etmemek için çırpınan bir toplumda ettiğimizi, o toplum tarafından anlaşılmasını beklediğimizi de unutmamak gerekir sanırım. 15.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Sanayi
Devrimi -1
Sanayi
devrimi kavramı 19. Yüzyılda liberallere, Britanya hegemonyasını -hiç de
gizlemeden- ideolojik olarak haklılaştırmak için hizmet etti ve sosyalistlere
Fransız Burjuva devrimlerini inkâr etme imkânı tanıdı.
Ama
20. Yüzyıldaki fonksiyonu farklı oldu.
Hem liberaller hem Avrupalı sosyal demokratlar için Sanayi Devrimi kavramı dünya üzerindeki genel fakirleşmenin -Avrupa Hariç- suçunu 3. Dünya ülkelerinin üzerine yıkmanın yoluna dönüştü. 3. Dünya ülkeleri harıl harıl Batı kültürü içinde kendilerini asimile etmedikçe Batılı yaşam standardını yakalayamamaları kendi suçlarıdır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri
Düşünmemek, s:58
Batının
zenginliği sömürge ülkelerden korsanlıkla, hırsızlıkla, sahtekârlıkla,
dolandırıcılıkla, katliamlarla, zulümlerle, kölecilikle, Yağmalarla,
korsanlıkla elde edilmiş bir zenginliktir.
Bunu
unutturmak ve gizlemek için BATI sanayi devrimi diye bir kavram üretti.
BU o kadar işlevsel kullanıldı ki, hem kendi suçlarını ve vahşiliklerini "siz sanayi devrimi yapamadınız o yüzden fakirsiniz" diyerek 3. dünya diye aşağıladıkları insanların üzerine atabildiler hem de eğer bize benzemezseniz MEDENİ olamazsınız diyerek SÖMÜRÜNÜN devam edeceği asimilasyon sürecini de onunla devam ettirdiler, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Sanayi Devrimi- 2
Devrimci sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketleri için ise Sanayi Devrimi kavramı neredeyse sosyalizmin kendisinin bir kavramı haline geldi.
Bu hareketlerin militanları, sosyalizm için mücadeleyi, dünya KAPİTALİST sistemini dönüştürme mücadelesi yani kapitalist değer yasalarını üzerine kurulmuş DEVLETLERİN egemenliğini ve devletlerarası güç dengesine dayalı devletler sistemini değiştirme mücadelesi olarak görmediler.
Bunun yerine ileri devletleri "yetişmek" için yani kendi Sanayi Devrimlerini gerçekleştirmek için kendilerini enine boyuna düşünmeden devlet AYGITINI ele geçirme oyununa dâhil ettiler.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:59
Sosyalist hareketler Kapitalist sistemin var olduğu düşünme biçimlerini, sömürgecilik kazanımlarını, üstünlük psikolojisini sorgulamadan kazanımların "Sanayi Devriminin" getirisi olduğu ön kabulü ile MADDİYATÇILIĞIN, materyalizmin, dünyeviliğin alt yapısını teşkil ettiği DEVLETLERİN gücünü ya da devletlerin yönetimini istediler diyor sanırım.
Tıpkı Devlet Aygıtının eski İslamcıları Güce tapan, paraya tapan, sisteme tapan tiplere dönüştürmesi gibi onlar da kapitalist sistem tarafından dönüştürüldüler diyor sanırım. 16.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Modern dünyanın belki de en önemli kurucu mitolojileri bir bütün olarak TARİHE
DAİR üretilmiş mitlerdir.
Gayet iyi bilindiği gibi, modernitenin büyük entelektüel dönüşümlerinden birisi, toplumsal değişimin döngüsel niteliğine ilişkin görüşlerin yerine, İLERLEME düşüncesine odaklanmış olanların geçmesiydi.
İnsanın ilerlemesinin, kaçınılmaz değilse bile, en azından yüksek bir ihtimal olduğu düşünülüyordu; bu ilerlemenin ise, az ya da çok süreklilik gösterdiği, yani birbirini izleyen evrelerden oluştuğu farz ediliyordu.
İmmanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:61
Hristiyan
mitolojisinde İnsanlık Hz İSA ile kurtuluş yoluna girmişti. Sürekli ilerleyecek
ve Yeryüzünde Tanrı hâkimiyeti kurulacaktı. Modernite bunu kopyaladı ve AHLAKİ,
erdemi, insani ilerlemenin yerine sanayi ve teknolojik ilerlemeyi koydu.
Dolayısı
ile Teknolojik olarak en ileri olan, en gelişmiş, en ileri İNSAN oldu -yani
BATI-
İNSAN
ilerlediğine göre eski model insanlara dair alışkanlıklara -ahlak, namus,
şeref, iffet ve erdem gibi- ihtiyaç
yoktu.
Tarihselciliğin
temeli bu İLERLEME mitolojisinin öncelikle kabul edilmesiydi.
Hâlbuki KABİL, Habil'i öldürürken, bugün İsrail'in Filistinlileri katlederken olduğundan daha vahşi değildi, diye itiraz edilebilir.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Modern
dünyanın YENİ temel hikâyesi 19. Yüzyılda büyük oranda tamamlanmıştı.
Bu hikâye
âlimler tarafından VAAZ ediliyor, okullarda öğretmenler tarafından anlatılıyor,
eğitim almış modern insanların büyük kısmı tarafından da inanılıyordu. BU hikâye
bugün bile popüler ve akademik dilimize ve dünyayı algılamamıza o kadar derin
bir şekilde kök salmıştır ki ciddi bir analizin konusu dahi olamaz.
Nedir
bu hikâye?
Basit
herkesin bildiği hikâye: Avrupa bir zamanlar feodaldi, derebeyler tarafından
yönetilirdi. "Karanlık Ortaçağın" içindeydi. İnsanların çoğu köylüydü
(bedevi). Köylülerin, topraklar ve paranın sahibi derebeyiydi. Bazı süreçlerin
sonunda (nasıl ve ne zaman olduğu belli olmayan) orta tabakalar ve öncelikli
şehirli orta tabakalar ortaya çıktı, yeni düşünceler doğdu veya yeniden ortaya
çıktı (Rönesans), ekonomik üretim arttı, bilim ve teknoloji gelişti. Ve sonunda
Sanayi Devrimi gerçekleşti. Burjuvazi aristokrasiyi (kralları) devirdi ve
özgürlük alanları genişledi.
Bazıları
ilerlemeyi erken tamamladı (İngiltere gibi) , bazıları hemen ardından geldi
(Fransa gibi) Diğer ülkeler GERİYDİ, AZ gelişmiş idi.
Ancak bu hikâyenin temeldeki iyimserlik dikkate alınmalıydı: karamsarlığa gerek yoktu. Eğer GERİ halklar öndeki halkları yeterince iyi taklit edebilirse onlar da ilerlemenin meyvelerini yiyebilirdi.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:62
Batının
KURuCU mitolojisiydi.
Batının kendi ile yüzleşmemesini ve zenginliğin kaynağının haydutluk, yağma ve sömürü olduğunu unutturan; KENDİSİNE ASİL bir gelişmişlik hikâyesi uyduran: Aynı hikâye üzerinden diğerlerini aşağılık ilan etmeye yarayan ve sömürünün devamı için diğerlerini RIZAYA yönelten bir SAPKIN HİKÂYEYDİ, diyor sanırım. 18.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Modern tiyatro oyununun sahnesinde rol verilecekler konusunda genel bir uzlaşı
olduğunu düşünüyorum.
Oyundaki temel karakterler şunlardır:
Oyunda
rol verilmeyen, ortalıktan kaybolacak iki grup: Geleneksel Köylülük ve yenilmiş
aristokrasi
Sahnede
yüksek rol alan iki Grup: Yeni zenginler zümresi ve büyümüş işçi, emekçi, memur
sınıfı.
Ve bu
öne çıkan iki grup arasında istikrarsız, müphem, eğreti duran mütecaviz bir
tipleme.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:62
Modern dünya genel olarak 3 tip insan tipi var etti:
1- Yeni zenginler sınıfı
2- Maaşlılar sınıfı
3-bu iki kesimi VURARAK yaşamaya çalışan ne
idüğü belirsiz uyanıklar mı demeliyim vurguncular mı demeliyim "hap yap
para kap"çılar zümresi.
Dikkat edilirse her 3 zümrede EMEĞİ, SANATI, çabasının karşılığı ile hayatlarını idare etmeye çalışanlara yer vermez. Onlar her 3 grup için de aşağı görülen, hor görülen kesimdir.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Geri
kalmış bir ulus, gelişmiş uluslara nasıl yetişebilir?
Gelişmiş
olan ülkelerin gelişmiş olmalarının sebebinin kendi temel içsel tarihlerinde
yattığı kabul edilmiş olduğundan bu soru şöyle cevaplanmıştı: "Taklit
Edin!" Elbette mümkün olduğu ölçüde. (becerebileceğiniz kadar-AHÇ)
İlerleyebilmek
için bir ülkenin "ulusal karakterini" değiştirmek veya bir sonraki
aşamaya geçebilmek için daha önceden var olan "sınıf yapısını"
yeniden oluşturmak her zaman o kadar kolay değildir. Kolay ya da zor... İzlenecek
yol buydu.
Bu noktada LİBERALLER ve MARKSİSTLER fikir birliği içerisindedirler. Muhafazakârlar taklit etmenin işe yarayacağı konusunda onlara karşı çıkmazlar tam tersine işe yarayacağını düşündükleri için karşı çıkarlar.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:64
Batı
üstünlüğünü, 400 yıl boyunca süren silah teknolojisindeki yani katliam
yapabilme becerisindeki üstünlüğü sayesinde yağmaladığı Hint'in, Çin'in,
Afrika'nın, Amerika'nın servetleri sayesinde elde etmişti.
Ama
dedi ki, diğer uluslara "eğer siz de zengin ve üstün olmak istiyorsanız,
benim gibi giyinin, yeyin, için, tüketin, benim sattıklarımı alın, benim dilimi
öğrenin, şapka giyin, alfabenizi değiştirin, pop müzik dinleyin. Yani
kendinizi, kendi kimliğinizi inkâr edin.
Batı'nın düşünce ve nüfuz ajanı olan liberalizm, komünizm ve muhafazakârlık her üçü de bunun propagandasını yaptı, diyor sanırım. 20.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Batının
sanayi ve teknoloji geliştirerek zengin olduğu ve refaha kavuştuğu, GERİ
ülkelerin onu taklit ederek Gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkabilecekleri MİTİ
çok yaygın kabul görmüş bir mittir.
Hepimizin
çok aşina olduğu bir mittir. Meydana gelmiş olduğu varsayılan pek çok şeyi
açıklar. Aksi halde bu kadar çok insanı ikna edemezdi. Çok esnektir. (Hatta
biraz fala esnektir.)
Bununla
birlikte söz konusu mitin büyük bir kusuru var. Modelin ana iddiasının aksine
neden sürekli zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu sürekli daha fazla
açıklayamaz. (Zira bütün ulusların zenginliğini ve refahını sağlayacağı iddiası
onun temel iddiasıdır.)
Egemen
hikâye (hatta Marksist versiyonu bile) burjuvazi ile proleterya arasında
sürekli büyüyen uçurumu (kutuplaşmayı) da açıklayamıyor.
Immanuel
Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:64
Çağdaşlaşma
ULUSLARI çağdaş medeniyetler seviyesine çıkaracak, zenginleştirecek, konfor ve
refaha kavuşturacaktı. Çünkü REFAH sanayi, teknoloji ve bilgiden geliyordu.
Yalandı.
Baştan sona yalan!
BATILI
refah ve TÜKETİM ancak sömürü ile elde edilebilir. Sömürü ise her hâlükârda
sömürülenin fakirliği demekti. Batıyı taklit sadece toplumları daha
sömürülebilir kılıyordu, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Belki
açlık, İblis'in bizimle eğlencesidir,
Belki
İngiltere'de ekinlerin susuzluktan kavrulması Fransız Cadılarının büyüsüydü.
Belki
de kraliçenin zina yapmasının lanetiydi.
Görünüşe bakarsak bunların hepsi eşit derecede doğrudur.
Zira
açlığın her tarafta olduğu, Fransızların arasında cadıların olduğu, ya da
Kraliçenin zina yaptığı gayet iyi bilinir.
Aynı
Sovyetler birliğinin aydınlanmış bir Marksist Teorinin rehberlik ettiği özgür
bir işçi, devleti olduğu
Kapitalist
düzenin "ortak yararı" her şart altında önde tuttuğu, masalları gibi.
Bu mitolojilere inanarak parlayan sosyalist güneşin mavi gökyüzündeki hareketini ya da GAYRI SAFİ MİLLİ HÂSILA topunun "hepimiz için" nimetleri toplaya toplaya yükseldiğini bütün gün keyifle izleyebiliriz.
BU nakaratları her gün birbirimize okumanın ne faydası var?
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:65
Aynı
Amerika'nın dünyaya demokrasi getirdiği, Bankacıların insanlık için çalıştığı,
ülkenin zenginleşmesinin fakirlerin de zenginleşmesi anlamına geldiği, Ülkenin
borçlarını öderken zenginlerin de elini taşın altına koydukları, Aşıların
halkın faydasına olduğu, HASTANELERİN sağlık dağıttığı, Türkiye'nin İsrail'le
ticaret yapmadığı, Filistin'in arkasında Türkiye'nin olduğu
Gibi masallar anlatılır her gün TV’ler den bizlere. 20.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Köylülerin ürettiği artı değere el koyan toprak sahipleri1300'lerden sonra ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Sonraki 2 yüzyıl boyunca köylülerin pazarlık gücü arttı.
Asillerin, köylü isyanları, nüfusun azalması ile ustalık değerinin artması, kısmen de kendi aralarındaki çekişmeler nedeniyle güçleri azaldı. Soyluluk yani feodalizm krizdeydi.
Soyluluk siyasi olarak zayıfladıkça ve köylülük güçlendikçe olaylar "Köylü Ağalar Cenneti" yönünde gelişmeye başladı.
Soylular sınıfı gidişattan paniğe kapıldı. Olayların yönünü değiştirecek bir stratejiye ihtiyaç vardı. Söz konusu strateji, ağaların aradan çıkarılıp ürünün direk emekçi köylüden temin edilmesinden geçiyordu.
Bu strateji tarımda hatta sanayi, ticaret ve finansta toprak sahibi asilzadelerin kapitalist işletmecilere dönüşmesine sebep oldu.
Burjuvazinin ( zenginler sınıfının) aristokrasiyi (asiller sınıfını) devirmesi şöyle dursun, karşımızda burjuvalaşan bir aristokrasi vardı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:67
Zenginler, asilleri indirerek sömürü sistemine
son verdi iddiası saçmalıktır. Asiller sınıfı burjuvalaşarak yani asaletin
gerektirdiği davranış biçimini terk ederek PARAYA TAPAN hareket biçimini
sahiplendiler yani burjuvalaştılar.
Diyor sanırım.
Yani bugünün ne zengininde ne burjuvasında ne de şehirlileşmiş Köylü ağalarında ASALET ya da ASİL davranışlara özenme yoktur.
Tıpkı eskinin bir RAJON takip eden KABADAYILARININ rajonu terk ederek para için her şeyi yapan mafyalara dönüşmeleri gibi…
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Tabi ki, toprak sahipleri süreç içinde, zenginleşen orta sınıftan bazılarını kafalayarak kendi taraflarına çektiler;
Birçok aristokrat aile bu dönüşümü gerçekleştirmeyi başaramadı zira salonlarda iyi eskrim oynamak için akrobasi çalışmak, vahşi pazarda tutunabilecek bir ticaret zekâsı geliştirmek veya köylü ve işçiler üzerinde baskıyı kurabilmek için bürokrasiden haydutlar ayarlamak gibi çok zorlu işlerle karşılaştırılabilecek gibi değildi.
Gerçi kafalanan orta sınıf mensupları, "soylu gibi yaşamak için" hastalıklı bir şevk duyuyorlardı. BU durum gerçek bir çatışma ihtimalini düşürüyordu. Zira burjuvalaşmaya direnen asiller ve asilleşmeye çalışan, statü taliplisi orta sınıf yeni zengin tüccarlar vardı.
Sonraki bir kaç yüzyıl boyunca üst tabakalar arasında süregiden mücadelelerin kaynağı burada yatar.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:67
Eski sömürgecilere duyulan öfkenin bir çatışmamaya dönüşmemesi yeni sömürgecilerin eskilerin asalet unvanlarına, evlerine, arabalarına, mevkilerine olan AÇLIKLARI, özentileri, görmemişlikleri, sonradan görmelikleri nedeni iledir.
Dünün
aşağılanan, hakir görülen köylüleri, dindarları, başörtülüleri, sakallıları
İKTİDAR nimetlerine kavuşunca kendileri gibi olan, içinden geldikleri zümreyi
aşağılamak, kendilerinin FARKLI olduğunu eski sınıflarına hissettirmek için
altlarına LÜKS arabalar çektiler, başka mahallelere taşındılar, acaip yeni
yetme PARTİLER verdiler.
Yıkmak için mücadele ettikleri TİPLERE dönüşmeleri savaşı sonlandırdı diyor sanırım. 21.11.2024
Kapitalist ekonomi dünyasının oluşması gerçek gelirlerin toplumda yayılmasını, doğrudan üreticilerin aleyhine ve üst tabakaların lehine kesin biçimde tersine çevirdi.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:67
Vergiyi üretici ve fakirlerin vermesi,
zenginlerin vermemesi,
Komisyoncuların köylülerden ve sanayiciden
daha fazla kazanması,
Çalışan ve üretenler sürünürken FAİZCİ ve KİRA
sahiplerinin dört köşe olması,
Üçüncü sınıf mevkileri ve toplu taşıma
taşıtlarını ÜRETİCİLERİN doldurması Lüks arabaları ve 1. sınıf mevkileri
bunları soyanların veya paradan para kazanan mafya, politikacı, komisyoncu,
tefeci taifesinin doldurması...
İşçi, emekçi ve üreticilerin itibarlarının yerlerde sürünürken politikacıların, BANKACILARIN, TEFECİLERİN, Dolandırıcı ve sahtekârların başköşeleri işgal etmesi TESADÜF ya da kötü ekonomi politikası değildir.
BU kapitalizmin (PARA TAPARLIĞIN) gereğidir.
Kötü ekonomiye değil Kapitalizmin İYİ
uygulamasına işaret eder, diyor sanırım.
Zeyl: Bu cenahtan bakarsanız hükumetimizin ekonomi politikalarının başarısız değil ÇOK BAŞARILI olduğu sanırım fark edilebilecektir.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kapitalist ekonominin ezip dışladığı insan profilini, "mülksüz şehirli işçiye dönüşen köylü" profili yeterince simgeleyemez.
Durum biraz daha karışıktır. Modern dünyada hane halklarının çoğunluğunun gelir elde etme yelpazesi geniştir. (Lüks ve konfor içinde yaşama çabası onları sürekli pozisyon değiştirmeye zorlar bazen emekçi bazen sömürücü pozisyona yerleştirir. Köylülerin devamlı emeği onlarda yoktur-AHÇ)
Dolayısı ile söz konusu eski köylü yeni
kentliler yaşamları boyunca köylü ya da işçi olarak tanımlanamazlar.
Bu durum tesadüfi ya da gelişi güzel bir durum olarak görülemez. Emek sömürüsünün merkezi konumunu işgal eder.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:67
Kapitalizm toplum hiyerarşisinde en alta yerleştirdiği köylü ve işçilere, "bir gün siz de PATRON olabilirsiniz, bir gün PİYANGO’da ya KUMAR ‘da talih size de vurabilir, bir gün senin de arsan prim yapabilir, bir gün senin oğlun da doktor ya da politikacı olabilir, diyerek UMUT satar.
Yani "Bir gün sende HAK YİYEN, dağıtan olabilirsin" ümidinde KÖLE edinir.
Yani ezileni, köylüyü, emekçiyi ÜMİT bandında beklemeye alarak halinden şikâyet edebilecek, bunun değişmesi için mücadele edebilecek konuma gelmesini ENGELLER, diyor sanırım. 22.11.2024
Kapitalizmin alt sınıfların mülklerini üst sınıflara taşımasına gelen tepkiyi "AÇIK KUVVET" kullanımı ile bastırmak, piyasa yapılarının "örtüsünü" açabilir (sırrı ortaya çıkarabilir-AHÇ) böylelikle Kapitalizmin altını oyabilirdi.
Daha ince işlenmiş bir toplumsal denetime ihtiyac vardı:
Kurulan denetim mekanizması iki unsuru içeriyordu:
1- MERKEZ ülkelerde çalışan sınıflara yönelik
belirli bir TOPLUMSAL REFAHIN eşlik ettiği KANUN düzeninin tesis edilmesi
(siyasi Liberalizm)
2-Sürekli ve en üst düzeyde sömürülebilir,
tamamen güçsüzleştirilmiş çevre ülkelerin yaratılması böylece yeniden dağıtım
yapılırken zararın telafi edilmesi. Kısaca Dünya ekonominin genişlemesi ve
"emperyalizm".
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:68
Kapitalizmi devam ettirebilmek için KAPİTALİSTLERİN evlerine, işyerlerine, kaynanalarına, çocuklarına yakın olan bölgelerdeki halka yüksek maaşlar, refah ve adil kanunlar vererek kendilerini, çocuklarını ve kaynanalarını güvene aldılar. Ardından sömürülecek ülkelere saldırarak aşama aşama değişen oranlarda sömürülen devletler kurdular. HAKK aramanın olmaması için öncelikle dağıtılanın ADALET sistemi olması sistemin kurulması için şarttı diyor sanırım
BOSCH'un işçilerine Almanya 'da 4000 Euro, Türkiye'de 800 Vietnam'da 40 EURO vermesi gibi. 23.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kapitalizmin çöküşüne yol açacak olan onun başarısızlığı değil, başarısıdır.
Kapitalizm bu güne kadar istisnasız hiç bir dönem serbest ticaretin, serbest girişimin ve üretim faktörlerinin serbestliğinde işlemedi. O hep kısmi serbest girişime, kısmi serbest ticarete ve üretim faktörlerinin kısmi serbest dolaşımına izin veren bir sistemin içerisinde işledi. Yani sonsuz sermaye biriktirme fırsatı elde etti.
Sermayenin, ticaretin ve üretim faktörlerin hep belli çevreler arasında dolaşmasını sağlayan kısıtlamalar hep oldu.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:68
Kapitalizm her zaman DEVLETİN gücünü arkasına alıp birilerini kollayarak, diğerlerini ezerek var olmuştur, gerçek bir rekabet ortamında kimsenin sonsuza giden servet biriktirme imkânı olmaz, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kapitalizmi, yani sonsuz sermaye birikimini, bu sermayenin çok az insanın ve merkezin elinde birikmesini sağlayan, kutuplaşmaya imkân veren kısıtlayıcı ve koruyucu kanunlardır.
Bunlar piyasalara sürekli yapılan müdahaleler, yaygın monopol ve oligopoller, sık sık üretim faktörlerine getirilen kısıtlamalar ya da yönlendirmeler ve ücretsiz ya da ucuz işgücü emeğinin sürekli varlığıdır.
Bütün bunlar herhangi bir siyasi otoritenin üretim "anarşisini" (kar için üretimi) kontrol altına almadığı için başarılı oldu.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:68
Kapitalizm, tam serbest ticareti girişimciliği ve rekabeti savunur. Ancak onu büyüten özgürlükler değil kanunlarla sadece onlara özel sunulan fırsatlar diğerlerinin önüne konulan engellerdir.
Kapitalizm özgürlüklerden bahsederken devlete yön verebilecek kadar sermaye sahibi olanların önündeki engellerin kaldırılmasından bahseder, o sermayeye rakip ya da onunla rekabete girecek olanların özgürlüğünden değil, diyor sanırım.
Zeyl: 10 sene kadar önceydi. Ülkede nohut kıtlığı olmuştu. Fiyatlar bir anda zirvelere çıkmıştı. Binlerce nohut üreticisi aile ceplerine iyi para gireceğini hesap ederken bir geceliğine nohut ithalatı izni verildi. Ertesi gün o izin kaldırıldı.
Bir gecede birileri PATAGONYA'YA devasa miktarda
nohut soktu. Binlerce üreticiye dağılacak para 1 tek kişinin cebine girdi.
Sonsuz sermaye ancak böyle büyür.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Kapitalist Dünya ekonominin zaman içinde genişlediği öne sürülüyor. Bu süreç
haritalar üzerinde gösterilebilirdi.
Ancak hiç bir zaman yapılmadı.
Tabi bunu yapabilmemiz için belli kriterlere sahip olmamız gerekir. Mesela "kapitalist dünya ekonomisine "dâhil olmayı" tarihlendirebilecek durumda olmamız gerekir. Ancak bu işe girişilirse görülecektir ki bunu yapmak teknik olarak imkânsızdır.
Eğer böyle bir kriter bulabilsek bile 1500'ler sonrası ile 1500'ler öncesinin aynı şeyleri ifade edeceğini söylemek mümkün değildir. Hele hele İÖ 500'den İÖ 1500'e kadar olan tarih için çizilecek haritalar dizisi neyi gösterecektir? Bu konuda hiç bir tahminiz olduğunu sanmıyorum.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:70
Ekonomik hareketlerin ve ekonomi nedeniyle kitlesel hareketlerin haritaları çizilecek olursa muhtemelen bu haritalar 1500'lü yıllara kadar BATI'dan sürekli Asya'ya ve Afrika'ya doğru, Çin’e ve Hindistan'a doğru, Türkistan'a, Anadolu'ya doğru hareketleri gösterecektir.
5000 senelik insanlık tarihi bilindiği kadarı ile ne ekonomik ne de siyasi olarak haritalara döküldüğünde BATILI YÜCE insan teorisi ayakta duramaz demeye çalışıyor sanırım. 26.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Egemenliğin halkta olduğu iddiası oldukça sorunlu bir iddiadır.
Her şeyden önce, halkın kimlerden oluştuğu ve nerede olduğu, yani devletin "yurttaşlarının" kimler olduğu veya olması gerektiğini bilmemiz gerekir.
Kimlerin
"yurttaş" olduğuna ve özelikle rejimin tam üyelik statüsü kazanmış
vatandaşlarının kimler olduğuna karar veren devlettir.
İkinci olarak halk iradesinin ne olduğunu nasıl bileceğiz? Bu ilk sorundan daha büyük bir sorundur. 19 ve 20. Yüzyılda sosyal bilimler enerjilerinin çok büyük bir bölümünü bu sorun için harcadılar desem abartmış olmam.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:74
Meşhur kurucu lidere atfedilmiş mottodur: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir."
Eğer burada kastedilen MİLLET bizim anladığımız millet olsaydı o millet duruyor olmaz mıydı? Hâlbuki o millet dönüştürülmüş Batı tipi sömürge ulusu yerine gelmiştir.
Ya da eğer millet iradesi devlete yön verseydi, milletten bazıları kastedilerek "ihtimaldir ki bazı kelleler gidecektir" denilebilir miydi ya da devletin geçirdiği dönüşümler bu minval üzere gider miydi? Sanmıyorum...
O zaman "millet", "Yurttaş", "Vatandaş" devlet içinde ne ifade eder? Ya da "Vatandaş", "Yurttaş" kimdir? Devlet "halkım" dediğinde kimi kasteder? Sorusu ortada durmaktadır, diyebiliriz sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Egemenliğin
Millette olduğu" iddiasında anahtar kavram "toplum"dur.
Böyle
bir kavramsallaştırmada "toplum" diye bir şeyin gerçekten var olduğu,
"toplumun", "devlet" diye adlandırılan bir şeyle kısmen ortakyaşarlık,
kısmen de karşıtlık barındıran, karmaşık bir ilişkiye hapsedilmiş olduğu
düşüncesidir.
Bense 150 yıl sonra bu kavramların yerine oturmadığı duygusuna kapılmış durumdayım.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:74
Halk
nedir?
Kimdir?
Ne işe
yarar?
Eğer devletin sahibi halk ise devletin reddettiği, dışladığı, görmezden geldiği, isteklerini duymadığı, beklentilerini görmezden geldiği çingeneler, Kürtler, Araplar, Müslümanlar, Komünistler fakirler kimdir?
Devlete
vergi bile vermeyen ancak komisyonları, ihaleleri, rüşvetleri SAHİPLENEN, yargı
ve emniyet teşkilatının dokunamadığı SEÇİLMİŞLER kimdir?
Halk
için halka rağmen HALKI yönetenler meşruiyetlerini hangi MAKAMDAN almaktadırlar?
Onlara bu yetkiyi veren kimdir?
Gibi sorular hala cevaplanamamıştır diyor sanırım. 27.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Şu soruyu sormama müsaade edin lütfen: Alman toplumu nerededir?
Federal Almanya'nın sınırları içinde olanlar mı?
Peki,
Avusturya toplumu için ne diyeceksiniz? Avusturyalılar Alman
"toplumunun", Alman "halkının" bir parçası mıdır?
Buna
verilecek resmi yanıt "Elbette HAYIR" olacaktır.
Ancak
bu cevap sadece BUGÜN için doğru olabilir.
Zira
1866 Avusturya-Prusya savaşının öncesine gidilirse bu ikisinin aynı toplum
olduğu iddia edilecektir. O halde nasıl oluyor da bir savaşın sonuçları Alman
toplumun ait toplumsal uzayın sınırlarını belirliyor?
Eğer
devletin sınırlarını değiştirdiğimiz her durumda "toplumun" sınırları
da değişiyorsa, "bir "toplumun" bir hükumete sağladığı
meşruiyetin, bir devletin bir "hükumete" sağladığı meşruiyetten
farklı bişi olduğunu nasıl iddia ederiz.
"Toplum" kavramının, üzerinde DEVLET kurabileceğimiz sağlam bir temel olduğunu varsayıyorduk. Eğer bu kavramın macun gibi nasıl istersek öyle şekil vereceğimiz, vıcık vıcık bir şey olduğu ortaya çıkarsa bize sağlayacağı tüm yararlar çöp olmuş demektir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimlerle Düşünmemek, s:77
Bundan
sadece 122 sene önce Selanikli, Kosovalı, Tiranlı, Gümülcineli, İşkodralı, Filibeli, Beyrutlu, Bağdatlı, Şamlı,
Kerküklü, Musullu, Gazzeli, Kudüslü, Halepli, Medineli, Basralı, Varnalı,
Deliormanlı, Fizanlı, Derneli, Bingazili, Batumlu biri VATAN EVLADI idi. Türk
idi. Osmanlı idi. VATANDAŞ idi, HALK idi. Teba idi. İhvan (Kardeş) idi. Osmanlı
neferi sayılırdı.
Yani
TÜRK Toplumu idi.
Sonra
birileri geldi ve yeni çizgiler çekti. Bunların hepsinin YABANCI olduğunu,
YABANCILARIN vatandaşı olduğunu, yabancıların HALKI olduğunu, YABANCI TOPLUMLAR
olduklarını, Arap olduklarını, Sırp olduklarını, Hırvat olduklarını, Rus,
Bulgar olduklarını, Yunan olduklarını, Gürcü olduklarını söylediler.
Düşmansınız
dediler.
Devlet denen yapıların bizlere dayattıkları tanımları sorgulamamalı mıyız, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Başka bir soru daha sormama müsaade edin:
Eğer devlet dediğimiz şey suni ve gerçek
olmayan bişi ise "toplumu" nasıl tanımlayacağız?
Üyeleri kimlerdir?
Nasıl meydana gelmiştir?
Toplum nerededir?
Bunlar sizin de hemen sezinleyeceğiniz gibi büyük tutkulara yol açmış siyasi sorulardır.
"Toplum" kavramı, önümüzde analiz edebileceğimiz somut bir gerçeklik olduğunu ima eder... Hâlbuki önümüzde duran retorik bir kurgudan ibarettir. İşin doğrusu toplumsal süreçlerin temel unsurlarını tespit edip sonuçlar çıkaracağımız veya onları özenle analiz edip yorumlayabileceğimiz analitik araçlardan yoksunuz.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimlerle Düşünmemek, s:79
Sosyal Bilimler adı altında bize tarif edilen GERÇEKLİKLER aslında DEVLET denen aygıtı ayakta tutmak ona meşruiyet sağlamak amacıyla geliştirilmiş retorikler (dilde olup gerçeği karşılamayan tanımlar)’dan ibarettir.
Toplumları
ayırdığı, farklılaştırdığı, böldüğü, DÜŞMANLAŞTIRDIĞI; Yabancılaştırdığı,
uzaklaştırdığı, aralarına sınır çektiği iddia edilen pek çok şey sadece modern
ulus devleti ve o devleti yönetenlerin ÇIKARLARINI korumaya yarayan sosyal
bilimlerin
UYDURMALARIDIR, diyor sanırım.28.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Ulus devletlerin zamanlarının ve enerjilerinin bir bölümünü uluslararası faaliyetlere, uluslararası ticarete ve diplomasiye ayırdıkları düşünülür. Bu uluslararası ilişkiler, bir şekilde söz konusu devlete, ulusa, "topluma" "dışsal" bir nitelik verir.
Bazılarına göre bu durum, ekonominin, siyasi ve kültürel alanların "uluslararasılaşması" yönünde bir evrim geçirdiğinin delilidir. Ve bu evrim 1945'lerden sonra başlamıştır. Böylece bize "dünya üretimi" veya "dünya kültürü" diye adlandırabileceğimiz bir şey de İLK KEZ günümüzde bahsedebileceğimizden söz edilir.
Gerçek dünyayı inceledikçe, SAMİMİ olarak
söylüyorum- bana iyiden iyiye tuhaf gelmeye başlayan bu tuhaf kurgunun kalbinde
"toplumsal gelişme" diye bir kavram oturur.
Çin'den çıkan bir ipek kumaş Semerkant, Buhara
Hint pazarlarında satılır oralardan oraların pazarlarında ki ürünler alınır
geri dönülürdü. Oralardaki pazarlara Rusya’nın, Hazarların, İran’ın, içlerinden
hatta Anadolu’dan, Batıdan Mısırdan gelen ürünler bulunurdu. Batı'dan gelen
tüccarlar yükledikleri kervanları Kahire, Bağdat, Şam, İskenderiye, Bursa,
Trabzon, İstanbul, Kazan, Kırım pazarlarına indirir kendi kervanlarını civardan
gelen ürünlerle doldurup geri dönerlerdi. Onların bıraktığı ürünleri Daha
Batıdan gelip yüklerini satmış yeni yük arayan tüccarlara satarlardı.
Sonra ULUS DEVLETLER geldi sınırlar çizildi. Ve ULUSLARASI ticaret diye bir şey icad edip daha önce kervanların yaptığı işleri sanki KENDİLERİ İCAD etmiş gibi yaptılar, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Cemaatlerin ölmesi şöyle dursun, cemaatler asla şimdiki kadar güçlü ve karmaşık olmadılar; asla şimdiki kadar birbirleriyle örtüşmedi ve rekabet halinde olmadılar. Asla yaşamlarımız üzerinde bu kadar HÂKİM ve yönlendirici olmadılar. Yine hiç bir zaman şimdiki kadar irrasyonel olmamışlar; tabiri caizse onlar bizim isimlerini dilimize almak istemediğimiz sevgililerimizdir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:83
Dini
ve küçük cemaatlerin itibarsızlaştırılması Modern ve seküler cemaatlerin
alanını genişletmek içindi, cemaatlere olan kinden değildi.
Gerek
ideolojik (komünist, sosyalist, kavmiyetçi, Kamalist vs cemaatler) gerek
menfaat şebekesi olarak çalışan cemaatler (masonlar, lionslar, rotaryler,
TİTAN'ik yapılar) gerek kapitalistlerin korkutarak kurdukları cemaatler
(hastaneler, doktorlar, ilaççılar, aşıcılar, aşı karşıtları, doğalcılar,
alternatif tıpçılar vs.) gerek mesleki cemaatler (meslek örgütleri, sendikalar)
gerek silahlı örgütler (devletler, emniyet ya da mafyatik yapılar) gerek sanal
cemaatler (face, Twitter, İnstagram, tik tok, Whatsup grupları)
CEMAATLERİN
ölmediğine ÇOK DAHA DİRİ bir şekilde insanların hayatlarına yön vermeye devam
ettiklerine işaret eder.
Ancak MATERYALİZM (paraya tapınma), Pozitivizm (Bilim adamlarına tapınma) ve sekülerizmin (Tanrıyı hayattan kovma) dinlerinin olduğu yerde AHLAK ve erdem etrafında bir araya gelenlerin cemaatlerine yer yoktur, diyor sanırım. 29.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kapitalist dünya ekonomisi 400 yıl boyunca kısa ve orta vadeli sorunları çözme konusunda mükemmel derecede maharetli olduğunu gösterdi. Üstelik yakın ve uzak gelecekte bunu tekrar yapabileceğine dair ümidi de bize verdi.
Ancak sistem kendi özgürlük derecesini ortadan kaldırıyor. BU iddiamı kanıtlayamam yalnızca böyle olduğunu öne sürüyorum ve bu görüşümü, sürekli kapitalist medeniyetin etkinliği hakkında hayranlık çığlıkları atılırken, niçin her yerde huzursuzluk ve kültürel kötümserlik işaretlerini gördüğümüzü açıklamak için kullanıyorum.
Bu şu anlama gelir: mutabakat çökmeye başladı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:84
Yükselen memnuniyetsizlik, büyüleme gücünün azalması, iklimden aşılara kadar pek çok farklı alanda gelen direnişler, her gün biraz daha yükselen homurtular Kapitalizmle halklar arasındaki uzlaşının bozulmakta olduğunun işaretleridir, diyor sanırım. 30.11.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Ulusal toplumlarımızın toplumsal gelişme süreçlerini, sanki bunlar özerk, kendilerine has bir gelişme göstermiş yapılarmış gibi analiz etmek boşunadır.
Zira toplumsal gelişme süreçleri, öncelikle dünya ölçeğindeki süreçler tarafından yaratıldı ve bunlarla etkileşmeler sonucunda biçim kazandı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:85
Hiç bir toplum veya uygarlık kendi başına gelişmez ya da "hadee ben bir medeniyet inşa edeyim" diyerek inşa olunmaz. Coğrafyanın ticari hareketliliği, paranın ve insanın coğrafyada akışı, güvenlik, toprakların verimliliği, göç hareketleri, savaşlar ve daha yüzlerce etkinin birleşiminden meydana gelir.
Mesela Çin dünyanın merkezi iken nüfus hareketlerinin Batıya doğru kayması ve bu coğrafyalarda temin edilen güvenli iklim parayı Orta Asya'ya çekti. Gemi ticaretinin gelişmesi ile deve kervanlarının azalması bu coğrafyayı söndürerek kıyı şehirlerini ve uygarlıklarını geliştirdi. Yağmacılık hareketleri ve Tüfeğin kullanılması ile servetler Batıya yığılmaya başlayınca Batı Uygarlığı gelişti. Batı uygarlığın kendi iç çekişmeleri parayı daha güvenli bir ortam aramaya yani ABD'ye yöneltti.
Yani kimse ben OLAYIM deyip olmadı, demeye çalışıyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Peki, niçin yapacağız?
Kimin adına, hangi düşmana karşı?
En az 75 yıldır buna "dava adına, parti
adına, halkın adına" diye cevap veriyorduk.
Artık net bir davamız yok. Sistem karşıtı hareketlerden bahsedilebilir belki. Zira geçmişte bu hareketlerin birliğinden veya hedef birliğinden bahsedilebilirdi ancak görünen o ki günümüzde bunların bir hedef bir amaç bir gaye birliğinden söz edilebilecek durumda değiliz.
İkinci olarak hareketlerin tamamı 19. Yüzyıl tartışmalarından doğmuş "değişim etkinliği stratejisi" sebebiyle krize girmiş durumda. Zira onlar devlet aygıtının ele geçirilmesi ile gerçekleştirilmesi beklenen değişimi hedeflemişlerdi.
Bugün gördüğümüz sistem karşıtı hareketlerin de Kapitalist ekonomi tarafından üretilmiş oldukları, sistemi dönüştürmeye değil sistem tarafından dönüştürülmeye yaradıklarıdır.
Immanel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:85
Kalabalıklar SİSTEMİ değiştirmek için harekete geçmiyorlar. İki sebeple:
1- Onların bir DAVAYA hizmet etmekten gurur
duyabilecek "ortak" KUTSALLARI kalmadı.
2- Sistemi eleştirerek kitlelerin desteğini
alıp iktidara gelenlerin gidenlerden daha VAHŞİ kapitalistlere dönüştüklerini
gördüler. 03.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kapitalizm karşıtı hareketlerin krizi şurada yatıyor: Siyasi güçleri giderek daha artıyor. Fakat bu güçlerini mevcut dünya sistemini değiştirebilecek süreçlere dönüştürmekte gittikçe artan bir kolektif yetersizlik içerisindeler.
Bunun en önemli sebebi muhalif hareketlerin mevcut kapitalist dünya sisteminin ideolojisinin önemli bir bölümünü kendi bünyelerine katmış olmalarıdır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:86
Dünyaya hâkim olan vahşi Kapitalist sisteme muhalif olan hareketlerin en büyük handikapı Kapitalist sistemden FAYDALANMAYI öğrenmiş olmalarıdır.
Bu yüzden ellerine GÜÇ geçtiğinde kapitalist sistemi değiştirmek yerine GÜÇLERİNİ Kullanarak Kapitalist ekonominin GÜÇ SAGHİPLERİNE sunduğu menfaatlere dalmaya ve içinden geldikleri kalabalık alt tabakaları unutmaya başlıyorlar diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Bilim
kapitalizmin getirdiği sorunlara tam bir çözüm sunamasa da, tarafsız olmaması
koşuluyla, sorunlara nüfuz edici kavrayışlar sunabilir.
Ancak bilim adamları hiç bir zaman tarafsız olmadılar dolayısı ile üretecekleri bilimin de tarafsız olması mümkün değildir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:86
Fakirlik,
gittikçe açılan gelir uçurumu, işsizlik, evsizlik, nüfus, çöken ahlak ve
erdemler, toplumların bir araya gelememesi, katliamlar, Filistin gibi sorunlara
BİLİMİN (sosyal Bilimlerin) önerebildiği hiç bir şey yoktur. Zira tüm önerileri
EGEMENLERİN çıkarlarına ters düşecektir. Halbuki bu bilimleri ve bilim
adamlarını besleyen, fonlayan Kapitalist Egemenlerdir.
BU yüzden Bilimin üreteceği çözümler ancak EGEMENLERİN çıkarlarına olursa işlev bulacak bu da sorunları çözmeyecek azdıracaktır diyor sanırım. 04.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik, feodalizme değil, kapitalizme yöneltilmiş sloganlardı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:87
Sanayi
Devrimi sırasında özelikle İngiltere ve sonrasında Almanya’da şartlar o kadar
kötü idi ki, erkeklerin ömür ortalaması 17'lere kadar düşmüştü.
BU
dönemde Sosyalist hareketler güçlenmişti ve sloganları Özgürlük, eşitlik ve
kardeşlikti.
Zira
işçiler çocuklar dâhil birkaç peniye günde 14 saat çalışıyor, berbat yerlerde
kalıyor, hiç tatil yapmıyor ve YÜCE Kapitalist PATRONLARLA hayatın hiç bir
anını paylaşmıyorlardı.
Onların
yediklerinden yiyemiyor
İçtiklerinden
içemiyor
Bindiklerine
binemiyor
Hastanelerinden
faydalanamıyor
Tatil
yaptıkları yerlere giremiyorlardı.
Ne
olduysa bu unutuldu. Bugünün işçileri
Patronları
ile EŞİTLİK,
Patronlarına
karşı ÖZGÜRLÜK
Patronları
ile KARDEŞÇE ilişkiler içinde olmayı talep edemiyorlar, diyor sanırım. 05.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Bilgisizlik nadiren tesadüfi bir durumdur, genellikle fırsatçıdır...
Gunner Myrdal
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:88
Bilgisizler bir konuya eğildiklerinden GENEL
olarak öğrenmek, anlamak ve kavramak içi eğilmezler.
Buradan bir fırsat, bir kolpalama, bir numara,
bir çarpma fırsatı doğar mı diye oralarda dolaşıyorlardır, diyor sanırım. 05.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Irkçılık ve azgelişmişlik nerede ve nasıl ortaya çıktı?
Gerek ırkçılık gerekse azgelişmişlik modern dünyanın fenomenleridir.
Irkçılık,
tüm insanlık tarihi boyunca var olmuş olan "Yabancı Korkusundan"
farklı bir şeydir. Keza "Az Gelişmişlik" de tarih boyunca var olmuş
yoksulluğu veya düşük teknoloji düzeyini ifade etmez..
Irkçılık
ve Az Gelişmişlik, bizim tarihsel sistemimizin onun aracılığı ile örgütlendiği
temel bir sürecin spesifik tezahürleridir;
İnsanlığın
bir kısmını içeri sokarken büyük bir kısmı insanlıktan DIŞLAMA sürecidir bu.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:90
BATI sömürgeciliği, yağmacılığı, katliamları, savaşları ve ahlaki çöküntüsüne rağmen diğer uluslara ÜSTÜNLÜK TASLAMA kabiliyetini ürettiği IRKÇI ve AZ GELİŞİMİŞLİK argümanları ile sürdürür, diyor sanırım
1 Tek Amerikalı, İngiliz, Fransız, İsrailli öldürmenin bir ÜLKENİN komple YOK EDİLMESİ ile karşılandığı yerde BATI "ben senden AHLAKEN üstünüm" diyor ve bunu kabul ettirebiliyorsa bu IRKÇI sloganların bizim ŞAHSİYETİMİZİ ezmek gibi bir işlevi daha olmasındandır sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Batı'da "genel
düzlem"de herkes (veya hemen herkes) ırkçılık veya az gelişmişliği açıkça
kınar ve gayrı meşru, kötü ve ortadan kaldırılması gereken şeyler olduğunu
söyler ve düşünür.
Yani neredeyse herkes, bütün ideolojik düşünce okulları belirli bir dönemde, ırkçılığın ve yoksulluğun olmadığı evrenselci bir dünya idealini beyan ederler.
Ancak yine de hepsi, güya istenmeyen bu gerçeklikleri doğrudan veya dolaylı olarak kalıcı hale getiren, aslında arttıran kurumları desteklemeyi ve muhafaza etmeyi sürdürmüştür.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:91
Batı bir taraftan IRKÇILIK Ve AZ GELİŞMİŞLİK söylemlerini kınar ve bunları insanlık düşmanı ideolojiler olarak tanımlarken bir taraftan da bunları yayan kurumları besler ve güçlendirir.
Tıpkı bizde bir taraftan Anadolu irfanını meth edip "insanı HOR görme zahid, hazineye malik viraneler var" denilirken diğer taraftan "Bir LAZ dünyaya bedeldir" diyen, KAVMİ ve kavmiyetçiliği yücelten... Özellikle Kürt, Arap ve mültecilere yönelen aşağılama kampanyaları devam ettirilir.
Batıdan öğrenmişiz sanırım ikiyüzlülüğü… 06.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kapitalist ekonomi çerçevesinde yukarıya doğru hareket her zaman vardır lakin bu hiç bir toplumda hiç bir dönem %5'i aşmamıştır.
Bu %5 bile geçen birçok kuşak boyunca zengin ve fakir arasındaki büyük uçurumu kapatmaya yeterdi. Ancak eşitsizliğine en zengin ülkelerde bile ortadan kalkmadığını, bir bütün olarak kapitalist ülkelerde böyle bir şeyin söz konusu bile olamayacağını biliyoruz.
Demek ki şöyle bir sonuca varabiliriz: Yukarıya doğru olan bir hareketin aşağıya doğru bir hareketle de desteklenmesi gerekir. Tarih boyunca her zaman böyle olmuştur.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:94
Kapitalist sistemde PARA sahibi olanlar emek, üretim, çaba, gayret sahibi olmasalar da sadece FAİZ yiyerek, KİRA gelirleri edinerek ZENGİNLİKLERİNİ korumayı (tufeyli parazit olarak yaşamayı) başarabilirler.
Bu nedenle toplumun içinden bir kısmı zenginleşerek üst tabakaya çıktığında aşağı düşmesi gereken PARAZİTLEŞEN tabakalar servetleri ellerinden tutmaya devam ettiklerinden alt tabakaların fakirliği artar diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Sistemin gerçeği (zenginlerin korunması ve gelir uçurumunun fakirler aleyhine sürekli artırılması-AHÇ) sadece bir sınıf perspektifindeki ahlakilik sorunu değildir.
Sistem, tüm gelirleri sadece bir kast sistemi
içinde dağıtmaktadır. Fırsat eşitliği kavramı büyük ölçüde UTANÇ duyulması
gereken bir YALANDIR...
Ancak bu dehşet verici problemli durumun içine
etnik boyutu katarsak anında daha inandırıcı, daha makul, daha sindirilebilir
bir olguya dönüştüğü görülür.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:95
Kapitalist sistem tüm ülkenin gelirlerini seçilmiş bürokrat ve politikacı çevre ile kapitalist TEFECİLER arasında dağıtır.
Normalde halkın buna bir tepki vermesi beklenir ancak sistem "ihale alanları", "komisyon alanları", "rüşvet yiyenleri", "bürokraside yükseltilenleri" BİZİM EKİP, bizim millet, bizim aşiret, bizim kabile, bizim Parti, bizim cemaat diye sunmaya başladığı an, TOPLUMSAL öfke ve tepki bir beklentiye dönüşür.
"ACABA bizim EKİP, beni veya evladımı bir KAYNAĞIN başına getirir mi?"
Ortalıkta tepki mepki kalmaz, diyor sanırım.
Zeyl: Kur'an'ın mucize bekleyenleri veya Hz Peygamberin Müslüman olmasını istediklerini reddederken Onların HAKKA kul olmadıklarını, HAK için harekete geçmediklerini, HAKKI gözetmediklerini kendi menfaatleri için ağladıklarını işaret etmesi gibi sanırım. 07.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Irkçılık böyle bişidir!
Irkçılık, kapitalist dünya ekonomisinin
ideolojik sınırlamaları içinde, büyük ölçekli kolektif eşitsizlikler olduğu
gerçeğini görmezlikten gelmenin ve meşrulaştırmanın tek kabul edilebilir
biçimini sağlar.
Irkçılık bu tür eşitsizlikleri
meşrulaştırır. Çünkü bir taraftan
eşitsizliklerin geçici olduğunu ilişkin teoriye dayanak sağlarken bir taraftan
da gerçek bir değişimi çıkmaz ayın son çarşambasına erteler.
Immanuel Wallerstein, s:95
Birilerinin KENDİLERİNE layık görmedikleri işleri ve maaşları başkalarına teklif edebilmeleri, Kendi yaşamayacakları hayat şartlarını başkalarına zorlamaları kendilerini ÜSTÜN görme duygusunun tezahürüdür.
Toplumsal bazda da mesela,
Türkler Almanya'ya gittiklerinde, en alt
seviye Almanların dahi çalışamayacakları şartlarda çok düşük rakamlara
çalışmaya razı oldular.
Almanların kendi insanlarına reva görmedikleri ve İNSAN HAKLARINA aykırı olarak tanımladıkları bu durum Almanların Bilinçaltında Türklerin aşağılık ırk olduğu, ALMANLARIN üstün ırk olduğu düşüncesi ile meşrulaştırılmıştı.
Tıpkı Türkiye'ye gelen Suriyeli ve Afganlara Türklerin layık gördükleri maaşlar ve hayat koşulları gibi, diyor sanırım. 09.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kapitalizmi teorik olarak haklı göstermenin yolu inceliklidir.
Toplumda üst sınıfa gelenlere ve alt sınıflarda olanlara aynı anda ama farklı şekilde hitap edilir.
Dayanak noktası şudur: Alçak bir ETNİK statüye sahip olanların (ve çoğunlukla sonuçta düşük bir mesleki pozisyonda olanların) bu halde olmalarına sebep talihsizliktir. Ancak teorik olarak bunu ortadan kaldırmak mümkündür iyi bir eğitimle kültürel miras değiştirilirse.
Aslında bu insanlar rasyonel düşünmeyi beceremeyen, çalışma ahlakı ve disiplini olmayan, eğitime ve hak edilmiş başarılara karşı isteksiz ve yeteneksiz bir gruptan gelirler.
Böyle düşünmeye başladığımız andan itibaren IRKÇILIĞIN kabalığı görünmez olur.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:94
Aslında IRKÇILIK fark edilmiyor değildir. Ancak kitleler bu ırkçılıktan menfaat edinmeye başladıklarında (onları ucuz işçi ettiklerinde, onların üzerinde EGOLARINI tatmin ederek, kendi kibir ve üstünlük duygularını okşadıklarında) bunun için bahaneler uydurmaya başlarlar.
O toplumda HİÇ kimsenin çalışmayacağı
şartlarda, çalışmadığı mesailerde, çalışmadığı PARALARA çalışanları;
Bunlar çok tembel, bunlar disiplinsiz, bunlar
çalışmayı sevmiyor, bunlar ahlaksız, bunlar pis... Gibi kelimeler üretmeye
başlarlar VİCDANLARINA zulmü ve kavmiyetçiliği kabul ettirebilmek için, diyor
sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Eğer toplumdaki ırkçılığı besleyen "Kültürel Miras" kelimesinin herhangi bir anlamı varsa, o da yavaş değişen bir fenomene işaret ediyor olmasıdır.
Yavaş değişmesinin nedeni ise tam da bu "kültür"ün ilgili grubunun çoğu üyesinin süper-egosunun bir parçası haline gelmiş olmasındandır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:96
Irkçılığın, kavmiyetçiliğin (faşizmin) bir
toplumda yaygın olması ya da temizlenmesinin çok uzun zaman alıyor olması EĞİTİM
eksikliğinden değildir: O toplumda birilerinin başka insanları aşağılamaktan,
aşağı görmekten, onları aşağılayarak onlara edilen zulmünden, onların bu zulmü
hak ettiklerini düşünmekten aldıkları GİZLİ ZEVK nedeniyledir.
Kürtlere, Araplara, Çingenelere, Afganlara, Suriyelilere olan aşağılama kampanyası aslında kendi EGOMUZU, KİBRİMİZİ onların üzerinde tatmin ettiğimiz bir şehvet festivalidir, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Sistemi işleten en kritik unsur etnisite bilincidir.
Zira etnisite bilinci gençlerin BÜYÜKLERİNİN yönlendirmesi ile etnik kimlik altında sosyalleşmesi anlamına gelir. Etnik sosyalleşme ise grubun çıkar ve menfaatleri çerçevesinde alçalıp yükselen dozlarla toplumsal kutuplaşmaları gerçekçi bir zemine oturtur.
Süreç içinde etnisiteye mensup gençlere o etnisiteye uygun davranış kalıpları, beklentiler ve mesleki beklentiler yüklenir.
Bu şu anlama gelir: Etnik bilinç mekanizması, ezilen tabakaların kendi hakları için mücadele edeceği zemini sağlasada aynı anda ve bununla çelişkili olarak onların ezilen rolleri kabullenmesini ve içselleştirmesini de sağlar.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:96
Sadece KAVMİ anlamda değil mensup olduğunuz sosyal ya da ekonomik statü size bir grup bilinci verirken nasıl davranacağınızı, nasıl konuşacağınızı, nasıl itiraz edeceğinizi, nasıl tepki vereceğinizi, neye sevinip neye üzüleceğinizi HANGİ EKONOMİK beklentilere sahip olabileceğinizi, parayı nerede kime vereceğinizi de SÖYLER.
Aslında sistemi işleten ve değiştirmeye müsaade etmeyen tam da bu içinde bulunduğumuz sosyal ya da kavmi KLANIMIZIN bizim koşullarımızı çocuklarımıza naklettiren, onlara öğreten, kabul ettiren, içselleştiren etnik ya da sosyal BİLİNÇ'tir, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Irkçılık, mesleki roller üstlenmesini sağlayarak alt-tabakaları sisteme dâhil ederken onların siyasi kapasitelerini daraltır.
Ancak bu ikinci durum hem o kadar aşikâr değildir hem de muhtemelen daha önemlidir.
Irkçılık İHTİYAÇ duyulduğunda alt tabakaları istihdam ederek onları sisteme dâhil eder; diğer zamanlarda ise onları ASKIDA tutulmalarını sağlayarak hem itiraz edebilme yetilerini kısar hem de ihtiyaç duyulduğunda çabucak ve hızlı bir şekilde istihdam edilmelerini sağlar.
Üstelik söz konusu tabakalar bu durumu
içselleştirmişlerdir. Hevesle işlerine dönecekleri anı beklerler.
Bu anlamda ALT tabakaların kelimenin tam
anlamı ile YEDEK bir ORDU olduğu söylenebilir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri
Düşünmemek, s:97
Denk geldi. Sabah muz üreticisi bir arkadaş anlattı:
Halde gün, saat 4-5 gibi başlıyormuş. Türk işçiler mesai 16-17 gibi Suriyeli işçiler 19-20 gibi Afgani işçiler 22-23 gibi sona eriyormuş.
Türk işçiler üç kuruşa sandık dizme işini yapmadıkları için bu iş genelde Suriyelilere kalmış. Ama onlarda sarp arazide çok zor olan muz kesme ve taşıma işini yapmazlarmış. O iş de Afganilerin işiymiş.
Hem Suriyeliler hem Afganiler için en büyük endişe kaynağı bir sebeple polisin eline düşüp yurtdışı edilmek olduğu için gayet itaatkâr olurlarmış.
Yazarın dediği gibi: Sistem herkesi herkese YEDEKLETEREK düzenini ve varlığını koruyor.
Tıpkı Almanya'da, İngiltere'de, Fransa'da, ABD'de kaçak çalışan Türk işçiler YERLİ İŞÇİLERİ tehdit etmeleri gibi. 12.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Irkçılık olmadan Sömürü, ikisi birden olmadan Kapitalizm olamaz.
Korkarım ki ırkçılık ve azgelişmişlik, basit ve birbirini tetikleyen sorunlar olmalarının çok ötesinde bir anlam taşıyorlar.
Irkçılık ve azgelişmişlik, bana göre kapitalist dünya ekonomisini var eden unsurlardır. Artı değerin eşitsiz dağılımının öncelikli koşulları ve esaslı tezahürleridir. Sermayenin kesintisiz birikimini, yani kapitalizmin varlık sebebini mümkün kılar.
Irkçılık ve azgelişmişlik, süreci örgütler ve siyasi olarak meşrulaştırır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:100
Bir toplumu iliklerine kadar sömürebilmeniz için onları AŞAĞILIK sömürülecek, sütleri, etleri, kanları HELAL hayvanlar olarak görmeniz gerekir. Böyle sömürülen yer zorunlu olarak FAKİRLEŞECEK, sanayi ve üretim olarak çökecektir.
Onların fakirliğini ve sanayi ve teknoloji olarak geriliğini gördükçe de kendi üstünlüğünüze DAHA çok inanacak ve daha fazla sömüreceksiniz.
Irkçılık olmazsa Sömürü olmaz. Sömürü olmadan da IRKÇILIK olmaz.
Kapitalizm bunların her ikisi üzerinde ayakta duran sisteme denir, diyor sanırım.(13.12.2024)
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
1850'lerde dünyanın hemen hiç bir üniversitesinde sosyal bilimlerin (Tarih, coğrafya, iktisat, sosyoloji, siyaset bilimi, antropoloji ve Oryantalizm) bölümleri hatta kürsüleri yoktu. 1914'lere geldiğimizde çok sayıda üniversitede sosyal bilimler alanlarının bazılarının bölümleri açılmıştı. 1960'lara geldiğimizde üniversitelerde bölümlerin neredeyse tamamı açılmıştı.
İşin doğrusu 1900lere kadar sosyal bilimlerin bir gerçekliklerinin olduğu düşünülmüyordu. 1960'lardan sonra dünyada kabul edilmiş ve dünyanın her tarafında dernekleri kurulmuştu.
Anlayacağınız sosyal bilimler bir 20. Yüzyıl icadıdır. Aynı şey akademik dergiler içinde geçerlidir. Bu süreç aşağı yukarı geçen yüzyılda gerçekleşti; ama daha öncesi olmayan "sadece geçen yüzyılda" başlayan bir süreçti.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:102
Sanırım buradaki ima şu:
Batı büyük atılımını 1850'lerden önce yapmıştı. Bugün Batının üstünlüğü olarak takdim edilen iktisat, sosyoloji, siyaset, tarih, antropoloji gibi dallar o zaman YOKTU. Bunları o dönemde bilim diye tanıyabilecek ciddiye alabilecek kimse de yoktu.
Daha sonrasında BATININ üstünlüğünü mutlak hale getirmek için İNSANI ve toplumları "kendi tasarladıkları kalıpların" içine hapsetmek maksadı ile geliştirilmiş dallardı, demeye çalışıyor sanırım. 16.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Geçmişte olan şimdi olan kadar iyi olmadığına, bu derece saf ve güzel olmadığına göre geçmiş tarihin bize söyleyebileceği çok fazla şey olamazdı; o halde tarihin şu anı incelemekten uzak tutulması en iyi seçenekti.
Dahası tarihin yalnızca, içinde yaşadığımız şimdide en yüksek aşamasına ulaştığına gerçekten inanılıyordu. O halde tarih "onları" değil "bizi" anlatmalıydı. Sonuç olarak 1960'larda bile Trevor-Roper gibi ünlü tarihçiler Afrika Tarihi diye bir şeyden kesinlikle söz edilemeyeceğini ileri sürebilmişlerdir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:103
Maymunların tarihinden bahsedilebilir mi?
Mümkün değil.
İneklerin, Domuzların, tavşanların tarihi diye
bişi olabilir mi?
Tarih ancak EN GELİŞMİŞ, en mükemmel, en zeki, en ileri, en yüce en ileri olan insanın tarihi olabilirdi.
Ne Türklerin, ne Çinlilerin ne de Arapların ne Afrikalıların ne de Kızılderililerin tarihi olabilirdi. Sadece BATILI insanın tarihi olabilir, diyor sanırım.
Zeyl 1: Bu ideoloji ne yazık ki bize de
yedirilmiştir.
İsterseniz çocuklarınızdan 10 tane BÜYÜK bilim
adamı ismi saymalarını isteyin.
10 tane ünlü tarihi kişilik saysınlar
10 tane EN ZEKİ insan saysınlar
Bakın bakalım İngilizlerin, Fransızların,
ABD'lilerin tarihi şahsiyetlerini mi yoksa kendi atalarının büyük
şahsiyetlerini mi sayacaklar?
Roma, Viking, Yunan tarihi mi, Hitit, Urartu, Eti Tarihi mi yoksa Selçuklu, Harzemşahlar tarihi ve önemli şahsiyetlerini biliyorlar? (Osmanlı yakın tarihtir. Ancak onun da sadece FETİHÇİ sultanlarının ismi bilinir. Bir tane İLİM Adamı akıllarına gelmeyebilir. Sanki böyle bir İmparatorluk sadece kılıçla 700 sene yaşatılabilirmiş gibi)
KABACA onlara neyin KİMİN ve KİMLERİN önemli olduğu bilinçaltlarına işleniyor?
Zeyl 2: Sömürgeci efendilerin tarihi sömürülenler için kendi tarihlerinden daha önemlidir. Hatta kendilerinin ki BOŞ İştir.
Şahsiyetsizleşme ve sömürülebilir olma bu ruh halini getirir.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Irkçılığı ve ırkçılığın sürekliliğini açıklayamadık; Azgelişmişlik ve azgelişmişliğin sürekliliğini de açıklayamadık. Modern devletlerin neden ve nasıl ortaya çıktıklarını da açıklayamadık.
Keza her devletin bir "toplumu"nun ya da her toplumun bir "devletinin" neden olması gerektiğini de açıklayamadık. Bu denli kritik ve merkezi fenomenleri bile açıklayamayan bir BİLGİ dünyasının büyük güçlüklerle karşılaşması mukadderdir.
1 Dünya Savaşı ve Rus Devrimi yeterince şok ediciydi. Faşizm ve Nazizm daha da sarsıcı oldu.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:106
Sosyal bilimler bizim EN temel sorunlarımızı dahi izah etmeyi başaramadı.
En temel sorunlarımızı bile izah edememişken bize kılavuzluk etmesini bekliyoruz.
1. Dünya savaşı, 2. Dünya Savaşı, Hitler, Stalin, bağımlılıklar, tecavüz, intihar, alkol, uyuşturucu, porno, çözülen aile bize SOSYAL bilimlerin bir işe yaramadığını gösterdi...
Artık bunlarla düşünmeyi bırakmalıyız, diyor sanırım. 17.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kısacası
Büyük bir kargaşa döneminin tam ortasında bulunuyoruz.
Artık açık bir üniversite gündeminden bahsedilemez; en az 100 yıldır ilk defa böyle bir durumla karşı karşıyayız. Bir dünya cemaati olarak yerleşik bir sosyal sınıf haline gelen akademik camianın, neticesi belli olmayan büyük bir dönüşüm geçiriyor olması.
Immanuel Wallerstein, Sosyal bilimleri Düşünemek, s:108
Üniversitelerin
geçmişte kendilerini tanımladıkları AMAÇLARI, hedefleri vardı: Toplumu
ilerletmek, bilimi geliştirmek, Hakikati aramak, Düşünmek ve akletmekle toplumun
önüne geçmek ve ona yol göstermek gibi.
Bugün
İLERLEME dini çöktü. İlerleyerek nereye gitmek istediğimizi bilmiyoruz.
Herkesin akademik seviyelere çıkabilir olması kaliteyi çökertti, kahveden
üretilen bilgi ile akademik çevrelerde üretilen bilgi arasındaki fark azaldı.
Bilimin GEÇİM vasıtası olması AŞK İle bilim yapanları dışarı attı MEMURLAR
üniversite dünyasını her hangi bir devlet dairesine dönüştürdü. Bilginin
SERMAYENİN hizmetkârı olduğu Hakikat arayışının bir unsuru olmadığı ortaya
çıktı. Dolayısı ile para etmeyen alanlardaki arayışlar sona erdi.
BU süreç bir yere gidecektir. Lakin nereye gideceğini bilmiyoruz, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Myrdal, ahlaki ve entelektüel bedeller karşılığında ihmal ettiğimiz son derece öngörülü biriydi.
Sözünü ettiği dönüşüm 19. Yüzyıl düşüncesinin DEĞER kavramını toplumsal araştırmalardan dışlama iddiasının gerçekten de içi boş bir iddia olduğunu anlayan herkesi uyandırdı.
Myrdal'ın benimsediği pozisyona destek hiç umulmadık bir yerden, "doğa bilimcilerinden" geldi. Bu doğa bilimciler, "zaman okunun" ve araştırmacının, araştırma üzerindeki kaçınılmaz etkisinin yalnızca tarihsel ve sosyal meseleler üzerinde değil, aynı zamanda fizik ve matematik üzerinde de doğru olduğu fenomenler olduğunu söylüyorlar.
Prigogine bu gelişmeyi "DÜNYANIN BÜYÜSÜNÜN" iade edilmesi olarak tanımladı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:109
1-
Bilimin "AHLAK ve ERDEM"den bağımsız NÖTR "Tanrısal" bir
mevki olduğu iddiası yalandır. AHLAKA VE ERDEMLERE bigâne bilim sadece
FELAKETTİR
2-
Bilim adamının aldığı eğitimden, içinde bulunduğu toplumun kültüründen, siyasi görüşlerinden
etkilenmemiş HAKİKATİN temsilcisi SAF bir varlık olduğu iddiası yalandır.
Araştırmalarına her anına kendi ideolojisi de sirayet eder.
3-Sadece
sosyal bilimler değil MATEMATİK ve FİZİK gibi kesin kurallarla işleyen
bilimlerin sonuçları dahi araştırmacıların içinde bulunduğu Fikrin, düşüncenin,
toplumun ürünleridir. Toplum değiştikçe zaman değiştikçe sonuçlar da değişir...
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Myrdal'e içine düştüğümüz büyük ikilemlerin nasıl çözüleceği sorulduğunda; "ancak GÜÇ, haksızlığa uğramış mazlumların elinde toplandığında, ideallerin ve toplumsal vicdanın etkin hale gelebileceği bir zamanın gelmiş olduğunu varsayabiliriz" demişti.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri
Düşünmemek, s:110
Güç
eğer mazlumların eline geçerse o zaman vicdanın sesine kulak veren bir toplum
kurulabileceğinin ümidi olabilir, diyor sanırım.
Peki,
EGEMENLERİN mazlumlardan bir kısmının eline GÜÇ verip diğerlerinin üzerine
saldırttığı anı GÜCÜN mazlumların eline geçmesi olarak tanımlayabilir miyiz?
Ya da
büyük ZALİMİN gücünü kırmadan mazlumlardan bir kısmının bir miktar güçlenmesi
ya da mazlumların, ZALİMİN tarafına geçmesi bu umudu verebilir mi?
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Gelin
hepimiz Myrdal'ın Nobel konuşmasında ettiği:
"Siyasetçiler ve uzmanlar ahlaki taahhütlere gereken önemi vermekte ürkek davranmaya başladığında, gerçeklik yok demektir" lafı üzerinde ciddiyetle duralım.
Immanuel Wallerstein, Soayal Bilimleri Düşünmemek, s:111
Eğer toplumun önündeki Havas, ahlaki olarak çözülmüşse orada GERÇEK olan bir şey kalmaz, ahlaksızlıklar ahlak, hainlikler kahramanlık, tefeciler ekonomist, dönek sahtekârlar din adamı, mafyatik haydutlar vatan sevdalısı, Batışlar yükseliş, hırsızlıklar ekonomi olarak takdim edilir diyor, sanırım. (19.12.2024)
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
İnsanların GELİŞMEYE neden bu kadar büyük anlamlar yüklediği, gelişmenin gerçekleşmesi için neden bu kadar büyük çaba gösterdiği anlaşılabilir bir durumdur.
Daha FAZLASININ başarılması yani GELİŞMEK, modern zamanların Prometheus mitidir.
Bütün libildinal (şehevi-AHÇ) arzularımızın gerçekleşmesi, hayalidir. Bir araya gelmiş haz ve güç istencidir.
Tarihsel bir sistem olarak kapitalizmin yaptığı ilk kez bu arzuların peşinde koşmayı toplumsal olarak meşru hale getirmesidir. "Biriktirin, BİRİKTİRİN, (Yığın, Yığın-AHÇ) " kapitalizmin kelime-i tevhididir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:115
Geçen bir haber girmiştik: Feminist bir Apla Amerika'da zengin, fakir, ünlü, ünsüz 1,3 milyon kadının porno siteye görüntü yüklemesini değerlendiriyordu. "Gerçi diyordu "Geçmişte PARA İÇİN porno siteye görüntü yüklemek sorun olarak görülüyordu, artık kimse bir kadını PORNO siteye görüntü yüklediği için kınamıyor. Sonuçta o bundan para kazanıyor".
Kapitalizm, ŞEHVETİN ya da ARZULARIN emirlerini yerine getirmek için HER TÜRLÜ rezaleti ve zilleti normalleştiren dinin ismidir.
Tanrı ŞEHVET, KUTSAL paradır, diyor sanırım. 20.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Buradaki ciddi soru şudur:
Teknoloji ve sanayi ile servet ve fiziksel sermaye büyüdü -buna itiraz yok- elbette bu büyümeden DÜNYANIN orta tabakaları ve KADROLULAR yararlandılar. Mesele şudur: Bu büyümede dünyanın büyük çoğunluğunun refahında bir artış oldu mu?
Şurası kesin 1945'lere kadar, yani büyük çoğunluk hala kırsalda yaşarken böylesi bir refah artışının olduğundan söz etmek mümkün değildir. Eğer mülk olarak bakılacak olursa kentlere yığılan kalabalıklar muhtemelen önceki nesillerden çok daha mülksüzler.
Dünyanın büyük çoğunluğunun gelirleri ile dünya nüfusunun en üstteki onda biri ya da yedide biri arasındaki uçurum son 400 yılda kesinlikle azalmadı aksine devasa şekilde büyüdü.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:121
Modern yüzyıl bizi rahatlık, konfor ve
teknoloji ile büyülerken alt ve orta tabakaların servetlerini en üst tabakalara
taşıdı. Şimdi alt tabakaların o refah ve teknolojiye dayalı hayatı sürdürebilecek
gelirleri kalmadı. Zira köyde ne var ne yok satıldı. Kredi kartlarına,
bankalara borçlar (devletler bazında) ödenemez hale geldi. Yani tüm sermaye en
zenginlerin eline geçti, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
1945'ten itibaren dünya dünya ekonomisi iki büyük dönüşüm yaşadı:
1-Nüfus, üretim ve birikmiş servet olarak 1500-1945 yılları arasındaki üretim kadar üretim oldu. 2-1945 sonrasında siyasi hareketlerin gücü müthiş ölçüde arttı.
Bu iki değişim göz önüne alındığında neden
1945 sonrasında GELİŞMENİN merkezi bir ideolojik tema ve mücadele alanı
olduğunu anlayabiliriz. Birleşmiş milletler 1970'leri "Gelişme On
Yılı" olarak ilan ettiğinde birçok kişi, maddi büyüme ve sistem karşıtı
hareketlerdeki güçlenme ortaklığının dünya ekonomisinin 1945 öncesi yapısında
temel dönüşümü müjdelediğini düşünüyordu.
Müjdelenen gelişme meydana gelmedi. Bugün 20 sene sonra o gelişmenin neden gerçekleşmediğini tartışıyoruz.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:121
1945'lerden sonra hem sermaye arttı hem de siyasi muhalif hareketler. Siyasi hareketlerin güçlenmesi sermayenin daha ADİL dağıtılacağı ve tabana, alt tabakaya da yayılacağı ümidini besledi.
Ama olmadı. Para alt tarafa yayılmadı aksine siyasi hareketler güçlendikçe YUKARIDAKİLERİN servetleri daha da hızlanarak büyüdü.
Bunun nedenleri hakkında düşünmeliyiz diyor sanırım. 21.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Üretim güçlerinin büyük gelişimi birincil ürünleri üreten dünya nüfusunun yüzdesinde büyük düşüşe neden oldu. İmalat sektörünün mutlak büyümesi ve hizmet sektörünün mutlak ve göreli büyümesi hala umursamaz bir tempoda devam eden dünyanın denetimsiz şekilde "şehirleşmesine" sebep oldu.
Süreç içinde daha önce bol miktarda var olan UCUZ İŞGÜCÜ havuzlarını tükettik. Nihai sınırlara ulaşmış bulunuyoruz. Neredeyse hane halklarının yarısı proleterleşti (işçi)...
Sonuç olarak kar marjları düşmek zorunda.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:122
Köyler şehirlerin UCUZ işçi deposuydu. Ancak köylü nüfusu Türkiye'de bile %3,5'lara düştü. Yani köylerde YEDEK işçi deposu tükenmiş durumda.
Kentlerdeki işçiler KİRA, Eğitim ve diğer düzenli masraflar karşısında (elektrik, internet, su, gaz, telefon vs.) düşük maaşa çalışamaz hale geldiler. SERMAYE Suriye'den, Afganistan'dan, Bangladeş'ten getirdiği ucuz işçilerle düzenini ve karını korumayı bildi.
Ancak bundan sonra bu KAR marjları ile devam edemez, diyor sanırım. 23.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Gerek Komünist Gerek Kapitalist Ekonomilerde 2 hedef ortak ülkü idi: Gelişme (gelişmiş ülkeleri yakalamak veya geçmek) ve Toplumsal dönüşümü sağlamak. (Özgürlük, adalet, eşitlik, Kadın Hakları vs.)
Ancak devletler her zaman bu işin ilk maddesine öncülük tanıdılar.
Muhalif hareketler bu konuda bölünmeler yaşadılar: Daha zengin bir ülke olmak, başka devletlere yetişmeyi önceleyen gruplarla daha özgürlükçü, daha adil, daha sosyal bir devleti gözeten gruplar arasındaki çatışma ilk günden itibaren vardı.
Başta iki hedefin birbirleri ile bağlantılı hedefler olduğuna yönelik inanç örgütler arasında ideolojik bir çimento işlevi gördü. Bu çimentonun en büyük iddiası eşitliğin ancak ülkenin daha da zenginleşmesi ile mümkün olabileceğiydi. Siyasi muhalif hareketler iktidara geldiklerinde bu büyük çelişki ile yüzleşmek zorunda kaldılar. BU konudaki başarısızlık ideolojik çözülmelere yol açtı. Hayal kırıklığı en azından kafa karışıklığı ve hoşnutsuzluk bu noktadan kaynaklandı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:124
Şöyle düşünün: İSLAMCILAR ya da komünistler Hayalleri ve iddiaları ile iktidara geliyorlar. Daha ADİL bir dünya, ADİL bir düzen mümkün diyorlar.
Sonra Devletin güçlü olması, gelişme,
teknolojinin öncelenmesi, gerektiğini söylüyor ve adalet, adil paylaşım gibi
ilkeleri geri plana itiyorlar. Zira devlet denen ÜST TABAKANIN kendisidir onlar
ve onlar ne kadar güçlü olurlarsa DEVLET de o kadar güçlü olacaktır. Dolayısı
ile ADİL paylaşım mümkün değildir.
Alt tabandan gelen eleştirileri kısmak için yeni tedbirler alınıyor dolayısı ile kontrol artıyor.
Bu arada toplum aslında İLERLEME denilenin sadece YÖNETİCİ elitin İLERLEMESİ olduğunu alt tabakaların konu ile ilgisi olmadığını anlıyorlar.
Sonra inandıkları ideolojik din de, milliyetçi, faşist ya da komünist ideoloji de dağılıyor, hayal kırıklıkları, küskünlükler başlıyor diyor sanırım.24.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Seküler dünyanın kapitalist hareketleri BÜYÜME devam ettiği sürece sistem karşıtı hareketler gittikçe zayıflıyordu.
Yelpazesinin en alt tabakasındaki en kötü durumda olanlar genellikle tamamen mağlup olmuşlardı, örgütlenmeleri neredeyse mümkün değildi. Basitçe hayatta kalma mücadelesi veriyorlardı.
İçlerinde iş yapabilecek durumda olanların pek çoğu tam zamanlı bir iş beklentisi ile uysallaştırılmıştı.
Direnmek ve pastadan kendilerine daha fazla PAY ayrılsın diye itiraz etmek aralarındaki çok az sayıdaki bir grup için sadece söz konusu idi ama o BAZISI kimdi, belli değildi.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:125
Asgari ücret eşittir "neredeyse" bir KİRA.BU insan ne yiyecek ne içecek nasıl ısınacak nasıl otobüse, minibüse para verecek, nasıl yaşayacak?
Neden tepki gelmiyor?
Üstteki yazı sanırım kabaca açıklıyor. 25.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Tam bir çelişki olarak, muhalif hareketlerin 1945'ten önceki siyasi zayıflıkları onların gerçek gücüydü.
Hiç bir zaman iktidarda olmadıkları için, kendi içlerinde çelişkileri olsa da, ideolojilerinin birleştirici unsurlarını muhafaza edebildiler; Bu yüzden muhalif hareketler olarak ayakta kalabildiler ve oldukça başarılı bir şekilde varlıklarını sürdürdüler.
Kapitalizmin siyasi kabuğunun zayıflaması ile birlikte sistem karşıtı muhalif hareketler pek çok yerde iktidara gelebildiler; bu da içerdeki ihtilafların görünür olmasına ve öncelikle "eşitliği" hedefleyenler ile öncelikle "gelişmeyi" hedefleyenler arasındaki derin çatlağı gözler önüne serdi.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:125
Muhalif hareketler toplumsal tabanlarını "özgürlük, eşitlik, adalet, dengeli bölüşüm, sosyal haklar vs. " diyerek kazanırlar.
Ancak DEVLETİN başına geldiklerinde bunlar geri plana düşer ve SİSTEMİ korumak, GELİŞMEK, İLERLEMEK iddiaları ÖNE çıkar.
Bu süreç HALK hareketlerinin devleti yöneten kesim tarafından yutulup kendi kurdukları düzenin hizmetkârı edilmeleri ile neticelenir diyor sanırım. 26.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
"Gelişme talebi neye ilişkin bir taleptir?" sorusuna tarihsel analiz yoluyla verilebilecek tutarlı bir cevap yoktur.
Sloganın çağrışımları derin ve kalıcı çelişkiyi maskeler.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:125
Gelişme neyin ve kimin gelişmesidir.
- Ahlaki olarak gelişeceğiz,
- Ahlaktan kurtulmakta mı gelişeceğiz,
- İnsani olarak mı gelişeceğiz,
- Toplumsal eşitlik ve adalet olarak mı
gelişeceğiz,
- Gözetleme ve kontrol teknolojilerinde,
Despotikleşme ve baskıda mı gelişeceğiz?
- Ekonomik olarak mı,
- Siyasi olarak mı,
- Din olarak mı,
- Dinsizlik olarak mı,
- Teknoloji olarak mı,
- Yüzölçümü olarak mı,
Bundan kim faydalanacak?
- Politikacılar mı?
- Memurlar mı?
- Fakirler mi?
- Zenginler mi?
- Orta tabaka mı?
- Türkler mi?
- Kürtler mi?
- Eşcinseller mi?
- Ahlaklılar mı?
- Ahlaksızlar mı?
Bunların bir CEVABI yoktur. Gelişeceğiz denildiğinde, herkes kendisindeki çağrışımın büyüsüne kapılır diyor sanırım. 27.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Eğer yeni bir alan merkeze doğru yükselirse daha önceki merkezi alan geri plana düşmek zorundadır.
Bu her zaman KISMEN böyleydi ama kısmen böyleydi çünkü sistem genişlemesini sürdürüyordu. Artık tamamen doğrudur. Gelecek 30 yılda Çin, Hindistan ya da Brezilya merkez ülkelere yetişirlerse, bu dünyanın her hangi bir yerinde bir sermaye mahalli olarak dünya nüfusunun önemli bir kısmı önemini yitirmek zorunda bırakacaktır.
Çin, Hindistan veya Brezilya ister ihracat yoluyla ister dünya sisteminden bağını kopararak ister bambaşka bir yöntemle merkez ülkelere "yetişirlerse" sonuç aynı olacaktır. Yetişmek rekabet etmeyi gerektirir, rekabet ise her ülkenin gelişmesinin eninde sonunda bir başkasının gerilemesi pahasına olacaktır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:127
Kapitalizmin Girmediği toprak parçası neredeyse kalmadı. Yani Kapitalist ekonomi En UÇ sınırlarına vardı. Bu noktadan sonra yükselmek isteyen her ekonomi -ki bunun için 3 büyük aday var: Çin, Hindistan ve Brezilya- mutlaka şu anın büyük KAPİTALİSTLERİ ile rekabet etmek yani SAVAŞMAK zorundadır diyor sanırım. 30.12.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
"Olgular" toplanır ve tarih
ortaya çıkar. Yok, bu böyle değil!
Tarihçi tarihi, bir sanatçının resmini İCAT etmesi gibi icat eder. Sanatçı "mesajını" ortaya çıkarmak için paletindeki renkleri ve zihnindeki imgeleri kullanır. Tarihçi de aynısını yapar. O da sanatçı gibi geniş bir özgürlüğe sahiptir. Ancak bu özgürlük alanı mutlak değildir. Toplumsal olarak sınırlandırılmıştır. Yazarın bireysel tuhaf psikolojik saplantılarını yansıtan bir anlatı okunmayacak ya da daha önemlisi öğretilmeyecek, inanılmayacak, kullanılmayacaktır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:140
Tarih, dediğimiz üretilmiş, kurgulanmış bir kronolojidir. Tarihçinin dilediğini öne çıkardığı, dilediğini gizlediği, dilediğini önemsizleştirdiği, her santimetresini kendi ideolojisi, dini, ahlakı, zevkleri, menfaati, çıkarı, hedefleri, okutmayı düşündüğü kitle ve TOPLUMDA bulacağı kabul çerçevesinde şekillendirdiği bir ÜRETİM MALZEMESİDİR, diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Bizi eskilerden derin bir şekilde ayıran şey, onların rasyonel çıkarsamayla veya mucize ve kehanet pratiklerini popüler anlamda sorgulamakla geleceğin önceden bilinme ihtimaline inandıkları, BİZİM ise inanmadığımızdır. Hatta bizler bunun arzulanabileceğini bile kabullenmeyiz.
Oysa "bizim için" geleceğin
görülemez bir donukluk olmasına sebep teorik bilgilerimizin miyopluğu değil,
eskiler için geleceği saydam yapan dini varsayımların bizde olmayışıdır. Çoğu pagan
kültürler gibi, Antikçağdakilerde gelecek olayların özel kehanet yöntemleri ile
açığa çıkarılabileceğine inanmışlardır.
Bazı istisnalar olsa da ilkçağda hiç kimse kehanetlerin hakikatini, uğursuz rüyaları ve gelecek olayları haber veren belirtileri sorgulamamıştır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek s:27
(Bu alıntı aslında Tarihte Anlam kitabından. Ancak Ahmet Bey sehven alıntıyı böyle
kaydetmiş. Böyle kalsınJ)
Modern insan Âlemin tüm gizeminin kendi AKLI sınırları içinde olduğunu kabul etmiş, bundan gayrısını REDDEDEN bir kibre bürünmüş, Üstatların HABERLERİNİ reddetmiş, Beş duyunun ötesine kör biridir. BU yüzden kendi aklının almayacağı kehanetleri, (kıyamet, Ahiret, Cennet, Cehennem gibi), işaretleri (şeytan, cinler, melekler gibi), belirtileri (doğum ve ölüm gibi), rüyaları, kâbusları ciddiye almaz. Ciddiye almadığı için bunları herhangi bir İLİM kolu olarak incelemeyi, dinlemeyi, anlamayı da kabul etmez.
Daha da enteresanı GELECEĞİ bilebilmeyi ARZULAMAKTAN da vazgeçmiştir diyor sanırım.
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Eski zamanlarda temel ahlaki seçimlerin sorumluluğunu Tanrılara vermiş ve kendimizi Tanrıların iyi niyetine emanet etmiştik.
Modern SEKÜLERler Tanrıları terk ettiler.
Ama kendileri sorumluluk alıp bir AHLAKİ yapı belirlemek yerine, utana sıkıla kendilerini Tanrıların KILIK Değiştirmiş biçimlerine, İlerlemeyi (İ büyük) garanti eden Tarihe (T büyük) emanet ettiler.
Geçiş zorunlu olarak az iyiden daha iyiye,
vahşilikten uygarlığa, kölelikten özgürlüğe, sömürüden özgürlüğe doğru
olacaktı.
Ne yazık ki, Kairos, insan seçiminin
Zaman-Uzayıdır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:154
Tanrıyı REDDEDİNCE ahlakın sınırlarını KENDİMİZ belirlememiz gerekiyordu. Ancak Kairos (Fırsat Tanrısı) bizim elimize KAOS'tan başka bir şey vermedi. Ahlak nedir, iyi nedir, ilerleme nedir, özgürlük nedir bilemiyoruz. Her şey GÜCÜ eline geçiren beşeri FIRSATÇI TANRICIĞIN menfaatleri çerçevesinde tanımlanır oldu, demek istiyor olabilir. 01.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Sonuçta hane halkları iki baskı ile karşı karşıya kaldı. Ki bu baskı ömürleri boyunca üzerlerinden kalkmayacaktı.
1- Toplumsal yeniden üretimin bütün veçhelerini daha da fazla metalaştırmak;
Emeğin metalaşmasına "yaşamı idame
etme" biçimlerinin yeniden düzenlenmesi eşlik etti. Öyle ki, "kendini
idame etme" biçimleri kapitalist üretim tarzında işgücünün ayrılmaz bir
parçası oldu. BU bütünleşme, işçilerin işverenden aldığı ücretten başka bir
gelirinin olmadığı, tüm gün sadece hayatta kalmak için çalışan işçilere dayalı
ekonomi, üst tabakalar açısından müthiş karlı ve etkili oldu.
... Bu durum Metaya dönüşmeyen emeğin değersizleştirilmesi ile sağlanmıştı. Bunu en iyi "ev kadının" emeğinin değersizleştirilmesi simgesel olarak ifade eder.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:171
Köylüler ve kırsalda yaşayanlar kendi hayat dengelerinden koparılıp şehirlere yığıldı. Ardından EV KADININ emeği küçümsenerek o da İŞÇİ haline getirildi. Oluşan işçi fazlalığı MAAŞTAN başka geliri olmayan insanları tüm gün sadece HAYATI DEVAM ETTİREBİLMEK için yaşamaya razı etti, diyor sanırım. 02.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Hane halkları iki baskı ile karşı karşıya kaldı. Ki bu baskı ömürleri boyunca üzerlerinden kalkmayacaktı.
2- Asgari ücretli kesimin hatta asgari ücretten daha fazla alanların bile yaşam boyu alacakları ücretlerde sürekli bir azalma sağlayarak, toplumsal değerlerin dolaylı yollardan ÜST TABAKALARA taşınması.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:171
Düzenli azaltma ile
1973 yılında memur başlangıç maaşı ile 39 gram
altın
1978 yılında memur başlangıç maaşı ile 30 gram
altın*
2024 yılında memur başlangıç maaşı 32 bin
lira, ek yardımlar ile 39.177 lira ise 13 gram altına düşmüştür.
Aynı yıl (2024) sadece PARASI OLUP bankaya yatıra bilen kesime KUR KORUMALI MEVDAT hesabından 1 trilyon 200 milyar TL devlet bütçesinden aktarılmıştır.
Ki alt tabakaların servetlerinin YUKARIYA aktarılmasında kullanılan bunun gibi onlarca daha yöntem vardır.
Ne anlattığım anlaşılıyor değil mi?
* https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1123427 03.01.2025
Kapitalizmin KAR elde etme potansiyelini artıran ve karlılık pozisyonunu
koruyan proleterleşmenin (alt tabakalaşmanın) artması değil, mümkün olduğunca
düşük düzeyde olmasıdır.
Ama kapitalizmin bekasını temin eden, siyasi yapıları yaratan ve koruyan da burjuvalaşmanın (zenginleşmenin) yüksek düzeyde değil düşük düzeyde kalmasıdır. Ne proleterleşme (fakirleşme) ne burjuvalaşma (zenginleşme) kapitalistin hakiki çıkarıdır.
"Biriktirin, biriktirin" işte bu Musa peygamberdir. (Karl Marks)
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:172
Toplumun ne zenginleşmesi ne de fakirleşmesi Kapitalizmin işine gelir. Eğer toplum fakirleşirse ALIM gücü azalır ve PATRONLARIN karı düşer. Eğer zenginleşirse patronlar için çalışmaya razı olmazlar.
O harcama gücü olan lakin servetini özgürleşme ya da dayanışma yolunda kullanmayan pinti, BİRİKTİRİCİLERİN ideolojisidir, diyor sanırım. 04.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Tam burada büyük bir paradoks yaşıyoruz:
Kapitalist dünya süper egemenler haricindekileri bir Hobson Seçimine* zorluyor. Hareketler ayrı ayrı egemen devletlerin çerçevesi içinde iktidarı hedeflemekle, belirli bir güce erişebilmelerini sağlayacak makul imkânlardan yoksun kalmak arasında seçim yapmaya zorlandılar.
Ancak egemen bir sistemi ele geçirmek kapitalist dünya sisteminin dışına çıkmak anlamına gelmiyor. Daha ziyade, küresel egemenlerin artıklarının bölüşümünde yer kapmak, sistemin altını oymaksızın reformlar yapmak anlamına geliyor.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:172
İktidarı ele geçirebilirsiniz, devlet Kurabilirsiniz ama bu sizin Özgür ve EGEMEN olacağınız anlamına gelmez. Sadece SİSTEMİ bozmayacak şekilde KÜRESEL egemenlerin artıklarına ortak olabileceğiniz anlamına gelir. Eğer boyun eğmezseniz ayakta kalmak için ihtiyacınız olan pek çok şeyden mahrum edileceksiniz anlamına gelir, diyor sanırım.
Egemenler, şu anda Suriye'de iktidarı ele geçiren muhaliflere bunu kabul ettirmeye çalışıyorlar sanırım.
*Hobson Seçimi: Alternatifin olmaması demek. Müşterilerine, ya ahırın kapısına en yakın atı almalarını ya da hiçbir şey alamayacaklarını söyleyen ahır sahibi Thomas Hobson'dan gelir. 06.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Sistem karşıtı hareketlerin ardı ardına iktidara gelmesi, diğer sistem karşıtı hareketler için destek ve örneklik sağlamış olsa da eş zamanlı olarak dünya işçi hareketlerini uysallaştırmak üzere araçlar da sağlamış oldu. Bu yolla sistemin altını oymadı onu güçlendirdi...
Marksizm hem egemen dünya kapitalist sistemine karşı mücadele etmek için bir araç sağladı hem de iktidarı ele geçirdikleri noktada muhalif hareketleri için ideolojik bir örtü ve ideolojik bir kısıtlama işlevi gördü. Sonunda ortaya çıkan müphem bilançonun nedeni işte budur.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:173
Kapitalizm ve Marksizm ikisi de İLERLEME ideolojisine tapınırlar. İLERLEME Tanrısına tapınırken ikisinin de feda ettiği şey hemen hemen aynı şeylerdir.
Bu nedenle Marksizm Kapitalizme itiraz ederken farkında olmadan onu güçlendirir. İktidara ulaştığı yerlerde ise İLERLEME Tanrısına hizmet ederken muhalif hareketlerin İSTEMEDEN sindirir ve etkisizleştirir, diyor sanırım. (07.01.2025)
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Tarih henüz sona ermedi.
"Sosyal/Sosyalist Devletler" kapitalizm tarihinin bütünsel bir parçası olarak ortaya çıktı. 20. Yüzyılın süregiden ve gittikçe yayılan etno-milliyetçiliklerini de o ortaya çıkardı. Irkçılık ve cinsiyetçilik de öyle.
Kapitalizm hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar çok başı olan bir canavardır. Bütün canavarlar gibi, ağır ağır kaçınılmaz yok oluşuna doğru gidiyor. Ama bu arada çok sayıda hayatı ve ekolojik mirasımızın büyük bölümünü yok ediyor.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:173
Korkunc boyutlara ulaşan gelir adaletsizliği,
Tüm servetlerin en zenginlerin elinde yığılması, faşizm, mülteci nefreti, mültecilik...
Hep kapitalizmin yan etkileri idi.
Ama oyun daha bitmedi, diyor sanırım. 08.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kapitalizm, dünya nüfusunun %1'inden belki de %20'sine genişlemiş olan dünyanın üst tabakaları için, eski zamanların Doğu'nun Sultanlarını bile aşan maddi bir standart ve yaşam tarzı sağladı.
Bununla birlikte tarihsel olarak AHLAKİ çözülmeyi ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için maddi gerilemeyi temsil etti.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:172
Kapitalizmin ihya ettiği yerlerde insanlar, geçmişin Padişahlarının sahip olmadığı imkânlarla yaşıyorlar. Ancak bu refah dünyanın %80'lik büyük kesiminin geçmişin kölelerinden daha kötü şartlar altında yaşamaları, onların mülk ve emeklerine el konulması ile mümkün oluyor.
Üstelik para tapıncının (kapitalizmin) meşrulaştığı, hem soyan hem soyulan kesimde yaşanan geri dönülmesi çooook zor AHLAKİ ve İNSANİ çözülme ve düşüş, bu işin cabası diyor sanırım. 09.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Özel
mülkiyet hakkı korunduğu ve NAKİT para her şeyin ölçüsü olduğu sürece, bir
ülkenin ADİL ve MUTLU bir biçimde yönetilmesi mümkün değildir. Zira yaşamdaki
bütün iyi şeylere EN KÖTÜ yurttaşların sahip olduğu yerde ADALETTEN söz
edilemez; Mülkiyetin çok az sayıdaki KÖTÜ insanda biriktiği yerde Mutluluktan
da söz edilemez.
Çünkü
böylesi bir toplumda az sayıdaki ZENGİNLER sürekli tedirgin ve huzursuz; çok
sayıdaki kalabalıklar ise çaresizdir. Sir
Thomas More
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:176
Paranın TEK KUTSAL olduğu yerde çok paraya ancak en acımasızlar, en merhametsizler, cimriler, dolandırıcılar, sömürücüler ulaşacaktır.
Paylaşmayı bilen, merhametli, adil insanların ÇOOOOK büyük paralar biriktirmesi mümkün değildir. Böylesi bir yerde ÇOOOOK parası olan Merhametsiz Cimriler mülkleri de ellerine toplayacaklardır.
Kaçınılmaz olarak geri kalan kalabalığa sadece ÇARESİZLİK kalacaktır, diyor sanırım. 10.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
19. ve
20. Yüzyıl tarihi sanki liberalizm ile Marksizm arasında muazzam bir mücadeleye
sahne olmuş gibi yazılır genelde.
BU
mücadelede liberalizm, devlet yapılarına ve üniversitelere hâkimken Marksizm
muhalefeti temsil ediyordu. (En azından yakın zamana kadar.)
Ancak
bu iki devin arasındaki farklara bakmaya kalkınca bu zıtlığı yazanların
keyifleri kaçabilir hâlbuki bu iki devin üzerinde mutabakat sağladıkları
konulara bakmak oldukça ilginç olabilir.
Liberalizm
ve Marksizm arasındaki muazzam konsensüs aslında üniversite öğretilen sosyal
bilimlerin ve Ortodoks Marksizm'in temelidir.
- Her
ikisi de toplumsal gerçekliğin temel birimi olarak DEVLET'i kabul etti. (Her
ikisinde de DEVLET YÜCE Tanrıdır.-AHÇ)
- Her ikisi de Bakoncu-Newtoncu versiyonu ile
BİLİM, rasyonel bilginin temeli kabul edilebilir. Onu TEK mercii sayar. (Her
ikisinde de BİLİM peygamberdir.-AHÇ)
- Her
ikisi de bir dünya CENNETİ ütopyası kurmaya kendisini adar.
- Her
ikisi de İlerleme İdeolojisine kesin olarak inanmıştır. Evrimsel ilerleme, arzu
edilen bir şey olarak ilerleme, kaçınılmaz bir şey olarak ilerleme...
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:187
Marksizm ve Liberalizm her ikisi de halkı; DEVLET, Bilim ve İlerleme putlarına TAPINMAYA çağırırlar. Biri kaba DEVLET biri yumuşak SERMAYE gücü ile halkı HİZAYA sokar diyor sanırım. 11.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Bugün sosyal bilimlerin 3. çağına girmiş
bulunuyoruz. Bu dönemin hala belli bir ismi yok...
Sanırım bu dönemi II. Dünya Savaşından sonra
veya 1960'larda başladı. Hala köklü bir değişim dönemi devam ediyor.
Bu sosyoloji "felsefeyi" ideolojik ÜTOPYA olarak görüyor ve reddediyor. Bilimsel Sosyal BİLİME "sen de İDEOLOJİSİN" diyerek onu da reddediyor ve Gerçekten etkili bir ütopya arayışına girerek ikilemlere çözüm bulmaya çalışıyor (yine İLERLEME ideolojisi).
Onun sloganı "Ne ahlaki olarak buyurgan ne de değerlerden bağımsız bir sosyal bilim"; bize dünyayı "uyarlama" imkânı verebilme yeteneği açısından etkili bir sosyal bilim.
Yeni sosyal bilim; "bir yöntem arayışın girişmiş" olan sosyal bilimdir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:187
Sanırım "DİNLER toplumlara AHLAK, DEĞER ve yaşamak için MANA verebiliyorlardı. Dinleri reddedince boşluğa düştük.
Sosyal BİLİMLERDEN 3. dönemlerinde dinlerin yerini alarak insanlara TANRISIZ ve PEYGAMBERSİZ bir zeminde; ahlak, değer ve yaşamları için MANA verebilmelerini bekliyoruz, demek istiyor olabilir. 13.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Sorumlu olduğumuz görev, enteljensiyanın (yani sosyal bilimcilerin) faaliyetleri ile siyasi örgütlenmelerin faaliyetlerini birbirleri ile GERİLİM ve koordinasyon içinde olacakları bir çerçeveye yerleştirmektir...
Siyasi görev- ütopyacı olması manasında- gerçekten sonuç verecek bir değişim stratejisini yeniden oluşturmaktır. Zira mevcut stratejimiz gerçek anlamda bir sonuç vermedi. Üstelik bizi kurtulmak istediğimiz tarihsel sistem kadar eşitsiz ve bir o kadar da özgürlükçü olmayan yeni bir sisteme doğru itelemekte.
Entelektüel görevimiz...
A'nın hiç bir zaman A olmadığını
Çelişkinin eşyanın tabiatında olduğunu
Bütünün parçadan küçük olduğunu ve
yorumlamanın nesnel (kişiye özel) olduğunu
Kavranamaz olanı kavrayacak bir metodolojiyi
kurmaktır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:189
Entelektüeller, aydınlar, ÂLİMLER iktidardan UZAK olmalılar. İletişim mutlaka korunmalı ancak menfaatler özdeşleşmemeli. Âlim, aydın, entelektüel İKTİDARIN memuruna dönüşmemeli.
Gördüğümüz her zaman gördüğümüz gibi
olmadığını bilmeli,
Herkesi AYNI çizgiye hizalamamalı,
Uzakları ancak ÇOK AZ insanın görebildiğini, o
azın hep aynı şeyi konuşan kalabalıklardan kıymetli olduğunu unutmamalı,
Farklı düşünebilen, eleştirebilen, itiraz
edebilenleri korumalı ve onların yaşayabilecekleri kanalları SÜREKLİ AÇIK
tutabilmeli
ÂLİMLERİN, aydınların sultanın SOFRASINA
oturmalarına ve onun kulu olmalarına ASLA müsaade etmemeli
Bu bizim KAVRANAMAZ olanı kavramak, çıkılmaz sokaklarda yol bulmak için tek çaremiz diyor, sanırım.
Zeyl: İktidarın, muhalefetin, KARTEL medyasının, dindar medyanın, solcu medyanın, Kamalist medyanın, NATO'cu medyanın, Siyonist medyanın, Milliyetçi medyanın AYNI ŞEYİ YAZDIĞI ve aynı şeyi konuştuğu, itiraz edenin HAİN ilan edildiği bir yerde böyle bir şey mümkün mü?
Binlerce kez denediğimiz ve işe yaramadığını gördüğümüz halde. 14.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Adam Smith ve Karl Marx'ın aynı düşündükleri konulardan biri de tekeller
meselesiydi.
Onlar rekabetin kapitalizmde normal olduğunu düşünüyorlardı: İstatiksel olarak da ideolojik olarak da normal. Tekel istisnai bir durumdu. Tekeli açığa çıkarmak ve onunla savaşmak gerekiyordu. Bu hala inanılan görüştür.
Lakin TEKEL'in istisnai bir durum olduğu doğru değildir. Tam aksine, TEKELLER kapitalizmde her zaman var olmakla kalmadı, onun ayrılmaz partneri de oldu. Tekelleri kontrol edenler her zaman büyük ve çok güçlü sermaye sahipleridir. (Yani kapitalist sistemi işletenler aynı zaman da TEKELLERİN sahiplerdir-AHÇ)
Aslında çok büyük sermaye yaratabilmenin tek yolunun TEKELLER var edebilmek olduğunu söylenebilir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:208
Kapitalizmin ANA ideolojisi SERBEST piyasayı dolayısı ile ticari rekabeti savunmasıdır, denir ve böyle tarif edilir. Ancak KAPİTALİST ekonominin olduğu her yerde BÜYÜK sermaye ya da POLİTİK gücü ardına almış sermaye TEKELLER oluşturarak süper zengin haline gelir. Büyük Sermayenin/AĞALARIN olduğu yerde gerçekte hiç bir zaman gerçek bir rekabet olmamıştır.
İlaçların, aşıların üreticisi bütün dünyada 3-5 şirkettir. Üretemeyecek olmalarından değil TEKELLERLE mücadele edemeyeceklerinden.
Tarımda da öyle: Bayer'le, Monsanto ile kim ne kadar mücadele edebilir? Onların ilaçları, gübreleri, tohumları, takviyeleri...
Zincir marketlerin raflarını zincir marketlerin kendi fason ürünleri doldurur. Bu tekeli ancak Küresel şirketler kırabilir? Yerli üreticilerin ürünlerinin kendilerine rafta yer açmaları mümkün müdür?
80 milyonluk koca ülkede kaç tane GSM şirketi vardır? Ev telefonlarında kim TELEKOM'a rakip olabilir?
Tüm dünyada sadece 2 tane hard disk üreticisi vardır. 2 tane Monitör üreticisi, bir kaç tane ana kart üreticisi. Tüm dünyadaki bilgisayarların %60'ını 3 şirket satar.
ABD chip üretmeyi durdurunca ÇİN dahi krize girmiştir.
Renault, Peugeot, Citröen, Opel, Toyota, Fiat aynı fabrikada aynı arabayı üretip kendi markalarını vurup satarlarken kim bu tekelle yarışabilir.
Kapitalizmde TEKELLER her yerdedir. Kapitalizm adeta TEKELLER düzeni demektir, diyor sanırım. 15.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
SOL ve SAĞ arasındaki siyasi mücadele, devletin ekonomiye müdahalesinin meşruluğu üzerine bir mücadele değildi ve hiç bir zaman da böyle olmadı. (Kapitalizm de Komünizm de devletin HALKIN ekonomik kaynakları üzerindeki HÂKİMİYETİNE itiraz etmez-AHÇ)
Hatta Devlet, kapitalist sistemin işleyişinin KURUCU unsurudur.
Mücadele daha ziyade, devlet müdahalesinden kimin direk faydalanacağı üzerinedir.
Eğer bu fark edilirse, çoğu kişinin, bu siyasi mücadelenin üzerindeki gizem perdesini kaldırmasına ve gerçek anlamını kavramasına yardım eder.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s209
Ne kapitalizm ne de Komünizm DEVLETİN halkın mülküne (Allah'ın mülküne) devletin dokunamayacağı prensibine sahip değildir. İkisi de DEVLETİN halkın mülkü üzerinde sonsuz bir tasarruf hakkı olduğuna inanır.
Yalnız kapitalizmde DEVLETİN bu tasarruf hakkını zenginlere vermesi gerektiği, ikincisinde İKTİDAR/DEVLET PARTİSİNE vermesi gerektiği savunulur, diyor sanırım.
Bu anlamda DEVLET halkın İKTİDAR PARTİSİ ya da Zenginler tarafından soyulmasında aracılık eden kurum olmuş olmuyor mu? 16.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Bütün TEKELLER siyasi desteklerle var olabilmişlerdir.
Hiç kimse siyasi destek olmaksızın hiç bir zaman, bir ekonomiye egemen olmayı, onun gelişmesini engellemeyi, pazar güçlerini sınırlamayı başaramaz. Bazı malların pazara girmesini engellemek, fahiş fiyatlar çekmek, insanların ihtiyac duymadıkları şeyleri onlara zorla satmak bir siyasi gücün desteğini gerektirir.
Kapitalizmin DEVLETE karşı olmasını geçin devlet olmadan KAPİTALİZMİN olabileceğini söylemek bile saçmalıktır.
Yalnız bir hatırlatmada bulunmak istiyorum DEVLET olmaksızın dedim; bu devletin kapitalistlerin YEREL devleti olması şart değildir. Bazen tamamen dışardan yabancı bir devlet de olabilir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:209
Hatırlar mısınız bilmem Sabancılar Sakarya'da TOYOTA fabrikası kurup dandik, İtalya'nın onlarca yıl önce üretimini durdurduğu çöp kutusu, demir yığını, benzin düşmanı markalarla aynı fiyata araba satmaya kalkınca ÖZDEMİR SABANCI bir devrimci örgüte infaz ettirilmişti.
DE devlet hiç bir şey yapmamıştı. Belki de devlet yapmıştı.
Aynı küçük esnafın zincir marketlere ve Sanal
marketlere İNFAZ ettirilmesi gibi.
Ya da ZOR ile ADBLUE adı altında her arabaya
2. YAKIT tankının daha takılması gibi.
Devlet işin içinde olmadan TELKELLEŞME ya da
HALKIN Sömürüsü mümkün değildir.
Ama yerli ama YERSİZ devlet. 17.01.2024
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Özgürlüğün
olduğu yerde eşitlik mümkün müdür? Kardeşliğin olduğu yerde özgürlükten
bahsedilebilir mi?
Eğer
küçük adamın özgür PAZAR'I, büyük adamın alanı olan Özgür TEKELLERLE sürekli
mücadele halindeyse ve TEKELLER ancak devletlerin sürekli onlara verdikleri
destekle var olabiliyorlarsa o halde eşitsizliklere (siyasi, ekonomik,
kültürel) karşı mücadele TEKELLERE karşı mücadele ile aynı şey değil midir?
Tekeller, ekonomik alanda özgürlüğü ve eşitliği yadsıyarak egemenlik kuruyor; dolayısı ile zorunlu olarak siyasi alanda aynı zamanda kültürel alanda da eşitliği yadsıyarak egemen oluyor.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:210
Demokrasinin 3 sloganı: Eşitlik Özgürlük ve
Kardeşlik TEKELLERİN olduğu yerde var olamazlar. zira TEKELLER devletten
aldıkları yardım ile bunları yok ederek var olabilirler.
Şu halde KAPİTALİZMİN özgürlük sloganı KENDİSİNİN tekel kurma ÖZGÜRLÜĞÜDÜR ve eşitlik ile kardeşliği yiyerek büyür, diyor sanırım. 18.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
19. Yüzyıldan önce "gerçek anlamda" kendini düzenleyen pazar görüntüsünü yadsımak için temel bir argüman olarak kullanılan fiyat kontrolü, her zaman var oldu ve hala varlığını sürdürüyor. Fakat sanayi öncesi dünyadan söz ederken, pazarlardaki fiyat listelerinin, arz ve talebin rolünü baskılamak istediğini düşünmek hata olur. Teoride, pazar üzerindeki sıkı denetim, tüketiciyi, yani rekabeti korumak, anlamına geliyordu. (Braudel'den alıntı)
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:215
Sanırım demek istiyor ki: Geçmişte devletler pazarlardaki FİYAT kontrolünü SERMAYESİ olan vatandaşların pazarın kontrolünü ellerine alarak fakirleri soymasına engel olmak için kullanırlardı.
Şimdi ise SERMAYESİ olan vatandaşların pazarı kontrol altına alabilmeleri, dolayısı ile alt tabaka halkı soyup sermayelerine sermaye katabilmeleri için PAZAR FİYATLARINA müdahale ederler.
Yani eskiden devlet kendisini SIRADAN VATANDAŞLARIN devleti olarak görürken, modern zamanlarda devlet, kendisini SERMAYESİ OLAN vatandaşların devleti olarak görür.
Zeyl: Nitekim dikkat ettiyseniz özellikle Ukrayna'dan gelen mülteciler ve deprem sonrasında evsiz kalan insanlar nedeniyle ortaya çıkan BÜYÜK KİRA yangınına devlet müdahale etmemiş ve SERMAYESİ olan vatandaşların mültecileri ve depremzedeleri soymasını sadece SEYRETMİŞTİ. 20.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Soruyu şu şekilde net bir biçimde de sorabiliriz:
Antropoloji, iktisat, siyaset ve sosyolojiden oluşan "dört disiplin" arasındaki sınırları, nispeten açık ve savunulabilir şekilde temellendirilebilmek için kullanılabilecek herhangi bir kriter var mı?
Dünya sistemleri analizi bu soruya şüphe bırakmayacak şekilde "Hayır cevabını veriyor.
Bu konuda farz edilen kriterler - analiz düzeyi, konu, yöntemler, teorik varsayımlar- ya da pratikler artık doğru değil veya sürdürülebilmeleri durumunda, bize derinlik vermek yerine tam tersine önümüzde engel teşkil etmekte oldukları anlaşılmıştır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:244
Antropoloji, iktisat, siyaset ve sosyolojinin tek bir amaca odaklandıkları aynı bilgi teorilerinin farklı versiyonu oldukları artık belli olmuştur. (Hepsi de kalabalıkları YÜCE İNSANLARA/sermayeye ve politikacılara boyun eğdirmenin yolunu ararlar)
Getirdikleri ilkeler insani HİKMETİN önünü açmaz onu bir hedefe yönlendirdiği için (Sermayeye kul olmuş toplumlara) onun önünü tıkar, iğdiş eder, diyor sanırım. 22.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Önemli bişi söylüyor!
19. Yüzyılın görüşüne göre devlet, anayasal kurallarla işleyen bir yapıydı. Toplum ise bir insan grubunu bir arada tutan adet ve geleneklerden oluşan doku olarak görülüyordu.
Bu anlamda "toplum" devletten daha kalıcı ve daha "derin", yönlendirilmeye daha AZ müsait ve kavranması daha zor bir şeydi.
O zamandan beri toplum ile devleti nasıl ilişkilendirmemiz gerektiği, hangisinin diğerine tabi olduğu (ya da olması gerektiği) ve hangisinin daha yüksek ahlaki değerlere sahip olduğu ya da eğer değilse nasıl benzer seviyeye getirileceği üzerinde düşünmeye çalıştık. Bu zihinsel kırılmaya neden oldu ve "mevcut egemen devletler" içinde toplumsal yaşamın sürdürüldüğü temel toplumsal birimler olarak düşünülmeye başlandı ve bu durum geçmiş tarihe doğru da yansıtıldı.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:248
Çok önemli bişiler demeye çalışıyor Wallerstein sanırım.
Geçmiş dönemde insanların devletle ilişkileri neredeyse yok gibiydi. Devlet, onların ne yollarına ne köprülerine ne yakıtlarına ne evlerine karışırdı. Eğer zenginleşmişse büyük tarlalar ve sürüler sahibi olmuşsa yılda bir sefer vergi için devlet yanına gelirdi. Ya da savaş açmışsa bir yerlere, ganimetten pay alma kaydı ile GÖNÜLLÜ askerlik için.
Modern Devlet geldi tüm topraklar benim dedi, denizler, sular, dağlar, yollar, patikalar, meralar... Her şey ama her şey "benim" dedi. Eğer ev yapmak istiyorsan, köprüden geçmek, yoldan gitmek istiyorsan, çocuğunu eğitmek, doktora gitmek istiyorsan bana HARAÇ vereceksin dedi. Ekmekten suya, yaşadığı evden diktiği toprağa, yaptığı alışverişten gittiği TUVALETE kadar her şeye -içinde katkısı olsun olmasın- vergi koydu.
Sadece mesele PARA değildi; mesela onlara isyan etmemeleri İYİ KUL olmaları, ganimetten pay istemeyen PARASIZ askerler olabilmeleri için ZORUNLU EĞİTİM mecburiyeti getirdi. Onların Zihinlerini, kültürlerini, dinlerini, ahlaklarını, ailelerini, cemaatlerini, köylerini, şehirlerini DEĞİŞTİRMEYİ kendine GÖREV edindi.
Modern devlette TOPLUM diye bişi yoktu. DEVLET ve onun KULLARI vardı.
Öyle bir algı yarattı ki, sanki geçmişte de hep böyleymiş gibi.
Hâlbuki tarihin hiç bir döneminde DEVLET -denen zenginlerin yönettiği teşkilatlı yapı- insanlar için bu kadar her şeye burnunu sokan CEBERRUT bir Tanrı olmamıştı, diyor sanırım. 23.01.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Eski büyük imparatorluklar, büyük siyasi yapılardı ve geniş bir "kültürel" çeşitliliğe sahiplerdi.
Sistemin temel mantığı yerel düzeyde kendini yöneten genellikle kırsal yapılardan vergi alınması ve bunun yukarıya yani merkeze taşınmasıdır. Merkeze aktarılan vergiler, dar ancak son derece önemli devlet görevlileri ağı içinde dağıtılırdı.
Şimdinin büyük ekonomileri ise geniş, eşitsiz, iç içe girmiş üretim zincirleridir ve bunlar çeşitli siyasi yapılar tarafından parçalara ayrılmışlardır.
Temel mantık, birikmiş artı değerin, pazar ağlarında çeşitli türde geçici tekeller oluşturabilmiş olanların lehine olacak şekilde eşitsiz olarak dağıtılmasıdır. Bu "Kapitallist" mantıktır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal bilimleri Düşünmemek, s:249
İmparatorluklarda tüm ahaliden hemen hemen eşit şartlarda toplanan vergiler, devleti yöneten çok önemli pozisyondaki çok az sayıdaki ELİT tarafından bölüşülürdü.
Yeni Kapitalist yapılarda ise devletin gücünü arkasına alan onlarca, yüzlerce hatta binlerce TEKELLEŞMİŞ para babası (bankalarda, aşılarda, tarım ilaçlarında vs. olduğu gibi) halktan yakaladıkları kesimi sonuna dek sömürür. Sömürü ve sömürülmede sınır ve denge yoktur, diyor sanırım. 03.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Özgür irade / Determinizm (Her şeyin daha
önceden belirlenmiş yasalara göre işlediğini iddia eden felsefi akım.) çok eski
bir tartışmadır...
Belki de bizim determinizm olarak adlandırdığımız şey büyük ölçüde tarihsel sistemlerin içinde doğal olarak var olan bir süreçtir. Bu süreçte sistemin mantığı, kendi kendine hareket eden, kendi kendini güçlendiren bir kurumsal yapılar dizisi, YANİ uzun vadeli gelişmenin yolunu belirleyen bir perde arkası kurumsal yapılar olduğu olmasın.
Belki de bizim ÖZGÜR İRADE dediğimiz şey de, belki de geçiş sürecinde gerçek tarihsel tercihler geniş br yelpazeye yayıldığı ve öngörülmeleri güç olduğu zaman gerçekleşmektedir.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:256
İNSan ayağını kaldırmak istediğinde özgürdür. Hangi ayağını isterse onu kaldırabilir. Ancak tüm seçenekleri hepi topu sadece 2 taneden ibarettir. Bir ayağını kaldırdığında diğerini kaldırma imkânı da kalmamıştır. Artık ayakta durmak istiyorsa o ayaktan başka seçeneği YOKTUR: Özgürlük dediği budur.
Bu anlamda İNSAN ne kadar özgür olabilir?
Tarihte de kendi seçimlerimizle ÖZGÜRCE ilerlediğimiz düşüncesi acaba doğru mu? Tarihi yolculuğumuz ya da tarih içinde İLERLEME dediğimiz elimize verilen ÇOK Kısıtlı seçeneklerden birini seçmiş ve bu seçimin ZORUNLU sonuçlarına katlanıyor olmak, olabilir mi?
İlerleme dediğimiz şey aslında sadece GİTMEK zorunda kaldığımız bir yol olmasın, diyor sanırım. 04.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Belki de söz konusu süreçlerin hiç de skolastik (önceden kuralları ve hamleleri belirlenmiş) olmadığı kendi içinde gizli anahtarlarla hareket ettiği ortaya çıkacak. Ya da o anahtarların sürecin skolastik bir karaktere bürünmesini sağladığı yani insanların yönlendirmesinde olmadığını göreceğiz.
Belki de yeryüzünün bugünkü sahipleri için en
az kabul edilebilir seçenek gündeme gelecek: Tanrı ZAR atıyor.
Her ne olursa olsun bunu bakıp incelemeden bilemeyeceğiz.
Ancak burada bir ciddi soru ile karşı karşıya
kalıyoruz: Nasıl bakıyoruz?
Bu soru bizi soruların en derin olanını
önyargıların en kuvvetlisini sorgulamaya getirmek zorundadır:
"Bilim neden her şeyin şu anda olduğu gibi olduğunu, şeylerin nasıl meydana geldiğini son derece özlü şekilde ifade eden kuralları aramaktadır?"
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:256
Bilim vardığı sonuçlara düşünme biçimini mutlaklaştırarak varmıştır. Eğer düşünme biçimini değiştirirse sonuçlar da değişecektir.
Eğer Hakikate ulaşmak istiyorsak şu anki düşünme biçimimizi de sorgulamak zorundayız, diyor sanırım. 05.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Nomotetik (ortak yasaların genellemesine inanan) sosyal bilimler (sosyoloji, antropoloji, psikoloji, tarih, iktisat vs.) metodolojide, toplumda daha önce başarılı olmuş (fizik, kimya, matematik vs.) gibi doğa bilimlerinin temel ilkelerini benimsedi.
Sistematik ve kesin ampirik (deneye dayalı) araştırma, daha sonra tüme varım yoluyla teori geliştirme. TEORİ ne kadar hayranlık uyandırabilecek kadar yalınsa, bilim de o kadar ileriydi. ...
Ancak belirli olan BASİT olan değidlir;
karmaşık, olan son derece karmaşık olandır.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:257
İNSAN kökenli bilimlere dünya ve eşyadan elde edilen bilgi teorileri uyarlandı. Mesela 2 çarpı 2 her zaman her yerde ve her durumda 4 ettiği gibi insan davranışlarının da herkeste, her yerde her şart altında aynı olduğu kabulü ile çok dar ve basit çıkarımlı teoriler üretildi.
Hâlbuki insanın cesedi her ne kadar dünyaya ait idiyse de ruhu semaya aitti. Yeryüzünün basit, kesin formülleri, kuralları onun ruhu için geçerli olamazdı.
Geriye kim nereden bakarsa ona göre değişen TARİH, sosyoloji, antropoloji gibi sabiteleri olmayan bilimler psikoloji için ise UYUŞTURUCU hapları kaldı, diyor sanırım. 06.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
Ekonomi tarihi geniş bir sahne üzerinde oynanan bir AHLAK oyunudur.
Çağlar boyunca iyilik ve kötülüğün ta kendisi bu sahne üzerinde mücadele etti. İyilik sık sık alaşağı edilse de her seferinde daha güçlü bir şekilde sahneye döndü. (E.L. Jones)
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:259
Hz Peygamberin "İnsanların ne söylediklerine değil ALTINLA (para ile) ilişkisine bakın" mealinde buyurduğu emir sanırım üstteki cümleyi onaylıyor.
EKONOMİ, para ile ilişki, paranın nasıl kazanıldığı nasıl sarf edildiği, nasıl saklandığı ve dağıtıldığı direk DİNLE ilişkili meselelerdir. Bunları konuşurken doğrudan doğruya DİNİ ve İMANI ve AHLAKI konuşuruz. Oyunu AHLAKIMIZIN izin verdiği ölçülerle oynarız.
AHLAKSIZLIĞIN ahlakı sürekli yeniyor görünmesine aldırma o DİRİNİN (Hayy'ın) korumasında hep SAHNEDE olacaktır, diyor sanırım. 07.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Sıkışan dünya sitemine bir çözüm getirebilmek için yapabileceğimiz ilk şey kapitalist ekonomi sisteminin dışındaki ekonomik sistemlerin ortaya konulması olduğunu düşünüyorum.
Çok ilginçtir ki, bu konudaki tartışmalar ekonomistler, iktisatçılar veya sosyologlardan gelmedi, modern dünya ekonomik sistemi üzerine yazılmış makale ve analizleri muhtemelen hiç okumamış bir kesimden, arkeologlardan geldi...
Eğer bunu başarabilirsek
a) Aslında modern kapitalist düzenin bir
parçası olan ancak bizim evrensel bir kural olarak gördüğümüz şeyleri yeniden
değerlendirebiliriz.
b) Bir dünya sistemi derken gerek zaman, gerek
mekân ve gerek uzaysal anlamda neyi kastetmekte olduğumuzu da anlayacağız
c)Farklı türdeki dünya sistemleri ile
kendimizi karşılaştırmaya başlayacağız
Bunun bizi, yoldan mı çıkaracağını yoksa yeni bir dünya görüşüne doğru mu yönlendireceğini o zaman göreceğiz.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:270
Sistemin içinde, sistemin enstrümanları ve paradigmaları ile düşünerek kendimize yeni bir yol bulmamız mümkün değil. Hatta böyle yaparken insanlığın ve evrenin bizden müteşekkil olmadığını dahi fark edemeyiz.
Olanın haricinde bir yol, bir çözüm önerisi, bir hayat, bir zaman, mekân ve uzay olduğunu fark edebilmek için önce içinde bulunduğumuz yeri görebilecek kadar dışarı çıkabilmeliyiz, diyor sanırım. 08.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰
Kabul edilebilir bir önerme: Bugün dünya üzerinde daha fazla nüfus olduğu için kişi başına düşen ALAN da daha az.
Peki, kişi başına düşen FİİLİ alan daha az
diyebilir miyiz? Kesinlikle!
Peki, kullanılabilir alan. Muhtemelen.
Gelir dağılımının kutuplaşmış uçlarındaki insanlar ne kadar alan kullanıyor, Onların kullanımlarına açık olan alan ne kadar? (Bir kısım insanlar ömürleri boyunca kasabalarından çıkmamışken başka birileri sabah Japonya'da akşam Amerika'da hafta sonu Türkiye'dedir. Ancak bu insanların sisteme ödedikleri vergi neredeyse aynıdır-AHÇ)
Ya sağlık hizmetlerinden faydalanma da durum
nasıl?
Peki, kişi başına faydalanabilen ağaç sayısı?
Hepimiz ortalama 8 sene fazla yaşıyorsak bazılarımız bu 8 yılı çok işlevsel geçirirken bazılarımız bir huzurevine kapatılarak ot gibi geçiriyorlarsa...
Sosyal bilimler bu tür KUTUPLAŞMALARIN getirdiği sorunlarla ilgilenmiyor. Elimizde bu konularla ilgili hiç veri yok bu da bizi ölçüm sorunları ile başbaşa bırakıyor.
Neye tespit edeceğiz, ölçeceğiz, değerlendireceğiz?
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:270
Sosyal Bilimler Egemenlerin kalabalıklara nasıl egemen olacakları konusuna eğilmiş, kafalarını sadece bunlara patlatırlarken insanlığın gerçek sorunlarını fark edemezler, diyor sanırım. 10.02.2025
〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️〰️
En çetin mesele de bu:
Sosyal bilimler ekonomik, siyasi ve sosyokültürel diye üçe ayrılmış durumda. Ancak bunlar tek bir mantığa sahip tekbir zemine sahip dediğimizde buna kimse inanmıyor...
Sorun bu üç alanın birbirine sıkıca bağlı olması değil, sorun şu ki, verili bir dünya-sistemindeki insan faaliyeti, ayrım gözetmeden ve farkına varmadan, bu üç alanda Birden ilerliyor.
Şimdiye kadar bu üç modelin bir arada nasıl işlediğine dair kapsayıcı bir model geliştiremedik. Acilen bunun üzerinde çalışmalıyız.
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek, s:272
Toplumda yapacağınız EKONOMİK bir hamle o toplumun hem siyasetini hem Ahlakını etkiler; ya da toplumda yapacağınız AHLAKİ bir hamle o toplumun hem siyasetini hem de ekonomisine etkiler ya da siyaseti düzenlemeye kalkarsanız o toplumun hem ekonomisini hem kültürel yapısına müdahale etmiş olursunuz.
Modern sosyobilimler bizi bu 3 alanı AYRI AYRI düşünmeye davet ettiklerinden aralarındaki ilişkiyi fark edebilecek bir ekonomik-siyasi-sosyokültürel düşünce biçimine ulaşamadık, diyor sanırım.
Zeyl 1: Kapsamlı bir teorileri olmasa da bu bu konularda hiç fikirleri yok demek değil sanırım. Zira mesela Türkiye gibi LİBERAL ekonomiye geçen bir toplumda ahlakın nasıl hercümerc olabileceğini ya da 6284 gibi kanunlarla toplumda YALNIZ yaşayan insan sayısının çok artacağını dolayısı ile toplumdaki ahlak ve namus anlayışının nasıl değişeceğini gayet iyi biliyorlar. 11.02.2025
0 yorum:
Yorum Gönder