Bu yazı Hertaraf haber sitesinde (https://hertaraf.com/haber-imaj-kevin-robins-derleyen-ahmet-hakan-cakici-4852) yayınlanmıştır.
İmaj – Kevin Robins
Varsayın ki bir oyunun içindesiniz ve oyun boyunca “bir sürü insanı öldürüyor, insan, hayvan ne çıkarsa eziyor, şehirleri bombalıyor, ormanları yakıyor, milyonlarca kuş vuruyor, kumar oynuyor, girilmeyecek yerlere giriyor, cinsel oyunlar oynuyorsunuz.” Bu esnada birisi sorsa: “Neden bu insanları öldürüyorsun, Tanrıya nasıl hesap vereceksin? Senin hiç ahlakın, senin hiç vicdanın yok mu?”
Kevin
Robins’in AYRINTI Yayınlarından çıkan IMAJ isimli eseri, tercümesinin
zayıflığına rağmen okunmaya değer nitelikte.
Robins, bu eserinde “insanın ayaklarını yerden kesen ve mutlak bir iktidar duygusu yaratan” imaj teknolojileri üzerine kurulu dünyayı sorguluyor. Ona göre, her şeyden önce ortada “yeni “olan bir şey yoktur. Olan her şey bir önceki ve daha önceki dönemlerden gelen zevklerin, hayallerin, ümitlerin yeniden ambalajlanarak, yeni imajlarla parlatılarak toplumların ayartılmasından” ibarettir.
Robins, bu eserinde “insanın ayaklarını yerden kesen ve mutlak bir iktidar duygusu yaratan” imaj teknolojileri üzerine kurulu dünyayı sorguluyor. Ona göre, her şeyden önce ortada “yeni “olan bir şey yoktur. Olan her şey bir önceki ve daha önceki dönemlerden gelen zevklerin, hayallerin, ümitlerin yeniden ambalajlanarak, yeni imajlarla parlatılarak toplumların ayartılmasından” ibarettir.
İstanbul Sözleşmesine İtiraz Edenlere, İtiraz Edenlere, İtiraz -3
İYİnin düşmanı KÖTÜ değildir, İyinin düşmanı DAHA İYİdir. DAHA İYİ’nin düşmanı ise MÜKEMMELdir.
Devamını Oku »
İYİnin düşmanı KÖTÜ değildir, İyinin düşmanı DAHA İYİdir. DAHA İYİ’nin düşmanı ise MÜKEMMELdir.
Hiçbir dolandırıcı, sahtekâr “elimizdekini” alırken bize “KÖTÜ”yü vaat etmez. O
bize elimizdekinden “DAHA İYİ”sini vaat eder. Biz “DAHA İYİ”nin vaadini duyduğumuzda
elimizdeki “İYİ”ye düşman oluruz. Gelecek 100 Bin lirayı duyunca elimizdeki 10 Bin
liranın düşmanı olup, onu sahtekâra verdiğimiz gibi.
Şeytan dahi Hz Âdem’i bu yöntemle
kandırmıştır. Ona “Mükemmellik” ve “Ölümsüzlüğü” vaat ederek[1]
elindeki Cennet’i almıştır.
Hz Âdem, ölümsüzlük fikrine kapılınca CENNET’inden
olmuştur.
Bizim kanaatimize içinde bulunduğumuz sürecin 3
önemli sonucu olacak.
1- Yapay zekâ ve otomatizasyon sistemlerinin yaygınlaşmasına direnen Ulus Devletlerin direnci tamamen kırılmış gibi duruyor. Kanaatimizce bu süreç gittikçe yükselen bir ivme ile devam edecek. Bize göre bunun anlamı çok büyük kitlelerin işsizliğe ve sefalet çizgisinin altına savrulacağıdır. Özellikle büyük şehirlerin, çok da uzun olmayan bir süreç sonunda adeta mülteci kamplarına dönüşeceğini düşünüyoruz.
1- Yapay zekâ ve otomatizasyon sistemlerinin yaygınlaşmasına direnen Ulus Devletlerin direnci tamamen kırılmış gibi duruyor. Kanaatimizce bu süreç gittikçe yükselen bir ivme ile devam edecek. Bize göre bunun anlamı çok büyük kitlelerin işsizliğe ve sefalet çizgisinin altına savrulacağıdır. Özellikle büyük şehirlerin, çok da uzun olmayan bir süreç sonunda adeta mülteci kamplarına dönüşeceğini düşünüyoruz.
“Seküler sosyal ilaçlardaki sıkıntı, uygulandıkça hastayı daha da hasta etmesidir. Batı'da bugün bunu ifade etmek, yani yeni aristokrasilerin bize parlak ve özgürleştirici bir ütopya getirmek şöyle dursun sosyal hastalıklarımızı daha da kötüleştirdiğini söylemek, küfür kabul edilmektedir[2].
Conor Cruise O’Brein
İtiraz 2- Yüz elli Yıllık Masal: Batının ilmini alacağız,
ahlakını değil!
Son yüz elli yıldır Batı karşısında aldığımız ağır
yenilginin altından kalkmak ve yenilmişlik kompleksinden kurtulmak için
ürettiğimiz ancak hiçbir gerçekliğe tekabül etmediğini bugün fark ettiğimiz bir
slogandır; “Batının ilmini almak, ahlakını almamak” . Bu sloganla yol aldığımız
150 yıllık süreçte silah sanayiinde, ekonomide, tahakkümde, eğitimde, bilgi
üretiminde Batı ile aramızdaki fark kapanmak yerine gittikçe açıldı. Ve bu bizi
“ilmini alamadık, bari ahlakını” alalım şeklinde okunabilecek bir kendinden
nefrete, bir harakiriye, kendi kendini yok etme aşamasına getirip bıraktı.
İstanbul Sözleşmesine İtiraz Edenlere, İtiraz Edenlere, İtiraz -1
Sayın Zeki Bayraktar, Ali Aktaş beyefendinin sosyal paylaşımlarından aldığını iddia ettiği kelimelerle İstanbul Sözleşmesine gelen eleştirilere itiraz etmiş: Ali Bey'in Sözleşmeyi tam 3 kez okuduğunu, Sözleşmenin eşcinselliğe sadece 2 yerde atıf yaptığını, 6284 no'lu kanun iptal edilmediği sürece Sözleşmeye itiraz etmenin boş iş olduğunu, 6284 no'lu kanunun ise son derece yerinde olduğunu, toplumun içindeki yozlaşmanın Sözleşmeden bağımsız olduğunu, bu nedenle Sözleşmeyi kaldırmanın bir işe yaramayacağını, Saadet Partisinin İstanbul Sözleşmesine menfi yönde taraf olarak oyuna getirildiğini, bu işleri eleştirenlerin FONlar aldığını, sözleşmeye itirazların bir "propaganda merkezi" tarafından yönlendirildiğini söylemiş ya da ima etmiş.
Naomi Klein, "Şok Doktrini" eserinde
Kapitalizmin gücünü ve servetini, "serbest rekabet ortamında, demokrasinin
nimetlerinden faydalanarak, ticaretle kazandığı” yalanının üzerindeki örtüyü
kaldırıyor. Batı’da biriken servetin kaynağının emek ya da ticaret değil, 400 yıl süren yağmacılığın -daha sofistike yöntemlerle- devam ettirilmesi olduğunu iddia ediyor. Geçmişte olduğu
gibi bugün
de Güney
Amerika'nın,
Asya'nın,
Afrika'nın
servetlerinin kan, baskı,
şiddet, talan, soygun ve yerli ulusların yoksullaşması karşılığında Batıya aktarılması süreçlerini
inceliyor.
AbdulHakim Murat ya da şehadet getirmeden önceki ismi ile T.J. Winter'ın bu eseri, ciddi bir bilgi birikimi ve tecrübe ile verilmiş 10 konferansın derlemesi.
Modernite, Postmodernite, Posthümanizm gibi konularda da yetkin bir isim olan Abdulhakim Murad'ın Müslümanların meselelerine hem içeriden hem de dışarıdan bakabilecek bir yeteneğinin olması, 20 sene önce derlenmiş bu eserin kalitesini -ne yazık ki- şu an Türkiye'deki tartışma kalitesinin ilerisine taşıyabiliyor.
Çok büyük bir yenilginin getirdiği hesaplaşmanın Müslümanları köşeye sıkıştırdığı, artık, "İslam, gelecek yüzyılı göremeyecek" iddialarının kolayca seslendirildiği vakitlerde İngiliz olan Abdulhakim Murad'ın yenilmişlik psikolojisi altında ezik bir ruh haline sahip olmaması, kendine güveni ve bilgi ile beslenmiş, sükunetli tarzı oldukça kıymetli. Son sözü kendisinden alıntılayalım "Eğer iddialarımıza inanmak için kendimize yeterli güvenimiz varsa, iyimser olmak için de yeterince nedenimiz var demektir."
Makaleleri özetleme lütfunu bize bağışlayan Kamil Güller'e teşekkür ediyorum.
Devamını Oku »
Modernite, Postmodernite, Posthümanizm gibi konularda da yetkin bir isim olan Abdulhakim Murad'ın Müslümanların meselelerine hem içeriden hem de dışarıdan bakabilecek bir yeteneğinin olması, 20 sene önce derlenmiş bu eserin kalitesini -ne yazık ki- şu an Türkiye'deki tartışma kalitesinin ilerisine taşıyabiliyor.
Çok büyük bir yenilginin getirdiği hesaplaşmanın Müslümanları köşeye sıkıştırdığı, artık, "İslam, gelecek yüzyılı göremeyecek" iddialarının kolayca seslendirildiği vakitlerde İngiliz olan Abdulhakim Murad'ın yenilmişlik psikolojisi altında ezik bir ruh haline sahip olmaması, kendine güveni ve bilgi ile beslenmiş, sükunetli tarzı oldukça kıymetli. Son sözü kendisinden alıntılayalım "Eğer iddialarımıza inanmak için kendimize yeterli güvenimiz varsa, iyimser olmak için de yeterince nedenimiz var demektir."
Makaleleri özetleme lütfunu bize bağışlayan Kamil Güller'e teşekkür ediyorum.
İnsan Hakları ya da İnsan Eşitliği, en
güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta
bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden
olabiliriz.”[1]
Noah Harari
“Modern Family, Ailesiz Toplum” makalesini kaleme alırken Yapay Zeka ve otomatizasyon süreçleri ile bir Süper Diktatörlüğe doğru evrileceğimizi, çok kapsamlı insani kısıtlamaların, gözetimlerin, takiplerin, kitlesel işsizliklerin, sefaletlerin gelmekte olduğunu öngörmüştük. Ama hep aklımızda “Egemenler, kitleleri buna nasıl razı edecekler, bu geçişte kitlelerin ayaklanmasını, dünyanın alt üst olmasını nasıl engelleyecekler?” sorusu vardı.
Postmodern dönem insanlık tarihinin mirası tüm katıları (kutsalları, doğruları) eritirken, insana inanacak, güvenecek, tapınacak, savunacak, sarılacak değer bırakmıyor. Eriyen, geçirgenleşen (translaşan) sınırlar ahlaki değerleri, gelenekleri darmadağın ederken, "insan"ı da tarihten çekiyor. Kullanılan eşyaların, işlerin, konutların sürekli değiştiği "kullan-at" mekanında, uzun süreli ilişkiler (aile, dostluk, vatandaşlık vs. gibi) varlıklarını sürdüremiyorlar. Tek seferlik eşyaların dünyası tek seferlik "iş"lerin, tek seferlik "ilişki"lerin dünyasına dönüşüyor. Bu durum insanı "güvensizliğin" endişeli dünyasına gömerken; bencillik, fit vücut ve hayatta kalma çabası tedirgin insanın kutsal teslisi oluyor.
Ulus Devletlerin sonunu getiren; kitleleri, sanayi şehirlerinin istihdam fazlası atıklarına dönüştüren; çok küçük bir azınlığın menfaati için devasa kalabalıkları perişanlığa sürükleyen sürecin önünde "bireyselleşme" tuzağına yakalanmış kitleler duramıyor.
Zygmunt Bauman üstadın kıymetli eserini Kamil Güller özetlemiş. tavsiye ederim.
Zygmunt Bauman üstadın kıymetli eserini Kamil Güller özetlemiş. tavsiye ederim.
Ahmet Hakan Çakıcı
“Hayatlarını sürdürme çabasında olanların başlarına gelebilecek en kötü şey normların olmaması, ya da anomidir? Normlar engelleyici oldukları kadar mümkün kılıcıdırlar; anomi, en saf ve basit haliyle engelleyici bir duruma işaret eder. Normatif kurallar ordusu hayat dediğimiz savaş alanını terk etti mi, geriye sadece şüphe ve korku kalır.”[1]
Zygmund
Bauman
ŞİDDETİN
TOPOLOJİSİ
Koreli Byung Chul Han, Almanya’da yaşayıp Berlin Sanat Üniversitesi'nde ara sıra ders veriyor. HAn, okuduğum, bu ve diğer eserlerinden çok faydalandığım, okuyucunun zihnini tokatlayan
ve modern dünyanın eteğini kaldırıp ayıbını faş edebilen bir yazar. Modern
insanı ve ilişkilerini kıyasıya eleştirdiği bu kitabında, Modern İnsanın artık
dışardan gelen şiddetten çok, odağı, modern insanın kendi iç dünyası olan, bir şiddete
maruz kaldığını, özgürlük, başarı ve performans putları ile kendini, hiçbir köle
tacirine ya da zorbaya ihtiyaç duymadan köleleştirdiğini anlatıyor. Bu dönemde
herkes kendini sömüren bir sömürgecidir ve herkes aynı zamanda kendisi tarafından sömürülen
bir kurban. Arzu üzerinden ikna edilmiş, performans insanın bundan sonraki
durağı “doping insanıdır.” Fail ve kurbanın özdeşleştiği bu yerde çözüm de
yoktur. Çünkü “Ölemeyecek kadar canlı ve
yaşayamayacak kadar ölüleri” ne öldürebilir ne de diriltebilirsiniz.
Ahmet H. Çakıcı
HAKK’ Aziz
Allah’ın isimlerinden.
Allah(cc), HAKK’tır.
HAKK’lı,
Allah’lı, Allah’ın
razı olacağı yerde duran.
HAKK’sız,
Allah’sız, Allah’ın(cc)
razı olmadığı yerde duran.
Haksızlığı (Allahsızlığı, Allah'ın razı olmadığını) bilinçli tercih eden, bile bile HAKK’sızdan yana olan, HAKK’sızlıktan çıkar
sağlayan, HAKK’sızlığın sürmesi için çalışan, HAKK’ı gizleyen örten. Örten,
yani kâfir.
Menfaati
için, bile bile HAKK’ı (Allah’ı) düşman edinendir kâfir.
İnsan’ın Son
Vakti, İnsan Sonrasına Geçiş - Posthumanizm
Bahtiyar
Vahapzade
Abdulhakim Murad, Habermas’tan alıntılayarak: “İnsan,
kendisinin ve âlemin varlık sebebini ararken tarih içinde giydiği kıyafeti,
yaşadığı şehri, düşüncelerini, iyiye ve kötüye dair fikirlerini, dünya, ölüm ve
ölüm sonrası hakkındaki kabullerini, erdemlerini, din ve tanrı telakkisini sürekli
değiştirdi. Ancak bütün bu değişimlerin merkezinde olan “insan” daima sabit
kaldı, değişmedi, varlık olarak kıymetini korudu. Şu an eşiğinde bulunduğumuz Transhümanizm
diye anılan bu dönemle birlikte söz konusu olan, bizzat insanın değişmesi hatta
tamamen yok olması. Bu süreç sadece, Habermas’ın vurguladığı gibi “felsefeyi”
ve “fikirleri” değil insanın çevresindeki her şey gibi insanı dahi yok
edebilecek bir süreç[2].”
Adalet,
iyi, kötü, doğru, yanlış... Hepsi Tanrı ölünce, öldü.
Her şey artık bir yorum meselesidir.
Her şey artık bir yorum meselesidir.
Abdurrahman
Arslan
Zygmunt Bauman, Hıristiyanlığın “Baba, Oğul, Ruh’ul Kudüs’ten” müteşekkil teslisinin, Aydınlanma ile “Akıl, Bireysellik ve Özgürlüğe” evrildiğini, Modernite ile “Bilim, Ulus ve Devlet/Vatan”ın oturduğu kutsal teslis tahtına, Postmodern dönemde “Vücud, Haz ve Karışılmazlığın (özgürlük)” oturduğunu söyler.
Ailesiz Toplum, Modern Family... Ya Sonrası ?
“Yaklaşmakta olan büyük sarsıntıyı korkunç
acılar çekmeden atlatabilmek, Soykütüğün yaratmayı hedeflediği baş dönmesi ile
yok etmeden sekteye uğratmak ve başka bir hikayeye dönüşme olanağı sunmanın ne
kadar başarılabileceği ile ilişkili.”[1]
"İyi"nin
düşmanı "kötü" değildir: "İyi"nin düşmanı "daha iyi”dir,
"daha iyi”nin düşmanı ise "mükemmel”.
Prof. Dr. Memduh GEZİCİ
Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi
Anatomi A.B.D.
Annelerin
Sır Günahı: Neonatisit[1]
Melissa Drexler lise mezuniyet balosuna giderken anne babasından da, eski sevgilisinden de, yeni sevgilisinden de hamile olduğunu hala gizliyordu. Balo salonuna girdiğinde kasıklarında sancı duydu. Tuvalete gitti. Bir erkek çocuğu doğurdu. Göbek bağını lavaboda kesti. Kanlı bebeği 3-4 kat çöp torbasına sardı. Ve çöpe attı. Sonra dans pistine geri döndü ve baloya kaldığı yerden devam etti. Amerikan basını onu “Balo Annesi”[2] olarak isimlendirdi.
Judith Reisman’ın pedofilik, biyografi
yazarı James Jones’un sadomazohist[2] bir
eşcinsel olarak nitelendirdiği[3]
Toplumsal Cinsiyetler fikrinin babası Alfred Kinsey’in Rockefeller Vakfı
destekli kitapları Amerikan Hukuk Sistemini dağıtıp pornografiyi serbest
bıraktırmadan önce Rockefeller Ailesi büyük bir öngörü ile –daha sonra San
(Sebilürreşad Dergisi - Ağustos 2019)
Fakir ile zengin arasındaki binlerce yıllık denge, robot ve yapay zekâ teknolojilerinin gelişmesi ile darmadağın oluyor. Şehirler, sanayi toplumlarının atığı olan “ıskarta insanların[1]” depolandığı devasa toplama kamplarına dönüşmekte.
Şu Baş Belası Cinsellik
İslamcı kesimin çok kıymetli profesör ablası “geçe bırakılmamış evliliğe” karşı olduğunu söylemiş. Üstelik “aile içi tecavüz” kavramını da savunuyormuş. Ne desem bilemedim.
Cinsellik İslami kesimin hem konuşmaktan kaçındığı
hem için için kendini yediği bir konu. Aynı zamanda sürekli yüzleşmek ve
bedelini ödemekten de geri duramadığı, duramayacağı bir mesele, bir karın
ağrısı.
"Türk Dilini ve bu dili konuşan herkesi Avrupa'dan kovmak kesinlikle zorunludur.*"
Voltaire
Avrupa düşüncesini şekillendiren ve bugününe etki eden travmalar üzerinde düşünmeye çalıştığımız bu yazı dizisinde 6. başlığımız, Türkler.
Önceki Yazı: Sanayi Devrimi ve Komünizm
Yaklaşık 1600 küçük şehir devletinden müteşekkil olan Avrupa, 3-4 yüzyıl içinde 30 civarında isim/kavim etrafında toplanarak birleşme-devletleşme sürecini tamamladı. 1700’lü yıllara gelindiğinde bunlardan bir kaçı dünya çapında güç olabilmişlerdi. Bu güçler çok kısa bir zamanda bütün dünyanın başını belaya sokacak şekilde liderlik ve ganimet mücadelesine girdiler.
Yaklaşık 1600 küçük şehir devletinden müteşekkil olan Avrupa, 3-4 yüzyıl içinde 30 civarında isim/kavim etrafında toplanarak birleşme-devletleşme sürecini tamamladı. 1700’lü yıllara gelindiğinde bunlardan bir kaçı dünya çapında güç olabilmişlerdi. Bu güçler çok kısa bir zamanda bütün dünyanın başını belaya sokacak şekilde liderlik ve ganimet mücadelesine girdiler.
Plassey Savaşı'ından sonra Robert Clive |
Sanayi Devrimi ve Komünizm (İnsan Hakları)
(Bu yazılarda bir çok şey eksik)
Önceki Yazı:Mezhep Savaşları
Sömürge süreçlerini tarihsel olarak veren bir animasyon. |
Sömürgecilik ve Modernizm
5. Yüzyıldan itibaren kuzeyden Kıpçak ve Tatarlar, güneyden
Araplar, doğudan Osmanlı tarafından baskı altına alınan Avrupa'nın denizden
başka çıkışı yoktu. Rönesans, halkın içine girememişti ama Avrupa’ya önemli
hediyeler vermeyi de başarmıştı. Perçin,
bunlardan biriydi. Demirin, perçinle bir araya getirebilmesi, Avrupa'nın buharı
kontrol edebilmesini ve sıkıştığı alandan uzak mesafelere büyük gemiler
gönderebilmesini sağladı. Üstelik artık Avrupa'nın elinde düşmanını uzaktan öldürebileceği top, tüfek de vardı.
http://ahmethakancakici.blogspot.com.tr/2017/12/avrupann-travmalar-1-salgnlar.html
Bir Önceki Yazı : Salgınlar
(Yazıda konular çok uzamasın diye çok kısa ve üstünkörü anlatılıyor. Sadece genel bir perspektif verilerek, hakim ideolojinin sorgulanması isteniyor. Bu yüzden her şeyin çok eksik olduğunu göz önüne almanızı rica ediyorum.)
Bir Önceki Yazı : Salgınlar
(Yazıda konular çok uzamasın diye çok kısa ve üstünkörü anlatılıyor. Sadece genel bir perspektif verilerek, hakim ideolojinin sorgulanması isteniyor. Bu yüzden her şeyin çok eksik olduğunu göz önüne almanızı rica ediyorum.)
Mezhep Savaşları gösteren bir gravür. |
2- Mezhep Savaşları – Aydınlanma
Topraklarını ve
insanlarını Kilise’nin emrine vermesine rağmen Avrupa, Tanrı’nın öfkesini
(?) gideremedi. Salgın hastalıklar ardı ardına gelmeye devam etti. Üstelik
salgın hastalıklar kendilerini belli ettiklerinde Manastırlar, şehirlerden önce
boşalıyor, Kilise ve ruhban sınıfı da şehirden kaçanların arasında yer alıyordu.
Fakir kalabalıklar, dehşetin kucağında yapayalnız kaldıklarını gördüler.
Yazmaya kalktığım ancak haddimi
çok aşan bu yazılarda, Batı Mantığının şekillenmesine etki eden büyük travmalardan 8’inin üzerinde
durmak istiyorum. Anlatacaklarım çok yüzeysel olacak. Halbuki bu konular için
konferanslar hatta sempozyumlar düzenlenip, cilt cilt eserler yazılabilir.
Safer Efendi, 1999 senesinde dar-ı bekaya göçmüş bir Cerrahi şeyhi. Vefatından kısa bir süre önce İtalya’dan bir heyet kendisine misafir olur: Heyetten biri, “Müslüman bir ülke olan Türkiye’ye başka düşünceler ile geldik. Ancak bambaşka bir hal bulduk" diye serzenişte bulununca, Safer Efendi; “Eğer yüz sene önce İstanbul’a gelip bir ayakkabıcı dükkanı açmak isteseydiniz; sizi Ahi teşkilatına yollardık.
Uğurlayın yapdum ana bühtan eyledi bana
Bir serçe geldi eydür kanı aldın kızımı
Bir serçe geldi eydür kanı aldın kızımı
(Hırsızlık edip malını çaldım diye iftira eder
Bir serçe geldi, niçin aldın kızımı der)
Bir serçe geldi, niçin aldın kızımı der)
1. Yazı :http://ahmethakancakici.blogspot.com.tr/2017/06/allah-mulkunu-seytana-yedirmez-ihlas-1.html
[1]Şeytan
insanın niyetine saldırır. Allah rızasının içine kişisel bir şeyler katılabilirse,
niyetin ihlası bozulur ve kişi Allah’ın korumasından çıkıp Şeytan’ın eline
düşer. Demiştik. Oradan devam edelim.
Yusuf Kıssası[2],
çok bilinen bir kıssadır. Yine de ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum:
Hasan Aycın Üstad'dan |
Aziz Kitaptan bir alıntı
ile başlayalım.
“Ve Şeytan dedi ki: “Hepsini azdıracağım, muhlis kulların hariç.”[1]
Önceki yazı: http://ahmethakancakici.blogspot.com.tr/2016/11/kadn-ve-huzur-bir-arada-mumkun-mu-2.html
Safer 1438 / ALANYA
Payam Boromand |
“Muhabbet yoksa gerisi cidaldir (mücadele).” (Ş. Yeşil)
Bir önceki yazıda; Modern Zamanlar Ailesine Aziz Kur’an’ın referans
olamadığını anlatıp, bu ailenin çocuğunu kreşe, yaşlısını huzur evine, kendisini
de işyerine mahpus etmeyi “özgürlük” saydığını, prestij kabul ettiğini, erkeğin kavvamlığını terke, kadının da kocası ile savaşa ikna
edildiğini, artık “BEY”lerin patronlar, müdür ya da müşteriler olduğunu,bütün bunların patronlara daha fazla ve ucuz
işçi temini için yapıldığını anlatmaya çalışmıştık.
Muharrem
/ 1438
Ne yazık ki Kur’an, modern zamanlar Müslüman’ı için referans kaynağı olma vasfını yitirmiştir.
(Atasoy
Müftüoğlu)
İlk yazıda Bakara 228. Ayetten hareketle modern hayatın
kadına, erkeğin “er”liğini kırmayı öğütlediğini anlatmaya çalışmıştık. Devam
edelim.
Muharrem/1438
"...özgür
düşüncenin iki düşmanı Avrupa'nın bilgeliği ve Amerika'nın faydacılığıdır. Yeni
devletler bu ikisinin izni olmadan hiç bir fikri kabul etmek
istemiyorlar..."
(Simon Bolivar'dan alıntı. Eduardo Galeano, Aynalar s:206)
(Simon Bolivar'dan alıntı. Eduardo Galeano, Aynalar s:206)
Resuller,
yeryüzüne insanlara nezaketi öğretmek için teşrif buyurmuşlardır.” (S. Erhan)
Dil-Ruba'ya şükranlarımla
Hasan Aycın üstatdan. |
Aziz Allah (cc) Kur'an’da, insanın yaratılış merhaleleri[i]ni tanımlarken önce çamurdan
"kalıbı"[ii]
döktük, sonra çamura nefsini giydirdik,[iii] ardından ona, ruhumuzdan
üfledik diyor[iv].